DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
36
yansıtmaktadır. Tıpkı adı geçen Hıristiyan filozofları gibi, Kindî
de sabit
ayağı dini akide üzerinde çakılı olarak bulunan bir pergelin hareketinde
düşüncesini geliştirir. Klasik dönem düşünürlerinin temel tartışma alanını
oluşturan Allah’ın zatı ve sıfatları meselesinde Kindî Aristocu-Yeniplaton-
cu sonuçlara iltifat etmez ve büyük ölçüde yaşadığı çağın mütekellimleriy-
le uyum içerisinde hareket eder. Ama buna rağmen filozofumuz yoktan
yaratma gibi inanç ilkelerinin temellendirilmesinde felsefi argümantasyan
biçimlerini kullanmaktan da asla vazgeçmez. Bu yönüyle Kindî dinle iliş-
kili birtakım
kritik konularda, Fârâbî ve İbn Sîna’dan farklı olarak, felsefe-
yi inancın, makulü müsellemin hizmetinde kullanır.
Bu meyanda Kindî’nin Yunan felsefi öğretilerini kullanarak bazı Kur’ân
âyetlerini açıklama cihetine gittiğini görmekteyiz ki, bu onu felsefi tefsir
geleneğinin ilk mühim mümessili kılmaktadır. O, Risâle fi’l-İbane an Su-
cudi’l-Cirmi’l-Aksa isimli eserinde “Yıldızlar ve ağaçlar secde ederler”
(Rahman 55/6) âyetini, Risâle fi Kemmiyyeti Kütbi Aristutalis ve ma Yuh-
tacu ileyhi fi Tahsili’l-Felsefe isimli eserinde de, İslâm’da yoktan yaratma
düşüncesinin temel dini kaynağı olan “O bir şeyin olmasını
dilediği zaman,
O’nun emri ona ‘ol’ demektir. O da hemen oluverir” âyetini ve başka âyet-
leri felsefi olarak tefsir etmeye çalışır. Fârâbî ve İbn Sîna’nınkilerle
5
muka-
yese ettiğimizde, Kindî’nin tefsirlerinin düşünme ve çıkarım tekniklerin-
den ziyade maksadı hâsıl etmeye yoğunlaştığını söyleyebiliriz.
Kindî’yi sonraki İslâm filozoflarından farklı kılan ve kelâmî atmosferle
irtibatlandıran bir diğer husus da peygamberle filozof arasında yaptığı karşı-
laştırmada kendini göstermektedir. Ona göre, filozofun elde ettiği bilgi man-
tık ve matematiğe dayalı birtakım araştırma ve inceleme süreçlerinin ardın-
dan ve zaman içerisinde gerçekleşirken peygamberin sahip olduğu bilgi
bunların hiç birini gerektirmeksizin gerçekleşir. Yani Allah’ın peygamberle-
re vermiş olduğu bilgiler belli yöntemler eşliğinde
tikelden tümele yüksele-
rek cereyan eden normal bilme süreçlerini ve kulun herhangi bir dahlini ge-
rekli kılmaksızın, Allah’ın iradesinin bir neticesi olarak gerçekleşir.
Gerçekte bu bilgi, şanı yüce Allah’ın hakkı (yani vahyi) ka-
bul etmeleri için onların nefsini temizlemeyi ve aydınlatmayı
dilemesiyle, O’nun desteği, ilhamı ve vahyi ile gerçekleşir
(Peygamberlerin) bilgisi tahsil süresine ve başka şeye gerek
kalmaksızın kendilerini gönderen şanı yüce Allah’ın irade-
siyle gerçekleşir. Akıl da bunun şanı yüce Allah’ın katından
olduğunu yakînen bilir Şayet bir kimse peygamberlerin
gizli ve gerçek olaylar hakkında
sorulan sorulara verdiği ce-
vapları iyice düşünür ve onları bu konuda uzun süre ciddi
5
İbn Sîna’nın görüşleri için bkz. Hidayet Peker, “İbn Sîna’nın Felsefesinde Vahyin
Kavramsal Muhtevası”,
İlahiyat Fakültesi Der isi 17, sy.1
(2008): 157 vd.
KİNDÎ’NİN TANRI TASAVVURU ÜZERİNE
37
araştırmalar yapan filozofun bilgi birikiminin kendisine ka-
zandırdığı güçle bu sorulara verdiği cevaplarla karşılaştıra-
cak olursa, filozofun cevabının peygamberlerinki kadar ve-
ciz, açık-seçik, kapsamlı ve kestirme cevaplar olmadığını
görür.
6
Kindî bu alıntının devamında müşriklerin “çürüyen
kemikleri kim diril-
tebilir ” gibi art niyetli olarak sorduğu bir soruya Peygamberimizin Al-
lah’ın kendisine öğrettiği şekilde şöyle cevap vermesini misal verir: “De
ki, onlara ilk önce kim varlık verdiyse o diriltir.” (Yasin 36/78-79) Kindî
felsefi yollarla elde edilen bilginin vahiy yoluyla gelen bilgiden üstün ol-
duğunu ama bununla birlikte bu iki bilginin bir ve aynı hakikati ifade etti-
ğini, öz bakımından bir farklılık taşımadığını düşünmektedir. Dolayısıyla
akıl ile vahiy ve felsefe ile din tam bir uzlaşı içerisindedir.
7
Kindî’ye göre,
peygamberin dile getirdiği bilgi bir insani çabayı gerektirmediği gibi, filo-
zofun verdiği bilgiden de daha açık, daha veciz ve daha tamdır. Bu farklı-
lık, bu iki bilginin aynı hakikati dile getirme noktasında tam bir örtüşme
içerisinde bulunmasına bir engel teşkil etmez. Âyette veciz bir biçimde
ifade edilen hakikate filozof belli araştırma yöntemleriyle
ve belli episte-
molojik aşamalardan geçerek ulaşır. Buna göre akıl, var olduktan sonra
çürüyüp bozulan kemiklerin tekrar vücut bulmasını imkânsız görmez. Yok-
tan yaratma kudretine sahip olan Tanrı’nın bozulup dağılanı bir araya getir-
mesi elbette imkânsız değildir. Öte yandan kemiklerin yok iken nasıl varlı-
ğa geldiği deney dünyamızda da gözlemlenmektedir.
8
Burada belirtmek
istediğimiz husus, Kindî’nin ilahi bilginin belli açılardan, en yüksek for-
muna filozofta ulaşan insani bilgiden daha üstün olduğuna kesinlikle inan-
mış olmasıdır. Fahri’nin ifadesiyle, “Gerçekte
diğer birçok önemli hususta
olduğu gibi, Kindî’nin bu konuda da kesinlikle İslâm’ın kelam geleneğinin
merkezinde bulunduğunda ve felsefi ilgilerinin onun İslâm akaidinin temel
prensiplerine olan kayıtsız şartsız bağlılığına zarar vermediğinden ek kü-
çük bir şüphe yoktur.”
9
O halde niçin felsefe Bunun cevabı şudur ki, Kin-
dî vahiyde yoğunlaştırılmış olarak sunulan bilginin akli yollarla analiz edi-
lip tam olarak anlaşılmasının, hakikatine varılmasının en uygun yolunun
felsefi inceleme olduğunu düşünmektedir. Felsefenin
en yüksek işlevi de
bu olmalıdır. Şu halde akıl ve felsefe bir bakıma inancın talebi ve davetiyle
işin içerisine girmektedir. Kindî’nin Yunan felsefesinin İslâm kültürüne dâ-
hil edilmesini gönülden istemesinin en temel sebebi de budur.
6
Kindî, “Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine”, 438
7
Bkz. Nasr- eaman,
İslâm Felsefesi Tarihi (İstanbul: 2007), 1:206.
8
Kindî, “Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine”, 440; Bkz. Adamson,
Al-Kindî,
43; Alfred Ivry, “Kindî ve Mutezile: Yeni Bir Değerlendirme”,
M
İlahiyat Fak
Der isi 44
, çev. H. N. Güdekli (2013/1): 324.
9
Macit Fahri,
İslâm Felsefesi Tarihi (İstanbul: 1987), 78.