59
KUR’AN’A GÖRE BİLGİ-İMAN İLİŞKİSİ VE YAKÎN KAVRAMI
711/1311) yakînin, hakkın hâlis ve en katıksız hali olduğunu belirtir (İbn Manzûr, t.y: IV,
4963).
Taberî (ö. 310/893),
küçük topluluklar vardır.) (Bakara, 2/249. Ay: Hakka, 69/20; Cin,
72/12. Diğerleri için bkz. Fîrûzâbâbâdî, t.y: III, 456).
Kavramlar, zihinlerdeki düşünceler ve tasavvurlar olup bunlar,
zihin dışına söz kalıpları ile aktarılır. Aynı durum yakîn kelimesi için
de geçerlidir. Gerçek bilgiye dayalı kalpte oluşan kesin kanaat, yakîn
kelimesi yanında başka kelimelerle de ifade edilir. Şu ikisi bunlar
arasında en göze çarpanıdır:
Itmi’nân (نانئمطلاا
)
Bu kelime, sözlükte “kalbin kararsızlıktan
sonra sükuna kavuşması” anlamına gelir (Isfahânî, t.y: 317; İbn
Manzûr, t.y: IV, 2707). Bu kelimenin yakîn ve kalpte şüphe olmaması
anlamına kullanılması istiare yoluyladır ( İbn Âşûr, t.y: XIII, 137.). Bu
kelime Kur’an’da farklı formlarda yakîn anlamında kullanılır (Bakara,
2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Ra’d, 13/28; Nahl, 16/106).
Hak, (ُُّقَحلا) kelimesinin anlamlarından biri de “yakîn”dir
(İbn
Manzûr, t.y: II, 942). Nitekim bu kelime, sülasî ve if’âl bablarından
kullanılarak, هَّقحأوُ َرمَلأاُ َّقَح (O bu konuyu yakînen/kesin olarak
bildi.),ُهتْقَقْحأوُرمَلأاَُُتْقَقَح (Sen bu konuyu yakînen/kesin olarak bildin.)
ُ
denilir (İbn Manzûr, t.y: II, 940; Kurtubî, 2006: XX, 223.). İbn
Manzûr (ö. 711/1311) yakînin, hakkın hâlis ve en katıksız hali
olduğunu belirtir (İbn Manzûr, t.y: IV, 4963).
Taberî (ö. 310/893), اًئيشُ قحلاُ نمُ ينغيُ لاُ نظلاُ نإ (Necm, 53/28)
âyetindeki hak kelimesine yakîn anlamı vererek âyeti şu şekilde
açıklamaktadır: “Şüphe, kesinlikle yakînin yerine geçemez; yakîne
ihtiyaç duyulduğu yerde ondan faydalanılamaz.” (Taberî, 2000: XV,
89).
2. İman, Tasdik ve Yakîn İlişkisi
Daha önce de değindiğimiz gibi yakîn, aslında bilgi içerikli bir
kavram olduğu halde, Kur’an’da itikadî bir içeriğe daha kavuşur.
Buna göre Yaratıcıyı ve O’nun vahiyle peygamberlere bildirdiklerinin
doğruluğunu delillerden hareketle (istidlâl ederek) yakînen bilmek,
sadece bir tasavvur (Isfahânî, Tafsîl, 1983: I, 88.) değeri taşır. İstidlâle
dayanan bu yakînî bilginin iman vasfı kazanabilmesi için tasdik
(Necm, 53/28) âyetindeki hak keli-
mesine yakîn anlamı vererek âyeti şu şekilde açıklamaktadır: “Şüphe, kesinlikle yakînin
yerine geçemez; yakîne ihtiyaç duyulduğu yerde ondan faydalanılamaz.” (Taberî, 2000:
XV, 89).
2. İman, Tasdik ve Yakîn İlişkisi
Daha önce de değindiğimiz gibi yakîn, aslında bilgi içerikli bir kavram olduğu halde,
Kur’an’da itikadî bir içeriğe daha kavuşur. Buna göre Yaratıcıyı ve O’nun vahiyle pey-
gamberlere bildirdiklerinin doğruluğunu delillerden hareketle (istidlâl ederek) yakînen
bilmek, sadece bir tasavvur (Isfahânî, Tafsîl, 1983: I, 88.) değeri taşır. İstidlâle dayanan
bu yakînî bilginin iman vasfı kazanabilmesi için tasdik edilmesi de gerekir. İmanın temel
rüknünün tasdik olduğu, çok az sayıda bir topluluk istisna edilirse,
1
İslam bilginlerinin
tamamının ittifak ettiği bir husustur.
Tasdik, kalben bir şeye teslim olmak ve onu kabul etmek demektir (Isfahânî, 1988:
I, 88). Bu durumda tasdik, kesbî ve ihtiyarî bir durumdur. Buna karşılık marifet, bazen
istidlâlde olduğu gibi kesbî ve ihtiyarî bir durum olabilirken, bazen de bu özellikleri ta-
şımayan zorunlu bir bilgi olabilir. Mesela, bir kişinin gözünün iliştiği bir cismin bir taş
veya bir duvar olduğunu bilmesi, sadece zorunlu bir marifettir.
Aralarında ki bu mahiyet
farkına binaen, tasdikin zıddı, inkâr ve tekzib iken marifetin zıddı, cehildir (Tahânevî,
1996: Muhammed Ali, I, 451).
İnkâr ve tekzip; şüphe, bilgisizlik ve kibir gibi çeşitli sebeplerden kaynaklanabilir.
İnkâr ve tekzip, sadece şüphe ve bilgisizlikten kaynaklandığı taktirde, ulaşılan kesin bilgi
sayesinde tasdik mümkün olabilir. Buna karşılık kibir kaynaklı tekzip, insanı kesin olarak
bildiği gerçekleri ısrarla inkâra sevk eder. Ayrıca kibirli kimseler, bilmedikleri ve şüphe
duydukları konularda kendilerine sunulan delillere sırt çevirerek inkâr ve tekziplerinde
ısrar ederler. Bu tür inkâr, cuhûdî olarak isimlendirilen bir inkâr türüdür (İbn Manzûr,
y.y: I, 547).
Kibir kaynaklı cuhûdî inkâra birçok âyetle dikkat çekilir. Şu âyetler bunlardan bir
kaçıdır: “Kendileri (Firavun ve milleti) de bunların (mucizelerin) hak olduklarını kesin
olarak bildikleri hâlde
edilmesi de gerekir. İmanın temel rüknünün tasdik olduğu, çok az
sayıda bir topluluk istisna edilirse,
1
İslam bilginlerinin tamamının
ittifak ettiği bir husustur.
Tasdik, kalben bir şeye teslim olmak ve onu kabul etmek
demektir (Isfahânî, 1988: I, 88). Bu durumda tasdik, kesbî ve ihtiyarî
bir durumdur. Buna karşılık marifet, bazen istidlâlde olduğu gibi kesbî
ve ihtiyarî bir durum olabilirken, bazen de bu özellikleri taşımayan
zorunlu bir bilgi olabilir. Mesela, bir kişinin gözünün iliştiği bir
cismin bir taş veya bir duvar olduğunu bilmesi, sadece zorunlu bir
marifettir.
Aralarında ki bu mahiyet farkına binaen, tasdikin zıddı,
inkâr ve tekzib iken marifetin zıddı, cehildir (Tahânevî, 1996:
Muhammed Ali, I, 451).
İnkâr ve tekzip; şüphe, bilgisizlik ve kibir gibi çeşitli
sebeplerden kaynaklanabilir. İnkâr ve tekzip, sadece şüphe ve
bilgisizlikten kaynaklandığı taktirde, ulaşılan kesin bilgi sayesinde
tasdik mümkün olabilir. Buna karşılık kibir kaynaklı tekzip, insanı
kesin olarak bildiği gerçekleri ısrarla inkâra sevk eder. Ayrıca kibirli
kimseler, bilmedikleri ve şüphe duydukları konularda kendilerine
sunulan delillere sırt çevirerek inkâr ve tekziplerinde ısrar ederler. Bu
tür inkâr, cuhûdî olarak isimlendirilen bir inkâr türüdür (İbn Manzûr,
y.y: I, 547).
Kibir kaynaklı cuhûdî inkâra birçok âyetle dikkat çekilir. Şu
âyetler bunlardan bir kaçıdır: “Kendileri (Firavun ve milleti) de
bunların (mucizelerin) hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde
(اَهْتَنَقْيَتْسا), sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü
onları bilerek inkâr ettiler (اَهِبُاو دَحَج)
” (Neml, 27/14).
“Onlar, bütün
âyetleri görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol
edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler.”
(A’râf, 7/146); “Eğer sana kağıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik
de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler; bu,
1
) Cehm b. Saffân ve tâbileri, imanın marifet olduğunu savunmaktadırlar. (Nesefi,
Ebülmuîn,
Tabsıratü’l-Edille, fî Usûlid-Dîn, Tahhik:
Hüseyin Atay, Ankara, 2004,
II, 415.)
sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötü-
rü onları bilerek inkâr ettiler
edilmesi de gerekir. İmanın temel rüknünün tasdik olduğu, çok az
sayıda bir topluluk istisna edilirse,
1
İslam bilginlerinin tamamının
ittifak ettiği bir husustur.
Tasdik, kalben bir şeye teslim olmak ve onu kabul etmek
demektir (Isfahânî, 1988: I, 88). Bu durumda tasdik, kesbî ve ihtiyarî
bir durumdur. Buna karşılık marifet, bazen istidlâlde olduğu gibi kesbî
ve ihtiyarî bir durum olabilirken, bazen de bu özellikleri taşımayan
zorunlu bir bilgi olabilir. Mesela, bir kişinin gözünün iliştiği bir
cismin bir taş veya bir duvar olduğunu bilmesi, sadece zorunlu bir
marifettir.
Aralarında ki bu mahiyet farkına binaen, tasdikin zıddı,
inkâr ve tekzib iken marifetin zıddı, cehildir (Tahânevî, 1996:
Muhammed Ali, I, 451).
İnkâr ve tekzip; şüphe, bilgisizlik ve kibir gibi çeşitli
sebeplerden kaynaklanabilir. İnkâr ve tekzip, sadece şüphe ve
bilgisizlikten kaynaklandığı taktirde, ulaşılan kesin bilgi sayesinde
tasdik mümkün olabilir. Buna karşılık kibir kaynaklı tekzip, insanı
kesin olarak bildiği gerçekleri ısrarla inkâra sevk eder. Ayrıca kibirli
kimseler, bilmedikleri ve şüphe duydukları konularda kendilerine
sunulan delillere sırt çevirerek inkâr ve tekziplerinde ısrar ederler. Bu
tür inkâr, cuhûdî olarak isimlendirilen bir inkâr türüdür (İbn Manzûr,
y.y: I, 547).
Kibir kaynaklı cuhûdî inkâra birçok âyetle dikkat çekilir. Şu
âyetler bunlardan bir kaçıdır: “Kendileri (Firavun ve milleti) de
bunların (mucizelerin) hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde
(اَهْتَنَقْيَتْسا), sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü
onları bilerek inkâr ettiler (اَهِبُاو دَحَج)
” (Neml, 27/14).
“Onlar, bütün
âyetleri görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol
edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler.”
(A’râf, 7/146); “Eğer sana kağıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik
de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler; bu,
1
) Cehm b. Saffân ve tâbileri, imanın marifet olduğunu savunmaktadırlar. (Nesefi,
Ebülmuîn,
Tabsıratü’l-Edille, fî Usûlid-Dîn, Tahhik: Hüseyin Atay, Ankara, 2004,
II, 415.)
(Neml, 27/14).
“Onlar, bütün âyetleri görse-
ler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu
görseler onu (hemen) yol edinirler.” (A’râf, 7/146)
; “Eğer sana kağıt üzerine yazılmış
bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler; bu,
apaçık büyüden başka bir şey değildir, derlerdi.” (En’âm, 6/7)
; “Biz onlara melekleri de
1) Cehm b. Saffân ve tâbileri, imanın marifet olduğunu savunmaktadırlar. (Nesefi, Ebülmuîn,
Tabsıratü’l-Edille, fî Usûlid-Dîn, Tahhik: Hüseyin Atay, Ankara, 2004, II, 415.)