Yazar: baki ÖZ 1996



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə4/15
tarix06.02.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#26155
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15

"Ehl-i Sünnet, Kuran-ı Kerim'e olduğu gibi inanıp 'ahkam'a uyanlardır. Şia, din başkanlığı meselesinde Ali'yi tutanlardır. Bunlar Ali'yi Tanrı mertebesine çıkaranlar (Gâliye)dir... Gâliye'ye göre domuz eti ve şarap, dince yasak (haram) değildir, helâldir. Evli erkek ve kadının evlilik dışı cinsel ilişkiler kurması (zina) da helâldir. Din yasasının buyruklarını dinlememek gerekir".

O dönemler kitaba tepkiler doğdu. Birçok öğretmen kitabı okutmadı. Öğrenciler okumayıp, yırttılar. Dönemin, CHP Erzincen Milletvekili Nurettin Karsu, konuyu parlamentoya getirdi ve Kitabı Meclis kürsüsünde yırttı. Halkımız duyarlılık gösterdi.

"Galiye", Ali'nin Tanrılığına inanan Şia mezhebidir. Burada aslında verilmek istenen Galiyecilik değil, Aleviliktir. Fakat açıkça Aleviliği dile alamadığından Galiyecilik altında örtüleyerek; Alevilik yeterince suçlanmaya, gelecek kuşakların ürkeceği duruma sokulmaya çalışılmıştır.

Burada bir takım sorular akla geliyor.

• Prof. M. Küyel, bu tür yalan dolana ders kitabında yer veriyor. Talim ve Terbiye Kurulu ortaöğrenime uygun görüp onaylıyor. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem'se devlet hazinesinden halkın parasını kullanarak bu kitabı yayınlıyor ve tüm okullara dağıtıyor. Prof. M. Küyel'in Alevi düşmanlığı açık. İftiralara ders kitabında yer verişinden belli.

• Bir felsefe ders kitabında mezheplerden söz edilmesine ne gerek var? Bu bir din dersi mi? Bir lise öğrencisine çağdaş felsefe akımları böyle mi okutulur, öğretilir?

• Laik bir devlette, devletin bastırdığı kitap İslamın mezhebine nasıl küfreder? Gericinin de gericisi kişilerin Alevilerin yaşayış ve inançlarına değin uydurmaları, Türkiye halkını birbirine kırdırmak için mi okullarda ders niteliğine getiriliyor?

• Talim ve Terbiye Kurulu böyle bir ders kitabını nasıl, hangi ölçülerde Ortaöğretim için uygun bulup onaylıyor?

• Bakan Erdem o kitabı nasıl bastırıyor? O kitabın basılması için devlet hazinesinden harcanan paralar arasında Alevi yurttaşların ödediği vergilerin bulunduğunu bilmiyor mu? Bu ülkede yaşayan milyonlarca Alevi yurttaş; inançlarına sövülsün, kişiliklerine küfredilsin, kendilerine iftira edilsin diye mi vergi ödüyorlar? Bu nasıl bir sorumsuzluk?.. Bu nasıl devlet ciddiyeti? Bu nasıl vicdan?..

• Bugün bir takım karanlık kafalı insanlar ortaya çıkıp, sokaklarda cinayet işliyorlarsa, Atatürk'ün bıraktığı laik devleti Şeriat devletine çeviriyorlarsa neden şaşıyoruz? O günkü tutumun bugünkü sonucu böyle olur doğallıkla.

Günümüz Cevdet Paşaları:

Ahmet Cevdet Paşa'yı fazla suçlamayalım. O, Osmanlı döneminin insanı. Kısaca Ortaçağ ürünü. Önünü göremeyen Osmanlı aydınlarından. Günümüzde daha beterleri çıkabiliyor, daha iğrencini kusabiliyor, tüm Alevi-Sünni demokrat, insancıl ve aydın kesimleri incitebiliyor ve yaralayabiliyor. İçlerinde Güner Ümit gibi Ortaçağ'ın ürününün ürünleri olanlar da çıkabiliyor.

"Tarih Boyunca Alevilik" yazarı Tarık Mümtaz Sözengil, 12.5.1993 günü HBB TV kanalının "Yüksek Tansiyon" programına çıkan vaiz Hasan Ali Buldan bunlardan birileri, günümüzdeki devamcıları. Sözengil, Karaca Ahmet ve Şahkulu'nda açık olarak izleyip çekimler yaptığı Alevi Cemlerini gizli çekim olarak sunup giz (sır) yaratmaya, kuşkular çekmeye çalışıyor. Bu tür dinsel törenleri, tapınçları "sapıklıkla suçluyor. "İbn-i Seba Masalı"nı yineleyip toplumun önüne sürüyor. Artık Türkiye Aleviliğiyle yolları çoktandır ayrılmış, İran Şiiliğinde gördüklerini Aleviliğe yüklemeye çalışıyor. Söylentinin her ne kadar doğrulanmadığını belirtiyorsa da, "çamur at izi kalsın" anlayışıyla "mumsöndü" olayına kuşkulu bir anlatımla değiniyor ve beyinleri bulandırmaya çalışıyor. Anadolu insanının kültür zenginliklerini göremeyerek yatır ve eren mezarlarına niyazın yalnızca Aleviliğe özgü olduğu kanısıyla, Aleviliği "Batıllık" ve "İslam dışı"lıkla suçluyor. Oysa bu tür kabirlere gitmek, niyaz etmek salt Aleviliğe özgü değil, bir yerde Anadolulu'ya özgü, Balkanlı'ya özgü. Sünnilerde de var aynı inançlar. Ben Zile'de Sünni olduğu bilinen "Horasan Erenleri"nden Çeltek Baba'nın mezarını ziyarete Alevilerle değil, Sünni köylüleriyle katıldım. Onlar da tıpkı Aleviler gibi yatıra niyaz oluyor, saygı duyuyor ve kurban kesiyorlardı. Sözengil ve Sözengiller'in bu Anadolu gerçeğini görmeleri gerekir (48).

Doğallıkla bunlar ve bunlar gibileri gerici bir tarikatın çağdışı temsilcileri olmalılar.

Aydınlar Karalamalara Karşı:

Hangi toplum olursa olsun; suçlanması, karalanması, insanlık hak ve özgürlüklerine saldırılması, insanlık vicdanına yakışmaz. Bu davranışların karşısında öncelikle aydınlar vardır. Bu bir aydın sorumluluğudur. Aydınlar, tarih boyu bu zorlukları göğüsleyerek; toplumların gözündeki karaperdeyi çekmiş, önlerindeki ayakbağlarını almış ve toplumları karanlıktan-gerilikten aydınlığa çekmişlerdir. Aydınlar, toplumların kılavuzlarıdır. Aydın tavrını, aydın vicdanını -yeterli olmasa da- Alevilik olayında da görüyoruz. Alevi, Sünni ve yabancı aydınlar gerici ve bağnaz şeriatçı çevrelerin tarih boyu sürdürdükleri bu karalamalara en güzel yanıt olmuşlar, karşı çıkmışlardır. Bakalım:

I. TBMM Aksaray milletvekili Sünni kökenli Besim Atalay 1924'lerde "Bektaşilik ve Edebiyatı" adlı kitabında şunu diyor:

"Sünnilerin [Alevilerin] sandıkları gibi mum söndürme olayı yoktur. Bu çirkin bir iftiradır (...) Ayin-i cemlerde mum söndürme değil, ufak bir hareket, küçük bir gürültü bile olmaz" (49).

"Alevilerde boşanmak yok gibidir. Köy Bektaşilerinde fuhuş yoktur. Fuhuş eden bir kadını -Hele Sünnilerden birisiyle olursa- hiç affetmezler. Sırasını bulurlarsa öldürürler. Köy Alevilerinde zina ve özellikle livata hiç duyulmamış bir olaydır. Abdallarda da fuhuş bulunmaz" (50).

E. Behnan Şapolyo "Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi"nde şunları söylüyor:

"Kızılbaşlıkta mum söndürme ve kadın iştiraki (ortaklığı) kesinlikle yoktur" (51).

"Türk kızılbaşlarında bu ölçüde aile ahlakı var iken bunlara (Mum söndü!) isnat edilmektedir. Kızılbaşlıkta mum söndürerek birbirlerine girmeleri kesinlikle yoktur. Türk ulusu tarih boyunca fuhuşu kötü görmüştür. Özünde ahlak dışı bir topluluğun yaşamasına da olanak yoktur. Mum söndürmek meselesi tümüyle yanlıştır" (52).

Sünni ve bir Diyanet yetkilisi olan yazar Abdülkadir Sezgin Eline-Beline-Diline sahip olmanın Alevi-Bektaşilerin temel eğitimi olduğunu vurgulayarak şunu yazar:

"Beline sahip olmak; insanın nefsine sahip olması, harama 'uçkur' çözmemesi, zina yapmaması ve bu yolda kendisini denetlemesi demektir" (53).

Sünni kökenli ve bir toplumbilimci olan Prof. Mehmet Eröz'ün belirlemeleri şu:

"Tahtacılar, zina edeni yakmak suretiyle cezalandırırlardı (...) Yörükler de, zina edeni, çam ağacına bağlayarak yakarlardı. Bunu yaşlı yörüklerden dinlemiştik. Elli yıl önce Söke'nin Sofular Köyünde (Çepni Köyü) bir yolsuz kadın, çifte ile vurularak cezalandırılmıştı." (54).

Sünni kökenli ilahiyatçı bir bilim adamı olan Doç. Yaşar Nuri Öztürk'ün gözlemleri de şöyle:

"Sema, yani zikir kadın ve erkeklerin birbirlerinin ellerini tutarak dönmeleriyle olur. Karşı cinsler birbirlerini kucaklamazlar, sarılmazlar. Coşku ve dalınç içinde bir süre sema edip dönen dervişler, yine mürşidin işareti ile bir son dua yaparak dağılırlar, işin esası budur. Bunun aksine 'ayinde kadın-erkek sarmaş-dolaş olmakta, ışıkları söndürerek adi ilişkilere girmekte' vs. biçimindeki iddialar, Bektaşiler'in lanetle andıkları ve bizim de hiçbir zaman gözlemleyemediğimiz şeylerdir" (55).

Sünni kökenli ve ilahiyatçı olan Prof. Ethem Ruhi Fığlanı'nın saptamaları ve değerlendirmeleri de şöyle:

"Alevi ayin-i cemleri, en az ikibin yıllık geçmişi olan ve islamsal renge bürünmüş dinsel toplantılardır. Büyük bir gizlilik ve kapalılık içinde olan bu toplantılar, kollektif bilinç ve mensubiyet duygusunun çok güçlü ve sağlam duruma geldiği anlaşılmaktadır. Halk arasında haksız yere 'mum söndü' biçiminde aşağısama ve ahlak dışı öğelerin bulunduğu bir gizli toplantı olarak görülen ayin-i cemler, tanıtıldığı biçimiyle, tam aksine, iffetli, saygılı, dayanışma ve kaynaşma tavır ve ruhu içinde gerçekleşen bir "Halk Meydanı "dır. Göründüğü ve sanıldığı gibi bir işret meclisi, bir ahlaksızlık toplantısı değildir. Tam tersine, ilahi hakikatin doğduğuna, katılanların manevi açıdan yüceldiğine inanılan bir İbadet ve zikir meclisidir. Niyaz Meclisi'dir.

Tümüyle töreye bağlı olarak yürütülen bu toplantıların, aslında Alevi-Bektaşi kesimlerinin dirlik ve düzenliliğinin, birlik ve dayanışmasının temeli olduğu; din ve dünya işlerinin bu toplantılarında çözüme kavuşturulduğu anlaşılmaktadır." (56)

Alevilik-Bektaşilik üzerine araştırma yapanlardan İ. Mesut Erişen ve Kemal Somuncugil'in ortak kitaplarındaki gözlemleri sonucu oluşan kanıları şu:

"Bektaşiler'de nikahı Babalar kıyarlar. (...) Ehl-i Sünnet imamına kesinlikle nikah kıydırmazlar. (...) Bunlarda karı boşamak yoktur. Köy Bektaşileri'nde fuhuş, tümüyle yasaklanmıştır. Yani, fuhuş eden bir kadını kesinlikle affetmezler. Hele Sünnilerle olursa; sırasını bulunca fahişeyi hemen öldürürler. Köy Bektaşileri'nde (Alevilerde) onun için zina, livata hiç işitilmez" (57).

Ömrünü Alevi-Bektaşiliği araştırmayla geçirmiş Rus kökenli Fransız Prof. İrene Melikoff'un gözlemleri ve değer yargısı önemlidir. Otuz yılını bu alana ayıran bu yabancı bilgin şunu yazıyor:

"Ünlü 'Bektaşi sırrı' üzerine birkaç söz ile konuyu kapatacağım. Bektaşiler, uydurma ve karalayıcı 'zan'lara hedef oldular. Gece alemleri ile suçlandılar ve suçlanmaktadırlar. Bir mum söndü'den söz edilir. Gerçekte Bektaşi törenleri, Oniki İmam temelli Şiiliğin Oniki İmam'ı için, oniki mum yakılarak başlar. Alevilerde sülük töreni sırasında, kurban olarak bir horoz törenle kesilir. Suçlayıcılar, horoz ötünce mumların söndüğünü ve alemin başladığını ileri sürüyorlar. Bu iftiralar, yabancı inançlara karşı -her zaman ve her yerde- söylenenlere benzemektedir. Bektaşiler ve özellikle Aleviler, bu nedenle, törenlerini geceleri ve gizlilikle yapma durumunda kalmışlardır; eza görerek ve koşulların zoru ile sülük törenleriyle birlikte, kapalı cemiyetlere dönüşmüşlerdir. Bu da kendiliğinden bir gizlilik söylentisi (mythe) yaratmaya yeterli olmuştur. 'Bektaşi sırrı' yoktur. Bu ancak, bir söylencedir, fakat bütün bir topluluk, onunla, yüzyıllar boyu, önce yanlış anlaşılmış, sonra da eza ve iftiralara uğramıştır. Gerçeği söylemenin artık zamanıdır" (57).

"Bu iftiralar, zamanıyla Mani'cilere, Cathare'lara ve bütün gnostik'lere karşı yönetilenlerin aynıdır ve cahil insanların kendi cemaatlerine yabancı bir öğeye eğiliminde oldukları, gece alemleri ve cinsi serbestlik gibi suçlamalardır. Bu suçlamalar, hiç kuşkusuz eski dionizyak gizliliklerinin (mystere dionisiapue), Roma Lupercale'lerinin, Valpurgus Gecesi'nin, Sait-Jean Ateşi'nin ve bizim Carnaval'imizin ardında gizlenen putperest (painen) öğelerin bereket törenleriyle birlikte yürüyen cinsi serbestliklerin belirsiz anılarına dayanmaktadır. Ve elbette, benzerleri gibi Anadolu'da da bu törenlerin yapıldığı bir zaman olmuştur; fakat bu, uzak zamanların karanlığında kalmıştır ve gözönüne alınamaz. Ayrıca, suçlamalar hiçbir kesin olguya dayanmamaktadır. Buna karşılık, problemi yakından inceleyenler, araştırmalarını bu zümrelerle sıkı ilişkilere ve uzun süre onların yanında kalmaya dayananlar, bu karalamaların gerçekliliğini kabul etmemektedirler. Bu zümrelerin cemaat dışı (heterodexe) bir islam uyguluyor olsalar da, Müslüman ülkelerde yaşıyor olduklarını ve inançlarının İslami bir cila ile kaplanmış bulunduğunu unutmamak gerekir". (58)

Alevi cemlerinin fuhuş yatağı, cinsel ortaklığın rahatça yapıldığı, toplu sekslerin düzenlendiği yerler olmadığını özellikle Sünni kökenli araştırıcı, gözlemci ve bilim adamlarının kalemleriyle kanıtlamaya çalıştık. Çoğu da tarihçi Ahmet Yaşar Ocak gibi bu yüzyılların masallarını "karşıtların dedikoduları", "asılsız rivayet" ve "klasik hikâye" olarak görür ve ciddiye almazlar (59). Çünkü bilim çevreleri çok iyi bilmektedir ki Aleviler Ayin-i Cem'i dinsel bir tören olarak yaşatmaktadırlar. Bir dinsel-toplumsal kurumlarıdır Alevilerin. Aleviliğe din olarak karşı olan halkın, gözleri şeriat gözlüğüyle kapatılmış -sözüm ona- okumuşların Cem'i bir seks yeri olarak görmeleri, öyle propaganda yapmaları işlerine gelmektedir. Hasan Ali Buldan gibi kafalar doğallıkla Alevilerin dinsel-toplumsal duygularıyla duruldukları, arındıkları, kendi bağlamlarında tapındıkları (ibadet ettikleri), toplu niyazlarını (-namaz) yerine getirdikleri bu törenlerine "mum söndürüyorlar masalını" uyduracak ve yükleyecektir. Araştırmacıların, bilim çevrelerinin Alevi-Bektaşilerin ahlaklılığına güvenleri vardır. Nedeni şu: Çünkü Alevi halkını biliyor ve tanıyorlar. Sağlıklı düşündükleri için de sağlıklı görüyorlar. Şer'i-Sünni çevreler de Aleviliği tanımaya çalışsa umarım kalıplaşmış düşünceleri değişecek, beyinlerindeki putlar yıkılacaktır. Türkiye toplumunun sağlıklı, önyargısız ve hoşgörüyle düşünmeye gereksinimi vardır.

ALEVİLİKTE KADIN

Alevilikte Kadının Yeri Yücedir:

Şer'i dünyanın hiç yapamayacağı bir yaşantı vardır Alevilerde. Kadının yüceliği, saygınlığı da bunlardan biri. Tarihinden getirdiği özellikleri korumuş; Ortaasya Türk-Türkmen boylarındaki kadının özgürlüğü, serbestliği, iş yaşamındaki yeri, savunmadaki etkinliği, aile içindeki etkili konuma; genel,

yerel ve dinsel toplantılara katılımı Anadolu coğrafyasında oluşan Alevilikte aynen korunmuş ve daha da geliştirilmiştir. Şer'i-Sünni çevrelerdeki örtünme, kaç-göç Alevilerde yoktur. Kadın-erkek birlikte camiye gitmezlerken, Alevilerde Cem'de kadın ve erkekler birlikte tapınırlar, birlikte Semah'a kalkarlar. Evlenme ve boşanma hukuklarında da Alevi kadını güvence içerisindedir. Alevilikte kadının toplumsallaşmasında sakınca görülmez. Kadın aşağılanan bir varlık değil, yücelen bir varlıktır. Anadır, eştir. Bu nedenlerle olacak ki Alevilikte tek eşli evlilik esastır. Alevilikte kadın "topraktır, yurttur". Kutsallığı bu düzeydedir. Yani "Toprak-Ana"dır (60).

Aleviliğin Şer'i-Sünnilikten ayrıldığı en önemli özellik kadındır. Şer'i anlayışta kadın "erkeğin tarlası"dır. "Eksik"tirler. Gerektiğinde "dövülebilirler". Mirasta kadınlar erkeğe eşit değillerdir. Erkek, kadının iki katı mal alır. Kadının boşanma ve boşanılması durumunda çocuklarını sahiplenebilme hakkı yoktur. Kadınlar imam ve halife olamazlar. Yöneticilik yapamaz, topluma giremezler. Kadınlar tek başına tanık olamazlar. İki kadının tanıklığı bir erkeğe eşittir. Kadınlar örtünmelidirler. Seçime katılamazlar. "Uğursuzlardır". Kadının kestiği yenmez, v.b. (61).

Oysa, Alevilik kadın konusunda Şeriatın bu kurallarına bağlı kalmaz. Anadolu Alevi toplumunun tarihinden getirdikleri İslami bir biçime sokularak uygulanır. Dede Korkut'ta kadın "baş tacı" ve "evin direği"dir. "Kız anadan görmeyince öğüt almaz" denerek ailede ve çocukların ahlaksal eğitiminde kadın ön plana çıkarılır. Çoğu Türk boylarında aile başkanı kadındır. Türk destanlarında kadın kutsal bir varlık ve tanrıçadır. Yaratılış destanında Tanrıya insanları ve yeryüzünü yaratması düşüncesini Ak Ana adlı bir kadın verir. Oğuz'un anası Ay Kağan da böyle kutsal bir kadındır. Kadın için "hanım", "begüm", "bike", "eke" gibi adlar kullanır. Evli kadınlara karşı işlenen suçlar ağır cezaları öngörür. Şamanlığa göre gökyüzü ve güneş kadın, yeryüzü ve ay erkektir. Kırgızların Manas Destanı'nda kadın evin yazgı ve namusunun koruyucusudur. Kötü iş yapanları kadınlar kurtarır.

Kadının bağlılığı ve yuva sevgisi sınırsızdır. Kazaklar'ın Kablandı Destanı'nda kadın bir tanrıça gibi koruyucudur. Destan kahramanının en iyi arkadaşı kadın ve atıdır. Altay destanlarında kadının konumu yüksektir. Kahramanlar, eşinin ya da kızkardeşlerinin bağlılık ve destekleriyle ölümden kurtulurlar. Oğuz boylarında, kadın evde eşit haklara sahiptir. Giyiminde kapalı değildir. Eşiyle birlikte savaşlara katılır (62).

İslam dönemine giren Türk-Türkmenler'de de bu ve buna yakın kadın özelliklerini görürüz. Babai eylemine kadınlar da katılır. Toplantılarda "er-bacı" hep birarada yer alırlar. Birlikte semaha kalkılır, birlikte savaşa girilir. Alevi-Türkmen ayaklanmalarının hepsinde kadın ve çocukların katılımları vardır (63).

Aşıkpaşaoğlu'nun yazdıklarına bakılırsa Anadolu Sel-çuklu Devleti'nde Ahiliğin-Bektaşiliğin bir kolu olarak "Bacı-yan-ı Rum" kurulmuştur. Bu bir kadın örgütlenmesidir (64). Hacı Bektaş'ın manevi mirasçısı bir kadın olan Kadıncık Ana (Fatma Bacı)'dır. Şeri dünyaya karşın Alevi-Bektaşilikte za-viye, tekke ve ocak başında bir çok kadın bulunur. Kız Bacı, Ahi Ane, Sağn Hatun, Hacı Fatma, Hacı Bacı, Hundi Hacı Hatun, Surhe Bacı gibi... (65).

Anadolu'da dede ocaklarının başlarında "Ana"lara rastlanır. Tokat yöresi Hubyarlı Sıraç Alevilerinin bir bölümü Veli Baba'ya bağlanmışlardır. Onun Halep'e sürgünü ve orada ölmesinden sonra bu kesim eşi Anşa Bacı'ya bağlanırlar. Hatta bunlara Anşa Bacılılar denir. Anadolu'da kadın adına bağlı ocakların ilki budur. Afyon'un Emirdağ ilçesinde "Hüseyni" denen bir topluluk XX. y. yılın başlarından itibaren Zöhre Bacı'ya bağlanmışlardır (66).

Alevilikteki kadının konumuna bu bağlamda bakmak gerekir. Kadının konumu, İslam öncesi konumunun daha geliştirilmiş bir devamı niteliğindedir.

Alevilikte kadının toplumda önemli yeri vardır. Din adamı olan dedenin eşi "ana"dır. Ona da dede ölçüsünde saygı duyulur. Kadın erkeğiyle birlikte dinsel törene (Cem'e) katılır. Semaha kalkar. Kadın hayvan kesebilir. Şeriat dünyasındaki "kadının kestiği yenmez" anlayışı geçersizdir. Kadınlar eşleriyle birlikte savaşa katılırlar. Bunun en özgün örneği Çaldıran Savaşı ve çeşitli ayaklanmalardır. Çok evlilik ve çok eşlilik yoktur.

Hz. Ali, Hacı Bektaş ve daha birçok Anadolu velisinin yaşamı bunun örnekleridir. Bektaşiliğin idealize ettiği kadın tipi; "Kadıncık Ana"nın Alevi-Bektaşilikteki yeri ve düşünce için en güzel örnektir. "Hacı Bektaş Velayetnamesi"nde idealize edilen kadının konumunu Gölpınarlı şöyle çiziyor:

"... Kadına verilen hak. Uyanık Fatma Bacı, bütün erenlerin duymadığını duyuyor. O zaman kız, öyle olmasına karşın erenler meclisinde, onların yemeklerini pişirmede. Erenler meydanına ve muhabbetine kadını da erlerle birlikte alan Bektaşilikteki ileri görüşün, düşünce özgürlüğünün çekirdeğini taşıyor bu menkıbe" (67).

"Kadına saygı tasavvuf düşüncesinin belirgin niteliklerinden biridir" (68) diyor Doç. Y. N. Öztürk haklı olarak. Mutasavvıflar din, dil, ırk ayrımı gözetmedikleri gibi kadın-erkek ayrımı da yapmamışlardır. Kadın haklarının en büyük savunucuları olmuşlardır. Özellikle bunu onların evlilik yaşamlarında görebiliyoruz. Mutasavvıflar genellikle tek evliliği ve tek eşliliği uygulamışlardır. Ünlü hiçbir mutasavvıf birden çok evlenmemiştir. Mutasavvıflar (sofiler) "cariyelik" kurumuna da karşı çıkmışlar ve cariye edinmemişlerdir (69). Bundan olacak ki Alevi-Bektaşilikte "odalık", "oynaş", "metres" gibi kadını gerçek kişiliği dışında bir "gönül eğlencesi" olarak gören durumlar olmamıştır. Ayrıca "Talâk-ı selâse" denen kadını boşama ve ancak yeniden evlenerek ayrılması durumunda alabilme sistemi de yoktur (70).

Dünyaya daha insancıl, daha yumuşak bakan tasavvuf akımı için şeriatın katılığından kurtuluşun bir sonucudur bu. Bu nedenle olacak ki, Alevi toplumlannda kadın göreli olarak daha özgür ve daha katılımcı bir konuma yükselmiştir. Kaç-göç ve örtünme gibi kadını sakıncalı ve ayıplı gören anlayışlardan Alevi toplumu uzak kalmıştır. Aleviliğe göre; "önemli olan nokta, örtünme değil, 'utanma duygusudur' (hicab)" (71). Bu, kişiye iç denetim (oto-kontrol) getirir. İşte Alevi kadınını insanlık bilincine, kişiliğine ve kimliğine ulaştıran bu duygudur.

Alevi geleneğinde dolu bir kadın yüceltisi ve eşitliği vardır. Alevi düşüncesinin temeli olan Hz. Ali -çok eşli evliliği (poligami) iliklerine kadar sindirmiş Sami ırkının bir insanı olmasına karşın- eşi Fatıma ölmeden ikinci bir evlilik yapmamıştır. Hacı Bektaş'ın Kadıncık Ana'yla olan ilişkileri "Velayetname"de oldukça insancıl ilişkiler bağlamındadır. Alevi söylenceleri hep eşe verilen değer üzerine kuruludur. Örneğin Tokat yöresinde yaygın olan Hubyarlı Ocağı'nın kurucusu Hubyar hakkında anlatılan söylence bunun en açık örneğidir. Söylenceye göre, Osmanlı sarayına çağrılan Hubyar eşinden izin almadan yola çıkar. Köyün çıkışında tahta kılıcını taşa çalarak "nüfuzunu" dener. Kılıcı taşı yarmaz. Bu işte bir eksiklik var, der. Hanımından izin almadığı aklına gelir. Geri döner. Eşinden "helallik" (izin) alır. Yeniden "nüfuzunu" denediğinde tahta kılıcı taşı yarar, artık. Burada aile birlikteliği içerisinde kadına verilen üstün yer ön plana çıkmaktadır. Bilindiği gibi Alevilikte "canlar" sözü içerisine yalnız erkek girmez, kadın da bu kavramın içerisinde yer alır.

Alevi-Bektaşilikte kadın namusun, iffetin, dürüstlüğün simgesidir. Bu nedenle oldukça yüceltilir. Anadolu'da Alevi yörelerde kadınlar kavgaları durduran, barışı ve düzeni koruyan bir öğedirler. Kavga sırasında kadınların araya girmesiyle, kadının başındaki puşusunu (başörtü) döğüşen erkeklerin ayaklarının önüne atmasıyla kavga edenler dururlar. Kadının puşusu/leçeği namusun simgesi sayıldığından, namusla özdeşen kadının aracılığı kavgayı durdurur. Bu, kadının yüce bir değer olarak görülmesinin sonucudur (72).

Alevi - Bektaşilikte "aşını, işini, eşini bil" sözü, önemli ölçüde yol göstericilik özelliği taşıyan bir toplumsal yaptırımdır. Hacı Bektaş, "eşinden başkası bacı kabul edile" sözüyle tek eşliliği önermiş ve bunun savunucusu olmuştur. İnsan ve toplum doğasına, insan onuruna bunun uygun olduğu düşüncesindedir. Hacı Bektaş "Kadınlarınızı okutunuz", "Kadınlarını okutmayan uluslar yükselemezler" der. Böylece kadının toplumda yerini almasına ve "insan" işlemi görmesine çalışır.

Bir Bektaşi şiiriyle kanıtlayalım:

Bektaşi kimsenin malını çalamaz

İbadet etmek için tembel kalamaz

Bir kadın üstüne bir daha alamaz

Boşanmaz oldukça zevcesi sağ.

Hacı Bektaş'a göre kadın "eksik" değil, bu; kişinin, toplumun yanlış düşüncesinin ürünüdür. Şu dizeleriyle gerçeği ne çağdaşça dile getirmiştir:

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde

Hakk'kın yarattığı, her şey yerli yerinde

Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok

Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde...

Şu bir gerçek ki (araştırmacı İlhan Cem Erseven'in deyişiyle) "Alevi - Bektaşi tarikatının diğer tarikatlardan ayrılmış olduğu tek yön, bu tarikatın toplum içinde kadınlara vermiş olduğu büyük değerdir" (73).

İ. Zeki Eyuboğlu Alevi-Bektaşilikte kadının şu üç konumunu saptar:

• Kadın yaş durumu, evdeki ve toplumdaki konumuna göre ana'dır. Öyle sayılır, öyle sevilir.

• Kadın kocasının, erkeğinin yanında eş'tir. Karşılıklı saygı ve sevgi temeldir. Aynı zamanda tarikat gereğidir.

• Kadın bacı'dır. Eşinin dışında bütün canlarla kardeştir (74).

Eline, Beline, Diline Sahip Ol:

Alevi inanç dünyasının kökenini "Eline, beline, diline sahip ol" yasağı oluşturur. Bu yasaklar Önasya dinlerine özgü bir yasaklar düzenidir. Büyük olasılıkla Aleviliğe Maniheizm üzerinden geçmiştir. Maniheizmdeki "dilin, elin, belin mührü" aynen Alevi-Bektaşilikte vardır. Alevi-Bektaşi "Buyruk"u bu "üç mührün kişiyi kötülükten uzak tutacağı"nı vurgular (75). Zamanla bu yasaklar farklı türevlerde dile getirilseler de hepsinde doğruluk payı vardır. Şundan: Tarihsel süreci içerisinde Alevi-Bektaşilik değerlerini geliştirerek daha genelleşmiş, daha evrensel kılmıştır. Ahlak değerlerinin boyutları ulusal kültürünü de içerecek biçimde genelleşmiştir. Yani "el-bel-dil" yasaklaması zamanla "yurdunu, kültürünü, öz dilini koru!" boyutuna kadar genişlemiştir. Yazarların bu anlatımların birini kabul, ötekilerini yadsımalarına katılmıyorum. Soruna Alevi-Bektaşiliğin değerlerini ulusallaştırması ve evrenselleştirmesi açısından bakmak gerekir. Bu nedenle Maniheizm kaynaklı olan bu ilkeler Alevi-Bektaşilikle özümsenip; hem Alevi toplumu, hem de ulusal boyutta genellik kazanmışlardır.

Bilindiği gibi el, hırsızlıklan önlemeyi; bel, hakkı olmayan cinsellikleri yasaklamayı; dil, başkasını incitmemeyi, yalan söylememeyi amaçlar. Bunlar Cemlerde dualarla, gül beliklerle, öğütlerle sürekli yinelenir. Birer eğitim hükmü olmuşlardır. Toplumun beynine işlenmeye çalışılır. Bunlara uymayanlar Alevi toplumunca "düşkün" sayılırlar.

"El-bel-dil" ilkesi "edeb" sözcüğüyle somutlaşır. Alevi-Bektaşiliğin ahlak anlayışı burada yatar. Yunus Emre bu anlayışı "Elin tek, dilin pek, belin berk tut" biçiminde dile getirir. Kaygusuz Abdal; "Dört kitabın manası/Var eden öğren edep" der. 19. y. yılın Alevi Ozanlanndan Mir'ati ise bu ilkeyi şöyle dile getirir.


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə