Yaşadiğim yillarda – İLİÇ



Yüklə 6,36 Mb.
səhifə4/6
tarix12.10.2018
ölçüsü6,36 Mb.
#73175
1   2   3   4   5   6

Her evde mutfak bölümünde bazen da odalarda veya aralıkda bir ocak-ocaklık- olurdu. Yemekler burada pişer. Zaten kap kaşık dediklerimiz mutfak malzemeleri, bakırdan oluşur bakır tencere pıdikli taslar, pıdikli tabaklar, lenger, maşapa, tahta sofra, sini, bakraçlar, kazan, elek, kalbur, küpler, destiler olur, tel dolap, gıççan, çul, çuval, vala, daha da fazla şey olmazdı. Isınma buradan evin içine ulaşırdı. Bazı evlerde odalarda ocaklık olurdu. Ocağa kütük odun, tezek, koncik atıldımı etrafında oturulurdu. Cıgarayı, maşa ile alınan köz ile de yakarlar büyükler. Her kez çıkan aleve bakar, şavkı yüzümüze vuran ocağı elde kara demir maşa ile deşer çıkan kıvılcımlar kilimi yakmasın diye dikkat edilirdi. Başlar masallar, hikayeler, ocak başı sohbetler veya yarınki işler konuşulur. Sobayı her aile kurmazdı ocakdan alınan közler, mangala koyarak , el uzatılarak , hem elimizi hemde odayı ısıtırlar. Ocağın dumanı da pığırikden çıkardı. Pığırik damın üzerinde ayrıca kerpiçle yükseltilmiş halidir. 

Evimizin penceresinden bakıldığında manzara bayağı güzeldir. Bahçe bağlarından çıkan, kara tirenin duman ata ata gelmesini seyrederdik. Ne zaman yağmur yağacak olsa genelde Pingan Boğazına bakarız orası doldumu her neredeysen evin yolunu tutacan. Yoksa ıslanmadan kurtulamaz insan. Karşımız Karayazı, Kuruçay yolu gözükür, Dostal köyü hep karşımızda tablo gibi durur. O taraf ne hikmetse ağaçları olmayan çıplak dağ eteklerinden oluşuyor. Fırat nehrinin böldüğü iki yakada tabiat farklılıklar gösterir. Allahın hikmeti ne denir.

İliç de harmanlar biter, senede bir defa sünnetci gelir. o yıl kaç çocuk varsa topluca sünnet olur, çok eğlenceli ve bir renk katar köye. Ben ve arkadaşlarım Doğan, Ruhi, Oğuz, Muhuttin hep beraber sünnet olduk.Yine senede bir fotoğrafcı gelir. Her ne kadar İliçde fotoğrafcı Mustafa Efendi 26vardı, Gavur Ali 27dayının damadı, nedense hep kapalı olurdu. Averekli Akif Dayıda başladı bu işe. Ama esas işi ağaçdan cehiz sandığı yapardı. Çok değişik esnaflık yapanlar vardı. İliçin kalkınmasına çok emek verirlerdi. Allah razı olsun hepisinden de, ölenlere de rahmet olsun. Bazen yağmurlar gecikirdi köylü topluca yağmur duası yapar, dört gözle beklenirdi. Kara bulutlarla gurgur baba başladımı Ağ Babadan, köy olur sanki simsiyah, ardından şimşekler başlar. Köyün çocukları da toplanıp bir araya gelir, korkuluk gibi eski elbiselerden bir kukla yapılır. Başlarlar ev ev sokak sokak dolaşmaya;
Çiçi mama ne ister,

Allahdan yağmur ister,

Hatunların küpünden,

Birer kaşık yağ ister.

Ne lazımsa onu ister, yani bulgur der yumurta der neye ihtiyaç varsa onu ister.
Tarlada çamur,

Teknede hamur,

Ver allahım ver

Bir sürü yağmur.
Diyerek dolaşılır. her evden yağ, tuz, yumurta, bulgur, turşu, pekmez, ekmek,vs. verirler. Bunları toplayan gençler hep beraber uygun bir yere gider herifene yapar yerler. Bu gibi işler herkese, verene de, yiyene de mutluluk verirdi. Bazan yaz aylarında İlçeye ayı getirip oynatırlardı. Bellerinde ağrı sorunu olan köylüleri kadın, erkek toplarlar bir sokakda, ağrıyan, belinden sorunu olan insanları da yere yatırıp ayıya çiynetirlerdi. Demekki faydası oluyordu ki bunu yaptırırlardı. En zorlandığım şeyde evde gıççandan ekmek almasıydı. Pek beceremezdim boyum kısa olduğundan bir türlü yetişemezdim.-Gıççan -tandırda yapılan ekmekleri fare dokunmasın diye mutfakda tavana asılan bir askıdır. Onun üzerine yığarlar üstünü de örterlerdi, güvende olması için. Her mutfakda da bir tel dolap olur ki bazı yiyecekleri korunsun diye oraya koyarlar.

İliçin üzüm bağları, birazı Tokatik civarında, Mununlarda , Dımbılik Mağara civarında az olur. Genelde Nanikler Deresinde çok olur. Kadir dedemin de orada bir üzüm bağı vardı sık sık giderdim. Bağların hepisi de sınırlarına çalı vurulur. Çalıdan yolak açmayınca bağa giriş kolay olmaz, bağ kapıları cağlı kapı olur. Üstüne de bir asma kilit takılır. Üzümler olunca dedem bağdaki kozikde kalırdı. Asmaların bakımını yapar iyi üzüm vermesi için uğraşırdı. Cuma günleri mutlaka beni çağırırdı. Ben bağı beklerdim dedemde İliçe cuma namazına giderdi. Gitmeden benim yiyeceğim üzümü tırtırlı bir bağ bıçağı vardı. Onunla keser önüme koyar bunları ye, derdi, sakın koparma derdi. Koparırken asılınca tevekdeki asmaya zarar veririm diye öyle yapardı. Komşu bağlarda da üzümler çok olurdu. Bazı komşularda arı işi yaparlardı. Arif Altun’un Naniklerdeki üzüm bağına arılık yaptılar.

Odacı Şükrü Efendi de bir zaman petek işiyle uğraştı. Sepetten örülüp mayıslı çamurla sıvanan bal arısı kovanlarını üstü kapalı arılıkda yan yana dizerler. Her yer arıyla kaynar bazende bizleri arı sokardı. Dedem hemen çamur sürerdi ama bizi ağlatırdı arılar. O yüzden arılardan her çocuk gibi bende korkardım. Arısı olmayan köylü yok gibidir az çok olurdu. Birgün Karataşdan inip Suludereye geldik. Orada Fadime annenin bağı var ,sonbahardı bağ bozumu yapıyorlardı . Ekdikleri zerzavatı topluyorlar ki hayvanlara versinler diye. Bize aç mısınız dedi bizde evet deyince ,yuvarlak çamurlu petekden bir dalak aldı verdi tandır ekmeğin arasına koyup yedik.

Yine bir yaz günlerinden bir günde ben, Naci, Ruhi, Muhuttin, Doğan, Oğuz, Kamil ve diğer arkadaşlar, hep beraber herifene yapacaz. Neşe içinde toplandık, malzemeleri arkamıza vurup mağaralara doğru yola çıktık. Eğlenerek güle oynaya şakalarla vardık, malzemeleri indirdik . Önce pilavı yapalım dedik, işe koyulduk. Tuzu bulamadık, ne yapalım ne edelim kimseyi de köye gönderemedik. En sonunda pilava beyaz peynir koyarak çözüm bulduk. Peynirli pilavı da böylece öğrenmiş olduk. 
İliç de hemen hemen her bahçede olan meyveleri sayayım, :
Tabi ki bildiklerimi: Hasamansur armut, kahverengi yaz armudu, eşek elması, yaz elması, kış elması, vişne, üzüm, ceviz, dut, can eriği, hele ki Ciciabanın can eriği, makas eriği, kara erik, sarı erik, hırik erik, ayva, badem, şeftali de Kara Dayının bağında olurdu. Kiraz da Fadime annenin bağında olurdu, kayısı ve zerdali.

 Yabanda yetişenlerse : Dağum, sarı ve kırmızısıda olan aluç, iğde, kaya arasında incir, kuşüzümü, karamık, kuşburnu, morman, ekşice. 

İliç de yetişen sebzeleri , yeşillikleri, bildiğim kadarıyla şöyle sıralayabilirim. :
Bal kabak, t.fasulye, Egin leyvazı, kokoroz, domates, biber, soğan, patates, hıyar, bostan, pirçeklü, çelem veya gılbır, bakla, lahana, nane, reyhan, samit, maydanoz, paçuk çiçeği, safran, boy otu.

Yabanda yetişen yeşillikler: Kuzu kulağı, kenger, yemlik, cıvrıncık, bayır baklası, kırzi, haşten, eşkun, gaz ayağı, göbek, Poşey pancarı.

İliç de çiftçilikde ekip biçilenler: Buğday ve Arpa dır. 

İliç ve civarında yemek ve yiyeceklerden sadece benim bildiklerimin bazıları. Güveç, etli köy kızartması, hışik fasulye,Egin leyvazı, türlü, keşgek, sarma, dolma, kabak, çir hoşavı, erik hoşavı, erişte, ayranlı çorba, simit çorbası, bastık kavurması, et kavurması, kuzu içi pilavı, papaz yahnisi, kuzu kapama, gaygana, tereyağlı bulgur pilavı, yoğurt, ayran, aşure.

İliç'de bal üretimi de hemen hemen her evin bağında, koziginde birkaç tane sepet kovan olurdu. Babam derdi ki bir balın hakikisini anlamak için zabit kalemi bala batır renk dağılırsa iyi bir bal değil derdi. 

Urek köyü

İliç'in iki tarafında yayla vardır. Yaz aylarında davarcılar buralara çadır kurar hayvanları buralarda besler ve peynirler bu yaylalarda yapılır. Peynirler Türkiye genelinde meşhur olmuştur. Deriye basılan tulum peyniri çadırda olur. Çadırda süzeklere konan beyaz peynir, katırlarla aşağı indirilir. Ve tenekelere basılan salamura yapılan beyaz peyniri de çok lezzetli olur. Doğradıkça delikli dilimler ortaya çıkar, lezzeti ve görüntüsü bile bir başkadır.

Yaylamızın biri: Sulaç Urek Köyü üzerinden ulaşılır. Biri de Yakuplu Köyünden geçerek, veya Sergövül, Ardos, Rabat Köyü ve Munzur Dağı civarları oluşturur.  

Urek köyü

Bağımızda babam bir düzenleme yaptı komple düz olan yeri kırizma yaptı. Bütün eski yaşlı ağaçları kökledi, yeniden söküp sürdü. Amasya’ya gidip orada akrabamız ziraat mühendisi Hamdi Bayram’ın yardımı ile bize uygun elma çeşitlerini aşılı fidanları getirdi. Trenle gidip gelmesi de bir zaman aldı. Bağı yeniden ekip güzelleştirdi. Değişik elma çeşitleri oldu, birçok insan elmaları görmeye gelirdi. Çünkü bu kadar elma çeşidi kimsede yoktu. Ayva kokusunda olan, sallayınca çekirdekleri ses veren cikgırikli elma, armut şeklinde elma, ekşi, tatlı, kırmızı, sarı, yeşil, kışlık, yazlık derken bir sürü değişik elmalarla dolu bahçemiz oldu. Annem de bazı ağaçları çamur aşısıyla tazeledi, bağımız çok güzelleşti. Hemen hemen her şey vardı, sadece cunut yerde kavaklar kalmıştı. Aşağı kısımda tarihi ağacımız- Hasamansur armudu kökü iki kişi zor kucaklar-, ceviz , makas eriği, kara erik ,vişne kaldı. Elma zamanı elmaları ipe dizer sepete yerleştirir, koluma takar istasyona götürüp tren gelince satardık. Satma işini bizim evde ben başladım, ileriki zamanlarda Şadi ve Şeref de satmıştır, herhalde. Kimi para verirdi, kimide vermezdi. Çocuğum hep kandırırlardı beni , çünkü satacak yer yok paraya dönüşmüyor. Hiçbir şey ,bazanda elmaları hayvanlara yem olarak verirdik. Sende olan öbür komşuda da var, bir tek memurlar isterdi. Onlardan da para istemek ayıp olur diye alamazdık, sadece Kuruçayda buğday çok elma yok. Annemde zaman zaman gider elmayı verir buğday alır gelirdi.

Vişne ağacından birazda bahsedeyim. İliç’deki cinsi mor renginde olur, fazla büyümez ağaç olmaz . Yani, eğince yerden toplanır,bırakınca düzelirdi. Vişne zamanı toplayıp taze taze yemeyi severdim mimiklerimi çok görmenizi isterdim. Yerken de üstüme hiç dikkat etmezdim doğal olarak. Tek düşündüğüm eve gidince annemden işiteceğim sözlerdi , şöyleki;

Ula daha yeni giydin, ne bu halin hiç mi beni düşünmüyorsun, sen beni öldürecen, artık yapamıyorum, ben kendimi gidip Fırata atacam, dayanamıyorum artık, Gori poğlunun oğlu, sen nasıl bir çocuksun…

der durur, arada birde cimdik yerdim. Bu leke nasıl çıkacak.Yine de ben kızgın olan anneme ,

Anacım, derim ses yok

Ana gı, derim

Hotik ne var yine.

Her zaman ki anam işte söylenir dururdu. Vişne ve Fırat  kenarında olan yılgından babam çubuk yapardı, bu çubuklar yün yatak,yorgan atarken kullanılırdı.
İliçin bir sevgilisi var, hatta iki tane. Herkezin sevdiği yardımlarıyla yaşamını idame ettiren elinde tespih sırtında askeri kaput palto, cepleride askeri cigara ve tabakayla doludur. Kuruçay- Boyalık köyünden galiba adına Deli Ömer , diye seslenirlerdi. Zararsız dünya tatlısı hal hatır bilir. Unuttum birde gollo köpeği var devamlı beraber dolaşırlar. Bir gün ben bağdayım babamla, baktım çabuk çabuk gidiyor. Elinde de kocaman bir şey var çuvalda, paltosunda da büyük kulüp rakısı çarpa çarpa gidiyor. Babam da:

-Hayırdır Ömer , nereye? deyince;

-Peydinin Tepesine gidiyorum, dedi.

-Peki o çuval ne?

-Feridun düve kesti bende işkenbesini aldım. Peydinin Tepesine koyacam içinede rakı dökecem ki kurt yesin sarhoş olsun ki bende gollo ile gidip yakalayayım, dedi ve yola çarpa çarpa devam etti.

Bu Ömer çok enteresan yaşıda pek bilinmez. Birgünde soğuk var, kış var, kar yağıyor. Sabah bende somun almaya gidiyorum fırına. Aşağı çeşmeye gelince yolun ortasında Ömer yatıyor. Enteresan olan üstüne yağan kar eriyor, hatta buhar çıkıyordu. Gelince babama dedim. Babam, oğlum bizler bilemeyiz Allah bilir dedi. O günden itibaren onu alaya alanlara bile karşı çıkardım ve de sevmeye başladım. Elimden geldiğince gizli gizli ekmek verirdim, evden elma, üzüm alır götürür verirdim. 

İkinci isim de Deli Hekmet derlerdi, çok garibandı. O eski şapkasını hep yan vururdu. Yalçındağlar 28ona her türlü yardımı yaparlardı. Hangi genci görse babasının yanında oğlun evlenmek istiyo derdi. Babamızın yanında yüzümüz kızarırdı utanırdık. Çalı zamanıydı yığılganda kara çalı kesiyoruz. Annemle beraberiz, Hikmet de yanımızda çalı kesiyordu. Kesim bitti arka yapacaz ki gidelim. Hikmet Efendi çalının üstüne çıktı ipi çekiyor arkalığı küçültsün diye şaşırdık hemi de yalın ayak ve de karaçalının üstünde. Ana dedim bak, anam da oğlum onun ayakları nasırlaşmış onun için batmıyor dedi, ama beni çok etkiledi unutamadım.

İliç’in çok uzun, tek ana caddesi var. Esnafların ve resmi dairelerin olduğu bu caddeden ayrılan Hanögü sokak aslında sokak değil, bağ yolu diyelim. Hanögüne inmeden solda gazyağı satan bir dükkan var, sahibi Sadık Efendi, onun yanında demirci var. Sağ tarafda da İliç Belediyesi bulunuyor. Biraz aşağı inince ara yol, köşede sağda Kalaycı Süleyman’ın dükkanı, üstünde evi yanında da bir semerci emmi vardı. Onun yanında da, uzakdan gelen köylülerin hayvanlarını bağladıkları ahır var. Yolun ortasında da kocaman abide gibi, ortada iki dut ağacı durur, yanından da aşağı çeşmenin suyu arık içinde akar bahçelere. Konu Hanögüne inmeden gazyağı satan dükkandan, babam taksitle bir gazocağı almış. Yanında mavi ispirto ve iğnesi, eve getirdi önce şaşkın şaşkın izledik. Bir merasim gibi babam aldığı tarifle yakmaya çalışıyordu. Önce ispirto konacak yere biraz döktü muhtar çakmağıyla tutuşturdu. Yanıp bitmeye az kalıncaya kadar bekledik, ısındıkdan sonrada gaz yağı koyduğu ocağı ponpalamaya başladı, vede nihayet yandı. Hep beraber alkışladık. Duriye haydi demliği getir çayı koy ,bakalım çabucak kaynatacak mı. Tabiki hemen kaynadı çayımızı da içtik. Böylece de ilk defa evimize ocak girdi. Anneminde sırtından bayağı bir yük kalkmış oldu. Buna en çok annem sevindi.

İliçde bir sağlık ocağı gibi bir şey vardı. Alt katıda hapishaneydi, yüksek kahvenin arkası olurdu. Hatırlarım önünde de kocaman demirden yapılma bir kazan, altıda ocaklı bir makinaydı. Bazı köylüler elbiselerini

 çamaşırlarını götürürler orada kaynatırlardı. Merak bu ya sordum orada çalışana, amca bu ne, niye bunun altında ateş yanıyor? Dedim. Yeğenim dedi, bu bir kazan. Bazı ailelerde tahta kurusu, bit, sirke oluyor kaynatmayla bunları öldürüyoruz dedi. Zaten anam da bizlere okulda bitlenmiyelim diye saçımıza DDT diye bir ilaç sürerdi. İsteyene de DDT veriyorlardı. Birçoğumuzda bilhassa çocuklarda yaralar olurdu. Büyükler -hoşirik- olmuş derlerdi. Büyükler az ceviz yeyin, yoksa yaralar çıkar derdi. Demek ki doğruymuş. Bazan ağzımızın kenarında yaralar olurdu. Annem, sabah erkenden git bir evin kapı cıkkıriğini ağzına al üç kere -yerinde bir daha çıka-.derdik. Hakkaten birkaç gün sonra geçerdi. Ama şimdiki yara bir başka bir şeydi. Bendeki vücudumu saran, yara değil, ama sulanan bulaştıkca da coğalan bir şey. Birgün babam böyle olmayacak dediler beni bir palanlı katıra bindirdi, kucağına da aldı Çöpler Köyüne götürdü. Orada bir gözeden su çıkıyordu durduk, indik yerleştik beni o suda güzelce bir yıkadılar o oldu bir daha yara çıkmadı bende. Demek ki şifalı bir suymuş herhalde.

İliç de o tarihlerde yaşadıklarımı hatırladıklarımı yazmaya ve paylaşmaya devam diyoruz. İliçin sevilen ve de her akşam üstü hava iyi oldukca, bilhassa memurlar okulun bahçesinde veleybol oynanırdı. Yada yürüyüşlerle tur atılırdı. Genelde mesai saati sonunda, aşağı çeşme, bademlerin boynu gidip gelinirdi, sohbetler yaparak, konuşarak. Bademler her köylüyü etkilemiştir. Baharda açılan o doyumsuz çiçeklerini seyretmek ,sanki bir tablo oluştururdu. Çiçek biter çağlaya durur, zaman gelir çağlalar herkes tarafından yenir. her insanada yetecek kadar boldur. O kadar yenir ama her sene yine verirdi. Her zaman özellikleri olan bir yer olmuştur. Bazan giden yolcu oradan uğurlanır, gelen yolcuda oradan karşılanırdı. Bademlerin boynu, Sarıtaşlar diye bilinir.

Günlerden bir gün çarşıdayım. Topal Avninin ayakkabıcı dükkanına uğradım. Nede olsa akraba. Avni Amca kolay gele dedim. Şazi hele gel otur bakim, nasılsın iyi misin dedi. Bende çok şükür dedim. Babanla konuş eğer izin verirse Urek’e gidecez, davet var haftaya. 10-15 gençle gidecez sende gel dedi. Babam izin verirse olur dedim. Zaten o gün babamı görünce konuşmuş. Hacı Hasan amca sen merak etme ben çocuklara göz kulak olurum demiş. Babamda olur demiş. Neyse o gün geldi hep beraber kimimiz eşek, katır, ne bulduysak neşe içinde şakalarla, türkülerle Urege vardık. Bizi Urekli Ali Dayı karşıladı, oğlu Avniye gerekenleri söyledi. Avni de bizi alarak Urekin yukarı kısmına dere içinde göze başı bir yere götürdüler. Daha sonrada bir danayı kesip bize getirip sundular. Ateşler yandı etler pişti afiyetle yendi. Arkasına da çaylar derken, birinin geldiğini fark ettik. Gelen elinde bakır leğen yere koydu üstünü açtı. Aman Allahım oda ne sarı sarı, yuvarlak yuvarlak bal dalakları. Her biri eline bir dalak alan bir köşeye oturdu, yemeye başladı. Onca et yendi şimdide bal, çatlayacağız. Hiç içimizi almadan nasıl yedik bilmiyorum ama yedik hemi de afiyetle. Bilahare teşekkürler ve öpüşmelerden sonra, hayvanlara binip yola çıktık, ne türkü diyen var nede şaka yapan uyuya uyuya ço ço diye eve geldik. 

Birgün yine yaz aylarıydı. babam Turan Dayım ben üç kişiyiz dayım lüküsü aldı, yiyecek peştamalımızı da belimize sardık çaylara doğru yola çıktık. Alezlerden Balkayasının yanından yıldırım düşen tarladan aşağı Avarek Çaylarına indik. Eski Averek diyorlar oraya28a, çok yılan olduğu için o zamanlarda köyü taşımışlar. Öyle söyleniyor. Çaya varınca hazırlıklar yapıldı . Burası Avarekli büyük büyük dedem Odun Alinin yerleri imiş. Hava kararınca lüksü yaktılar benim elime tutuşturdular. Babam ve dayım paçaları sıvadılar suya girdiler. Zaten derin değil, yüzlek bir yer. Taş altına kafalarını sokan kırmızı benekli Munzurun ala balığını avlamaya başladılar. Babam bir elini başından bir elini kuyrukdan tutacak gibi aynı anda aynı hizada hızla daldırıp yakalayıp çimenlere atıyorlar. Tabi bazılarını da kaçırıyorlar. Sen babamın küfürünü dinle artık kaçan balıklara. Gözünün ağından başlardı. Neyse bir saat kadar uğraştılar. Bayağı hiç de az olmayan balıkları güzelce temizlediler. Bende ateş yakmaya çalıştım. Bir güzelce yedik, eve de götürdük. Babam derdi ki oğlum bu balıklar ilaç derdi, kırmızı benekli Munzur Dağının balıkları, Şakir Dedemin yarası oldumu balık sararmış üç gün sonra bir şey kalmaz derdi . Eskiden gurbetteki köyün insanları hastalanınca köye gelip bol bol balık ,bal, yağ, kaymak yerlermiş bir vakit köyde dolaşıp, iyi olup tekrar giderlermiş. Demirci Memedin kardeşi Ömer de hasta olanlardan idi. ona bende şahit oldum. Hasta geldi iyileşti gitti maşaallah.

Ekin biçme zamanıydı, arkadaşım Naci Bayram ile o gün beraber oynadık, gezdik iyice yorulmuştuk. Açlık aklımıza geldi, Nacinin ısrarı ile evlerine gittik. Evde kimse yoktu, ekin tarlasından daha gelmemişti. Ablası Türkan ve annesi Ayşe Teyze. Yukarı bacaya çıktık tencerenin üstüne elek koymuşlar duvar dibinde duran tencereyi açtık ki ne görelim, vay- vay -vay -kuzu haşlama. Tabi açlıkda var, tencerenin başına üşüştük, kemikleri de tencerenin yanına dizdik. Çünkü et bitmişti. Ben gittikden sonra eve gelenler, aç ve yorgunlar tabiiki. Yemek de yok artık , gerisini sen düşün.? Geriye kara tencere, elek ve de suyu kaldı. Bilmem ne oldu, durumu idare ettimi.? Naci bu işten nasıl kurtuldu, hala da merak ederim.

Bizler bir araya geldik mi hemen başlardık oyuna. Genelde çember çevirirdik, topaç, hacıyatmaz, çelikçomak, bilye, ceviz, yedi taş gibi malzemelerle oynardık. Köyümüzün evlerinde tuvaletler evin dışında olur. Bazılarınki de ahır veya komlarda olurdu.Tuvaletlere su dolu bir ibrik konur.Ayak yolunun çatısını gazyağı tenekelerini açıp, yan yana çakarak kapatılırdı.Yanları ya kerpiç Ya da tahta ile çakılarak yapılırdı. İşte sana bir ayak yolu.

Bağlara ,bostanlara kozik yapılır. Bu koziklerde ağaç ve kerpiçden, bazanda ağaç dallarından yaparlar. Hem gölgelik hem de gece bostan beklerken içinde yatılırdı. Muziplik olsun diye bazıları arkadaşlarını, kozige gizlice sessiz girilir uyuyan arkadaşlarını, yorganını yatağa çuvaldızla diker oradan uzaklaşırlar. Bostan tarlasında, sesli sesli bağırarak karpuzları yerken, bostancı uyanır kalkmak ister ama kalkamaz. Haydi gelde gülme o manzarayı seyretme. Tam bir muhabbet olurdu. Haftalarca da anlatılıp gülerlerdi.  

İliç yine büyük bir ayazlı soğuk bir kışı yaşıyor. Yerde bir metreden fazla kar var. Dona çekince hele üzerinde yürü batmazsın. Köyümüzde hemen hemen herkez avcıdır. Çok sevilir ve çok iyide avcılarımız vardır, keklik ve tavşan avı da bolca yapılır, hemde hiç fazla uzağa gitmeden. Yaşadığımız elim bir olayı da paylaşayım istedim. Konu Demirci Memed Alemdar’dan bahsedelim. Çok iyi bir insan, ve de çok güçlü fiziği vardı babayiğit bir adamdı, rahmet olsun. Evine bir arkadaşıma gidiyom demiş yola çıkmış, istasyona gelince bir tavşan izi buluyor o ize takılıp, takip ede ede tam ters istikamet olan İliçin arkasına düşen Çakmaklık Tepesine kadar o izin takibiyle geliyor. Bu kışda bu soğukda bunca yolu nasıl aştı bilinmez. Ne kadar güçlü fiziğide olsa yinede hayret edilecek bir durum. Ailesi Hafize Nennenin kızı Rahmiye Bayram(Alemdar). Rahmiye de, bir arkadaşına gitti diye dönüşünü bekliyor, ama üç gün dönmeyince bir telaş ve aramalar başlıyor. Gece lüküs ve fenerlerle. Gündüz devamlı bir arama yapıldı. Hemen hemen bütün köy katıldı yaşlısı genci ben bile mağaralara kadar  gittim. Çok kişi donma tehlikesi atlattı. Köylü kendi aralarında yorumlar yapa yapa bir yerden başladılar. Çok zor şartlarda ve nerede olduğu bilinmeyen, bir durumla karşı karşıya kalan köyün ileri gelenleri, en son kararla gitiği izi takip ede ede iki gün sonra bir kayanın kovuğunda tüfeği ters asmış vaziyette donmuş olarak bulundu .Bütün köy yasa büründü çünkü bu insan çok iyi bir insandı.Böyle bir durum beklenmemişti hiç. İliç’de böyle donma ve ölüm olmamış, donma tehlikesi atlatanlar olmuş. Ama donan hiç olmamıştı. Getirip sağlık ocağının önüne koydular, her şeyini keserek aldılar. Donarak ölüm ilk oldu diyordu büyükler. Allah bir daha kimseye göstermesin.

Yüklə 6,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə