XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 4,93 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə212/222
tarix15.03.2018
ölçüsü4,93 Mb.
#31889
1   ...   208   209   210   211   212   213   214   215   ...   222

496 

 

hareketler,  piyasa  karşıtı  ve  çevreci  hareketleri 



içermektedir.  II.  Dünya  Savaşı  sonrasında 

sanatın  merkezinin  Amerika’ya  kayması  ve 

Amerika  -  Sovyet  Sosyalist  Cumhuriyetler 

Birliği  arasındaki  soğuk  savaşın  devam  ettiği 

süre içinde (1989’lara kadar) sınıfsal içerikli ve 

sanat-piyasa  karşıtı  sanatsal  çalışmalar  devam 

etmiştir.  1945  yılı  sonrası  sanatın  merkezinin 

Amerika  olmasında  savaş  dönemlerinde 

Avrupalı  sanatçıların  Amerikaya  göç  etmesi 

büyük  bir  etken  olmuştur.  Yeni  bir  güç  olan 

Amerika  sanatsal  bağlamda  da  merkez  olmak 

durumundadır. 

1980’lere 

kadar 


Avrupa 

evrenselciliği  üzerinden  hareket  etmiş,  neoli-

beral düzenle birlikte çeşitliliği gündeme getir-

miştir.  Stallabrass  (2013,  s.  26-27)  bu  durumu 

“İkinci Dünya Savaşı’nın ardından New York’un 

sanat  dünyasının  merkezi  olması,  Amerikan 

sanatının yerel ve ulusal meselelerden sıyrılarak 

sözde  evrensel  temalara  yönelmesi  anlamını  taşıyordu;  şimdi,  yeni  düzende 

evrenselliğin  yürürlükten  kaldırılarak  yerini  çeşitliliğin,  farklılığın  ve  melezliğin 

getirilmesi gerekirdi” şeklinde ifade etmektedir.  

 Burada  baskılanmış  ya  da  ötekileştirilmiş  grupların  çağdaş  sanat  alanlarına 

nasıl  girdiğinden  bahsetmek  önemlidir.  Sanatın  kaynağı  ve  merkezi  olarak  kabul 

edilen Batı ya da kabul görmüş sanatçılar dışında yapılan ürünler zanaat nesnesi, 

kültür nesnesi olarak görülmüş  ve etnografya müzelerinde yerini almıştır. Ancak, 

çeşitliliğin desteklenmesi, farklı olana duyulan merak ve ilgi ilkel- primitif söylemini 

başka deyişle ayrımını ortadan kaldırmış gibi görünmektedir.  

Güneybatı Yerlilerinin sanatlarına tahsis edilmiş olan Phoenix’s Heard 

Müzesi’ni  ilk  kez  ziyaret  ettiğim  1983  senesinde  “Antropoloji  İlkel  Sanat” 

kelimeleri müzenin cephe duvarındaki yerini hala koruyorlardı. Ancak 1991 

senesinde gittiğim zaman sadece bu kelimeler sökülmekle kalmamıştı, bundan 

başka  aynı  müzede  Egzotik  Yanılsama:  Sanat,  Romans  ve  Piyasa  adlı, 

yerlilerin el ürünlerinin [artifacts] sanat olarak sahiplenilmesini sorgulayan bir 

sergi vardı. (Shiner, 2010, s. 359).  

Elbette her kültür nesnesi sanat sınıfına alınmamıştır. Burada en ayırıcı unsur 

işlevsel olmayan ürünlerin sanat sayılmasıdır. Örneğin, takılar, oymalar sanat ürünü 

kabul edilirken günlük yaşamı kolaylaştıran olta, sandal vb. nesneler sanat olarak 

nitelendirilmemiştir. Bu ayrımın en temel sebebi seçkin sınıfın sanatı estetik, tinsel 

obje  olarak  etiketlemesi  olarak  belirlenebilir.  Farklılıklara  duyulan  ilginin  ve 

merakın bir piyasa oluşturduğunu Rönesans’tan bu yana görebilmekteyiz.  

Ali  Artun  (2013,  s.  22)  Afrika  sanatının  ilk  kez  1996  yılında  Fogg  Sanat 

Müzesinde sergilendiğini ve böylece sanat tarihindeki yerinin meşrulaştığını ifade 

etmektedir. Sömürge olan ülkelere, daha doğru bir tanımla Batı dışındaki ülkelere 

Claude Cahun. 



497 

 

ait olan nesnelere sanat müzelerinde yer verilmeye başlanması azınlıkların kendi-



lerini  dile  getirebilecekleri  özgür  bir  alan  yaratmış  gibi  görünmektedir.  Quai 

Branly’nin  açılışında  (2006)  Başkan  Chirac’ın,  ‘‘Girişimimizin  merkezinde,  ırk 

merkezciliğin,  Batı’nın  insanlığın  kaderinin  yalnızca  kendi  ellerinde  olduğu  gibi 

mantıksız  ve  kabul  edilemez  iddiasının  reddedilmesi,  aşağılanan  ve  önyargılarla 

yaklaşılan Avrupa dışı medeniyetlere, evrensel kültürel zenginliğimiz içinde hak et-

tiği  yeri  kazandırmak  ve  böylece  kültürler  ve  medeniyetler  arasında  gerçekleş-

tirilmesi gereken diyaloğa katkıda bulunmak yatmaktadır” (Cumhuriyet ve Radikal, 

2006)  ifadeleri  ötekinin  kabulü,  ötekinin  ifşası  ve  hegemonyanın  göstergesi  gibi 

yorumlara da açık görünmektedir.  

Sınıfsal farklılıklar yerine çeşitliliğin ve farklılıkların gündeme gelmesi, sa-

natçıları da bir ideolojinin yansıtılması, bir ideolojinin propagandası yerine farklı-

lıklarının göz önüne sererek gerçeğin yansıtılması için ırk, dil, cinsiyet, etnik kültür 

gibi konular üzerinden hareket etmeye yönlendirmiştir. Yeni kavramsalcı (ve onu 

izleyen kimlik sanatı) yaklaşımlarla çokuluslu kapitalizmin eleştirisi, kapitalist dü-

zenin kitle iletişim araçlarıyla toplum üzerinde oluşturduğu kodların deşifre edilerek 

kırılması  düşüncesi,  yapısökümcü  anlayış  üzerinden  ele  alınmaktadır.  Görünenin 

arkasındaki gerçekliğin gösterilmesi. Bu noktada sanatçılar tarihsel bütün olay ve 

olguları, ötekileştirmeleri yeniden ele alarak yapıbozuma uğratmaya çalışır. Ancak 

bu noktada asimile edilmiş kültür, ırk ve yaşam biçimlerinin yeniden ele alınması, 

projelere dahil edilmesi kültür piyasası oluşturarak düzenin kendisine geri dönmekte 

ya da yapay ötekiler, farklılıklar oluşturmaktadır. Çünkü her sistem ayakta kalabil-

mek için farklılığa, farklı olana ihtiyaç duymaktadır. Jacques Attali (aktaran Foster, 

2011, s. 171) bu ihtiyacı şöyle ifade etmektedir: 

Hiçbir örgütlü toplum, içine farklılıkları yerleştireceği bir yer yapılan-

dırmadan ayakta kalamaz. Hiçbir mübadele ekonomisi bu farklılıkları kitlesel 

ya da seri üretim formu içinde eritmeden gelişemez. Kapitalizmin özyıkımı, 

tam da bu çelişkide yatmaktadır: Farklılığın kendisinin dışlandığı bir mantık 

içerisinde, kayıp farklılığın peşindeki kaygılı arayışta.  

Diğer  taraftan  sanatçıların ırk,  cinsiyet, etnik  kültür  gibi  konular üzerinden 

yaptıkları çalışmalarını uluslararası platformlarda gösterebilecekleri alanlardan biri 

de bienaller olmuştur. Kapitalizmin son evresi olarak niteleyebileceğimiz postmo-

dern dönemdeki globalleşme, farklı kültürlerin bütün dünyaya sesini duyurabileceği 

bir olgu olarak “umut verici”dir. Küreselleşme olarak sürekli dilimizde dolanan ve 

bize sonsuz özgürlük hissi veren, istediğim zaman her yerde olabilirim dedirten bu 

kavram bütüne baktığımızda ekonomi politikası olarak vücut bulur. Kimlik olgusu 

üzerinden yapılan sanatsal çalışmalar da kültür ekonomisinde yerini almaktadır.  

…  genellikle  Batılı  küratörlerin  yönetiminde  düzenlenen  uluslararası 

çaptaki büyük bienallerde de farklı kültürel kimliklerin kendi kendini temsil 

olanağı yaratılmış, ‘sanat dünyası’nın coğrafyası ciddi anlamda genişlemiştir. 

Bu açılımın, giderek küreselleşmeye başlayan ekonomik düzenin bir uzantısı 

ve yansıması olduğunu görmek güç değildir. (Antmen, 2009, s. 296) 

12. İstanbul Bienali (İsimsiz), 13. İstanbul Bienali (Anne Ben Barbar mıyım?) 

kimlik politikaları üzerinden gerçekleştirilen organizasyonlara Türkiye’den örnekler 



Yüklə 4,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   208   209   210   211   212   213   214   215   ...   222




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə