YakindoğU ÜNİversitesi DİŞhekiMLİĞİ faküLtesi periodontoloji anabiLİm dali prof. Dr. Atilla berberoğLU periodontal hastaliklarin mikrobiyolojiSİ



Yüklə 227,73 Kb.
səhifə1/3
tarix17.09.2017
ölçüsü227,73 Kb.
#499
  1   2   3

YAKINDOĞU ÜNİVERSİTESİ DİŞHEKİMLİĞİ FAKÜLTESİhttp://www.kibrispostasi.com/resize.php?s=/upload/news/ydu-logo-yeni-son_4f14264c.gif&w=250&h=175

PERİODONTOLOJİ ANABİLİM DALI

Prof.Dr.Atilla BERBEROĞLU

PERİODONTAL HASTALIKLARIN MİKROBİYOLOJİSİ1

İnsan fetüsü rahmin içindeyken sterildir. Fetüs doğum kanalını geçerken vajinal ve fekal mikroorganizmaların bulaşmasıyla sterilizesini yitirir. Ağız boşluğundaki bakterilerin kolonizasyonu da doğum anından itibaren başlar. Steril olan ağız boşluğuna doğumdan saatler sonra, esas olarak fakültatif ve aerob bakteriler yerleşip koloniler oluşturmaya başlarlar. İkinci günün başında bebeğin ağzına anaerob bakteriler yerleşir. İki hafta içersinde yeni doğanın boğazında neredeyse olgun mikrobiyata oluşur. Sütten kesildikten sonra ( >2 yaş), insan mikrobiyal florası artık 400 farklı bakteri türünden oluşan ( 10¹⁴) tane bakteri kompleksi barındırmaktadır. Bu andan itibaren bakteri hücreleri insan vücudunu oluşturan tüm hücrelerin on katından daha fazladır. Sağlıklı bir insanda ki bakteriyel popülasyonun toplam vücut ağırlığının 2 kilogramına tekabül ettiği tahmin edilmektedir.Genel olarak bu mikrobiyata konak ile uyum içinde yaşar, fakat kütle artışı veya patojenik bir durum, konak savunmasının zayıflaması gibi özel şartlar altında hastalık ortaya çıkabilir. Aslında bakteriler ve konak kommensal2 ilişki içindedirler. Yani iki taraf da yarar görür bu ilişkiden. Örneğin; vajinadaki konak epitel hücreleri kolonize olmuş laktobasillere glikoz sağlar. Laktobasiller de asit salgılayarak pH’ı düşürür ve böylelikle vajina üzerinde kötü etki yaratacak diğer tür bakterilerin üremesini ve oluşması engellenir. O halde, endojen bakteri ve bakteri ürünlerinin sağlıklı bir insan vücudu için gerekli olduğu söylenebilir.

Dişlerin sürmesinden sonra ağız florası daha karmaşık bir hale dönüşür. Yetişkinlerin ağzında beş yüzden fazla çeşit türün koloni oluşturabileceği hesaplanmıştır. Sadece tek bir bireyde ise yüz elliden daha fazla türe rastlanabilir. Oral bakterilerin çoğunluğu kommensal ve yararlı türdendir.

Farinks ve ağız boşluğuna yerleşen mikroorganizmaların dokulara yapışması ve bulundukları yerden uzaklaştırılmaları dinamik bir denge içerisinde sürüp gider



Mikroskobik Açıdan Oral Kavite

Salgı ve dışkı sıvıları içinde bulunan mikroorganizmaların dışındaki tüm bakteriler bir yüzeye yapışarak konak içinde kendilerini korurlar. Bu ilke, ağız boşluğu için de geçerlidir. Ekolojik bakış açısından, yutak ile iletişimde bulunan ağız boşluğu, mikroorganizmalar için bir "açık üreme sistemi" olarak kabul edilmelidir. Mikroorganizmaların adezyon güçleri ile (1) yutma, çiğneme ya da burundan üfleme; (2) dil hareketleri ve ağız hijyeni uygulamaları; (3) tükürüğün, burun ve dişeti oluğundaki sıvıların yıkama etkisi, (4) burun ve sinüs duvarlarında ki siliaların aktif hareketleri arasında dinamik bir denge sistemi vardır. Birçok mikroorganizma ancak yumuşak dokulara veya sert yüzeylere (diş, protez, implant ve) yapışarak orofarinkste yaşayabilir. Aksi takdirde, boğaz ve yemek borusundan kayarak mideye ulaştıklarında asidik ortamda eriyip sindirilebilmektedirler. Demek ki, bakterinin gingival enfeksiyon oluşturabilmesi için konak dokulara yapışması gereklidir. Özellikle, Porphyromonas gingivalis ve Aggregatibacter actinomycetemcomitans gibi patojenik bakterilerin virülans faktörlerinden en önemlisi pilileri sayesinde epitel ve diğer yüzeylere sıkıca yapışabilmeleridir.

Ağız boşluğu, fiziksel ve morfolojik kriterlere bağlı olarak altı büyük ekolojik bölgeye ayrılabilir:

• Supragingival sert yüzeyler (diş, implant, restorasyonlar ve protezler)

• Periodontal / implant çevresi cebe komşu sement veya implant yüzeyi gibi sert yüzeyler ile cep epiteli gibi subgingival alanlar

• Yanak, damak ve ağız tabanı epiteli

• Dil sırtı

• Bademcikler

• Tükürük

Yumuşak doku yüzeylerine patojenik organizmaların yapışmasını önlemek için çeşitli mekanizmalar vardır. En önemli mekanizmalardan biri hücrelerin dökülmesidir. İntraoral epitel hücrelerinin yüksek turnover hızı özellikle dişeti yüzeyinde mikroorganizmaların büyük kitleler halinde sürekli birikmesini önler. Bu bir doğal temizleme mekanizmasıdır. Öte yandan, bakteri hücreleri her zaman patojen değildir, her iki taraf için de yararlı bir ortakçı (Kommersal) bir ilişki kurulabilir.

Periodontal ceplerde yapılan araştırmalarda in vivo olarak bakterilerin cep epitel hücreleri üzerine ataçmanının sürekli olarak arttığı gözlenmiştir. Dişeti iltihabı görülen bölgelerde bu artış çok daha yüksek olarak bulunmuştur. Bu bakteriler cep duvarını infiltre ederek alttaki stromaya da sızmaktadırlar. Patojenik bakterilerin farklı epitel yapılarına yapışabilme oranı ile buralarda enfeksiyon oluşturma potansiyelleri arasında pozitif bir korelasyon vardır.

Mikroflora Çeşitleri

Endojen (Yerleşik=Normal=Kommensal) Mikroflora

Normalde her zaman bulunan çok sayıda mikroorganizma topluluğudur. Sayıca üstünlükleri konakla geçimli ve dengeli bir ilişki içinde olduklarını gösterir. Mikroflora çoğunlukla bakterilerden ve az sayıda mayalardan oluşur.



Ek (Suplementer) Mikroflora

Bu mikroflora da endojendir ama sayıca cok daha azdırlar. Bunlar ancak toplam mikroorganizmaların %1'i oluştururlar. Çevre kendilerine uygun olarak değiştiğinde endojen mikrofloraya geçiş yapabilirler. Diş çürüğü ve periodontal hastalıklarla ilgili patojenler genellikle suplementerden endojen mikroflora üyeliğine geçmiş türlerdir. Bu tür değişim konak bakteri etkileşiminde 'amfibiyoz' olarak adlandırılır. Ağız mikroflorası ile konak arasındaki amfibiyoz ilişki, konak için zararlı (hastalık etkeni) ya da yararlı (sağlıklı) olabilir.



Geçici Mikroflora

Ağız boşluğuna yerleşmeyip kısa sürede ortadan kaybolan geçici mikroorganizmalardır. Bunlar; yiyecek ve içeceklerden, dış çevreden ya da diğer vücut mikrofloralarından ortama dahil olurlar. Örneğin; gıdalardan, laktik asit bakterileri,; diş üniti suyundan Pseudomonas türleri, deri ve barsak mikroflorasından stafilokoklar ve enterik bakteriler gibi. Geçici mikroorganizmalar normal koşullarda önemli değildir; ancak vücut direnci azalmış kişilerde ağız boşluğunda ciddi fırsatçı enfeksiyonlara neden olabilirler.



Ağız Boşluğunun Ekolojik Faktörleri

Bölgede hem yumuşak hem de sert dokular bulunmaktadır. Bu dokular tükürük ve dişeti oluğu sıvısı (DOS) tarafından sürekli yıkanır. Hem iç hem de dış ortama açık olan ağız boşluğunda ekolojik olarak farklı mikroflora ve çok çeşitli mikroorganizmalar bulunur. Yanak epiteli, dil dorsumu, sub ve supra gingival alanlar birbirlerinden çok farklı ekosistemler oluşturulurlar. Örneğin; supragingival alanlar tükürük, yiyecek ve içeceklerle yıkanır ve çiğnemenin getirdiği mekanik etkenlere maruz kalır.

Ağız boşluğuna mikroorganizmaların yerleşmesini ve üremesini etkileyen faktörler fizikokimyasal, konağa ilişkin ve bakteriye ilişkin faktörler olarak üç grupta toplanabilir.

Fizikokimyasal Faktörler

Her bölgedeki sıcaklık, oksijen basıncı, redoks potansiyeli, pH ve besinler gibi fiziksel ve kimyasal özelliklerdir. Ağız boşluğunun en önemli özelliği her bölgenin fizikokimyasal özelliklerinin bölgeler birbirine çok yakın bile olsa farklı olmasıdır. Aynı bölgede bile kısa zaman aralıklarıyla önemli değişiklikler olabilir.



Yüzeyler

Ağız boşluğunu döşeyen yüzeylerin alanı ortalama 215 cm2 dir; mikroorganizma kolonizasyonuna uygun birçok bölgesi vardır ve dış ortama açıktır.

Mukoza yüzeyleri: Dil, dişeti, dişeti oluğu, yanak, ağız tabanı ve damak epitelidir.

Katı yüzeyler: Dişin minesi, dentin ve sement; restorasyon için kullanılan materyaller, protezler, ortodontik teller, braketler ve apareylerdir. Bu yüzeylerin topografisi ve kimyası ağız boşluğunu etkiler.



Sıcaklık

Ağız boşluğunun ısısı 35-36°C'dir. Özellikle mukoza yüzeyleri ve dişlerin klinik kronları üzerinde sıcaklık oldukça değişkendir, yeme ve içme sırasında da değişir. Örneğin dondurma yenerken sıcaklığı -5°C’e düşerken sıcak bir içecekle hızla 55°'ye yükselir. Saniyeler içinde yaklaşık 60° C'lik sıcaklık farkı oluşabilir. Ağız mikroflorasında bulunan mikroorganizmalar kısa süreli sıcaklık farklılıklarına dayanırlar. Isı bölgeyle ilgili pH, iyon aktivitesi, makromoleküllerin kümeleşmesi ve gaz çözünürlüğü gibi diğer faktörleri de etkileyebilir.

Lokalize iltihabi olaylar da dokuların ısısını değiştirebilir. Sağlıklı dişeti oluğunun ortalama sıcaklığı dişe göre 33,7 - 36,6° C arasındadır ama periodontitisli cep içindeki sıcaklık birkaç derece daha yüksek olabilir. Böyle sıcaklık dalgalanmaları bakterilerde gen ekspresyonunu etkileyerek ısı şok proteinlerinin (Heat Shock Proteins) sentezine yol açar ve bunlar da belli patojenlerin virülansını etkiler. Örneğin ısının yükselmesiyle Porphyromonas gingivalis major fimbiral adezinin ekspresyonunu değiştirir.

pH

pH, hidrojen iyon konsantrasyonunun negatif logaritmasıdır. Bu nedenle pH değeri ne kadar düşükse hidrojen iyon konsantrasyonu o kadar yüksektir. Çoğu ağız bakterisi en iyi nötral pH’de (pH 7) ürer. Genellikle ağız boşluğunun pH'sı tükürükteki tamponlama aktivitesi sayesinde 6.75-7.25 arasında kalır. Bir takım faktörler ağız boşluğundaki hidrojen iyon konsantrasyonu etkiler: Bunlar arasında; dışarıdan alınan asit ya da alkali sıvılar, supragingival plak biyofilminde karbonhidrat metabolizması sonucu asit üretimi ve tükürük tamponlama kapasitesi sayılabilir. Tükürük; içeriğindeki bikarbonat iyonları, fosfatlar, peptidler ve proteinler sayesinde tamponlama işlevini yerine getirir. Sıcaklık gibi ağız boşluğunun pH'sı da çok değişkendir. pH ve tamponlama kapasitesi, tükürük akış hızına göre değişir.

DOS’nda pH ölçümek teknik olarak zordur. Sağlıklı DOS’un pH'sı yaklaşık 6,9'dur. Periodontal hastalığa karşı verilen iltihabi yanıt sırasında aminoasitlerin deaminasyonu ve amonyak yapımıyla pH yükselerek alkaliye dönüşür. pH'nın 7,0'den 7,5'a yükselmesi cep mikroflorasındkaki P. gingivalis miktarında artışına yol açar. Supragingival bölgelerde sakkarolitik bakterilere bağlı olarak pH düştüğünde P.gingivalis'e rastlanmaz. Hem asidik hem de nötral pH'da yaşayabildiklerinden supragingival plakta Prevotellla intermedia ve Fusobacterium nucleatum’a çok sık rastlanır. Bunlar, aminoasit metabolizması yoluyla asit/baz dengesini değiştirerek asidik çevreyi nötralize edebilirler.

Bu bulgular, subgingival bölgede patojen bir mikrop ekosisteminin kurulmasında ardışıllığa işaret eder. pH'nın değişebildiği ve ortamın bazen asidik olduğu sığ dişeti cebine ilk olarak F.nucleatum ve P.intermedia kolonize olur ve nötral bir çevrenin oluşturulmasını hızlandırırlar. Bu bakteriyel kolonizasyon, subgingival bölgenin savunma sistemlerini uyararak konak proteinlerinden zengin DOS’nın akışında artışa neden olur.



Oksijen Basıncı

Oksijen basıncı bir gazdaki oksijen miktarına denir. Bu oran hava için %21 (160 mm Hg)'dir. Oksijen basıncı dil üzerinde %12-14; periodontal cepte %1-2'dir. Dudak, dil, oklüzal yüzeylerdeki supragingival plak üzerinde ise %1-20 arasında değişir. Supragingival plakta fakültatif ve mikroaerofil türler, subgingival plakta ise anaeroplar üstündür.

Bakterilerin ağıza kolonizasyonunda solunan havadaki oksijen miktarı önem taşır. Bakteriler ve konak tarafından reaktif oksijen türlerinin3 (ROS) oluşturulmaktadır. Bunlar süperoksit radikal (O2-)', hidrojen peroksit (H202) ve radikal hidroksil (OH-)'dir. Bu reaktif ürünler bakteriler için de oldukça toksiktir; membran ve proteinleri geri dönüşümsüz olarak parçalarlar. Bazı anaeroplarda kendilerini korumak üzere toksik oksijeni ortadan kaldıracak süperoksit dismutaz, katalaz gibi enzimler bulunur. Anaerop bakteriler oksijen tüketen türlerle etkileşime girerek oksijenin toksik etkileriyle baş edebilir. Oksijen tüketen türler, yaşayabilmek için çevresel oksijen düzeyini tüketerek yeterince düşürdüklerinde anaeroplar kalan miktarı koruyucu enzim sistemleriyle detoksifiye ederek ortadan tamamen kaldırır ve ortamı yalnız kendilerinin yaşayabileceği bir hale dönüştürürler.

Redoks (Oksidasyon Redüksiyon) Potansiyeli4

Simgesi Eh'dir. Ortamki oksidasyon (elektron verme) ve redüksiyon (elektron alma) potansiyelidir. Belli bir bölgenin Eh'si, o bölgede yaşayan bakterilerin en can alıcı belirleyicisidir. Eh volt ya da milivolt olarak ifade edilir. Oksitlenme durumu, pozitif (+V ya da mV) ve indirgenme durumu negatif (-V ya da mV) olarak gösterilir.

Pozitif Eh'li bölgeler ve burada yaşayan mikroorganizmalar 'aerop'; negatif Eh'li bölgeler ve burada yaşayan mikroorganizmalar 'anaerop' olarak adlandırılabilir. Diş plağı biyofilminin in vivo Eh ölçümleri ağız içine Eh elektrotu (bir platin tel) taşıyan yapay dişler konularak yapılır. Bu dişler üzerinde oluşan biyofilmin ilk gün Eh değeri, aynı tükürükteki gibi +200 mV'dir. Biyofilm olgunlaştıkça Eh, -112 mV ve yedi gün sonra -141 mV olur. Biyofilm içeriğinin aeroptan anaeroba değişmesinin Eh'deki düşmeyle birlikte olduğu da gösterilmiştir. Ağızdaki Eh değerleri, tükürükte +158 ya da +542 mV'luk oksitlenmiş değerler yanında bazı periodontal ceplerde -300 mV gibi çok indirgenmiş değerlerde olabilir.


Zorunlu anaeroplar oksijenin hiç bulunmadığı ya da oldukça indirgenmiş olduğu bir ortamda üreyebilirler

Fakültatif anaeroplar oksijenli (oksitlenmiş) ya da bulunmadığı (indirgenmiş) koşullarda üreyebilirler.

Zorunlu aeroplar genellikle oksijen gereksinimi olanlardır.

Mikroaerofil bakteriler, oksijen gereksinimi az olan bakterilerdir.

Kapnofil bakterilerin üremeleri için karbondioksite gereksinimleri vardır.
Anaerop Bakteriler için Eh'nin Önemi

Aseptik olarak doğurtulan ve steril su ve yiyecekle büyütülen mikropsuz (germ free) laboratuar hayvanlarının mukoza yüzeylerine deneysel olarak anaerop bakteriler yerleştirilemez. Bunun nedeni steril salgıların Eh'sinin pozitif olmasıdır. Yeni doğan bebeğin ilk saatlerinde steril mukozalarına ya da yeni fırçalanmış diş yüzeyine de ilk yerleşenler fakültatif mikroorganizmalardır. İlk yerleşen mikroorganizmaların metabolizmaları sonucunda ortamın Eh'si negatifleşir ve böylece anaeropların yerleşmesi mümkün olur.



Besinler

Supragingival biyofilm ve mukoza yüzeylerindeki mikroorganizmalar besinlerini tükürükten; subgingival biyofilm ya da periodontal cep mikroflorası mikroorganizmaları ise DOS’dan sağlar. Ağız içinde besinler, eksojen olarak sakkaroz ve nişasta gibi diyet artıkları şeklinde bulunur. Asıl önemlisi endojen olarak tükürük ve DOS’nın içeriklerinden kaynaklanan besinlerdir. Gastrik tüple beslenen hastalarda ağız boşluğuna eksojen besinler girmez ama yine de diş yüzeyleri üzerinde bol miktarda biyofilm oluşması endojen kaynaklı besinlerden dolayıdır.

Enzimlerin etkisiyle tükürük glikoproteinlerinin yıkımı sonucu ortaya çıkan karbonhidratlar, aminoasitler ve dökülmüş epitel hücreleri bu bölgede bulunan mikroorganizmalar için besin kaynağı oluştururlar. Ağız boşluğundaki epitel yüzeyleri sürekli yenilenir; dişeti oluğundan fagositik hücreler tükürüğe katılır. Bu hücreler tükürüğün hipotonik olması nedeniyle eriyerek mikroorganizmalar için besin haline dönüşürler. Kan plazmasından kaynaklanan DOS’nda bol miktarda aminoasit, peptid ve protein gibi azotlu bileşikler bulunur. Bir diğer kaynak da, subgingival bakterilerin enzimleriyle doğrudan parçalayabildiği periodontal dokuların kendisi ve konak savunma proteinleridir. DOS’daki bazı serum komponentleri subgingival bölge mikroflorası üzerinde seçici bir etkiye sahiptir. Örneğin, ortamda alfa-globulin ve hemin bulunması Treponema, Porphyromonas ve Prevotella türlerinin üremesine yol açar. Birlikte yaşayan bakteriler arasında bazısının metabolik atıkları diğerleri için besin kaynağıdır. Böylece ardışık bir besin zinciri oluşur.

Dişeti oluğu derinleştikçe subgingival çevrede nötral pH ve anaerop koşullar oluşmaya başlar. Bu koşullar nedeniyle asakkarolitik, anaerop ve proteolitik bakterilerin (Fusobacterium, Eubacterium, Campylobacter, Prevotella ve Porphyromonas) sayısı artar. Proteolitik bakteriler, hücre membranına bağlı ya da ekstrasellüler olarak salgılanan proteazlarıyla azotlu bileşikleri, metabolik substrat olarak kullanmak üzere ufak peptidler ve amino asitlere parçalarlar. Örneğin P. gingivalis'in, gingipain (tripsine benzer sistein proteaz) ve dipeptidilpeptidazları; P.intermedia'nın albumin ve immunoglobulinleri parçalayan proteazları vardır. P.intermedia azotlu bileşikleri ve glikozu da kullanabilir, metabolik özellikleri mevcut besinlere bağlı olarak değişir. Ortamda glikozun bulunmadığı durumlarda bu bakterinin proteolitik aktivitesi ve sitotoksik ürünlerinin yapımı da artar.

Besin olarak P.intermedia ve F.nucleatum özellikle aminoasitleri, P.gingivalis ise daha ziyade dipeptidleri tercih eder. Kendi başına proteinleri peptidlere parçalayabilmesi ve ortaya çıkan peptidleri hemen içine alabilmesi nedeniyle beslenme açısından P.gingivalis kendisine avantaj sağlar. Proteolitik bakteriler aynı zamanda nonproteolitiklere peptid ve aminoasit sağlarlar ama Fusobacterium gibi asakkarolitik bakteriler bunu yapamazlar. Aminoasit metabolizmasının son ürünleri de diğer bakteriler için esas besindir. Ağızdaki Treponema türleri üreme için zorunlu olarak isobütirik aside bağımlıdır. Bu bulgular hem metabolik rekabet hem metabolik iş birliğinin subgingival mikrop ekosisteminde yeri olduğunu gösterir. Bu arada bakterilerin kısa zincirli yağ asitleri (propionik, butirik, isobütirik ve isovalerik asitler), amonyak ve sülfür bileşikleri (hidrojen sülfit ve metil merkaptan) gibi metabolik son ürünleri, konak hücre fonksiyonlarını ve buna bağlı olarak da konak savunmasını bozar.

Konak Faktörleri

Konağa ilişkin faktörler mukoza yüzeyleri, tükürük ve dişeti oluğu sıvısına bağlıdır.



Mukoza Yüzeyleri

Mukoza yüzeylerinden çiğnemenin abraziv kuvvetlerine maruz kalan serbest ve yapışık dişeti, sert damak ve dil sırtı keratinizedir. Ağzın geri kalanı nonkeratinize çok katlı skuamöz epitelle kaplıdır. Tüm epitel dokularında olduğu gibi ağız epiteli de immun sistem hücreleri ile ortak çalışarak Toll-like reseptörler eksprese ederler. Toll like reseptörler5 (TLR), patojen mikroorganizmalar üzerinde evrimsel olarak korunmuş moleküler yapıları (pathogen-associated molecular patterns=PAMP) tanıyıp sinyal ileten reseptör grubudur. PAMP'lara örnek olarak gram pozitif bakterilerin Iipoteikoik asitleri, gram negatif bakterilerin lipopolisakkaridleri, bakterilerin peptidoglikan, flagellin ve pililerin DNA’ları, mantarların mananları ve virusların çift iplikli RNA'ları verilebilir. Özel PAMP'ları tanıyabilen 10 farklı TLR tanımlanmıştır. TLR, bir PAMP ile bağlandığında epitel hücresi sitokinler, kemokinler ve β-defensinler (hBDs) olarak bilinen peptid antibiyotikler yapar; nitrik oksit ve eikosanoidler salar; Major Histocompatibility Complex (MHC)-sınıf II ve klasik olmayan MHC-sınıf I molekülleri eksprese eder. Ek olarak dendritik hücrelerin olgunlaşması ve antijen sunum kapasitesindeki artış sonucu doğal ve edinilmiş immun sistemi tehlikeye karşı yönlendirir. Ağız ve dişeti epitel hücrelerinin kommensal bakteriler ile patojen olanları ayırt edebildikleri düşünülmektedir. Epitelyal ataçman hücrelerinden tüm ağız kommensal bakterileri için IL-8 (nötrofil için kemoatraktan) salgılanır. Buna karşın P.gingivalis, IL-8 salgılanmasını inhibe eder. Zararlı hücresel uyarılara karşı ilk yanıtı veren Nükleer faktör- КB (NF- КB) kommensal ağız bakterisi olan F.nucleatum tarafından aktive edilir ama bu aktivasyon P.gingivalis ile sağlanmaz.

Nonkeratinize epitelin yaptığı bir antimikrobiyal protein kalprotektindir; kalsiyum ve çinkoyu bağlar. Çinkoyu bağlayarak mikroorganizmaları bu gerekli iyondan yoksun bırakarak antibakteriyel ve antifungal etki yaratır. Kalprotektin nötrofiller, monositler ve makrofajların sitoplazmalarında da bulunur. İnflamasyon sırasında DOS’da ve dolaylı olarak da tükürükteki miktarı da artar.

Dil sırtındaki papillaların dibindeki von Ebner bezlerinden salgılanan von Ebner bezi proteini bir sistein proteaz inhibitörüdür. Çok fonksiyonludur; peroksidasyon ürünlerini temizlediği gibi nükleaz aktivitesi ile antiviral etkilidir.

Epitel içinde doğal dirençte rolü olan bir intraepiteliyal lenfosit topluluğu vardır. Bunların birçoğu γδ T hücre reseptörü (TCR) taşır. Bu lenfositlerin yaralanmış ya da enfekte olmaya başlayan epitel hücreleri tarafından eksprese edildiği görülür. γδ T hücreleri, MHC molekülleri ile sunulan antijenleri tanımaz; antikor moleküllerinin paratoplarına analogturlar. γδ T hücreleri, keratinosit üreme faktörü gibi üreme faktörleri salgılayarak epitel bütünlüğünün korunmasında rol oynayabilir; yaralanmış ya da enfekte olmuş epitel hücrelerini ortamdan uzaklaştırırlar ve belki IgA yanıtını düzenlerler. Lamina propriadaki T hücrelerinin ise antijenle yeniden karşılaşmayı bekleyen bellek hücreler olduğu görülür. Bunların yaklaşık üçte ikisi CD4+'dir ve hemen hemen tümü αβTCR eksprese eder. İntrasellüler patojenlere karşı koruyucu olan CD8+ T hücreleri lamina propriadaki T hücrelerini dengeler.

Tükürük

Parotis, submandibuler ve sublingual majör ve çok sayıda minör tükürük bezlerinden, ağız mukozasından ve dişeti oluğundan gelen sıvıların bir karışımıdır. Mide ve solunum sisteminden komponentler de bulunabilir. Tükürükteki bulunan çeşitli maddelerin ağızdaki bakterilerin yaşamını destekleyici ya da önleyici etkileri vardır. Hem inorganik hem organik komponentler içerir. Başlıca inorganik komponentler bikarbonat, klor, potasyum ve sodyum iyonlarıdır. Total protein konsantrasyonu litrede yaklaşık 2-3 gr kadardır. Tükürükte sindirim enzimi amilaz, yağlayıcı mukoz glikoproteinler, kalsiyum ve fosfatın stabil kalmasında rol alan asidik prolinden ve trosinden zengin (staterin) proteinler ve mukoza ve diş yüzeylerini koruyucu iş gören birçok nonspesifik ve spesifik konak savunma faktörleri bulunur.



Müsin glikoproteinler, mukoz bezlerin çoğu (submaksiller, submandibuler ve minor bezler) tarafından yapılır. Müsinler esas olarak parotis bezinde yoktur. Tersine parotis salgılarında amilaz, aglutinin ve prolinden zengin proteinler gibi seröz proteinlerdaha yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Müsinler ağız yüzeylerini kaplar; yağlandırarak mukozaların kurumasını önler. Aynı zamanda mukozaya mikroorganizma penetrasyonunu önler. Müsinler birçok ağız bakterisi ve bakteri yapıları ile doğrudan kompleks oluştururlar. Bu bağlanma özgül bir bağlanmadır. Yani müsinler aglutinin olarak iş görürler. Müsinler tarafından kümeleştirilen bakteriler ağız yüzeylerine yapışmaz ve böylece yutularak ağız boşluğundan uzaklaştırılırlar. Müsinlerin tükürük IgA'sı ile kompleks oluşturduğu gösterilmiştir. Böylece mukoza yüzeylerinde antikor yoğunluğunu artırırlar. Diğer tükürük makromoleküllerine de bağlanarak aktivitelerini artırırlar.

Tükürük moleküllerinin fonksiyonu moleküler şekillerine (konformasyona) bağlıdır. Örneğin prolinden zengin proteinler, ancak bir yüzeye absorbe olmuşsa bakteri adezyonunu artırır; çünkü bu moleküller yüzeye absorbe olduklarında şekil değişikliğine uğrayarak bakterilerle etkileşebilecek kriptotop olarak adlandırılan gizli uçları (yeni epitoplar ya da reseptörler) ortaya çıkarır. Böyle bir diğer molekül amilazdır; bu enzim, nişastayı parçalar ve ağızdaki streptokokların diş yüzeylerine yapışmasını sağlar. Tükürük moleküllerin çoğu çok fonksiyonlu ve hem yararlı hem zararlı etki yapabilen amfifonksiyonel'dir. Örneğin staterin ve asidik prolinden zengin proteinler mine yüzeyinde birincil ve ikincil kalsiyum fosfat tuzları birikimine engel olurlar. Öte yandan; mine yüzeyine absorbe olduklarında özellikle streptokokların diş yüzeyine yapışmasını artırırlar.

Tükürükteki moleküller, moleküller arası birliktelikler oluşturarak iş görebilirler. Birliktelik (kompleks) benzer moleküller arasında ise homotipik; farklı moleküller arasındaysa heterotipik birliktelik adı verilir. Örneğin müsinler ya da uç uca oligomerler homotipik birlikteliklerdir. Ağızdaki yüzeyleri örten müsinler de tükürük antimikrobial moleküllerle (slgA, lizozim, sistatinler ve p-defensinler gibi) heterotipik birliktelikler yaparlar. Böyle birliktelikler sinerjist aktivite gösterir. Tükürük-doku ara yüzeyinde non kovalan iyonik kuvvetleri kullanarak bu antimikrobiyal moleküllerde artışa neden olurlar.

Tükürük molekül birliktelikleri ile ağız bakterileri arasındaki etkileşimler başlıca dört kategoriye ayrılabilir:



  1. Bakterilerin kümeleşmesine (aglutinasyon) yol açan etkileşimler;

  2. Bakterilerin yüzeye adezyonunu artıran etkileşimIer;

  3. Mikroorganizmaları öldüren ya da üremesini durduran etkileşimler;

  4. Mikrobiyal besine katkısı olan etkileşimler.

Bakterileri kümeleştiren tükürük molekülleri; müsinler, slgA, parotis aglutinin, lizozim, β2- mikroglobulin ve Ca2+ iyonlardır. Müsinler glikoproteinyapısındadırlar. Başlıca iki çeşittir: MG1 ve MG2. MG1; yüksek MG2 ise düşük molekül ağırlıklı müsinlerdir. MG2, yapışık mukus tabakasında ve diş yüzeyleri üzerindeki pelikılda bulunur. MG1 ise daha çok karbonhidrat içeriği, daha büyük molekül kitlesi ve ipliğe benzer yapısıyla viskoelastik jele benzer özelliktedir. Bu da onu mukoza yüzeyleri örtmeye daha elverişli kılar. Tüm ağız içi yüzeyler mukozayı nemlendiren ve yağlayan < 0.1 mm kalınlıktaki ince bir mukus filmi ile örtülür. Mukus örtü; lipit, protein ve iyonlar içeren seçici geçirgenliğe sahip yapışkan ve kaygan bir jeldir. Lipitler yüzeyde mukus örtü boyunca dağılmış bir halde bulunurlar. Yüzey epiteline ilk yapışan glikokaliks; hücre membranına tutunan kısa müsin ipliklerinden ibarettir ve yoğun bir glikoprotein tabakası oluşturur. Mukus tabakası besinlerin ve atıkların geçmesine olanak verirken bakteri ve toksinlere izin vermez. Müsin submandibular, sublingual ve minor tükürük bezleri tarafından sürekli salınır, slgA gibi antimikrobiyaller içerir. Epitelyal yüzeylerde mukusun ömrü kısadır; dakikalar ve saatler içinde yenilenebilir. Dudak, yanak ve dilin hareketleri ağız yüzeylerine mukus akışını hızlandırır.



Tükürük aglutini ağız bakterilerini kümeleştiren bir proteindir; MG2 ile yakından ilişkilidir. Tükürük aglutini ve MG2 oldukça yapışkan moleküllerdir; slgA ve laktoferrin ile kompleks oluşturur.

Histatinler; çok fonksiyonlu, histidinden6 zengin bazik ya da nötral proteinlerdir. Tükürükte en azından 12 histatin tanımlanmıştır. Fungusidal ve bakterisidaldir. Histatinler, memeli hücreleri ve bakterilerden gelen sistein proteinazlar dahil bir çok proteinaza karşı inhibitör etki gösterebilirler. Bu nedenle proteolitik yıkımının çok sık görüldüğü periodontal hastalıklarda prognozu etkileyebilirler.

Sistatinler, sisteinden zengin proteaz inhibitörleridir. Tükürük sistatinleri esas olarak submandibuler ve sublingual tükürük bezlerinden salgılanırlar. İltihabi durumlarda birçok mikroorganizma sistein proteaz kullandığından bu proteazların inhibisyonu açısından önemli faktördür. Ayrıca, epitel bütünlüğünün korunmasını sağlayan konak hücrenin proteolitik aktivitesini inhibe ederek ve sitokinleri yeniden düzenleyerek inflamasyonun düzenlenmesinde önemli rol oynayabilirler.

Salgısal lökosit proteaz inhibitörü (SLPI), Doğal tükürük içeriğinde bulunan, seröz asiner hücreler ve epitel hücreleri tarafından da yapılan bir serin proteaz inhibitörüdür. Enfeksiyöz ajanlara yanıtta mukoza epitelini nötrofiller tarafından salgılanan elastaz ve katepsin B'den koruduğu düşünülmektedir. Bakterisidal, fungisidal ve anti-HIV-1 etkilidir.

Trombospondin 1(TSP1), submandibular ve sublingual tükürük bezlerinden salgılanır ve anti-HIV-1 etkisi gösterir. Yüksek molekül ağırlıklı trimerik ekstrasellüler matriks glikoproteindir.

Kromogranin A (vasostatin-1), antibakteriyel ve antifungal etki gösteren bir tükürük proteinidir.

Lizozim, tüm vücut sıvılarında bulunsa da tükürük, gözyaşı ve nazal ve bronşiyal salgılarda yüksek konsantrasyonda bulunan bir antibakteriyel bazik proteindir. Bakteri hücre duvarındaki peptoglikanı parçalayarak bakterisidal, hücre duvarındaki otolizinleri aktive ederek bakteriyolitik etki gösterir ve mikroorganizmaları kümeleştir. Tükürükteki varlığı tükürük bezleri ve DOS’ndan kaynaklanır. Ağız bakterileri, lizozimin hücre duvarını parçalayıcı etkisine kısmen dirençlidir. In vitro olarak lizozimle laktoferrin, tükürük peroksidaz sistemi ve slgA arasında sinerjist etkileşimler gösterilmiştir.

Peroksidazlar. Tükürük bezlerinde sentezlenen, DOS yoluyla tükürüğe katılan nötrofillerden, miyeloperoksidaz ve eozinofil peroksidaz'dan oluşur. Tükürük peroksidazı ortamda hidrojen peroksit (H2P2) ve tiyosiyanat iyonu bulunduğunda hipotiosiyanat iyonu ya da hipotiosiyanöz asit oluşumunu katalizleyen enzimdir. Bunlar bakteri metabolizmasında iş gören enzimlerin sülfidril grupları ile reaksiyona girer, onları inaktive eder ve bakterilerin ölümüne neden olur.

Tiasiyanat tükürük bezlerinde duktal hücrelerden salgılanır. Peroksidaz enzimi de tükürük bezlerinin asiner hücrelerinden salgılanır. Hidrojen peroksit bakteriler, nötrofiller ve diğer konak hücreleri tarafından yapılır, ağızda sürekli düşük yoğunlukta bulunur. Tükürük peroksidazı ile lizazim, laktoferrin ve slgA arasında sinerjist etkileşim olduğu kanıtlanmıştır.

Laktoferrin, çok fonksiyonlu demire bağlanan bir glikoproteindir. Tükürük bezlerindeki seröz hücrelerin ürünüdür; nötrofiller tarafından da sentezlenir ve yoluyla ağız boşluğuna katılır. Her laktoferrin molekülü, iki bikarbonat molekülünün bağlanmasıyla eş zamanlı olarak iki demir atomu bağlar. Laktoferrin üç biçimdedir: demirsiz (apolaktoferrin), ferrik laktoferrin (iki demir bağlama yerinden birisi tutulmuş) ve satüre olmuş laktoferrin (her iki demir bağlama yeri de tutulmuş). Demirsiz (apo) laktoferrin P.gingivalis gibi bazı ağız bakterilerine doğrudan bakteriyosidal etkilidir. Apolaktoferrin, hemin gibi esas olarak demir içeren besinlerle bir kompleks oluşturur. Apolaktoferrin aynı zamanda hidroksiapatit kristalleri gibi yüzeylere bakteri tutunmasını engeller. Laktoferrin demiri bağlayıp bakteriyi üremesi için gerekli olan demirden yoksun bırakarak antibakteriyal etki gösterir. Laktoferrin ile slgA, lizozim ve tükürük peroksidazı arasında sinerjist etkileşim vardır.

sIgA, tükürükte en çok bulunan immunglobulindir. Polireaktiftir; geniş bir aralıkta bakteriyel ve konak antijenlerine bağlanabilir, mukozal koruma sağlar. Bu konuda iki farklı sistem iş görür; ilki kommensal bakteriler, yiyecek ve konak doku antijenlerine karşı polireaktif slgA yapan T'den bağımsız B1 ya da CD5B hücrelerinden oluşur. Diğeri IgA B hücrelerinin somatik hipermutasyona uğradığı ve monospesifik antikor yapılan mukoza yüzeylerinde ikincil lenfoid dokulardaki bir T'e bağımlı sistemdir.

slgA, iki IgA monomerinin bir protein 'J' zinciri ile bağlandığı dimer yapıda olup ayrıca bir 'salgısal parça' içeren bir immunglobulindir. Salgısal parçanın immunglobulinin tükürük içine transportunu kolaylaştırdığı düşünülür. Salgısal parçanın immunglobulinde bağlandığı bölge parçalanmaya duyarlı olan aminoasit dizisini maskeler. Böylece tükürüğün asit pH'sına ve proteolitik enzimlere karşı immunglobulini dirençli kılar. Böyle bir direnç, DOS’ndan tükürüğe katılan IgG için söz konusu değildir. IgA'nın IgA1 ve IgA2 olarak iki alt sınıfı vardır. Tükürükte IgA2 daha çoktur. IgA2'nin kavşak bölgesinde 13 a.a'lık kısım noksandır; bu sayede bazı ağız bakterilerinin yaptığı IgA1 proteazlara karşı dirençlidir. Ağız boşluğundaki bakterilerin ve diğer patojenlerin yaşayabilmesi için bir yüzeye yapışmaları gerekir. slgA bakterileri aglutine ederek yapışmalarını engeller ve ağızdan uzaklaştırır. slgA müsinlerle birlikte yüzeyleri kaplayarak bakteri penetrasyonuna engel olur. Lizozim, laktoferrin ve peroksidaz sisteminin antibakteriyel etkilerini artırır.



slgA dışındaki antikorlar, tükürükte DOS’ndan kaynaklanan IgA ve IgG daha az bulunur. Kanda IgG: IgA oranı 10.1 iken tükürükte bu oran tersinedir. Tükürükte IgM yoğunluğu da azdır ve çoğunlukla salgısal parçaya sahiptir. Tükürük bezi dokusunda lokal olarak sentezlendiği kabul edilir. Bu durum serbest saIgısal parçanın miktarının çok olması ile ilişkilidir. IgM, IgA immün yetmezliğinde tükürüğün en belirgin immunolojik elamanı olabilir.

Tükürük akış hızı, tükürük miktarı sert ve yumuşak ağız dokuları; hatta üst sindirim sistemi ve akciğerlerin sağlığı için çok önemlidir. Her gün yaklaşık 0,5-1,5 litre tükürük salgılanır. Tükürüğün çoğunluğu major tükürük bezlerinden salgılanır; tüm tükürüğe minör bezlerin katkısı < %5'dir. Erişkinlerde normal tükürük akış hızı uyarımsız 0.3ml/dak ve uyarımlı> 1.0ml/dak'dır. Tükürük akış hızındadaki azalma hiposalivasyon olarak da adlandırılır. Çok düşük tükürük akış hızı ağız kuruluğu demektir.

Tükürük Mikroflorası

Tükürükteki total canlı bakteri sayısı ortalama 108 cfu/ml'dir (colony-forming unit per ml). Kuramsal olarak her gün yaklaşık 1x1011 cfu/ml bakteri yutulur. Bu da 1 gr ıslak ağırlıklı bakteri hücresi demektir. Tükürük bakterileri tüm ağız yüzeylerinden gelir ancak ana kaynak dil mikroflorasıdır. Dişlerin ağız boşluğundaki yüzeylerin yaklaşık %20'sini oluşturduğu hesaplanmıştır. Sağlıklı bir kişinin dişleri üzerindeki bakteri kitlesinin ortalama 16 mg, periodontitisli kişilerde ise ortalama 83 mg olduğu hesaplanmıştır. Bakteriler dişlerin üzerinde olduğu gibi yumuşak dokuları üzerinde de aynı yoğunlukta bulunuyorlarsa buradaki bakteri kitlesi 4 kat olarak hesaplanabilir. Sjögren hastalarının supragingival ve subgingival mikrofloralarının sağlıklı ve periodontitisli kişilerle yapılan karşılaştırılmasında tükürükteki azalmanın subgingival plak mikroflorasını etkilemediği gösterilmiştir.



DOS

Mikro litre (μl) düzeyindedir. Sağlıklı dişeti oluğunda koruyucudur; bölgeye fagositik hücrelerin ve antikorların taşınmasını sağlar, planktonik mikroflorayı yıkayarak uzaklaştırır. İnflamasyon sırasında epitelin altındaki kapiller ağın geçirgenliği artar, dolayısıyla inflamasyonun şiddetine bağlı olarak DOS’nın miktarı da artar. İnflamasyon sırasında immünglobülinler ve iltihap hücrelerinden zengin bir içerik kazanır. Şiddetli gingivitis olgularında ağıza günde ortalama 2-3 ml DOS aktığı hesaplanmıştır. Periodontal hastalıklı kişilerin tükürüğüne karışan DOS miktarı da artar. Periodonto-patojenlere özgü antikorlar bulundurur. Hem lokal olarak üretilen, hem de sistemik dolaşımda bulunan bu antikorlar; kompleman sistemiyle birlikte mikroorganizmaların subgingival bölgeye yerleşmesine engel olmaya çalışırlar. Periodontal olarak sağlıklı kişilerde DOS’nda IgG yoğunluğu serumdakine oranla daha düşüktür (serumun yarısı kadar). Peridodontal hastalık sırasında DOS’nda IgG yoğunluğu serumdan çok daha yüksek düzeylere çıkmaktadır. Çok az miktarlarda da olsa DOS’nda IgA ve IgM de bulunmaktadır.

DOS’ndaki hücrelerin %90’nından fazlası polimorf çekirdekli lökositlerden nötrofiller, geri kalanı lenfosit ve monositlerdir. DOS’nda B/T hücresi oranı serumdakinin tersine 3/1’dir. Kompleman aktivasyonuyla salınan biyolojik olarak aktif polipeptidler, çeşitli antibakteriyel etkilere sahip olmalarının yanı sıra DOS’nın kaynağı olan damar geçirgenliğini artırırlar. Böylelikle, dişeti oluğuna antikor akışı, polimorf çekirdekli lökosit ve monositlerin göçü de hızlanır. DOS’nda fagositik hücrelerden ve bakterilerden türeyen kollejenaz, elastaz, tripsin gibi birçok enzim de bulunur. Bu enzimler konak dokularına zarar verirler ve periodontal hastalıklardaki yıkım olaylarına katkıda bulunurlar. Bu enzimlerin birkaçı aktif periodontal yıkımın tanısında kullanılabilir. Sağlıklı ve hastalıklı DOS’nda fibrin, fibrinin yıkım ürünleri ve fibronektin gibi çeşitli plazma proteinleri bulunmuştur. Bu proteinler ile ağız bakterileri arasındaki etkileşimler konak yüzeylerinde bakteri kolonizasyonunu etkileyebilir.


Yüklə 227,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə