Yazar: baki ÖZ 1996



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə8/15
tarix06.02.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#26155
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   15

Eyaletlerdeki mushaflar da yaktırılarak kitleler üzerinde etkin olan İbni Mesud ve Ubeyy b. Ka'b'ın kıraatları yasaklanmıştır (2). Emeviler 700 yıllarında Kuran'ın noktalanması üzerinde çalışmışlar. Emevi halifelerinden Yezid ve Abdülmelik bin Mervan'ın buyruğundaki zalim ve kan dökücü vali Hattat İbni Yusuf-i Saggaf Kuran'a noktalama işaretlerini sokmuştur. Bu yolla sözcük ve tümcelerin anlamları değişebilme olanağı bulmuştur (3).

Kuran'ın kimi ayetlerinin azlığı çokluğu üzerinde Şia durmuştur. Kimi saptamalar da yapılmıştır. Yalnız Kuran'ın "Tanrıca korunduğu" yargısına vararak Kuran üzerinde inançta birliği düşünmüşlerdir (4).

Alman tarihçi A. J. Dierl; Peygamberin ölümünden yaklaşık 20 yıl sonra onun söylediği ayetlerden derlenen "Osman Kuran'ı"nın Emeviler'in çaba ve kararlarıyla düzenlendiği "birçok filtreden geçmiş ve özgün biçiminden uzaklaşmış" olduğu kanısındadır (5).

Alman Kuran Tarihçileri Nöldöke ve Schwally'ye göre Kuran'ın eksik ve Ebu Bekir - Osman lehlerine düzenlendiği konusunda ilk uyarılar Şii bilginlerinden gelmiştir. XI. y. yıl yazarları Kuran'da 500 dolayında yerin yanlış düzenlendiğine dikkatleri çekerler. Şii otoriteler Kuran'da birçok ayetin Halife Osman'ca çıkarıldığını ileri sürerler (6). Kuran tarihçilerine dayanan Muammer Sencer ele geçen Kuran yazmaları arasında farklılıklar olduğunu kanıtlar (7).

Alevilere Göre Kuran'da Ali ve Ehlibeyt Çıkarılmıştır:

Alman tarihçi A. J. Dierl, Kuran'da Ali ve Ehlibeyt'le ilgili yerlerin Ebu Bekir, Osman ve Emeviler dönemindeki düzenlemelerde çıkarıldığını şöyle dile getirir:

"Osman Kuran'ı çarpıtılmış bir Kurandır. Derlemesi sırasında önemli bölümler, özellikle de Ali ile ilgili bölümler peygamberin demokratik, sosyalist, hümanist görüşlerini içeren bölümler atılmıştır. Geri kalan kısım ise temasal ve kronolojik olarak bir kaosa çevrilmiş, anlamını bütünüyle değiştirecek bir çerçeveye sokulmuştur. Emevi hanedanlığı Osman Kuran'ının dilinde de çarpıtmalar yapmıştır" (8).

Savlara göre çıkanlanlar Kuran'ın yüklü bir bölümünü ve ana eksenini oluşturur. Dierl'e göre:

"Muhammed'in asıl Kuran'ındaki 400'den çok metin Ali ile ilgiliydi, fakat bunlar Osman Kuranında yer almamıştır. Bu tasfiyeden yalnızca 'üstü kapalı' pasajlar kurtulabilmiştir" (9).

Aleviler de bu kanıdadırlar. Yönetimde kalabilmek için Halife Osman ve Emevi yöneticileri Kuran'ın asıl metnindeki Ali ve Ehlibeyt'le ilgili metinleri çıkarmışlardır. Bu tutumları onlara gelecek yılların yöneticisi olma olanağını sağlamıştır, ama İslamı bozma suçunu ve ayıbını da omuzlarına yüklemiştir. Dierl şunlan yazıyor:

"Alevi, şimdiki Osman Kuranının gerçek Kuran'ın deforme, tahrif edilmiş bir kopyası olduğundan emindir. Muhammed'in yazıları Halife Osman tarafından kronolojik ve temasal olarak bir kaosa dönüştürülmüş, sayısı 400'ü geçen makalelerde yer alan Ali, domokrasi ve sosyal adalet ile ilgili bölümler çıkarılmıştır" (10)

Alevilerde Kuran'a Bağlılık:

Alevilik, İslam çerçevesindedir. Aleviler yediden yetmişe kendilerini Müslüman görürler. Kuran'ın Halife Osman ve Emeviler'ce kendi çıkarlarını koruyacak biçimde düzenlendiğini bilmelerine karşın, Kuran'a inanırlar. Tören, ayin ve geleneklerinde Kuran temeldir. Kuran'a dayanılarak tören ve geleneklerini sürdürürler. "Başımız Kuran'a bağlıdır" sözü Alevi çevrelerinde sık sık duyulan bir söyleyiştir. Alevi toplumunun sesi olan Pir Sultan "Muhammed dinidir bizim dinimiz" demektedir. Hacı Bektaş Çelebisi A. C. Ulusoy'dan dinleyelim bu bağlılığı:

"Alevi-Bektaşi yolunda Kuran'a saygı açıktır, özden gelir. Ayetlerin yorumundaki içtenlik, lâubalilikten değil, sevgi ve yakınlıktan gelir. Ayinlerde, nikâh törenlerinde, ölümle ilgili toplantılarda o işlerle ilgili Kuran ayetleri okunur, saygı ile dinlenir. Kuran, Alevi-Bektaşi inancında 'insanların yücelmesine yönelik her tür inanışın kaynaklandığı kutsal kitap'dır" (11).

Alevi-Bektaşiler sohbete, muhabbete, düvaza başlarken "Muhammed'e salavat" sözüyle başlarlar. Alevi-Bektaşiliğin temel kaynakları olan "Buyruk"lar, Hacı Bektaş Veli'nin bütün kitapları Kuran'ın ayetlerini ve hadisleri işler, yorumlar ve referans gösterirler. Kısaca "Buyruk" ve Hacı Bektaş'ın kitaplarındaki düşünceler, görüşler Kuran ve hadisler üzerine oturtulmuştur. Bu kitaplara bir gözgeçirilmesi olayın bu yanının açığa kavuşması açısından yeterlidir.

Alevi-Bektaşiler Kuran'ın kendi aleyhlerine düzenlendiği, haklarında olumsuz yönde kimi hadislerin uydurulduğu kanısında ve bilincinde olmalarına karşın, yine de Kuran ve hadisleri inançlarının temeli olarak görürler.

KESİM V - DİPNOTLAR:

(1) Geniş bilgi için bkz: Celalettin Ulusoy - Hünkar Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşi Yolu, Hacıbektaş, 1986, s: 115 v.d.; Turan Dursun - Din Bu, Kaynak yay. İst. 1991, c: III, s: 179 v.d. Alman tarihçisi Theodor Nöldöke ve F. Schvvally'nin "Kuran Tarihi"nin bir özetlemesi için bkz: Şinasi Koç - Gerçek Kuran Tarihi Okumak ister misiniz? Ank. 1986, c: IV, s: 20 v.d., 51 v.d., 87 v.d.

(2) Özkırımlı (1990), s: 19.

(3) Anton Jozef Dierl - Anadolu Aleviliği, Ant yay. İst. 1991, s: 131 v.d.

(4) Bkz: Gölpınarlı (1978), s: 214-224 arası.

(5) Dierl, s: 18, 23.

(6) Nöldöke ve Schwally"den özetlemeler için bkz: Koç IV/49 v.d.

(7) Levvis'in Kuran varyantları arasındaki değişiklikleri gösterir çizelgesi için bkz: Muammer Sencer - Sosyolojik Açıdan İslam Felsefesi Tarihi, Erk yay. 1974, s: 103, s: 103 v.d. Ayrıca Kuran'ın farklı dizinleri için bkz: Koç, IV/99 v.d.

(8) Dierl, s: 29.

(9) Dierl, s: 93.

(10) Dierl, S: 74.

(11) Ulusoy, s: 202.

...

KESİM: VI



"ALİ ALLAH" MI?

MC Hükümeti okullar için bir takım ders kitaplan yayınlamıştır. Bunlardan biri de Prof. Mubahat Küyel'in yazdığı "Felsefeye Başlangıç" kitabıdır. Şiiliğin aşırı kollarından biri olarak kabul edilen Galiyecilik Alevilik olarak sunulur ve Alevilerin Ali'yi Tanrı olarak bildikleri kanısı işlenir.

Doğallıkla yazar sapla samanı karıştırmaktadır. Alevilikle Galiyecilik inanış olarak örtüşmemektedir, özdeş değillerdir. Yazar, belki bunun bilincindedir ama amacı Aleviliği yanlış tanıtmaktır. Ard niyeti bilgisine üstün gelmiştir.

Bu karalama zincirine son dönemler T. M. Sözengil'in "Tarih Boyunca Alevilik" kitabı da eklenir. Şunu söylüyor Sözengil:

"Bunlar Allah'ın Hz. Ali'den tecelli ettiğini, daha sonra da Muhammed bin El Hanifıyye'ye geçtiğini, en son olarak da Amr bin Harb'de göründüğünü iddia ederler" (1)

Nerede, hangi Alevi toplumunda ve Alevi klasiğinde bu inanca-bilgiye rastlamış bilemiyoruz? Yalnız bildiğimiz tek birşey var; o da, bu tiplerin ard niyetlilikleri.

Görülen şu ki Galiyecilik ön plana çıkarılarak, Alevilik bu noktada suçlanmaya çalışılıyor.

Nedir Galiyecilik?

"Gali" sözü "aşırılığa kaçan, sınırını aşan" anlamına gelir. Çoğulu "gulat"tır. Arapça "gulüvv"den gelir. Şia mezhebinin kollarındandır. Ali'ye kutsallık ve tanrısallık verir. Şiilik içerisinde yeterince güç kazanamamıştır. Ali sevgisine yer veren mezhepler de bu aşırılığa kaymamışlardır. Dolayısiyle Galiyeciliğin Şii mezheplerden çok Batıniliğe kaydığı görülür.

Abdullah bin Seba tarafından kurulduğu, Ali'ye "Sen Tanrısın" dediğini, Ali'ninse bu tür iddiaları yasakladığını tarihler yazarsa da Abdullah bin Seba diye bir kimsenin yaşamadığını biliyoruz. Uydurmadır. Yalnız karakteristik yanı Ali'ye özel bir yer vermeleri, aşırı sevmeleri ve Onu "Tanrı" olarak nitelemeleridir.

Galiye ikiye aynlır. Bir bölümü Ali'nin tanrılığına inanırlar. Bu Abdullah b. Seba "Masalı"ndan türeyen koldur. Zamanla şu kollara ayrılmıştır: Muhammediye, Hattâbiyye, Kâmiliyye, Cenâhiyye, Beyâniyye, Harbiyye, Berkukiyye, Mukannaiyye, Hulmaniyye, Hallaciyye, Ezâfıre, Nusayriyye ve Dürziyye'dir.

İkinci kolsa, Tanrı'nın Ali'nin vücudunda göründüğüne ve bütün imamlarınsa peygamber olduğuna inanırlar. Bu inanıştaysa Gurabiyye, Mansuriyye, Mugiriyye, Seb'iyye, Şureykiyye, Ammariyye ve Babiyye kolları türemiştir.

Galiyeciler önceleri yalnız Hz. Muhammed'in geri döneceğine inanıyorlardı. VIII. y. yılda Cabir-ül-Câfi Hz. Ali'nin de geri döneceği görüşünü benimser. IX. y. yıldan sonraysa bu mezhep bağlıları tüm imamların geri döneceği inancını ileri sürmüşlerdir.

Galiye inancı, şeriatçıların "bidat" saydığı şu yenilik ve farklı düşünceleri getiriler:

• Tanrı her dilde konuşan bir insan biçiminde tasarlanır (Hulûl).

• Haram şeyler mübah sayılır (İbâhâ).

• Birçok ölünün kıyametten önce ditilip dünyaya geri döneceklerine inanılır (Ric'ât).

• Ruhun bir bedenden bir başka bedene geçtiğine ve sonsuza dek yaşadığına inanılır (Tenâsuh) (2).

Alevilikte Ali Tanrı mı?

Doğallıkla değil. Alevilerin böyle bir inancı yok. Hz. Ali sevilir, yüceltilir. Hakkında birçok olağanüstülüklere inanılır. Yalnız yaratıcı bir tanrıya, onun peygamberi olarak da Muhammed'e ayrı ayrı inanç duyulur. Aleviliğe göre Ali ne Tanrı'dır, ne de peygamber. Ali, imamdır. Halifelik konusundaysa "hakkı yenmiş" olarak bilinir. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra siyasal kulisler ve oyunlarla halifelik Ali'ye verilmemiştir. Bu alanda peygamberin önerileri, istekleri, vasiyeti de gözardı edilmiş ve görmemezlikten gelinmiştir. Aleviler ilk üç halifeyi (Ebu Bekir, Ömer, Osman) bu nedenle sevmezler. Peygamberin önerilerine uymamakla, onları siyaseti İslamlığa yeğlemekle suçlarlar. Aleviler, Aleviliği bu "Yol, Muhammed - Ali yoludur" biçiminde formüle ederler. Yollarının başına peygamber Muhammedi yerleştirirler. Hz. Ali'yi de onun ardılı, onun ilkelerinin, yolunun sürdürücüsü olarak görürler. Asıl İslamlığın, öz İslamlığın da Alevilik olduğuna inanırlar. Hz. Ali'nin olağanüstülüklerini kabul etmekle birlikte Muhammed'in peygamberliğini tanırlar. Hz. Muhammed için gözyaşı döken birçok Aleviyi gözlemlemişimdir. Alevinin gözünde Tanrı gerekli yerindedir. Alevinin Tanrıyla bir sorunu yoktur. Tanrı olgusuna tasavvufi olarak yaklaşırlar.

Aleviler iyi, erdemli insan olmanın yolunu şu özdeyişleriyle dile getirirler: "Maya Muhammed'den evrah Ali'den olmalı". Alevi düşüncesinin ve inanışının inceliği burada. Muhammed hiçbir zaman Alevi düşüncesinde dışlanmıyor. Yolun başına oturtuluyor.

Ali'nin tanrılığı, Alevilerin Ali'ye verdikleri üstün değerin bir sonucu olmalı. Bu nedenle Galiyecilik, Hurifılik gibi kimi Alevilik türevleri (varyantları) Ali'yi aşırı sevmeleri sonucunda ona kutsallık ve tanrısallık vermişlerdir. Doğallıkla bu Aleviliği bağlamaz. Alevilik bu konuda en akılcı kalanıdır.

Gerçi, Aleviliğin kendine özgü bir Tanrı anlayışı vardır.

Bu da Şer'i-İslamcı çevrelerle ters düşmesine neden olmuştur. Alevilik bir yerde tasavvufi ve batınice düşünür. Tanrı'yı tüm evrende, canlıda görür. Evrendeki herşeyin Tanrının birer parçası, görünümü olarak algılar. Tanrıdan bir parça olduğu için insanı yüceltir. Tanrısıyla bir olmanın, onunla bütünleşmenin yollarını arar. Ünlü "Enelhak", "Vahdet-i vücut" anlayışları bu inancın sonuçlandır.

Aleviliğin tanrısına bakışında Şer'i-İslamcı çevrelerin kesinlikle katılamayacağı yanlar vardır. Alevi yerine göre tanrısını irdeler, sorgudan geçirir. Doğallıkla tanrısını sorgularken Şer'i-İslamcı çevrelerin Tanrı anlayışını ve onların ham sofuluklarını eleştirmiş olur. Alevilik bu yüce değer olan insana Tanrı'nın birer azap kuyusu olan cehennemi uygun görmeyeceği, insanlar karşısına "sırat köprüleri" biçiminde korkunç tuzaklar hazırlamayacağını düşünürler. Yunus Emre:

Kıl gibi köprü gerersin geç deyi

Gel seni sen tuzağımdan seç deyi

Ya düşer ya dayanır ya uçar

Kıl gibi köprüden adem mi geçer.

Kaygusuz Abdal'sa şunu söyleyerek cehennem olgusunu yeriyor:

Kıldan köprü yaratmışsın

Gelsin kullar geçsin deyü

Hele biz şöyle duralım

Yiğit isen geç a Tanrı.

Şer'i-İslamcı dünyanın tanrı ve din anlayışını yeren Alevi-Bektaşi inancı Kaygusuz'un "Kaldır perdeyi aradan" dizesinde olduğu gibi Tanrı'yla birlikteliğin yollarını aramıştır.

Tanrıyı başka yerde değil; kendinde, içinde aramış ve bulmuştur. "Allah - Muhammed - Ali" üçlemesinde düşünüldüğü gibi; yücelik, ululuk yetkisi Tanrı'dan Muhammed'e oradan da Ali'ye geçmiş olur. Böylece İ. Z. Eyuboğlu'nun da belirttiği gibi Ali'nin kişiliğinde beliren kutsallık-tanrısallığın "İnsanla bağlantılı bir yanı" vardır. Şer'i-İslamcı dünyanın insanla Tanrı arasına koyduğu derin uçurum, Alevi-Bektaşilikte "insanın yararına" küçülmektedir (3).

Şer'i-İslamcı çevrelerin Aleviliği Galiyecilik olarak nitelemeleri Alevi-Bektaşiliği suçlamanın kapılarını aralamaktır. Aleviliğin Galiyecilikle örtüşen ve örtüşmeyen yanları yukarıda belirttiğimiz gibidir.

İnsanı kutsallıştırma inancı Hurufilik kaynaklıdır. Yalnız, Alevilik bunu olduğu gibi almamış; daha geliştirerek kendi sistemi içinde özgüleştirerek almıştır. Tanrının en üstün, en olgun, en eksiksiz yaratılış gücünün ürünü sayılan insanı renklendirmede Alevi-Bektaşi sanatçılar büyük beceri gösterirler. Bu beceri Hurufilik etkisini dolaylı kılar, en aza indirger. Hiçbir zaman Hurufilik temel olarak algılanmaz. Hurufîlikten aldığı kimi değerlerle kendi felsefesini besleyen Alevilik, insanın kutsallığı ilkesini sürekli yineler. Kutsal olan insanı öldürmek, Alevilikte en büyük günah sayılır. O nedenle katiller kesinlikle bağışlanmaz, toplumca dışlanırlar. Bu, sonuçta, canlıların yaşamına saygıyı doğurmuştur. Alevi-Bektaşilerde avcılık yapılmaz, kasaplık da kabul edilir mesleklerden pek sayılmaz.

Alevilikte dedeye bağlanma (biat), sonuçta Tanrıya bağlanmanın yöntemidir. Dedeye bağlanan, bu eylemiyle Hz. Muhammed'e bağlanmış kabul edilir. Hz. Muhammed'e bağlanmaysa Tanrı'ya bağlanma (biat) sayılır. Bu işleme Alevi-Bektaşilikte "el ele, el Hakka" denir. Tanrıya ulaşmanın yolu olarak, bu dedeye bağlılık anlayışı, "Alevi kitlenin bir arada tutulmasının basit ama, etkili formüllerinden birisi" olur (4).

KESİM VI - DİPNOTLAR:

(1) Bkz: Sözengil. s: 16.

(2) Bkz: Orhan Hançerlioğlu - İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst. 1975, s: 202.; Meydan Larousse Ans. Sabah yay. c: 7, s: 353

(3) Eyuboğlu, s: 244.

(4) Bkz: Rıza Zelyut - Öz Kaynaklarına Göre Alevilik, Anadolu Kültürü yay. İst. 1990, II. baskı, s: 64 v.d.

...

KESİM: VII



ALEVİLİKTE SÜNNİ-İSLAMIN UYGULAMALARI NEDEN YOKTUR?

Aleviler Neden Camiye Gitmezler:

Alevilerin Sünni-İslamın namaz, oruç gibi koşullarını yerine getirmeyişi tarihsel, toplumsal, siyasal ve felsefik birçok nedene dayanır. Şöyle sıralayabiliriz:

• Mekke kabilelerinden Kureyş'in Haşimoğulları soyuyla Ubeydeoğulları soyu arasında yönetim, ticari alanlarda sürekli üstünlük yarışı vardı. Haşimoğulları'ndan Hz. Muhammed'in ortaya çıkışı, üstünlüğü Haşimoğulları'na geçirecektir endişesiyle Ubeydeoğulları'nı korkutur. Yeni çıkan dine, İslamlığa cephe alırlar. Ebu Süfyan Mekke'nin alınışı sırasında (630) Müslüman olmak zorunda kalır. Yeni yönetime yön vermenin İslamın dışında değil, içinde olmakla mümkün olacağı düşüncesindedir.

Ubeydeoğulları aynı soydan Osman'ın halifeliğe gilişiyle, ötedenberi karşı oldukları İslamlığın yönetimini ele geçirmiş olurlar. Muaviye, Osman döneminde Suriye'yi eline alır. Ali'nin yönetimine karşı çıkar. Ali'nin öldürülmesinden sonra zorla Hasan'ı halifelik dışı bırakır. Oğlu Yezid, Hüseyin ve ailesini Kerbela'da (680) kılıçtan geçirerek peygamberin soyunu tümüyle ortadan kaldırmaya çalışır.

Emevi halifelerinin hiçbiri İslam kurallarına saygılı değillerdir. Yezid, Suriye askerlerine Medinelileri katlettirir. Kenti yıktırır (683). Mesciti ahıra çevirttirir. Türbeleri, süslerini alabilmek için yaktırır (1). Abdülmelik döneminde Abdullah bin Zübeyr'in halifelik için ayaklanması bahane edilerek "kentin kutsallığına" bakılmadan Mekke mancınıkla taş yağmuruna tutulur (692). Emeviler İslamı yaymaktan çok; soylarını egemen kılmak, yayılmak, ülke almak ve yağma yapmak çabasındadırlar.

II. Yezid tüm günlerini güzel cariyelerinden Sellamet, Ül-Kas ve Habâbe'yle geçirir. Şarap içer. II. Velid cariyesine erkek giysisi giydirerek camiye namaz kılmaya gönderir. Kuran'ı hedef tahtası yapıp okçulara oklattırarak; "Haydi bakalım Muhammed'in kitabı, ne yapacaksan yap bana"... diyerek meydan okur. Büyük bir olasılıkla Mani dinine geçer. Bir başka Emevi halifesi namaz kıldırırken cemaate; "Yeter mi? Biraz daha kıldırayım mı?" diyerek İslamlıkla alay eder (2).

Emeviler "yalancı ulemalar" ortaya çıkarırlar. Bunlar Hz. Ali'yi kötüleyen sözler uydurarak, peygambere mal ederler. Bu yolla Ali soyuna hakaretler yağdırırlar. Ali soyuna karşı bu küfür ve karalama kampanyası II. Ömer döneminde (717-720) kısa bir dönem yasaklanırsa da, tüm Emevi yönetimi boyunca sürer. Kampanyanın merkezi camilerdir. Camiler Emeviler'in bir propaganda merkezleri olur. Emeviler propaganda için camilere minber eklerler. Bu uygulamalar Ali soyunu ve sevenlerini camiden koparır.

Emevilerce başlatılan bu politik tutum günümüzde de sürdürülmektedir. Politika, din görevlilerinin ağzıyla camilerde dile getirilir, cemaata aşılanmaya çalışılır. Öz olarak Emevilerce yürütülen karalama kampanyasının aynıdır. Değişen bir yanı yok. Amaç, camiye giden Sünni cemaate Sünnilik dışı kesimler hakkında olumsuz bakış açısı kazandırmaktır.

Günümüzde bir Alevinin camiye gitmesi her türlü hakareti göze alması demektir.

Bu alanda birinci derecede suçlu, camileri katı politik merkezler durumun dönüştüren ve bu dönüştürmeye göz yuman yetkililerdir. Oy istismarcılığı nedeniyle görmemezlikten gelen, dahası alttan alta özendiren siyasal çevrelerdir. Bu nedenle, toplumsal birliğe inanılıyorsa; devlet, camileri yalnızca dinsel konuların konuşulduğu, Sünni insanların namaz kıldığı ibadet evleri durumuna dönüştürmek zorundadır. Günümüzde her yanın camiyle donatılması ibadethane yetersizliğinden kaynaklanmamaktadır. Camiler artık, gerici-bölücü siyasal görüşlerin harmanlandığı, örgütlendiği ve yayıldığı politik birimler olarak görev yapmaktadırlar.

• Camilerin İslam toplumlarında kazandığı politik işlev, Alevileri bu kurumlardan uzaklaştırmış ve bunların dışında bu kurumlara karşın varlıklarını sürdürmek durumunda bırakmıştır. Türkler İslam oldukları dönemlerde camilerden kopma olayı tamamlanmıştı zaten.

Camiden kopuş Aleviye kendi ibadet biçimini yaratma olanağı vermiştir. Bu Cem'dir. Cem, camiden dışlanan Alevinin camiye karşı oluşturduğu tapınç kurumudur. Anadolu Aleviliği tapınımını başından beri cemlerle yerine getirmiştir.

Aleviler ard düşüncesiz ve içten inançlar taşır. Bu nedenle Alevilerin camiye gitmeyişleri kimi bağnaz çevrelerin ileri sürdüğü gibi onların dinsiz olduğunun kanıtı değildir. Aleviler de inanırlar. Ama tapınımlarını belirttiğimiz tarihsel, toplumsal ve siyasal nedenlerle camilerde değil, cemlerde yaparlar. Alevinin inancı Sünniliğe göre ayrı bir çığırda gelişmiştir.

Asya'da ve Anadolu'da ilk İslamlaşma, merkezi İslamın dışında oldu. Kısaca bu yörelerde ilkin İslam adına Alevilik yayıldı. Yerleşik, kentli, mülkiyet sahibi çevreler merkezi İslamlıkla ilişkiye geçmiş, yöneticilikler koparmışlardı. Alt tabakalar böylece ta başından merkezi İslamın (Sünnilik) dışına itilmişlerdir. Çoğunluk Aleviliği benimsemişlerdir. Böylece toplumsal kesimler bir arada tapmamama durumuna düşmüşlerdir. Camilerin yönetici devlet kesimlerinin politik araçları biçimine dönüşmesi, alt kesimlerin inançlarına hakaretlerin ortaya çıkması, alt tabakaların camilerde kopuşunu gündeme getirmiştir. Doğallıkla kopan bu kesim kendine özgü bir ibadet biçimi yaratacaktır. Bunun da merkezi Cem'ler olmuştur. Alevi geleneği ilk özel toplantıların Cafer'üs Sadık dönemiyle başladığını söyler ki, ilk Cemlerin bu toplantılar olduğu, bunların Cemlerin ilk proto tipleri olduğu kabul edilebilir. Cem kurumunun Babai olayı sırasında biçimlendiği, kurumlaştığı kesindir.

• Aleviler genellikle yoksul insanlardır. Çalışmak, üret-mek zorundadırlar. Yaşamlarını sürdürmeleri doğrudan çalışmalarına bağlıdır. Günde beş kez işlerini durdurarak namaz kılmaları, uzun zaman oruçlu kalmaları onları verimsiz kılar. Sonuçta aç bırakır.

Tarih boyunca Aleviler genellikle göçer halktır. Göçer yaşamında yerleşikliği gerektiren mimari yapılar pek kurulamaz. Camilerse yerleşik ve kentli kültürlerin gerektirdiği ve ürettiği yapılardır. Genellikle göçer olan Aleviler bu tür yapılar kuramazlardı. İslamın "Tanrı'ya kulluk ediniz" inancı giderek camiyle, namazla, oruçla simgeleştirilmesi Alevileri bunun dışında yeni yollar geliştirmeye yöneltmiştir. Belirli dönemlerde yapılan Cem'ler bu açıdan genellikle göçer olan Alevilerin yaşama biçimlerine uygun düşmüştür.

Günümüz koşulları bu açıdan Sünni kesimi de etkilemiştir. Kimisi sürekli çalışmak ve işini bırakmamak zorunda oluşundan, kimi varlıklı çevrelerinse gerek duymamalarından camiye gidişlerde düşüş olmuştur. Siyasal nedenlerle siyasi-dinsel çevrelerin zorlaması olmasa bu oran daha da düşecektir. Namaz artık kimi yaşlıların uyduğu ve zaman geçirmek için camiye gittiği bir ibadet biçimine dönüşmüştür.

• Alevilerin namaz kılmaması, oruç tutmaması, camiye gitmemesi, hac yapmamasının asıl nedeni Alevi felsefesine dayanır. Alevilikte tapınımda içtenlik temeldir. Tüm tapınmalar Tanrıya yöneliktir ve sonuçta amacı insanı olgunluğa ve erdemliğe ulaştırır. Bunun için de Alevi, mekan, süre gibi sınırlamalar ve koşullandırmalar tanımaz. Bu alanda özgür kalır.

Aleviler, ceza ve ödüllendirmeyle yapılan ibadetin Tanrıya gerçekten "Kulluk inancı" taşımadığı kanısındadırlar. Tanrıya içtenlikle bağlılık Alevilikte esastır.

Namazı, orucu, haccı temel alan ve mutlaklaştıran anlayışla Alevi anlayışı arasında derin felsefik aynlıklar vardır.

• Alevilikte dindar olmanın yolu namazda, oruçta, hacda geçmez. Alevileri bunlar bağlamaz. Araştırmacı Rıza Zelyut'un belirttiği gibi, "Namaz reddedilmez, ama ibadet onunla sınırlandırılamaz". Alevilerin namaza bakışları Sünnilere göre de farklıdır. Aleviler Kuran'dan kaynaklandığı iddia edilen bugünkü biçimiyle yapılışını kabul etmezler. Kuran'da söz konusu olan namaz değil, "Salat"tır. Bu da Tanrıyı içten anıp selamlamak eylemidir. Bugünkü namaz Kuran'da tanımlanmaz ve biçimi belirlenmez. Ne ölçüde, kaç kez yerine getirileceğine ait bilgi de yoktur.

İslamlığın kuruluşunda, müslümanlığı pekiştirmek amaçlarıyla namaz kılınmıştır. Zelyut'a göre, "Bu namaz, putataparlık inancını ve tapınma biçimini Araplardan söküp atmanın bir aracı olarak uygulanmıştır. Elinden putları ve tapınma biçimi alınan Araplar için, eski inanışın yerini dolduracak bir ilk uygulama olarak namaz kılınmıştır. Fakat, bunun kaç rekat kılındığı, hangi vakitler kılınacağı konusunda anlaşmazlık vardır. (...) Eğer namaz Tanrı'nın kesin buyruğu ve gelecek zamanlara da uzanmasını istediği bir buyruğu olsaydı, namaz olgusunun böyle boşlukta bırakılmaması gere-kirdi" (3).

İbadetler Gece Yapılır.

Gündüzler Çalışmaya Ayrılmıştır.

• Beş öğün namaz Alevilerde yoktur. Bu Sünni-İslamlığa özgüdür. Alevilerdeki namaz, "niyaz"dır. Bu da Cami'de değil, Cem'de yapılır. Aleviler -biraz da-, Şer'i-İslamın baskısı sonucu tapınmalarını gece yürütmüşlerdir. Bu konuda Kuran'ı dayanak alırlar. Çünkü Kuran, tapınmanın çalışma saatleri dışında gece ve açıktan kaçınılarak yapılmasını buyurur. Kuran şunları söyler:

"Ve namaz kıl güneşin zeval vaktinde, geceleyin karanlık basınca ve fecir çağında; şüphe yok ki sabah namazı, meleklerin tanık olduğu bir namazdır. Gecenin bir kısmında uyanıp namaz kıl, bu namaz sana mahsustur..." (Al-İsra, 78-79).

"Geceyi bir örtü olarak yarattı, uykuyu, bir dinlenme zamanı olarak ve gündüzü de, adeta yeni bir hayat olarak halk etti", "... Gecelerini Rablerine secde ederek, onun kapısında kıyamda bulunarak geçirirler" (Al-Furkan, 47-64).

"Ve an Rabbinin adını sabah ve akşam". "Ve geceleyin de secde et artık ona ve tenzih et uzun gecelerde Onu" (Al-Dahr, 25-26).

"Ve geceyi herşeyi örten bir örtü yaptık", "Ve gündüzü de geçim zamanı" (Al-Naba, 10-11).

"Ve delillerindendir uykunuz geceleyin ve gündüzün lütfundan rızkınızı arayıp buluşunuz. Şüphe yok ki bunda duyan topluluğa deliller var" (Al-Rûm, 23).

"Geceleyin kalk namaza...", "ibadet için gece pek uygun". "Şüphe yok ki gündüzün, işin-gücün vardır". "Rabbin daha iyi bilir, gerçekten de senin, gecenin üçte ikisinden ve yarısından daha az ve bazı vakitlerde de üçte biri kadar bir zamanında kalktığını ve seninle beraber bulunanların bir bölüğünün de kalktıklarını..." (Al-Muazzammil, 20).


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə