Yazılmış ilk ve en önemli çalışmalardan biridir. Platon bu diyaloğunda



Yüklə 197,48 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/8
tarix06.05.2018
ölçüsü197,48 Kb.
#42344
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8

398

hayatını küçümseyebilir misin? Ancak orada güzeli, yalnız güzeli görecek 

gözle bakan, erdem taslakları değil, gerçek erdemler yaratabilir: Çünkü 

taslaklara değil, gerçeğin ta kendisine bağlanmıştır. Yalnız gerçek erdemi 

yaratan ve besleyen tanrının sevdiği bir insan olabilir, yalnız o insanlar 

arasında bir insanın erebileceği ölümsüzlüğe erer” (Platon, 1995: 69).



Leylâ  ve  Mecnun  mesnevîsinde  de,  Platon’un  Şölen  diyaloğunda 

sergilediği  mutlak  güzellik  anlayışıyla  benzerlik  gösteren  bir  “mutlak 

güzellik anlayışı” vardır. Şölen diyaloğunda ifade bulan mutlak güzellik, 

kendisini  bir  elde  ayakta  cisimlendirmez.  Kendinde  ve  kendiliğinden 

vardır.  Var  olmak  için  başka  bir  varlığa  ihtiyaç  duymaz.  Görünür  ve 

algılanır  güzelliklere  kaynaklık  eder.  Bir  zaman  ve  mekân  sınırlaması 

içinde  değildir.  Leylâ  ve  Mecnun’da  da  benzer  özelliklerden  söz  edilir: 

“Önsöz”de  (Dibace),  Tanrı  güzelliğinin,  bütün  güzellik  ve  sevgilerin 

kaynağı olduğu söylenir. O öyle bir Tanrı’dır ki, güzelliğinin ortaya çıkışı 

sevgiye neden olmuş, kâinat binasını ömürlü kılmıştır. Güzelliği yaratan 

da, insana akıl verip kavramaya, gönül verip sevmeye eğilimli kılan da 

O’dur.  Leylâ,  ondan  gelen  güzellikle  güzelleşmiş,  yüzünde  onun  ışığı 

parlamıştır  (Fuzûlî,  2006:  47).  Fuzûlî’nin  bu  yaklaşımı,  İbn  Arabî’nin 

Fusûs’ta  ortaya  koyduğu  bir  düşünce  ile  bağdaşır.  Buna  göre,  Tanrı 

güzelliği, en iyi bir kadının yüzünde tecelli eder (Arabî, 1981: 230). Leylâ 



ve Mecnun’da, Tanrı güzelliği, Leylâ’nın yüzünde ışımıştır. Artık Leylâ, 

Tanrı güzelliğinin, Tanrı sıfatlarının ifadesinin bir “vesilesi”dir. Leylâ’nın 

yüzü,  Tanrı  güzelliğinin  kanıtıdır.  Leylâ’nın  güzelliğini  övmek,  Tanrı 

güzelliklerini övmek olacaktır. Leylâ bir simge, bir rumuzdur (Fuzûlî, 2006: 

25). Mecnun, sevmeye istidatlı ve eğilimli bir kişi olarak bu güzelliğe âşık 

olur. Bu sevgide, göreli güzellikten, güzelliğin ilkesine, tüm güzelliklere 

güzelliğini  veren  mutlak  güzelliğe  doğru  bir  yöneliş  vardır.  Daha  ilk 

aşamadan, göreli güzellik aşamasından itibaren bu yönelişin izleri vardır. 

Leylâ’nın güzelliği Mecnun’a mutlak güzelliğe kadar kılavuzluk eder. 

Ne var ki, bu süreç, Leylâ ve Mecnun mesnevisinde farklı bir tarz kazanır, 

acı ve ıstırabın zirveye ulaştığı bir süreç olarak da ortaya çıkar. Şölen’de 

ortaya çıkanın aksine, güzellik yolundaki yolculuk, farklı bir yoldan mutlak 

güzelliğe doğru gider. Bu alternatif yol, sevginin bir çile, acı ve ıstırap 

olarak yaşandığı bir yoldur. Bunun neden böyle olduğu sorulabilir. Ama 

bu yol, öykünün yoludur, şairin tercih ettiği yoldur. Bu durum, Leylâ’da 

cisimleşen güzelliğin, dünyasal ilgilerin dışında tutulması, sözgelimi tensel 

içeriğinin dışında algılanması sonucu olabilir. Istırap ve acı, güzelliğe, bir 

“bedende” sahip olamama konusunda koruyucu rol üstlenir. Bu ise akıldışı 




399

bir tutumdur. Rasyonel olan, sevginin bedensel olarak da yaşanması ve 

ürünlerinin ortaya çıkmasıdır. Oysa bu değildir söz konusu olan, yalnızca 

ıstırap  istenmektedir,  ayrılığın  ve  kavuşmamanın  ıstırabı.  Bu  nedenle, 



Leylâ ve Mecnun’daki sevgide akıl dışılık vardır. Ne var ki, akıldışı, onları 

bir birlik ver bütünlük içinde bir araya getirmiştir bile. Onlar aynı bütünün 

içinde yer alırlar. Bu ise iki varlığın birleşmesinden de öte bir olmasıdır. 

Bu akıldışının kavuşmasıdır. Fuzûlî, tanrısal ışımadaki düzeni ve ihtişamı 

anlamada aklın yetersizliğine sık sık vurgu yapar. Akıl bu çaba içinde “âmâ 

ve garip” bir kişi gibidir (Fuzûlî, 2006: 41).



5. Aşamaların Değerlendirilmesi

Şölen’de, alanlar arasındaki geçişte yadsıyıcı bir tavır vardır. Her aşama 

kendisinden  öncekini  yadsıyarak  varlık  kazanır.  Bir  aşamanın  ortaya 

çıkabilmesi  için,  içinde  bulunulan  aşamanın  yaşanması,  tüketilmesi, 

yetersiz görülmesi ve küçümsenmesi gerekir. Bu yadsıyıcı tavır, alanlar 

arasındaki  geçişi  sağlar:  Düşünce  güzelliğine  geçiş  göreli  güzelliğin, 

eylem  güzelliğine  geçiş  düşünce  güzelliğinin  yadsınması  ile  olur.  Bilgi 

güzelliğinde  ise  bu  güzelliklerin  asılları  ve  özleriyle  bilinmesi  söz 

konusudur.  Mutlak  güzellik  aşaması,  tüm  güzellikleri  kucaklayan  bir 

bütünlüğe kavuşur. Göreli güzellik ve düşünce güzelliği aşamalarındaki 

yadsıyıcı tavır, ileriye doğru alanlar arasındaki geçişi sağladığı gibi, geri 

dönüşü  engelleyen  bir  tampon  görevi  de  görür.  Bilgi  güzelliğinde  artık 

bir  geri  dönüş  söz  konusu  değildir.  Güzelliğin  bilgisi  tanınmış,  kişi, 

güzelliğin bilgisi ve gerçeği ile olgunlaşmıştır. Burada yadsıyıcı bir tutuma 

gerek yoktur. Mutlak güzellik aşaması, bu bilgi gücüyle gelir, yadsıma ile 

değil.  Mutlak  güzellik  aşaması,  bir  bakıma,  bütün  aşamaları,  aşamalara 

ait güzelliklerin özünü kendi içinde toplayan temel kaynak durumundadır. 



Leylâ ve Mecnun’da ise bütün aşamalar, ilk aşamanın açılımıdır, ondan 

çıkar. Hiçbir aşama kendisinden öncekileri yadsımaz, küçümsemez. Bütün 

aşamalar, insanın kendi içindeki olgunlaşmasının halkaları olarak bir arada 

bulunur. Bunun bir sonucu olarak,  Mecnun’un Leylâ ile olan bağı sonuna 

kadar  kesilmez:  Mecnun’u  ancak  Leylâ,  Leylâ’yı  da  ancak  Mecnun’la 

açıklayabiliriz.  Şölen’de  olduğu  gibi,  düşünce  ve  eylem  güzelliği 

aşamalarında, göreli güzellik küçümsenmez, hor ve hor ve hakir görülmez 

(Platon, 1937: 63). O, hep özel olmaya devam eder. Eğer Mecnun, ondaki 

güzelliği,  diğer  güzelliklerin  kardeşi  ve  benzeri  olarak  görmüş  olsaydı, 

kendisine önerilen güzellerden biri ile evlenirdi. Oysa bu olmaz. Mecnun’da 

Leylâ sevgisi tek ve benzersizdir. Güzel odur, aşk ona duyulur. Bu, göreli 

güzellik (pros ti kalo) aşamasıdır. Leylâ ve Mecnun’daki aşkın evreleri, ilk 




400

aşamadakine,  en  baştakine,  yani  bir  bedende  cisimleşen  güzelliğe  bağlı 

olarak gelişir. Sevginin bütün evreleri ondan çıkar ve ona bağımlıdır. Bu 

ontolojik bağ öyle sıkı bir şekilde korunur ki, Leylâ öldüğünde mecnun 

da ölür. Mecnun’un fiziksel varlığı bile onun dünyadaki varlığına bağdır. 

Şölen’de  ise  göreli  güzellik  düşünce  güzelliğini,  düşünce  güzelliği  de 

eylem  güzelliğini  doğurur.  Bilgideki  güzellik  ise  bunlardan  sonra  gelir. 

Her evre, kendisinden önceki evrelerin içinden çıkar, onlarla bağlantılıdır. 

Leylâ ve Mecnun’da göreli güzellik, hem düşünce güzelliğini, hem eylem 

güzelliğini, hem bilgi güzelliğini, hem de mutlak güzelliği sonuç olarak 

ortaya  çıkarır.  Ama  Şölen’de  durum  farklıdır.  Göreli  güzellik  düşünce 

güzelliğine, düşünce güzelliği eylem güzelliğine, eylem güzelliği mutlak 

güzelliğe  gider.  Şölen’de  piramit  ya  da  merdiven,  Leylâ  ve  Mecnun’da 

ise  şemsiye  ya  da  ağaç  modeli  vardır. Ağacın  gövdesini  göreli  güzellik 

oluşturur. Bu gövdeden diğer güzellikler çıkar. Ağacın bütünü ise “birlik” 

ya da “mutlak güzellik” aşamasıdır. Ama her ikisinde de ortak olan şey, son 

aşamadaki mutlak güzelliğin, aslında ilk baştaki göreli güzelliği de içermesi, 

göreli güzelliğin güzelliğini mutlak güzellikten almasıdır. Bir başka ortak 

yön, mutlak güzelliğe ulaşmak için, onun bir bedendeki yansımasından, 

ışımasından hareket etmek lazım geldiği, bu sürecin adının da sevgi veya 

aşk olduğudur. Mutlak güzellik, ontolojik bir bağla kendisine bağlı olan 

göreli güzelliği kendi tümlüğü içine alır. 



Şölen’de sevginin ifadesinin önünde engeller yoktur. Leylâ ve Mecnun’da 

ise toplumsal, kültürel ve törel engeller söz konusudur. Şölen’de sevgili ile 

bir olmak, ona söyleyecek güzel sözler bulmak, bilinç olarak gelişmesine 

katkı sağlamak esastır. İkinci aşama, pros ti kalo’nun yadsınması ile başlar. 



Leylâ  ve  Mecnun’da,  göreli  güzelliğin,  fiziksel  yakınlığa  dönüşmesinin 

önünde güçlü engeller vardır. Bu da sevginin ifadesini güçleştirmektedir. 

Burada fiziksel güzelliğin yerini, düş güzelliği alır. Bu öylesine güçlü bir 

duygudur  ki,  düş  gerçekten  daha  gerçekmiş  gibi  görünür.  İbn Arabî  bu 

konuya  değinerek,  Mecnun’da,  Leylâ’nın  hayalinin,  gerçeğinden  daha 

kuvvetli olduğunu söyler (Arabî, 1988: 98, 169). İlk önce Leylâ’nın fiziksel 

varlığına tutulur. Daha sonra onun yerini, düşüncesi ve hayali alır. Fiziksel 

varlığından  kopup,  düşüncesini  ve  hayalini  sevmeye  başlar.  Fiziksel 

varlık zihne taşınır. Zihinde idealleştirilir. Düşünce ve hayal güzelliğine 

eriştiği zaman artık fiziksel güzelliği istemez olur. Fiziksel güzelliği kendi 

içinde, kendi imgelem evreninde mükemmelleştirir, bir ide haline getirir. 

Böylece  onun  düşüncesine  âşık  olur.  Eğer  gamı  değil  de  tensel  hazzı 

istemiş olsaydı, fiziksel güzellikten kopması ve ideal güzelliğe yönelmesi 

zor olurdu. Göreli güzelliği idealleştirmekle, yolu kendi içine çevirmiş ve 




401

mutlak  güzelliğe  giden  yola  girmiş  olur.  Pros  ti  kalo,  mutlak  güzelliğe 

giden yoldaki sert kayayı kırmak için güçlü bir enerji gibidir. Bu enerjiyi 

kendi içinde toplayan kişi, onu dağıtmadan, bu sevginin kılavuzluğunda 

mutlak güzelliğe doğru yol alır. Mecnun, kendini bu düşünce ile öylesine 

mutlu, öylesine varlıklı görmektedir ki, şöyle der: “Onun kıvrım kıvrım 

saçı ve hilal kaşının hayaliyle ne keyifteyim gör! Sanırsın ki, haşmet içinde 

bir kisrayım, değer ve kıymetçe padişahlar şahıyım  (Fuzûlî, 2006: 179). 



Sonuç

Şölen  diyaloğu,  Platon’un  olgunluk  diyalogları  arasında  yer  alır. 

Platon  bu  diyalogda,  güzelliğin  kaynağını,  özünü,  idesini  sorgular.  Bu 

sorgulamadan  çıkan  sonuca  göre,  güzellik,  yalnız  tek  tek  var  olanlarda 

ortaya  çıkan  biçimsel  bir  görünüm  değil,  düşüncede,  eylemde,  varlıkla 

olan  uyumda,  evrenle  olan  birlikte  ve  giderek  varlığı  var  kılan  güçte 

somutlaşan  var  edici  bir  ilkedir.  Varlıktaki  iyiliğin  kaynağı  ve  özüdür, 

varlığın kendisidir. Güzelliğe tutulmak, sevginin kılavuzluğuna girmektir. 

Bu kılavuzluk sayesinde, kişi, en at basamaktaki göreli güzellikten en üst 

basamaktaki mutlak güzelliğe kadar aşama aşama ilerler, gelişir, varlığı 

baştan sona tanıyarak olgunlaşır. Bu eğiten, terbiye eden, arındıran, duygu, 

düşünce, eylem ve bilgi açısından geliştiren bir süreçtir. Sevgi deneyimi, 

insanın yeryüzünde görüp geçirebileceği en etkili, en sarsıcı deneyimdir. 

Bu  deneyimle  kişi,  kendini  gerçekleştirir,  olgunlaşma  sürecinde  ilerler. 

Böylece  sevgi  en  etkili  enerji,  en  motive  edici  güç  olarak  belirginlik 

kazanır.  İlgi  çekici  olan  bir  başka  husus  da,  bu  büyük  gücün,  insanın 

yeryüzündeki en zayıf, ama kaçınılmaz olan fânilik özüne karşı, bu fanilik 

özünü  yok  etmeye  yönelik  varlık  kazanmasıdır.  Böylece  sevgi,  insanın 

kendi fâniliğinin üstesinden gelmeye yarayan, onu ebediliğe yönelten bir 

simya işlemi gibidir. Bu işlemle insanın fânilik özü ebediliğe kavuşur, ham 

ve  gelişmemiş  varlığı  olgunlaşır,  incelir,  terbiye  olur,  varlığın  özü  olan 

güzellikle arınır, yücelir. Sevgi deneyimi eğitici, olgunlaştırıcı bir süreç 

olduğu  kadar,  varlıktaki  güzelliği  algılayabilme  yetkinliğine  erişebilme 

yönünde güçlü bir hamledir de.

Fuzulî’nin Leylâ ve Mecnun mesnevîsinde de benzer bir deneyimden 

söz  edilir.  Leylâ  ve  Mecnun,  insanın  arınma,  varlığın  özünü  ve  esasını 

tanıma,  duygu,  düşünce  ve  eylem  açısından  olgunlaşma  sürecinde, 

sevginin  büyük  gücünü  kendi  gücüne  katma  girişiminin  öyküsüdür.  Bu 

öyküde de kişi kendi faniliğini biyolojik yolla ve yüce erdemler vasıtasıyla 

yenmeye çalışır. Göreli güzelliğin ışığına kapılarak mutlak güzelliğe, tüm 

güzellikleri güzel kılan ilkeye doğru yolculuğa çıkar. Bu, acı ve çile dolu 




402

bir olgunlaşma sürecidir. Sonunda fiziksel güzellikten geçilerek daha üst 

bir birlikte, daha üst bir varlıkta yaşamanın, kavuşmanın ve sonsuzluğa 

ermenin sevincinden söz edilir. Bu üst birlik ve varlık alanı da, tüm varlığın 

yaratıcı ilkesi, mutlak güzellik ve iyilik olan Tanrı’dır. Böylece Leylâ ve 

Mecnun’da da, mutlak güzellik, bir birlik ve bütünlük ilkesi olarak varlığın 

kaynağı haline gelir. Bu yaklaşımda estetik ontoloji anlayışı ortaya çıkar. 

Bu anlayışa göre evren temelde güzel ve iyidir. Çünkü var edici ilke güzel 

ve  iyidir.  Zulüm  ve  kötülük  insan  dünyasına  aittir.  Mecnun  çöle,  vahşi 

hayvanların  arasına  sığınırken,  insanın  bu  iyi  ve  güzel  evrene  egemen 

kıldığı şerden, kötülükten ve çirkinlikten kaçar. Böylece varlıktaki güzellik 

ve iyilik özünü korumaya, temsil etmeye ve yaşatmaya çalışır. Bu, kolay 

olmaz, bir ömürlük mücadeleyi gerektirir. Bu sayede, evrendeki güzelliği, 

iyiliği,  birliği  hissederek  varlıkla,  varlıktaki  birlikle  uyumunu  canlı  bir 

diyalog içinde sağlayabilir. Bu da Leylâ ve Mecnun mesnevîsine bir hüzün, 

elem, keder ve yas düşkünlüğü olarak yansır. 

Bu anlamda, Platon’un diyaloğunda hayatın içine doğru bir olgunlaşma, 

Fuzulî’nin  mesnevîsinde  hayatın  içinden  dışına  doğru  bir  tecrit  vardır. 

Ama  her  ikisinde  de  insanın  kendine  doğru  yolculuğu  söz  konusudur. 

Bu bir yalınlaşma ve arınma yolculuğudur. Platon’da güzel estetik, etik, 

epistemolojik, ontolojik nitelik taşır. Buna göre ontolojik temelde, güzel, 

varlığın nedenidir ve bu nedenle varlık da güzeldir. Salt güzellik, varlığı 

var eden ilkedir.

4

 Sevgi ilişkisi, giderek bir birey tanrı ilişkisine dönüşür. 



Bu yaklaşıma göre, birey tanrı ilişkisi, aşkla kurulan bir ilişkidir. Birey ve 

Tanrı arasındaki yol, sevgi ile yürünen bir yoldur. Bundan çıkan sonuca 

göre,  birey  ve Tanrı  arasındaki  ilişki  doğrudan  anlatılabilecek  bir  ilişki 

değildir. Bu ancak mecaz yolu ile anlatılabilir. Mecaz bize bir dünyanın 

kendisini değil, benzerini, “gibi” sini sunar. Biz bu benzerden hareketle 

asıl olana ulaşmaya çalışırız. Tanrı ve birey arasındaki ilişkiyi de en ileri 

derecede sunabilecek, temsil edebilecek en ileri duygu ve yaşantı, sevgidir 

(Fuzûlî, 2006: 25).



Şölen diyaloğu, içinden çıktığı kültürün izlerini taşır. İnsan ilişkilerinde, 

sevginin  yaşanma  biçiminde,  cinselliğin  algılanış  tarzında,  kültürel 

etki  belirleyicidir.  Antik  Yunan  kültüründe,  cinsellik  bir  tabu  değildir. 

Kierkegaard’un  deyişine  bakılırsa  bu  paganist  toplum,  cinselliği  henüz 

keşfetmemiş,  bilinç  düzeyine  çıkarmamıştır  bile.  Bunun  nedeni  “ruh” 

anlayışından  yoksun  olmalarıdır  (Kierkegaard,  1983:  63).  Ruh  anlayışı 

Yunan kültüründe ve felsefesine, yoktan var edici bir tanrı anlayışı söz konusu değildir. Bu anlayış tek Tanrı-



lı dinlere özgüdür. Platon’da iyi idesi (aynı zamanda güzel idesidir), en yüksek idedir. Varlıktaki iyilik ve gü-

zellik, varlığını ona borçludur. 




403

Hıristiyanlıkla  birlikte  Batı  kültürüne  girmiş,  ruh  da  cinselliği  tespit 

etmiştir.  Bu  nedenle,  cinsel  bir  figür  olan  Don  Juan,  ortaçağ  Hıristiyan 

kültürüne ait bir figürdür (Kierkegaard, 1992: 72, 97). Cinsellik algısındaki 

bu  zayıflığa  karşın,  Platon’un  diyaloğunda  güzellik  ve  sevgi  en  üst 

ifadesine  kavuşmuş,  hatta  din  kaynaklı  sevgi  ve  güzellik  anlayışlarının 

gelişimine,  birey  ve  Tanrı  ilişkisi  zemininde  ortaya  çıkmasına  katkı 

sağlamıştır. Söylenebilecek bir başka şey de şudur: Diotima her ne kadar 

sevginin  “güzel  sevgisi”  olduğunu  kabul  etmese  de,  diyalogtan  çıkan 

sonuç, sevginin güzeli sevme işi olduğu yönündedir. Güzelliği sevme de, 

aşama aşama, düşünceden eyleme, eylemden bilgiye doğru bir güzelleşme 

güzelle  bir  olma  eylemidir. Varlığın  ilkesinin,  varlığı  var  kılan  arkenin, 

kötü ve çirkin değil, güzel ve iyi olması, tüm varlığın baştan sona güzel 

ve iyi olduğu anlamına gelir. Varlıktaki kötülük ve çirkinlik göreli ve gelip 

geçicidir.

Leylâ ve Mecnun da içinden çıktığı kültürün izlerini taşır. Bu kültür, 

cinsel  duygunun,  toplumun  oluşumunda  belirleyici  olduğu  ve  cinsler 

arası  ilişkilerin,  cinsel  tabulara  göre  düzenlendiği  bir  kültürdür.  Bu 

kültürde sevginin yüce bir anlamı vardır. Ama bu teorik düzeyde böyledir. 

Toplum içinde sevginin ifadesi ve yaşanması, her zaman cinsel tabulardan 

kaynaklanan  engellerle  sınırlıdır.  Bu  sınırlama,  toplumsal  bilincin  birey 

üzerindeki etkisi şeklinde ortaya çıkar. Bu etki kınayıcı, ayıplayıcı, varoluşu 

sınırlayıcı  bir  güce  sahiptir.  Dolayısıyla  sevginin  ifadesi  ve  yaşanması 

önünde güçlü engeller vardır. Bu da sevgi yolunun bir neşe ve sevinç yolu 

değil, bir acı, çile ve ıstırap yolu olarak ortaya çıkmasına neden olur. 



Görüldüğü gibi, Şölen diyaloğu ile Leylâ ve Mecnun mesnevîsi arasında 

benzerlikler vardır. Şölen diyaloğu kuramsal, Leyla ve Mecnun mesnevîsi 

edebi  bir  dille  benzer  görüşleri  dile  getirmektedir.  Bu  benzerliğin 

nedeni  ne  olabilir?  Fuzulî’nin,  Arapça  çevirileri  vasıtasıyla  Palaton’un 

görüşlerinden  haberdar  olması  muhtemeldir.  Platon  felsefesinin  İslam 

felsefesi üzerindeki büyük etkisinin dolaylı yollardan Fuzulî’ye etki etmiş 

olması  da  muhtemeldir.  Öte  yandan,  İslam  felsefesi  içinde  güzellik  ve 

sevgi konusunda bir düşünme geleneğinin olduğunu da söylemek gerekir. 

Sözgelimi İbn Sina (980-1037), Aşkın Mâhiyeti Hakkında Risâle (Risâle 

fî  Mâhiyat  al-Işk)  adlı  eserinde

5

  sevgiyi,  varlığın  nedeni  olarak  (İbn 



Sina, 1999: 48), İbn Hazm (994-1064), Türkçeye  Güvercin Gerdanlığı: 

Sevgiye ve Sevenlere Dair adıyla çevrilen eserinde güzellik karşısındaki 

etkilenmeyi, insan ruhunun bizzat güzel oluşuyla (İbn Hazm, 1985), İbn 

Bu risâle, 1952 yılında, Ahmet Ateş çevirisi ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasından 



çıkmış, 1999 yılında Seyir Estetik ve Sanat Dergisi’nin 10. sayınında yeniden yayımlanmıştır.


404

Arabî de (1165-1240), evreni, Tanrı’nın güzelliği olarak açıklarken (Arabî, 

1988:  135)  bu  düşünce  geleneğinin  örneklerini  veririler.  Fuzuli  de,  bu 

geleneğin  bir  devamı  olarak  eserini  yazmış  olabilir.  Şölen  diyaloğu  ile 



Leylâ ve Mecnun mesnevîsi arasındaki benzerliği, doğrudan “etkilenme” 

kavramı  ile  değil,  sevginin  doğasından  çıkmış  benzer  görüşler  olarak 

açıklamak da tutarlı bir yaklaşım olacaktır. 

Çalışmamızın  sonunda  şunu  söyleyebiliriz:  Bugün  sevgi  ve  güzellik 

üzerine yazılan bu eserlerde verilen mesajın anlaşılmaya her zamankinden 

daha çok ihtiyacı vardır. Sevgiyi kendi dünyalarından kovanlar, insanlığın 

yaşayabileceği  “gerçek  çevre”yi  de  yok  ettiklerini  unutmamalıdırlar. 

Şiddetin, savaşın, gözyaşının tüm insanlık değerlerini aşağıladığı bir çağda, 

konuşmayı Sokrates’in şu sözü ile bitirmek anlamlı olabilir: “Sevgiyi baş 

tacı etmek herkesin boynunun borcudur.” (Platon, 1995: 69).



KAYNAKÇA

Fuzûlî, (2006). Leylâ ve Mecnun (Hazırlayan: M. Nur Doğan). İstanbul: 

Yapı Kredi Yayınları.

Fuzûlî,  (1985).  Fuzûlî  Dîvânı  (Hazırlayan:  Abdülbâki  Gölpınarlı). 

İstanbul: İnkılâp Kitabevi.

İbn  Arabî  (1981).  Fusûs  ül-Hikem  (Çeviren:  M.  Nuri  Gencosman). 

İstanbul: İstanbul Kitabevi.

İbn Arabî, (1988). İlahî Aşk (Çeviren.. Mahmut Kanık). İstanbul: İnsan 

Yayınları.

İbn  Hazm,  (1985).  Güvercin  Gerdanlığı:  Sevgiye  ve  Sevenlere  Dair 

(Çeviren: Mahmut Kanık). İstanbul: İnsan Yayınları. 

İbn Sina, (1999). Risâle fî Mâhiyat al-Işk (Çeviren: Ahmet Ateş), Seyir 



Estetik ve Sanat Dergisi, 10, ss. 48-56.

Kierkegaard, S. (1992). The Concept of Anxiety (Trans.Reidar Thomte). 

Princeton: Princeton University Press.

Kierkegaard, S. (1992). Either / Or (Trans. Alastair Hannay). London: 

Penguin Books.

Mevlâna, (1990). Fîhi Mâfih (Çeviren. M. Ülker Anbarcıoğlu). İstanbul: 

MEB Yayınları.

Mevlânâ, (1988). Mesnevi I (Çeviren. Velet İzbudak). İstanbul: MEB 

Yayınları.

Peters, F. E. (1976). Grek Philosophical Terms. New York: New York 

University Press.

Platon,  (1989).  Gorgias  (Çeviren:  Reyan  Erben).  İstanbul:  Milli 

Eğitim



405

Platon, (1995). Şölen (Çeviren: A. Erhat-S. Eyüboğlu). İstanbul: Remzi 

Kitabevi.

Plato, (1989). Symposion (Trans. Michael Joyce). In Collected Dialogues 



of Plato (Ed. E.

Hamilton – H. Cairns). Princeton University Press, pp. 526-574.

Platon,  (1937).  Ziyafet  Yahut  Aşk  (Çeviren.  Şaziye  Berin  Kurt). 

İstanbul.



Tunalı, İ. (1983). Grek Estetik’i. İstanbul: Remzi Kitabevi.


406

Yüklə 197,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə