Yalçın Küçük İçin Özgürlük İstiyoruz yalçin küÇÜK İÇİN ÖZGÜRLÜK İSTİyoruz



Yüklə 182,55 Kb.
səhifə2/3
tarix01.07.2018
ölçüsü182,55 Kb.
#52867
1   2   3
(…)
SEVİLAY ÇELENK: Hocamız toparlıyor, biraz sabırlı olalım. Süreyi o kadar aşmadı.

İSMAİL BEŞİKÇİ: Yalçın Hoca ile ilgili konuşuyoruz. Yalçın hocanın ilgilendiği konulardan biri de işte Kürt konusuydu, Kürtler konusuydu. Ben de bu konuyla ilgili düşüncelerimi belirtmeye çalıştım. Teşekkür ederim.



SEVİLAY ÇELENK: İsmail Beşikçi’ye çok teşekkür ediyoruz. Gürültüden duyulamadı bitirirken söylediği gibi Yalçın Küçük’ün ilgilendiği en önemli konulardan biri de Kürt meselesiydi. Bu konuyla Kürt meselesinin önemiyle ilişkili ilk harekete geçen aydınlardan, akademisyenlerden biriydi. Dolayısıyla konuyu ilişkili bir konuşma olarak teşekkür ediyoruz hocamıza. Şimdi Nazif Ekzen’i dinleyeceğiz. Yalçın Hocanın sanırım 40-50 yıllık dostlarından biri. Buyurun Nazif Bey.

NAZİF EKZEN: İyi günler. Yalçın Küçük’ün dostlarına ben de hoş geldiniz demek istedim. Sevilay Hanım 50 yıllık dostu dedi, yok 50 yıl olmadı. Önümüzdeki yıl yani 2014’te 40 yıl olacak. En çok şeyi ondan öğrendim ben. Bunu çok rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bugün Yalçın abinin tutuklanmasının üstünden tam 740 gün geçti. 740 gündür Silivri Cezaevinde. Soğukkanlılıkla, serinkanlılıkla düşündüğümüzde, Silivri’ye gidip, dışarıdan gördük, içeriye bilmiyoruz, ama Coşkun’dan dinlediklerimiz var. Bir de farklı bir tutuklu, terör suçundan tutuklu. Yani ilave kısıtlar altında o cezaevinde tutuklu vaziyette. Yargılandığı davalardan bir tanesinden, yani ünlü Ergenekon adı verilen davadan tutuksuz yargılanıyor. Tutuklu yargılandığı dava, Odatv davası. O davadan da içerde hiç kimse yok. Bir kişi var, sayın Hanefi Avcı. Onun durumu da tam Çanakkale’de kalan anzaklara benziyor. Yani yeri orası değil ama, aynen İngilizlerin Anzakları Çanakkale’ye getirip bırakması gibi bir şey. Şimdi 21 Mart’ta bir oturum yapılacak, 90 gün öncesinde yapılmıştı son oturum. Diğer kişilerin serbest bırakıldığı. Bu 90 kişinin içinde o davaya ne eklendi, nasıl bir şey geldi, bunların hiçbirini bilmiyoruz. Ve hangi gerekçeyle ilave bir 90 gündür orada durduğunu da bilmiyoruz. Odatv davasının iddianamesini birkaç kez okudum. İddianamedir tabii bir şey söylemek mümkün değil onların üstünde. Ama kendisinin hem Ergenekon yargılamasında, hem buradaki yargılamada söylediği gibi, ben suçumu istiyorum diyor, bana suçumu verin. Ondan sonra cezasına da razıyım diyor. O iddianameyi okuduğunuz zaman, neyle suçlandığını bilemiyorsunuz. Orada sayfalarca yazılmış olan şeyler, benim tanıdığım Yalçın abinin geçen 40 yıllık dönemdeki yaşam biçimidir. Onların hiçbiri ne belgedir, ne şeydir. Telefonda herkesle onları konuşur. Bütün tuttuğu notlarda vardır. Yani hiçbir tanesi gizlisi saklısı veyahut da bir örgüt amacına ilişkin bir şey değildir. Yaşam biçiminin şeyleridir onlar, bu nedenle 740 gündür terör örgütü üyesi olmak nedeniyle Silivri hapishanesinin o koşullarında yaşamak mecburiyetinde bırakılmıştır. Onun üretme ve düşünme şeyine çok fazla etkilememiştir demek istiyorum ama, gerçekte çok fazla etkilemiştir. Çünkü gerçekten Türkiye’de iktisat pratiğine fiilen önemli katkıları olmuş bir insandır. İktisat tarihine demiyorum, iktisat pratiğine. Biraz önce Güngör bey, Planlamanın birinci ve ikinci beş yıllık dönemlerindeki çalışmalardan örnek verdi. Ki, Cumhuriyet tarihinin 1930’la 1942 arasındaki sürecini hariç tutarsak, ondan sonraki bütün dönemler içinde, en yüksek kalkınma hızlarının elde edildiği iki dönemdir. Birinci Beş Yıllık ve İkinci Beş Yıllık Plan Dönemleri. Türkiye bir daha o şeylere ulaşamamıştır. Onun alt yapısında, yani uzun vadeli planların hazırlanmasında, görev almıştır. Türkiye’deki tasarruflar üstünde, Türkiye’nin vergi yapısı üstünde o tarihlerde yapmış olduğu çalışmaların, o pratiklerin bir başka örneği daha yoktur. Yapılmamıştır. Türkiye’nin bu kadar çok iktisat fakültesi, bu kadar çok üniversitesi açılmıştır, ama yapılmamıştır. Türkiye iktisat pratiğine, Türkiye iktisat tarihine bu katkıları bir bilim insanı olarak onun ayrıcalıklı yerini belirler. Bunların hepsini büyük bir özveriyle, herhangi bir şey beklediği için değil, büyük bir özveriyle yaptığını çok yakından biliyoruz. Çünkü onun hiçbir zaman, bir karşılık bekleyerek yaptığı herhangi bir iş yoktur. Hiç öyle bir şeyi görmedim. Bunu kendisi çok açık bir biçimde kendini tanımlarken ifade eder. Kendini hep Stendhal’in Kırmızı ve Siyahındaki Julien Sorel’e benzettiğini söyler. Julien Sorel’in en büyük özelliği o dünyanın bütün nimetlerini bilmektedir, ama hepsini de reddeder. Aynen öyle bir insandır Yalçın Küçük. Orda olmasını ben kişisel olarak hazmedemiyorum. Suçu yoktur, herhangi bir suç işlememiştir. Suçsuzdur. Ve suçsuz yere orada bütün özgürlüklerinden yoksun hala tutulmaya devam etmektedir. Benim bütün umudum, 21 Mart günü özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bütün yüreğimle bunu istiyorum. Daha fazla konuşmak da istemiyorum, çünkü Korkut Hocamın bir isteği var, bu salonda onunla beraber çalışmış, beraber olmuş, beraber birtakım sorumlulukları yerine getirmiş çok sayıda arkadaşı var. O insanların da Yalçın Küçük’ün özgür kalması için söyleyeceklerinin olduğunu düşünüyorum. Ben teşekkür ediyorum, bu ilgi için. Mülkiyeliler Birliğinin böyle bir öncülük yaptığı için onlara teşekkür ediyorum. Ve de Yalçın Küçük’e Özgürlük adı altında bu girişimleri başlatan başta Coşkun Musluk olmak üzere, Bakış grubuna ve diğer dostlara da çok teşekkür ediyorum. Sağolun, varolun.

SEVİLAY ÇELENK: Ben başta söylemeyi unutmuştum, bu toplantının organizasyonunda da Nazif Beyin büyük emeği var. Onun teşvikiyle harekete geçtik. Biz tekrar çok teşekkür ediyoruz. Evet söz sizde, sizlerin katkılarını bekliyoruz.

ALİ PARIL SÜMER: Teşekkür ederim sayın Başkan. Ben söz almak istemiyordum ama, bilhassa Sayın Beşikçi’nin söyledikleri biraz dikkatimi çekti. Ayrıca Yalçın’la ilgili de bazı şeylerim var. Fikirlerimiz birbirine çok uyuşmazdı. Ama karakterimiz uyuşurdu. Onun için bana verdiği isim de Ilımlı Kapitalistti. Kapitalist Yalçın’ın bana verdiği isim. Ben de ona Ilımlı Sosyalist derdim. Yalçın’la aynı dönemde Mülkiyede okuduk, ben 59 mezunuyum, bir yıl önceyim, o 60 mezunu. Bu sayın Beşikçi’nin söyledikleri ile ilgili olarak dikkatimi çeken bir husus var. Bazı rakamlarda yanlışlık var. Yani sanki bu tarih boyunca bir Kürdistan, ben o bölgede doğdum büyüdüm anti parantez, ben güneydoğu bölgesinde doğdum büyüdüm. Kürt asıllı akrabalarım var, kız alıp vermekten dolayı. O itibarla söylüyorum bugün çok yanlış bir iddiayla ve istemle karşı karşıyayız. Onun için söz almak zorunda hissettim kendimi. Özür diliyorum öncelikle. Şimdi sanki Sayın Beşikçi sanki tarihin bilindiğinden beri bir Kürt devleti varmış da, yok edilmiş gibi bir üslup kullandılar, bu bir defa yanlış. İkincisi verilen Kürt, bu bölgedeki, sadece Türkiye’deki değil, Kürt sayısı ile, Kürt nüfus sayısı ile verilen rakam son derece yanlıştır, en fazla 20 milyondur. Bakınız sadece Türkiye için 20 milyon denir. Amerikan kaynaklarında Türkiye için verilen rakam 8.5 milyondur. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum, çok yanlış bilinen bir şey bir de, 3,5 milyon mixed aile mevcut. Eşlerden birisi Kürt, birisi Türk. Bunları nereye koyacaksınız. Bunu bu şekilde kurcalamak ve bu şekilde mutlaka bir Kürdistan var, ayrı bir Kürdistan devleti kurulması lazım demek, Türkiye’nin parçalanmasıdır, bugünkü Cumhuriyetin. Güç bela emperyalistlerin I. Dünya savaşındaki talihsizliğin ortaya çıkardığı Cumhuriyeti parçalamak, buna da kimsenin hakkı yok ve Güneydoğudaki halkın büyük çoğunluğunun da sayın Beşikçi’nin belki de muhtemelen düşündüğünün aksine, büyük çoğunluğunun da böyle bir arzu içinde olduğu kanaatinde değilim. 3,5 milyon mixed ailenin toplamı 20 milyon. Bu 20 milyonu nereye koyacaksınız.  O itibarla, sadece bunların bu şekilde yanlış söylenmiş olmasını üzüntüyle karşıladığımı belirtmek için söz aldım. Teşekkür ederim.

SEVİLAY ÇELENK: Dilerseniz önce katkıları alalım, sonra belki katılımcılar bir şey söylemek ister.

ÖMÜR ERNEZ: 79 Mülkiye mezunuyum. Korkut hocamın da iki yıl öğrenciliğini yaptım. Benim söyleyeceğim Yalçın abimiz için, her şeyden önce bir sosyalist insandır, kendisini öyle tanımlıyor. Çünkü gençliğinde İşçi partisinde Korkut hocamla çalıştığını basılı yayında okumuştum. Türkiye İşçi Partisi özür dilerim, daha sonra da Sosyalist partide de çalışmıştır. Şimdi Yalçın Hocamın bu kendisini sosyalist olarak tanımlaması ve bunun da ötesinde benim söyleyeceğim şu; bu kendisini bir de Kıbrıs Fatihi olarak tanımlaması da sosyalist kimliğinin bir parçasıdır. Çünkü Kıbrıs da antiemperyalist bir çıkış, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını korumak için. Yani Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını korumak için yapılmış bir çıkartmadır. Yani antiemperyalist bir hareket dönüşü vardır. Onun için kendisini sosyalist, Kıbrıs fatihi olarak tanımlıyor. Ben okuduğum, edindiğim intiba böyle. Yalçın hocamın diğer bir kimliği de siyaset bilimcisi olması. Yani Türkiye Cumhuriyetinin sosyalist hareketinin eksikliğini, sosyalist bir hareketin varlığının olmayışı, bu hareketin içerisinde kendisini sosyalist olarak tanımlaması ve yer edinmesi, yani büyük bir çaba içerisinde olduğunu görüyorum. Çünkü sosyalistler diğer saf, pure olarak proleter hareketi hiçbir zaman ortaya koymuş düşünürler veya kişiler değillerdir. Sosyalistler toplumun bağımsızlığı ve daha ileri götürebilmesi için gerekli olan toplumsal mutabakatları yapabilen kişilerdir. Yalçın hocam için bunu da söyleyeceğim. Çünkü siyaset bilimci kişiliği toplumsal katmanları nasıl ortaya getirebileceğini organize eden, düşünen, ortaya koyan bir yapısı var. Yani bunu da vurgulamak istiyorum. Buradan kendisini anıyorum ve çıkması için vargücümle de uğraşabileceğimi söylüyorum. Şunu da ben belirtmek istiyorum. Sayın Beşikçi hocamı içerdeyken de onun özgür kalması için uğraşıyordum. Tabii düşüncelerinin pek çoğuna şu anda da katılmıyorum. 1920’lerdeki emperyalist hareketin Kürdistanı bölmek gibi bir plana hiç mi hiç katılmıyorum. Çünkü 20’lerde zaten emperyalist hareket Ortadoğuda bir Kürdistan devleti kurmak için çabalamıştır. Ve nitekim Sevr anlaşmasının en büyük öngördüğü varlıklardan bir tanesi budur. Yani Kürdistan hareketi orada Bağımsız Kürdistan kurmak. Bundaki bağımsızlık savaşına, yani antiemperyalist bir harekete en büyük darbe vurmak isteyenlerden bazıları da yine Kürt Teali Cemiyetidir. Yani Kürt teali Cemiyetinin esas ideoloğu, örgütleyicisi olan İstanbul’da yakalanan, Kürt Teali Cemiyetinin başkanı olan Şeyh Abdülkadir yakalandığında bilmiyorum rakam ne kadar aklımda, 100 bin altın sterlin torba içerisinde vardır. Bitiriyorum zaten, biliyorum uyaracaksınız. Yani bu insan tabii İsmet Paşanın söylediği sözdür. Şeyh Abdülkadir yakalandığında kendisinin İngiliz ajanı olduğunu itiraf etmemiştir ama İngiliz ajanı olduğu tutanaklara geçmiştir. Ben saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim.

SEVİLAY ÇELENK: Biz de teşekkür ederiz. Çok sayıda konuğumuz var, Yalçın Küçük’ün arkadaşları var. Söz alanlar lütfen daha kısa süreler içinde söylemek istediklerini söylerlerse daha çok kişiyle konuşma imkanı olur. Bir şey daha, tabii ki Yalçın Küçük’ün de çok ilgili olduğu bir konu olduğu için bu konu  gündeme geldi ama, biz Mülkiyeliler Birliği olarak yakın bir tarihte, Kürt Sorunu ve Barış temalı bir kapsamlı konferans da yapmayı düşünüyoruz. Dilerseniz bu tartışmaları oraya saklayalım. Bugün Yalçın Küçük için buradayız. Alpaslan hocamı dinliyoruz galiba.

ALPASLAN IŞIKLI: Teşekkür ederim, kısa da olsa konuşma imkanı tanıdığınız için.

SEVİLAY ÇELENK: Estağfurullah, ne demek.

ALPASLAN IŞIKLI: Şimdi, değerli dostlar, bir defa Yalçın Küçük’le ilgili Sayın Uras bir noktayı hatırlattı. O bende başka anıları gündeme getirdi. Sayın Uras dedi ki, DPT’ye girerken birinci olarak girdi, değil mi efendim. Onun böyle birinci olmak gibi bir hastalığı vardı. Benden bir sınıf büyüktü. Öğrenci olduğum zaman ilk defa 1957’de, Yalçın’ı Siyasal birinci olarak giren diye tanırdım. Herhalde başka birincilikleri de var. Bir birinciliği de zannediyorum, en çok tutuklu kalmak gibi rekor kıracak Yalçın. Tutuklu kalma… Sayın konuşmacılar çok önemli anıları kafamda canlandırdılar, işaret ettikleri hususlarla. Korkut arkadaşım da eski sosyalistlerin yeni sosyalistlere aktarımlarını … getirdi. Mülkiyeliler Birliği binası altında, bu bağlamda Cemal Süreya’yı anmadan edemiyorum, Yalçın’ın oluşumunda da Cemal Süreya’nın Mülkiyeliler Birliğindeki isohbetlerinin önemli bir payının olduğunu zannediyorum. Ona dair de gözlemlerim var. Bu arada Yalçın öğrenciliğinin birinci yıllarından itibaren, değerli dostlar, daima ön saflarda olmuştur birçok konuda. Mesela o zaman Fikir Kulüpleri Federasyonu başkanı idi. Ben de nacizane Talebe Cemiyeti başkanı idim. Yalçın Küçük Fikir Kulüpleri Federasyonu başkanı olarak 27 Mayıs öncesi, ona değerli dostlarımız da değindi, son derece aktifti. Ve daha sonraki dönemlerde de bu devam etti. İşçi Partisinin büyükleri hapiste olduğu zaman, özgürlüklerinden yoksun olduğu zaman, İşçi Partisi binasında nöbet tutanlardan biri de, Türkiye İşçi Partisi, Yalçın Küçük’tü. Her dönemde demek ki, yeri var, değişik anılarını arkadaşlar anlattılar. Şimdi Yalçın Küçük’ü özgürlüğünden yoksun bırakıyorlar. Niçin bırakıyorlar? Ben eminim bunda Yalçın’ın emperyalizmin oyunları karşısında son derece bilinçli ve duyarlı bir tavır takınmış olmasının rolü vardır. Özellikle de emperyalizmin son yıllarda oynadığı böl-yönet politikasına karşı Yalçın çok çetin bir tavır almıştır, son yıllardaki tutumu itibariyle. Bu emperyalizmin böl-yönet politikasını görmemekte maalesef ısrarlı olanlar var. Ama kendileri bu konuda çok açık sözlüler biliyorsunuz. Pentagon’da haritalar yayınlıyorlar, Sevr haritaları, ondan sonra Condalice Rice birkaç kez ilan etti, işte biz Türkiye’nin de içinde bulunduğu 20 ülkenin coğrafyasını değiştireceğiz dedi. Coğrafya değiştirmek öyle peynir kesmek gibi olmuyor, bazı Yugoslavya’da olduğu gibi acılara sebep oluyor. Bizde de bunun özlemini duyanlar olduğu anlaşılıyor her noktada. Ben sözlerimi fazla uzatmak istemiyorum, sayın Başkanı da fazla rahatsız etmemek için. Şunu söylemek isterim, Yalçın’ın kendisi olsaydı ne şakalar yapardı acaba diye. Tabii o içerde acılı bir yaşam sürdürürken espri yapmak içimden gelmiyor ama, gene de dayanamıyorum, şakayla bağlayacağım. Mülkiyeliler Birliği’ne bir eleştirim var. Kürt kimliğini tanımıyor, kapıda nöbet tutulmalıydı, herkese kimliği sorulmalıydı, bizler otururken Kürtler bu tarafa, Türkler bu tarafa diye ayrı ayrı oturmalıydık. Bu asimilasyonu şiddetle reddediyorum.

SEVİLAY ÇELENK: Hocam gerçekten çok teessüflerimi bildiriyorum. Bu toplantıyı Mülkiyeliler Birliği yapıyor, hiçbir şeyden rahatsız değiliz, Başkan niçin rahatsız olsun bilmiyorum bu önyargınızın kaynağını da bilmiyorum ama bu ilk de değil, teşekkür ediyorum hocam. Peki başka konuşmak isteyen var mı acaba?

… Teşekkür ederim, ben alaylı bir hocaseverim. Aşağı yukarı benim de 30 yılı aşkın hocayla mazim. Hayat biraz da kader birliği yaptırttı. Devam ediyoruz hocayı takip etmeye. Ben hem Mülkiyeliler Birliği’ne, hem de öğretim üyesi, elemanı derneklerine, fark ettikleri, tekrar gündeme getirmek için girişimde bulundukları için, ayrıca kendi adıma en azından minnetlerimi sunmak istiyorum. Biz sizden de öğrendik, konuşmacılardan da bir kez daha öğrendik, tarihin, yani Türkiye aydınlanma tarihinin, Türkiye sosyalist mücadele tarihinin, çok renkli, çok önemli bir insanı. Onun için tutukluluk sürpriz değil. Tutukluluğunu da çok sorun ettiğini zannetmiyorum. Asıl olarak kavgasının ve davasının anlaşılmasını dert ettiği kanısındayım. Bu bapta ben, bu aydın kuruluşlardan Mülkiyeliler Birliği gibi Öğretim Elemanları Derneği gibi, ve belki de Üniversitelerimiz gibi duyarlı olmalarını, daha da duyarlı olmalarını bekliyoruz. Ben sadece Beşikçi hocamı da çok seviyoruz. Beşikçi hocayla bir anekdot için söz aldım. Şimdi biz Toplumsal Kurtuluş dergisinde hocayla hasbelkader öğrencisi olarak yanında çalışıyor idik, Beşikçi hocam da o vakit içeride idi. Hoca Beşikçi’nin özgürlüğü için çok çok çaba sarfediyordu. Hatta, yani bunu bağışlayın, paye vermek değildir, bilim adına benden daha dürüst bir insandır diyordu. Beşikçi hoca için. Biz de o merakla, o telkinlerle Beşikçi Hocaya merak salmıştık ve kendi adıma Beşikçi külliyatını okumaya çalıştım. Sonra belli notlar çıkarttım ve kendim kafamda Beşikçi’yi kafamda özetle söylüyorum o günkü tezimi, bugün de aynı görüşteyim, Beşikçi hocamı ben bir Kürt ulusal demokratı olarak tanıdım. Hocam dedim, bu külliyatlardan sonra, kendim Toplumsal Kurtuluşa da böyle katkılarım oluyor idi, bir yazı yazacağım ve özeti de budur. Ben Hocayı, Beşikçi’yi etnisite=devlet diyen bir mantıkla bakıyor. Her etnisite=devlet gibi bir yaklaşımı ben ne aydın adına, ne sosyalizm adına doğru bulmuyorum. Ben böyle bir yazı yazacağım dedim. Aynen şunu söyledi: Beşikçi şu anda içerde, biz ancak ve ancak yazıyorsak onun özgürlüğünü sağlayacak şekilde yazılar yazmalıyız. Onu eleştiren, hatta cevap verme imkanı da zor olduğu için yıpratacak yazılardan kaçınalım. Şu aşamada böyle bir yazı doğru değil dedi. Hocanın bu tavsiyesine uydum ve o gündür bugündür o yazı kaleme alınmadı, o notlar bende kaldı. Şimdi iki şeyi buradan söylemek istiyorum. Biz Beşikçi’den hocayı sadece Kürt meselesine bakışıyla tanıdığını zannetmiyorum, Kürt meselesine katkıları ve hizmetleri en az Beşikçi kadardır ve bugün de doğru noktada olduğunu düşünüyorum, çünkü Kürt sorunu demek eşittir Kürt Devleti demek değildir. İki burada özel olarak Yalçın Küçük’e özgürlük tartışılıyor veya Yalçın Küçük’ün tutukluluğuna karşı bir hareket yaratılmaya çalışılıyor, Beşikçi hocamdan bu manada katkı beklerdim, kendisine teessüflerimi bildiriyorum. Tekrar teşekkür ediyorum.

…: Ben ikinci bir alaylı Yalçın hocayı sevenlerdenim. Benim bir önerim var toplantıda. İki sefer Silivri’ye gittim ben. Bir tanesi bireysel, birisi toplu halde. Duruşmaya gidilmek üzere bir organizasyon yapılırsa, o zaman daha sevgimizi ben daha pragmatik bir insanım aynı zamanda, bu öneriyi getireceğim, bir de İsmail Beşikçi’ye bir şeyim var. Ben Afrika’da da bulundum, ama bağımsız bir devlet görmedim orada. …Rodez’e ait olan topraklar, Rodezya bugün Güney Afrika içine dahil edilmiş ama insanlar bidonların içinde yaşıyorlar, geçenlerde de polisler orada 42 kadar bir işçiyi öldürdü. Ben bağımsız devlet görmedim, antiemperyalist ruhumla ben Yalçın Hocamın yanındayım. Saygılar sunuyorum.

SELÇUK SOYLU: Merhabalar. Sadece bir cümle söyleyeyim, İsmail Beşikçi’nin sözlerinde Yalçın hocanın Abdullah Öcalan’la görüşmelerine ilişkin süreci anlatırken, Yalçın hocaya atfen şöyle bir söz geçti. Ben 5. kol faaliyeti olarak Abdullah Öcalan’la görüştüm. Yani Yalçın Küçük’e atfen. İsmail Beşikçi’nin kendi görüşleri olarak değil, Yalçın Küçük kendi hareketini, ya da bu görüşmelerini öyle, ama 5. kol diye şey yaptı. O sözü ciddi bir çarpıtmadır, bunun düzeltilmesini istiyorum. Teşekkür ediyorum.

SERDAR ŞAHİNKAYA: Ben Yalçın Küçük’ün doktora öğrencisi olmuştum. Bilim felsefe, psikoloji dersini Yalçın hocadan aldım, Paris’e gitmeden önce. Ondan öğrendiğim keyifli bir şeyi paylaşacağım önce. Bize odasında ders yapıyorduk 4 asistanla beraber, köstekli bir saati vardı, iki tarafı da açılıyordu, saati ortada dururken tık tık bir yandan saatin sesi geliyor, bir yandan da meseleleri tartışıyoruz. Yalçın hocadan öğrendiğim ve hala uygulamaya gayret ettiğim iş şu: Oğlum dedi bir gün, her gün düzenli gazete okuyorsunuz, sakın gazeteleri atmayın, Pazar günleri kendinize gazete okuma zamanı ayırın. Pazardan başlayın, cumartesi, Cuma, Perşembe, Çarşamba, Salı, pazartesine geriye doğru okuduğunuzda kimin neyi niçin yazdığını öğrenirsiniz demişti. Kesiklerim hala duruyor, evdeki selüloz giriş hızıyla çıkış hızı arasındaki dengesizliği Yalçın hocaya borçluyum, onu sevgiyle saygıyla anıyorum, bir an önce aramızda olmasını istiyorum.

SEVİLAY ÇELENK: Teşekkür ederiz. Hepinize sabrınız için çok teşekkürler. Başka söz almak isteyen var mıydı? Evet. Önden bir genç arkadaşımız var onu dinleyelim.

…: Herhalde bu salonda Yalçın Küçük’le en genç, en geç ve deneyimsiz olarak tanışanlardan biri olarak kısaca birkaç şey söylemek istiyorum, biraz da ortamı yumuşatmak açısından. Ben lisedeyken Yalçın Küçük ve kitaplarıyla tanıştım ve iyi bir Yalçın Küçük okuyucusu olmaya çalıştım, şu anda üniversitede okuyorum. Birkaç kez de bu Ergenekon davasında gözaltına alınıp tutuklanmadan, vs. önce kendisiyle tanışma fırsatım da olmuştu. Geriye dönüp bakınca gerçekten Türkiye’de olan davalar özellikle hepsi, pek çok farklı kesimden insanın yargılandığı davaları düşününce gerçekten inanamıyorum. Ve Türkiye’de bu ülkenin en güzel hapisanelerinde yattım, Türkiye büyülü hapisanem diyen bir insanın gerçekten nasıl bu kadar zulüm görmüş olmasına inanmak istemiyorum. En kısa sürede özgürlüğüne kavuşmasını istiyorum, biraz heyecanlandım açıkçası, kusura bakmayın.

MEHMET ASLAN: Ben Yalçın hocayla biraz geç tanıştım. 2000’li yıllardan sonra tanıştım Yalçın Hocayla. Ancak kitaplarını 70’li yıllardan beri okuyorduk. Ve daha sonra 12 Eylül’ün karanlık şartlarında çıkardığı dergileri de takip ettik. Bu arada şunu söylemek zorundayım, Yalçın Hocamız da belki hepinizin bildiği bir terslik var. Terslik şöyle: Savunduğu görüşleri savunmanın en zor olduğu şartlarda savunuyor genellikle. Yani şöyle diyeyim açıkçası isterseniz tırnak içine alın, Kürtçü olmanın en zor olduğu şartlarda Kürtçü oldu, Ermenici olmanın en zor olduğu şartlarda Ermenici oldu ve şimdi de Cumhuriyetçi olmanın en zor olduğu şartlarda Cumhuriyetçi oluyor. Şimdi o dönemde açık söylemek gerekirse, bir çok insan hafızasını yoklarsa Yalçın Küçük denilince İsmail Beşikçi akla gelirdi, İsmail Beşikçi denildiğinde Yalçın Küçük akla gelirdi. Ve o kadar yakındı bu iki isim birbirine ve toplantının açılışında söylendiği gibi, ben Sayın İsmail Beşikçi’nin bu toplantıya katılmasına açıkçası hiç de şaşırmadım. Şu anda farklı görüşleri savunuyor olabilirler. Yalçın hocanın bütün görüşlerine katılmamız da şart değil. Ama bu, burada olan bütün insanların gösterdiği şey, bu en başta ahlaki bir duruştur. Bunun böyle olması gerekir diye düşünüyorum. Ben tam tersine size şaşırdığım bir şeyden bahsedeceğim. Sayın İsmail Beşikçi de mutlaka farkına varmıştır, bundan zannediyorum birkaç yıl önce Sayın İsmail Beşikçi adına yayınlanan bir kitapta, Yalçın Hocanın adı bir defa, sadece bir defa o da dipnot tarzında geçiyordu. Ve o da işte çok anlamsız bir eleştiri tarzında geçiyordu. Bu açıkçası bana çok kötü geldi. Tıpkı Metin And hakkında yayınlanan bir kitapta Nazlı Eray’ın adının geçmemesi gibi. Bizim ülkede bazen böyle şeyler oluyor, teşekkür ediyorum.

SEVİLAY ÇELENK: Burada bir şeyi hatırlamakta belki yarar var. Bizim panelimizin adı Yalçın Küçük’e Özgürlük ve İsmail Beşikçi tereddütsüz bu panelde yer almış çok değerli bir bilim insanı. Yalçın Küçük’le ben tanıştığımda 19-20 yaşlarındaydım, o Karakusunlar’a giden öğrenciler arasında oldum. İlk yayınımı onun öncülük ettiği Toplumsal Kurtuluş dergisinde (düzeltme: Yeni İnsan Dergisi olacak ) yaptım. Süreç içinde insanlar değişebilirler, eğer İsmail Hoca ile Yalçın Küçük’ün farklılaştığını, değiştiğini düşünüyorsunuz, nedir bu tahammülsüzlük anlayabilmiş değilim. Burada herkes aynı şeyi düşünüyor olsa, İsmail Hoca farklı düşünüyorsa önce ona tahammül göstermek gerekir. O burada Yalçın Küçük için yapılan bir toplantıya geldi, önce bunun değerini bilelim. Hocamız Kürt sorunu konusunda birçok araştırma yapmış biridir, düşüncelerine katılır katılmayız, bence saygı göstermek gerekir. Yalçın Küçük asla böyle bir tahammülsüzlük göstermezdi diye düşünüyorum, öyle devam edersek iyi olacak. Söz almak isteyen var mı?

TEZER DOĞATEPE: Ben Yalçın Küçük’ü başka bir yönden konuşacağım sizinle. Yalçın Küçük benim eniştem. Ben herhalde en eski tanıyanlardan biriyim içinizde. Ben onun aile ile ilişkilerini anlatmak istiyorum. Biz hepimiz onun tedrisinden geçtik, bize çok şey öğretti. Çok güzel yemeklerimiz oldu, sabah kahvaltılarında sohbetlerimiz oldu. Çocuklarımız onun şeyinde büyüdü, benim 10 yaşında torunum var Yalçın Hoca diye bayılıyor. Biz böyle ailece onu çok özlüyoruz, onun sohbetlerini çok özledik. Bir an evvel çıkmasını, aramıza dönmesini bekliyoruz.

SİNA AKŞİN: Geçenlerde bir dünya tarihi yazıyordum ve Sovyetler Birliği’nde komünizmin çözülüşü konusunda Yalçın Küçük’ün yazdığı kitabı okudum. Ve bir kez daha ne kadar parlak bir kafası olduğunu, ne kadar parlak bir kafası olduğunu, büyük bir zevkle keşfettim. Tabii çok yararlandım. Yani birisi Yalçın Küçük’e dahi derse ben buna itiraz etmem. Ve bir dahi Yalçın Küçük bir dahi, hapiste çürütülüyor. Arkadaşlar bunun dramını hissetmemiz lazım. Ve Güngör Uras’ın Cervantes’i gündeme getirmesini çok uygun buldum, çok yerinde bir şeydi, bir konuşmaydı. Çünkü arkadaşlar Cervantes ortaçağ ile mücadele ediyordu. Biz ne yapıyoruz, biz de ortaçağ ile mücadele ediyoruz. Ne yazık ki, ne yazık ki. Tabii bu Türkiye’nin azgelişmişliğinin bir sonucu, 1950’den beri her seçimi karşıdevrim kazanıyor. Her seçimi karşıdevrim kazanıyor, dolayısıyla biz 1950’den beri aslında bir tek parti dönemi yaşıyoruz. Karşıdevrim iktidarı yaşıyoruz, hiç kesintisiz, 50’den beri, arada ufak tefek şeyler oluyor ama hiç. Dolayısıyla Cervantes’in gündeme getirilmesini çok beğendiğimi söylemek isterim. Çok teşekkür ederim.


Yüklə 182,55 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə