DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
48
olması imkânsızdır. Öyleyse birlikle nitelenen varlıklardaki
birliğin sebebi İlk Gerçek Bir’dir. Birlik ifade eden (diğer)
bütün varlıklar sebeplidir. Gerçek Bir’in dışındaki
her bir,
gerçek değil mecazî birdir. Sebepli varlıklardan her birinin
birliği zatından başkadır Mutlak Bir değildir Mutlak Bir
derken, asla çok olmayanı ve birliği ile zatı aynı olanı kaste-
diyorum.
34
Kindî, varlık kazanmayı birlik kazanma olarak belirledikten sonra, bü-
tün duyulur varlıklar silsilesinin, olmayanı meydana getirmek üzere bir
infiale tabi olduğunu ve kendisine gelen birliği yani varlığı
silsilenin ilgili
halkasına yaydığını belirtir. Burada Kindî Yeniplatoncu sudur kuramının
gözde tabiri olan feyz/taşma, yayılma kavramını kullanarak “birliğin İlk
Gerçek Bir’den yayıldığını/feyz” söyler. “Öyleyse İlk Gerçek Bir’den ge-
len birlik feyzi, her duyulur nesneye ve onlara ilişkin olanlara varlık ver-
miştir. O kendi varlığından onlara sununca, her bir varlık vücut bulmuştur.
Şu halde varoluşun sebebi Gerçek Bir’dir ”
35
Fârâbî gibi Yeniplatoncu atmosferde düşünen filozoflarda feyz kavramı,
her bakımdan bir olan ve bütün nitelemelerin üzerinde bulunan Mutlak
Bir’den veya İlk’ten belli bir düzen içerisinde tabii ve zaruri olarak gerçek-
leşen ezelî bir varlık taşmasını ifade eder. “İlk, mevcudatın kendisinden var
olduğu şeydir. İlk, kendine özgü varlığıyla
var olduğunda, bunu, zorunlu
olarak, varlığı insan iradesi ve ihtiyarına bağlı olmayan ve varlıkta gerçek-
leştiği şekliyle bir kısmı duyumla gözlemlenen bir kısmı ise burhan yoluy-
la bilinen diğer mevcutların O’ndan varlığa gelmesi izledi. O’ndan varlığa
gelenin varlığı, ancak, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan bir taşma/
feyz yoluyla ve O’nun dışındaki şeylerin varlığının bizzat O’nun varlığın-
dan taşmasıyla gerçekleşir.”
36
Ne var ki Kindî bütün nitelemelerin üzerinde
bulunan Mutlak Bir ve yer yer varlığın veya gücün Bir’den yayılmasını
ifade eden “feyz” gibi Yeniplatonculuğun hayati kavramlarını kullansa da
bunların dini asıllarla çatışan metafizik tazammunlarına
siteminde yer ver-
mez. Burada ima edilen metafizik tazammunların en önemlisi, iradenin
Tanrı kavramına dâhil edilmemesidir ki, bu yoktan yaratma düşüncesini bir
aksiyom olarak kabul eden ve bunu teolojisinin omurgası haline getiren
Kindî’de tartışma konusu bile yapılmaz. Çünkü âlemin bir başlangıcının ve
bir sonunun bulunması, yani zamanda yoktan yaratılmış olması
tezi ile ira-
de varlığı olarak Tanrı düşüncesi birbirini gerektirir. Kindî, âlemde olup
biten her şeyin Tanrının iradesi ile gerçekleştiğini her vesilede ifade eder
37
34
Kindî, İlk Felsefe Üzerine, 244.
35
Kindî, İlk Felsefe Üzerine, 244.
36
Fârâbî,
Kitabu Mebadii Arai Ehli’l-Medineti’l-Fazıla, 88.
37
Mesela bkz. Kindî, “Göklerin Allah’a Secde ve itaat Edişi Üzerine”, 350 vd.
KİNDÎ’NİN TANRI TASAVVURU ÜZERİNE
49
fakat ilahî iradenin âlemi yaratmaya nasıl ve ne şekilde taalluk ettiği mese-
lesiyle ilgili olarak pek bir şey söylemez.
Kindî’ye göre, ezelî olmakla yaratılmış olmak birbirini dışlayan iki kar-
şı kutbu ifade eder. Varlığını kazanan bir şey ezelî değildir ve ezelî olma-
yan bir şey de yaratılmıştır ve dolayısıyla onun varlığının bir sebebi vardır.
Bu nedenle varlığını Tanrı’dan alan âlem de bütünüyle yaratılmıştır, ezelî
değildir. Daha
önce de belirtildiği üzere, Fârâbî - İbn Sîna geleneğinde de
evren geniş anlamda yaratılmıştır, nedensiz değildir. Bununla beraber her
daim faal olan Tanrı’nın ezelî var etme fiili sebebiyle ezelîdir. Kindî’de bu
tür bir ezelî tasavvuru bulunmamaktadır. Varlık kazanan her şey yaratılmış-
tır. Âlem de varlık kazanan bir şey olduğuna göre o da yaratılmıştır. “Var
oluşun nedeni/illet İlk Gerçek Bir olduğuna göre, yaratmanın nedeni de İlk
Gerçek Birdir”. Öte yandan Tanrı’nın varlığın illeti olması, onu var etme
anlamını içerdiği gibi varlığını devam ettirme anlamını da içermektedir.
“Gerçek Bir, ilk olan, yaratan ve varlığa süreklilik verendir. Bir şey O’nun
koruması ve gücü dışında kalacak olsa derhal yıkılıp helak olur”.
38
Mûsa b. Meymûn, kelâmcıların Tanrı’yı ilk neden/illet,
ilk sebep olarak
değil, fâil olarak nitelendirme konusunda hassas olduklarının altını çizer.
Ona göre bunun sebebi, “illetin malülünü gerektireceği ve bunun da âlemin
kıdemine götüreceğidir.” Nedenle sonucun eş zamanlı olma zorunluluğu
nihai planda âlemin hudusü düşüncesini dışlar. Musa b. Meymun Tanrı’nın
illet olarak etkide bulunmasıyla fâil olarak etkide bulunması arasında hu-
dus ve kıdem açısından bir farklılığın bulunmadığını ve her iki durumda da
Tanrının etkisinde bir tehirin olmayacağını düşünür.
39
Örneğini Gazâlî’de
ve başka kelamcılarda görebileceğimiz üzere, illet-malül ilişkisinde zorun-
luluk, fâil-meful ilişkisinde ise iradeye dayalı seçim,
sonucu tayin etmek-
tedir. Eşariler ve Gazâlî, tabiata bir fiil atfedilemeyeceğini, zira tabii varlı-
ğın iradeden yoksun bulunduğunu öne sürerek tek fâilin Allah olduğu
düşüncesini hararetle savunmuş ve nedenlik ilişkisine önemli ölçüde sınır-
landırma getirmişlerdir. Onlara göre, iradeden yoksun olan bir etki, fiil
olma haysiyetine sahip değildir. Allah mutlak iradenin sahibidir ve O’ndan
başka fâil yoktur.
Tanrıyı fâil olarak nitelendiren Kindî, “bir”i gerçek ve mecazî olmak
üzere ikiye ayırdığı gibi, “fâil”i de gerçek ve mecazî olarak ikiye ayırmak-
tadır. O, fiili Tanrı’ya hasretmez, fakat Tanrı’nın fiili ile O’nun dışındaki
varlıkların fiilini birbirinden kesin olarak ayırır. Tanrı’nın
fiili yoktan var
etme fiilidir ve bunun özel adı ibda’, yani yaratmadır. Kindî, Allah’a has
kıldığı bu fiili “ilk gerçek fiil” olarak isimlendirir. Tanrı’nın fiili her hangi
bir tesirin sonucu değildir ama diğer bütün fiiller bir tesirin sonucu olmak-
38
Kindî, İlk Felsefe Üzerine, 246.
39
Musa b. Meymun,
Dilalet’l- airin, nşr. H. Atay (Ankara: 1974), 174.