Yakîn, öncelikle epistemolojik bir kavramdır ve hiçbir kuşku taşımayan kesin bil



Yüklə 1,14 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/9
tarix30.10.2018
ölçüsü1,14 Mb.
#76416
1   2   3   4   5   6   7   8   9

62 / Doç. Dr. Kadir POLATER

EKEV AKADEMİ DERGİSİ

Necaşi’nin, Hz. Peygamber’in kişiliği ve tebliğ ettiği dinin içeriğini soruşturup öğren-

mesi ve bu bilgiye dayanarak onu tasdik etmiş olması buna bir örnektir. Yine, “Allah 

şüphesiz adâleti, ihsânı, yakınlara bakmayı emreder…” (Nahl, 16/90) âyetini işiten bazı 

kimseler, bu ayetin ahlâkî içeriğini İslam’ın ve Hz. Muhammed’in (sav.) hak oluşuna bir 

delil saymışlardı. (Bu örnekler için bkz. İbn Kesir, 1988: II, 563-564).

İnsanın imanî konularda sahip olduğu delillerin çok oluşu ve mukaddimelerin açıklığı 

yakîni artırır. Delillerin zayıf oluşu yakînde noksanlıktır. Yakînin aslında olacak bir nok-

sanlık, şüpheye yol açması ve bunun da imana zarar vermesi göz önünde bulunduruldu-

ğunda bu noksanlığın, yakînin aslındaki noksanlık değil, güç ve fazlalığındaki noksanlık 

anlamına geldiğini söyleyebiliriz (İbn Âşûr, 1984: IX, 257).

İmanın artışından bahseden âyetler, yakînin ve bunun sonucu imanın güçlenmesini 

anlatmaktadır (Râzî, t.y: XV, 122; İbn Âşûr, 1984: IX, 257-258): Bu âyetlerden biri şudur: 



“Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri 

kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine te-

vekkül ederler.” ( Enfâl, 8/2. İmanın artması ile ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/174; Tevbe, 124; 

Fetih, 48/4; Müddessir, 74/31).

Bazı âyetler, ilahî delillerden yararlanmayı yakîn sahiplerine tahsis eder ve onların, 

yakînlerinin artması konusunda sürekli bir çaba içinde olduklarına dikkat çeker: (Zariyat, 

51/20-21; Câsiye, 45/4). 

Bilgideki yakînin artışı nispetinde imandaki yakînin artacağı konusunda Râzî özetle 

şunları söyler: “İlk istidlâle başlandığında, kalpte bazı yönlerden şüphe ve tereddütler bu-

lunur. Deliller çoğalıp bunlar birbiriyle mutabakat halinde bulunursa bunlar, yakînin hasıl 

olma sebebi olur. İstidlal/delil araştırması safhasının başında karanlıkta olan kalp, ilk de-

lille birlikte itikada ulaşır. Ancak bu safhada istidlâlin ışığıyla kalpteki karanlık birbirine 

karışık bir durumdadır. İkinci istidlâlle birlikte oluşacak ışık, birinci istidlâlle oluşacak 

ışıkla birleşerek tam bir ışık haline döner. Mesela güneş, doğudan doğacağı zaman, ışık 

pek parlak değildir. Bu sabahın başlangıcıdır. İlk delilin elde edilişi de böyledir. Güneş 

yükseldikçe ışığın artması devam eder ve nihayet zirveye geldiğinde her taraf tamamen 

aydınlıktır. Aynı şekilde, kulun varlıklar üzerinde artan tefekkürü neticesinde tevhid ve 

marifet nuru daha da belirgin hale gelir. Çeşitli varlıklar üzerinde tefekkürün, yakîn açı-

sından şu yararları bulunmaktadır: Her bir delilin farklı bir etki ve gücü bulunmaktadır. 

Bu güç arttıkça yakîn de güçlenir. Tek bir medlûl (delile konu olan husus) için farklı 

delillerin araştırılması, bir dersin tekrarı mahiyeti gibidir. Nitekim, tekrarlanan ders kalbe 

öyle yerleşir ki ondan bir daha çıkmaz.” (Râzî, t.y: XIII, 48). İstidlâlî olan yakînî bilgi, 

bir dereceden sonra artık zorunlu bilgi haline gelir. Yakînde bu dereceye ulaşan kimseler, 

artık delil aramaya ve onlar üzerinde düşünmeye de ihtiyaç duymazlar (İbn Âşûr, 1984: 

IX, 257). Bu durum, daha ileride ele alacağımız gibi, tasavvufçuların mükâşefe ve ayne’l-

yakîn şeklinde isimlendirdikleri derecedir.

Kur’an’a göre yakîn, sınırları olmayan bir süreçtir (İbn Âşûr, 1984: XXI, 21). Bu 

yüzden müminlerin bu konudaki sorgulamaları, bir tereddüdün eseri değil, ilahî hikmet 




63

KUR’AN’A GÖRE BİLGİ-İMAN İLİŞKİSİ VE YAKÎN KAVRAMI

ve kudret karşısındaki duydukları hayretin, yakînde daha ileri bir dereceye ulaşma çabası 

olarak değerlendirilmelidir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, t.y: I, 200-201) Hz. İbrahim, Hz. 

Üzeyir ve Havarilerle ilgili kıssalar, bu konuda birer örnektir. Bu kıssalara göre Hz.İbrahim 

(Bakara, 2/260) ve Hz. Üzeyir, (Bakara, 2/259) Allah’ın ölüleri nasıl dirilteceğini öğren-

mek isterken, havariler de gökten sofra indirilmesi şeklinde bir talepte bulunmuşlar ve bu 

taleplerinin yakînlerinin artması için olduğunu belirtmişlerdi (Mâide, 5/111-113).

Konuyu daha açmak amacıyla İbn Hazm’ın (ö. 456/1064 ) Hz. İbrahim kıssası hak-

kındaki değerlendirmesini özetle aktarmada yarar görmekteyiz: “İmanî konularda şüphe, 

küfür sayıldığı için Hz. İbrahim’in bu talebinin, duyduğu şüpheden kaynaklandığını söy-

lemek mümkün değildir. Öncelikle o bir peygamberdir ve bu âyette de ifade edilmekte 

olduğu gibi o, daha önce görmediği halde ölülerin diriltilmesi hususunda Allah’ın kud-

retine yakînen iman etmiş bir kimsedir. Bu talebiyle o, zaten inandığı yeniden yaratılışın 

keyfiyetini görme konusundaki arzusunu ortaya koymuştur. Görülmeyen şeyleri görmek 

arzusu şüphe olsaydı, bizlerin dünyadaki görmediğimiz bir takım canlıları, nehirleri, ül-

keleri ve denizleri görmeye olan arzumuz da onların gerçekliği hakkında şüphe sayılırdı. 

Halbuki biz, görmediğimiz halde bunların varlığı hakkında şüphe taşımamaktayız.” (İbn 

Hazm, 1975: 1975, IV, 8).

Peygamberlerin yakînlerinin güçlendirilmesi ilahî hikmetlerden biridir. Çünkü, onlar, 

yakinlerindeki güç nispetinde beşer düzeyinin üzerindeki mevkilerini, hakikatler âlemi 

ile ilgili bilgilerini daha çok artırırlar ve bu alanda meleklerin derecelerine denk bir duru-

ma gelirler. İlahi fıtratın gereği olarak duyumlarla tanımak, delillerle tanımaya göre daha 

etkili ve kalıcı olduğu için Yüce Allah, İsrâ hadisesinde delillerini göstererek (İsrâ, 17/1.) 

Hz. Peygamber’in yakîninin artmasını murat etmiştir (İbn Âşûr, 1984: XV, 20-21.).

İman edilmesi gereken hususlar bellidir. Bunlarda artış ve azalma söz konusu ola-

mayacağından Kur’an’da “imanın artışı” ile kulların yakînlerinin artışı ve bu nispette de 

salih amellerinin artışı gerçeğine dikkat çekilmiş olması mümkündür (İbn Âşûr, 1984: 

IX, 257-258). Mesela, yakînî iman sahipleri, Rableri karşısında haşyet duyarlar; tevekkül 

ederler (Enfâl, 8/2). Sabırlı olurlar (Secde, 32/24). Çünkü, rızkın (Hûd, 11/6), hayrın ulaş-

masının, zarar ve şerlerin uzaklaşmasının hakikatte Allah’a ait olduğuna (Yûnus, 10/107; 

Fâtır, 35/2) kesin olarak inanırlar. Tüm kemâl sıfatlara sahip olanın, sadece Allah olduğu-

na yakînen inanan kimse (Haşr, 59/22-23), kendi nihayetsiz noksanlarının farkına varır. 

Üzerindeki nimetlerin, O’nun ihsanı olduğunu (Nahl, 16/53) bilir ve böylece insanlara 

karşı kibirlenmez. Buna göre, çokla öğünme ve gururlanmayı terk etmeyenler yakîn ehli 

kimseler olamazlar. İbn Kayyim, hayırlı fiillerin özünü, kalp amellerinin (iyi karakterin) 

oluşturduğunu, bunların özünü de yakînin oluşturduğunu söyler (İbn Kayyim, II, 374). 

Gazzâlî; yakîni bir ağaca, kulun Rabbi karşısında duyduğu haya, havf, tevazu ve tevekkül 

gibi huyları o ağacın dallarına, itaat ve ibadetleri de o dallardaki meyvelere benzetir (Gaz-

zâlî, t.y:I, 74). İbn Kayyim de ceset için ruhun önemli olması gibi, iman için de yakînin 

önemli olduğunu söyler (İbn Kayyim, 1996: II, 234).

Şu âyet ise Allah yolunda sabrın yakînle ilişkisini belirtmekle birlikte, sabır gösteren-

lerin bu yolda insanlara önder olacaklarını bildirir: “Onların içinden, sabrettikleri zaman 




Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə