KİNDÎ’DE ÂLEMİN MÜKEMMELLİĞİ
215
bir hesap iledir ıldızlar itkiler
65
ve a a lar Allah’a secde ederler ”
66
âyeti buna delil olarak verilebilir. Nitekim Kindî âyetteki secdeyi mecazî
olarak yorumlamıştır. Zira hakiki secde alnın yere değmesidir. Yıldızlarda
secde için azalar bulunmadığına göre âyette geçen secde mecazî
olup Al-
lah’a itaat manasındadır. O hâlde göksel cisimler, Allaha itaat edip secde
ediyorlarsa, diri ve aklidirler, zaruri olarak da natıktırlar.
67
Bu bağlamda
onlarda his ve temyizin olduğu söylenebilir. Zira akleden, diri ve natık olan
göksel cisimler, Yaratıcılarına itaat edici olarak kendilerinin dışındaki ve
aşağısındaki varlıklara canlılık vermekle onların “illet-i karîbesi”
olmakta-
dırlar. Böylece süfli âlemde göksel cisimler vasıtasıyla kevn ve fesad, ni-
zam ve tertip meydana gelmektedir. Başka bir ifadeyle, secde ve taat, onla-
rın düzenli ve tertip içerisinde hareketli olduklarını ifade ettiği gibi, şeylerin
meydana gelmesini ve yok olmasını da ifade etmektedir. Yaratıcı’nın irade-
siyle onların düzenli hareket etmeleriyle varlık meydana gelmektedir.”
68
Bu secde ve itaat, Yaratıcı’nın emrettiği fiil olması itibariyle eşhas-ı aliye
tarafından gerçekleşmektedir ve bu fiil karşısında bu varlıklar edilgendir.
Ancak eşhas-ı âliye Allah’ın emri mucibince aynı
zamanda faildir; lakin
onların failliği mecaz yoluyladır. Dolayısıyla onlar Allah’a nispetle edil-
gendirler; ancak bu edilgen olma durumu, onlara kendilerinden sonrakile-
rin illeti olma konumunu ayrıca vermiştir. Allah onlara kendilerine özgü
kudret vermiş, böylece onlar diri ve âkil olmuşlardır. Neticede Allah’ın
verdiği kudretle kadir oldukları fiilleri gerçekleştirmişlerdir. O halde gök-
sel cisimler, hakikatte edilgen olsalar da mecazî olarak faildirler. Onların
edilgen olması öncelikle Allah’tan, sonrasında ise eşhas-ı âliyeden
“ilk
olan”dan ileri gelmektedir.
69
Eşhas-ı âliyeden
ilk olan/
ilk edil en ise,
“cirm-i aksa”dır, yani Allah’ın varlığından sonra en üstte bulunan varlık-
tır. O, canlılık hareketiyle sürekli munazzamdır
ve bu hareket başka bir var
olana canlılık vermektedir. Öyleyse
“cirm-i aksa” illettir ve ebedi fiille
hayrdır/iyidir, diridir, kendi altında bulunan cisimlere zorunlu olarak hayat
vermektedir. Öyleyse bir diğer ismiyle “cirm-i küll” olan en üstte bulunan
ilk edilgen varlık (cirmi aksa), sürekli munazzam olarak en aşağıda bula-
nan varlığın hayatının illetidir.
70
Hayat ise, diri olan kâinattaki düzeni ge-
rektirir. Bu manada Kindî, en üstte bulunan ilk edilgen varlığı, hayy/diri
olarak düşünmektedir ki ondan neşet edenin de nizamın gereği olarak diri
olduğu ortaya çıkmış olsun. Nizam nasıl mevcut olan kâinatın hayr/iyi ol-
65
Necm, bu âyette hem yıldız hem bitki anlamına gelmekle birlikte Kindî felekleri
kastetmiştir.
66
Rahman 55/5, 6.
67
Kindî, Resailü’l-Kindî el-felsefiyye, 1: 245-255.
68
Kindî, Resailü’l-Kindî el-felsefiyye, 1: 247.
69
Kindî, Resailü’l-Kindî el-felsefiyye, 1: 183.
70
Kindî, Resailü’l-Kindî el-felsefiyye, 1: 252.
DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
216
masını
tahakkuk ettirdiyse, kâinattaki düzen de hayrı temin etmektedir.
Dolayısıyla âlemdeki bu düzen, Kindî açısından illetler silsilesine bağlıdır.
Bu düzen, “ilk edilgen”den başlar ve “en son edilgen”de nihayet bulur.
Güneş gezegeninin hareketiyle ilgili olarak Kindî, Güneşin hareketini
âlâ (en yüce) ve esfel (en aşağı) arasında birbiriyle ilişkili hareket olarak
görür. Güneşin hareketi yeryüzünde kevn ve fesadın meydana gelmesini
sağlar. Kevn ve fesatta meydana gelen şeylerin kıvamı ve suretlerinin seba-
tı, Yaratıcı’nın irade ettiği yere kadar düzenini muhafaza eder. Bütün bun-
lar, güneşin yeryüzüne olan uzaklığındaki itidalli mesafeyle temin edilir.
Yani Güneşin doğudan batıya
hareketi, bir merkeze yakınlığı veya başka
bir merkeze uzaklığı buna örnek olarak verilebilir.
71
Nitekim Güneşin ya-
kınlığı ile kevn meydana gelmekte ve uzaklığıyla da fesat ortaya çıkmakta-
dır. Böylece, silsile gezegenlere inmekte, gezegenlerden de Ay gezegenine
kadar devam etmektedir. Sonuçta kâinat illetler silsilesine tabi olmakta,
sebeplerin sebeplilerle ilişkisi zaruri olmaktadır.
72
İlletler ve malulat düze-
nine uygun olarak da duyulur dünyada var olanların
her çeşidinde değişim-
ler meydana gelmektedir. Örnek olarak kuzey ve güney kutuplarında soğuk
ve sıcağın aşırı etkisinin bulunması, oralarda yaşam, yerleşim ve verimlili-
ğin az olmasına; hava sıcaklığının mutedil olduğu yerlerde ise yaşam, yer-
leşim ve verimliliğin bereketli olmasına neden olmaktadır. Yine göksel ci-
simlerin etkisine göre beşeriyetin renkleri, şekilleri ve tabiatları birbirinden
farklılık
göstermekte hatta bu durum, huyları ve karakterleri de etkilemek-
tedir.
73
Aynı şekilde Ay ve diğer gezegenlerin de yeryüzünde tesirleri bulun-
maktadır. Örneğin, Ayın yeryüzüne daha yakın veya daha uzak olması du-
rumunda yeryüzünde yağmur ve bulutlar olmaz. Böylece Kindî’ye göre, ay
başlarında daha fazla yağmur olmakta, Ay dolunay konumunda bulundu-
ğunda da yağmur azalmaktadır. Yine zamanın farklı olması ve mevsimlerin
değişmesiyle sene dediğimiz zaman süreçleri ortaya çıkmaktadır.
74
Sonuç
itibariyle, bu şekilde tertip edilmiş ve düzenlenmiş âlem, en iyi ve akli de-
recede kâinatın farklı alanlarını
içermekte; en yüksekte olanla en aşağıdaki
arasındaki ilişki ve irtibat ortaya çıkmaktadır. Bu da cari kanunlar içerisin-
de feleklerin hareketi ve dönmesiyle gerçekleşmektedir. Zaruret dolayısıy-
la ortaya çıkan hareketin intizamı, tabiatın tezahür etmesini ve eşyanın
kuvveden fiile çıkmasını gerçekleştirmektedir. Bütün varlık alanlarının
kendilerine yüklenen vazifeyi yerine getirmesiyle de Allah, âlemin idame-
71
Kindî, Resailü’l-Kindî el-felsefiyye, 1: 231.
72
El-Budûr, el Akl ve’ l-fiil fi’l-felsefeti’l-İslamiyye, 37.
73
Mesela Afrika’da yaşayan insanlar, ekvatora ve sıcağa yakın olduklarından renkleri
siyah, saçları kıvırcık, bacakları daha ince, burunları
daha geniş, gözleri daha açık,
dudakları geniştir. Ve bu bölgelerde yaşayanlar daha erken yaşta büluğ çağına ulaş-
maktadırlar. Kuzey kutbuna yakın soğuk beldelerde yaşayanların ise burunları kü-
çük, dudakları ve yüzleri beyazdır. Orta bölgelerde yaşayan insanların ise mizaçları
daha dengelidir.
74
Kindî, Resailü’l-Kindî el-felsefiyye, 1: 223-236.