47
tesiri açıkça bellidir; esasen bütün felsefî düşünce sahasını saran bir doktrinin sufî
entellektüellerine kadar varmaması mümkün değildir. Fakat bu tesirlerin İbn
Arabi‘ye gelinceye kadar İslâmiyet‘in ana çerçevesini zorlamayacak şekilde
özümlendiğini, dolayısıyla karşımızda orijinal bir İslâm tasavvufu bulunduğunu
söyelyebiliriz.
98
Mutasavvıflar ise şunları söylemektedirler:
―Allah gerçeğin kendisidir.‖ Bir tek varlık vardır, o da sınırsız varlıktır.
Âlem ise ilahî zatın bir emaresidir. Âlemin gerçekte bir varlığı yoktur. Çünkü o,
tecelli yoluyla Allah‘dan sâdır olmaktadır.
99
H.Kâmil Yılmaz, varlık birdir. O da Hakk‘ın vücûdundan ibarettir. O‘ndan
başka hakikî vücûd sahibi bir varlık, O‘ndan başka ―kâim binefsihi‖ bir vücûd
mevcut değildir demiştir.
100
Ayrıca H.Kâmil Yılmaz‘a göre, vahdet-i vücûd, kalbin manevî seyri
sırasında
meydana gelir; kaynağı ise yapılan ibadetlerin çokluğuna bağlıdır.
101
VII. (XII.) asır tasavvufta önemli gelişmelerin gerçekleştiği bir dönemin
başlangıcıdır. İbn Arabî kendisinden önceki sûfîlerin fikirlerinden de yararlanarak,
vahdet-i vücûd terimi ile ifade edilen bir görüş ortaya attı.
El-Fütûhâtü’l-Mekkiyye ve
Füsûsü’l-hikem gibi eserlerinde bu konudaki düşüncelerini genişçe açıkladı. Allah-
evren, Allah-insan ilişkisinin vahdet-i vücûd eksenli bir açıklamasını yaptı.
98
Güngör, a.g.e., s.60.
99
Es-Seyyid, a.g.e., s.49.
100
Yılmaz,
Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s.301.
101
Yılmaz, a.g.e., s.302.
48
Felsefeden ve kelâmdan aldığı bazı delillerle fikirlerini ispatlamaya çalıştı.
102
Vahdet-i vücûd (varlık birliği)fikrini sistemleştiren mutasavvıf, İbn Arabî
bu düşünceyi görüşlerinin temeli yapmış ve bunu bütün İslâm tasavvufuna yaymıştır.
103
İbn Arabî‘nin tasavvufi düşüncesi, vahdet-i vücûd olarak tanınır. Bu ismi
kendisi kullanmamıştır; onu kullanan, ilk öğrencisi ve çok yakın dostu ünlü
mutasavvıf Sadreddini Konevî (ö.1274)‘dir. Vahdet-i vücûd, İslâm dünyasında
bugüne kadar çok etki yaratmış bir anlayıştır.
104
İbn Arabî‘ye göre varlık, bir tek hakikatten ibarettir. Çeşitlenme ve
çoğalma, dış duyuların meydana getirdiği zahirî bir şeydir. Allah mutlak varlıktır.
O‘nun varlığının sebebi yoktur. O, kendi zatıyla vardır. O‘nu bilmek, varlığını
bilmektir. Zatının hakikatını bilmek mümkün değildir.
105
Vahdet-i vücûd fikrini benimseyen İbn Arabî, bu görüşüyle gerçek varlık
olarak sadece Hakk‘ı kabul eder. O‘nun dışındakiler gerçek anlamda bir varlığa sahip
degillerdir, ancak Hakk‘ın gölgesi mesabesinde bir varlıga sahiptirler.
106
Vahdet-i vücûd, İslâm tasavvufunun ―Varlığın Birliği‖‘ni esas kabul eden
hususî bir şekli olup, İbn Arabî‘de zirveye ulaşmıştır. Burada tasavvur, irade ve
102
Komisyon, a.g.e., s.60.
103
Bayrakdar,
İslâm düşünce Tarihi, s.42.
104
Bayrakdar, a.g.e, s.42.
105
Bayrakdar, a.y.
106
Yusuf Turan,
Muhyiddin İbn Arabî’de Mutlak Varlık, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Sakarya 2006, s.59; Fikret Karaman,
“Vahdet-i Vücûd”, DİB. Yayınları,
Ankara 2010, s.677.