Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 1
www.acikders.org.tr
4.Hafta
Eski Yunan Siyaset Felsefesi:
Platon I
Platon’u öncelikle Sokrates’in polis
e ilişkin düşüncelerini benimseyen ve bunları kendi
görüşleri doğrultusunda yorumlayarak siyasal elitizmi doruk noktasına ulaştıran en
büyük Yunan düşünürü olarak nitelemek mümkündür. Aynı zamanda o, siyaset
üzerine sistematik olarak eğilen ilk antik düşünür olma vasfını taşımaktadır
(Rowe,
2001: 17). Zaten Aristote
les ile birlikte kendisini önceki Yunan felsefesinden ayıran
en önemli nitelik de sistematik bir yapıya sahip olmaları olup belli ölçülerde kendi
içine kapalı
bilim sistemlerinin
yaratıcıları olmuşlardır (Gökberk, 1980: 57). Burada
onun sahip olduğu önemi
vurgularken kendinden önceki fa
rklı düşünürlerin hep belli
problem gruplarını, dolayısıyla da gerçeğin belli alanlarını inceledikleri
anımsanmalıdır. Platon ise bilim sorunlarının tamamını
ele alırken, o ana değin ayrı
bulunanları bir araya getirerek bunları bir temel üzerinde
etkili bir biçimde birbirine
bağlamıştır. Bu yüzdendir ki bilgilerin kapsayıcı bir felsefe öğretisi içinde
sistemleştirilmesi denemesi de Platon ile başlar (Gökberk, 1980: 57). Sonuçta onun
tarafından kurulan idealist, eşitsizlikçi, aristokratik felsefe, kendinden sonra
zamanımıza değin düşünce tarihinde sayısız düşünürü etkilemiş ve etkisini
sürdürmüştür (Şenel, 1996: 140).
İ.Ö. 427 yılında Atina’da doğan Platon’un yaşamı Pel
eponnes
Savaşları’nın
şiddetine, sınıf çatışmalarına, parti mücadelelerine,
Otuz
lar Tiranlığı’nın terörüne ve
demokrasinin hoşgörüsüzlüğüne tanıklık etmiş; Yunan polislerinin çözülüşünü bizatihi
gözlemlemekle geçmiştir (Ağaoğulları, 2002: 191). Özellikle de bir yandan Otuzlar
Tiranlığı’nın uygulamaları, öte yandan “demokratik” hükümetin hocası Sokrates’i
idama mahkûm edişi, kendisinin Atina siyasetinden ve
suiistimallerinden
bıkmasına
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 2
www.acikders.org.tr
neden olmuştur. Buradan hareketle Platon’un temel amacının
siyasetin yeniden
inşası olduğundan söz edilebilir. Platon, sofistlerin göreceliğini
siyasi gerilemenin bir
parçası olarak görüp bu görüşleri çürütmeye çalışmıştır. Sağlıklı bir siya
sal sistemin
inşa edilebilmesi için gerekli ilkeleri ortaya koyma çabasına girerek bu doğrultudaki
ideal devletini açıklamıştır (Skirbekk ve Gilje, 2001: 70). Söz konusu arayış
polisi
kurtaracak, çatışmanın olmayacağı ve bozulmaya karşı dirençli bir düzen
arzusuyla
paralel olup Platon, insanın genel sorunları dışında kendi toplumuna özgü sorunları
bir çözüme kavuşturmaya uğraşmıştır (Ağaoğulları, 2001: 182).
İdeal devletini hayata geçirebilme gayretiyle başta Syracuse tiranları I. ve II.
Dionysius ile işbirliğine girişmişse de her seferinde başarısızlığa uğramıştır.
Uygul
amadaki başarısızlığına karşın İ.
Ö.
388 civarında kurmuş olduğu
Akademia ise
siyasal düşüncesinin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Platon’un
Akademi’si sadece
felsefe değil aynı zamanda geometri, coğrafya, zooloji ve botanik dersleri de
vermekte olup siyasal eğitim için de bir merkez niteliğindedir. 900 yıldan fazla bir
süreyle ayakta kalan bu okulun Avrupa’nın ilk üniversitesi olarak nitelen
dirilmesi
yanlış olmayacaktır. İ
.Ö. 360’ta II. Syra
cuse deneyiminde de hüsranla karşılaşıp
Atina’ya döndükten sonra, önceki görüşlerini
n
gözden geçirilmesi, yeni yapıtlarını
n
ortaya koyulması ve akademideki dersleriyle vakit geçirmiş, İ
.Ö.
347 yılında ölmüştür.
Platon’un düşüncesinin odak noktasının siyaset felsefesi olduğu, genel
felsefesinin de siyasal görüşlerini desteklemek için geliştirdiği bir sistem niteliği
taşıdığı söylenebilir (Şenel, 1996: 143). Bu açıdan öncelikle kendisinin bilgi ve ahlak
felsefeleri ele alınacak, sonrasında ise siyaset felsefesi üzerinde durulacaktır.
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 3
www.acikders.org.tr
Platon’un Bilgi Felsefesi
1
Platon’un bilgi kuramı, bilginin ve kesinliğin var
olduğunu ve aslında bir
şeylerin bilgisine sahip olmanın buna “kesinlik”le sahip olmak anlamına geldiğini
kabul eder (Popkin ve Stroll, 2002: 43). P
laton’un bilgi kuramında bilginin doğasına
ilişkin bu cesur iddia
konuyla ilgili şüpheci görüşlerle tezatlık arz eder. Ancak
Platon’un bilgi kuramı ile şüphecilik arasındaki radikal anlaşmazlıklara rağmen,
aralarında önemli ortak bir noktanın varlığı da be
lirtilmelidir. Bu nokta, duyular
aracılığıyla algılananlara ilişkindir. Kuşkucular gibi Platon da duyuların kesinliği
sağlayamayacağına inanır. Platon’un Heraklitos’un akış doktrinini
(doctrine of flux)
kabulü, duyusal algıların sonuçlarına dair tereddüdünün de arka planını
oluşturmaktadır.
Aristoteles’in Metafizik’te (1941)
işaret ettiği
üzere Platon, Cratylus vesilesiyle
Heraklitos’un akış teorisine aşinadır. Bu teorinin temel ilkesi “her şeyin akış halinde”
olduğudur; duyusal algıların konusu da
sürekl
i değişen nesneler
dir. Bu nedenle de
bilginin uygun konus
u değildirler (987a
-987b). Efesli Heraklitos’a (M.Ö. 540? - 470)
göre sürekli
lik duyuların bir yanılsamasıdır; tek gerçek değişimdir. Bu anlayış onun
“aynı suda iki kez yıkanamazsın” (Reinhold, 1964:
1) sözünde özetlenmektedir.
Popkin ve Stroll’un belirtt
iği üzere (2002: 50) Heraklitos “dünyanın tüm özellikleri var
olur ve yok olurlar. Değişmeyen tek şey her şeyin sürekli değişimi ile tanımlanan
kozmik dengedir” fikrindedir.
1
Bu bölüm, ders sorumlusunun 2003 yılında University of Maryland, College Park’ta savunmuş olduğu
“An Investigation of the Contributions of Plato and Aristotle to the Development of the Concept of
Toleration” başlıklı doktora tezinin ilgili kısımlarının Türkçe’ye çevrilip uyarlanması ile elde edilmiştir.
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 4
www.acikders.org.tr
Heraklitos’un kendisi ra
dikal şüpheci bir karakter çizmese de takipçilerinden
Cratylus böyle bir yol tutacaktır. Akış doktrinine dayanarak Cratylus, gerçekliğin
anlaşılmaz olduğunu iddia edecektir. Eğer her şey
sürekli
bir değişim altındaysa ve
hiçbir şey kavranabilecek uzunlukta
sabit
kalamıyorsa,
sözcüklerimiz ve onların
anlamları da
sürekli olarak
değişeceği için
insanlar arası iletişim
olanaksızdır.
Heraklitos’un akış metaforunu kullanarak Cratylus, kişinin birden çok kez aynı suya
giremeyeceğini çünkü girilen suyun ilk seferindeki su olmayacağı sonucuna
varmaktadır. Hatta buna bağlı olarak suya ilk sefer giren kişi ile ikinci sefer girenin de
aynı kişi olamayacağı fikrindedir. Dolayısıyla
böylesi bir doktrinin kabulü
kişiyi,
tanımla
n
masını mümkün kılacak
durağan hiçbir şeyin olmadığı ve kesinlik için he
r
arayışın beyhude olduğu anlayışıyla sonuçlanacak aşırı bir şüpheciliğe
sürükleyecektir.
Bu noktada Heraklitos’un akış doktrinini kabul ettikten sonra Platon’un nasıl
olup da kesin olarak elde edilebilecek
bilgi diye bir şeyin olduğunu iddia ettiği merak
uyandırabilir. Bu sorunun yanıtı ise Aristot
eles’de bulunabilecektir.
Aristoteles’e (1941) göre, Heraklitos’un a
kış doktrini ile genel tanımları
bulmaya
dönük Sokratik araştırmanın birleşimi, Platon’un bilginin gerçeklikte var
olan
nesnelerini tasarlamasına yol açmıştır
(Metafizik, 987a – 987b). Gulley’in (1961: 22)
belirttiği gibi
,
Platon’un erken dönem diyaloglarında Sokrates’in sorgulamalarının en
temel ve önemli karakteristiği, genel tanımların verilmesine gösterilen dikkat
tir.
Sokrates, duyularla algılanan her bir objenin evrensel, değişmez, soyut bir
tanımının olduğuna inanır. Duyularla algılananlar kişiden kişiye değişse de ideal
tanımlar böyle değildir. Bizler ideal olanın bütünüyle maddi olarak somutlaşmasına
hiçbir z
aman şahit olmayız. Evrensel bir
olguya (ideal) dair tüm örnekler o evren
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 5
www.acikders.org.tr
içinde yer almaktadır ancak bunlar hiçbir zaman ideale birebir karşılık gelmez. Yine
de bu, Platon’u kesinlikle bilinebilecek bilgi
nesnelerinin varlığını düşünmekten
alıkoymaz. Bu açıdan
Aristoteles
’in de vurguladığı gibi bir yandan Heraklitos’un akış
doktrini Platon’u duyularla algılanan nesnelerin
sürekli
bir değişimin konusu olduğunu
ve bunun bir sonucu olarak bilginin uygun bir nesnesi olamayacaklar
ını düşünmeye
iterken; genel ta
nımların olabileceğine ilişkin Sokratik sorgulama da onu, duyularla
algılanana ulaşmanın ötesinde, soyut, evrensel, değişmez ve mükemmel olan bilgi
ne
snelerinin varlığına ikna eder.
Platon’un evrenseller
in bilgisini yani kendi adlandırdığı biçimiyle “Form”ları
elde etmeye dönük kendi yönteminin tartışılmasından önce Platon’un nesnel
doğrunun varlığına dair görüşlerini yönlendiren diğer bir etkenden de bahsedilmesi
gerekir.
Bu etki, görüşleri
genel bir gözlemden hareket eden Parmenides’e (M.Ö. 515-
440) ba
ğlıdır. Ona göre, bizlerin bazı şeyleri sürekli bir değişim altında olmaları
na
rağmen aynı isimle çağırmamız, onların bazı temel özelliklerinin sabit kaldığını
göstermektedir. Bu durumun
örneklerinden biri mevsimlere göre rengi yeşilden
kahverengiye dönüşen bir yaprakta bulunabilir. Yaprağın görünümü değişimin
konusu oluyorsa da o
halen yaprak olarak kalmaktadır. Bu, değişim sürecine rağmen
sabit kalan bazı şeylerin varlığını gösterir. Bu anlamıyla değişim, farklı görünümlerin
ardı ardınalığı değildir. P
arm
enides için renk ya da şekilden farklı olan sabit,
duyularla ulaşılabilen bir şey olamaz. Bu özün bilgisine ancak akıl erişebilecektir
(Reinhold, 1964: 2). Bu bağlamda Platon, bilginin konusunun, duyularla
algılananların konusu ile aynı olmadığı yolundaki inancına Pa
rmenides’ten destek
bulmaktadır.
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 6
www.acikders.org.tr
Formlar Teorisi: Bilgi Nesnelerinin
Doğası
“Form” ve “idea”, Platon’un felsefesinde bilginin nesnesi hakkında kullanılan
sözcüklerdir. Day’in (1994) işaret ettiği üzere Formlar Teorisi ilk kez
Phaedo,
Symposium ve Devlet (Republic)
gibi klasik diyaloglarda sunulmuştur.
Devlet’in
Altıncı Kitabı’nda Platon, Sokrates’in “mutlak bir güzel, mutlak bir iyi vardır;
kendilerine ‘birçok’ teriminin atfedildiği diğer şeylerin de bir mutlak olanı vardır;
nitekim onlar da her
birinin özü (esence) olarak adlandırılabilecek olan bir idea
altında toplanabilirler” sözlerini alıntılamaktadır (
Devlet 507). Yine Devlet’in Onuncu
Kitabı’nda Sokrates, “her ne zaman birden çok tekil ortak bir ismi taşıdığında, onlara
karşılık gelen bir idea, formun da olduğunu varsayıyoruz” demektedir (
Devlet 597).
Bu noktayı açık hale getirmek için Sokrates yatak ve masalara dair bir örnek verir.
Buna göre dünyada birçok yatak ve masa bulunmaktadır; ancak yine de bunların iki
formu vardır
– bir yatak formu ve bir masa formu-. Bu nedenle bizler formun,
kendilerine aynı ismi atfettiğimiz birçok şeye
karşılık gelen bir ideal olduğu anlamını
çıkarabiliriz.
Formların doğasını açık
la
madaki yollardan biri onları
n
farklı örnekleri ile
kendileri arasında bir karşılaştırma yapmaktır. Platon’un sıkça başvurduğu bir örnek
olan güzellik formuna bakıldığında Platon, bunun aslında güzelliğin ne olduğunun
tanımını verdiğini söyler. Bu nedenle tanım mutlak, herhangi bir kısıtl
amaya
uğramamış, zaman, mekân
ve kişilerden bağımsız olmalıdır. Buna karşılık,
genellikle
güzel olarak
adlandırılan şeyler
ise güzellik formunun belirli örneklerinden ibarettir.
Bunlar, belli bir zamana, içeriğe ve bakış açısına göre güzeldirler. Bu açıdan bir şey
belli bir zaman ve yerde, belli bir b
akış açısı uyarınca güzel olabilecekken, başka bir
zamanda ve yerde, başka bir bakış açısına göre çirkin sayılabilecektir (Day, 1994:
12).
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 7
www.acikders.org.tr
Formların diğer bir ayırt edici özelliği, herhangi bir değişiklikten bağımsız
olmalarıdır. Zaten kusursuz oldukları
için herhangi bir değişikliğe uğramaları, esas
itibarıyla çözü
lm
eye doğru bir hareket anlamına gelir.
Bu tanımlamaların nihai sonucunda sıra, Platon’un görünenler dünyası ile
gerçeklerin dünyası arasında yaptığı ayrıma gelmektedir. Bizim duyularımız
ara
cılığıyla farkında olduklarımızdan oluşan
dünya
formların değil, örneklerin
dünyasıdır. Çünkü görünenlerin dünyası, sürekli değişime ev sahipliği yapmaktadır;
formlar ise bir başka dünyada
–
gerçekliğin dünyasında
–
bulunmalıdır. Bu nedenle
gerçek dünya du
yularla değil ancak akıl aracılığıyla anlaşılabilir.
Platon’un buna karşın duyularla algılananları da bütünü ile anlamsız görmediği
not edilmelidir. Çünkü duyumlar hiçbir zaman bilgiyi ve kesinliği üretemiyorsa da akla
bu doğrultuda yardımcı olmaktadır. Duyusal algılamalar aynı zamanda sanı
(opinion)
için temeli oluşturmaktadır. Sanı, doğru ile ilgili olarak bilginin sahip olduğu ölçüde bir
içeriğe sahip değilse de, bilgisizlikle eşdeğer
de
değildir. Bu nokta,
Devlet’de Platon
tarafından açıklanır. Ona gö
re
varlık
(being) bilginin konusu iken yokluk da
bilgisizliğin (ignorance)
konusudur (Devlet 478). B
ilgiden daha karanlık, bilgisizlikten
daha aydınlık bir durumda olan sanının (fikir) konusu bu ikisinin arasında bir yerde
konumlanma
lıdır
.
Böylece, sanının
konusu ‘oluş
’ (becoming) ol
maktadır. Bu
bağlamda, ‘oluş
’ içinde
duyusal algıların nesnelerinin var olduğu bir duruma karşılık
gelir. Formlar ideallerdir, her şey için yalnız bir ideal bulunmakta, bu idealin örnekleri
ise çeşitlilik arz etmektedir. Platon
için bilgi mutlakken
sanı yanılabilir niteliktedir
(Devlet 478-480).
Görünenlerin dünyası ile gerçekliğin dünyası arasındaki farkı anlamada
- iki
farklı dünyada doğrunun derecelerinin farkını ortaya koymada
- belki de en iyi yol
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 8
www.acikders.org.tr
çizgi analojisinden yara
rlanmaktır (
Devlet 509-511). Bu analojide görünenler ve
gerçeklik
dünyası, iki eşit olmayan parçaya ayrılmış bir çizgi ile temsil edilir.
Bu iki
eşitsiz parça, aynı oranda bir kez daha bölünür. Buna göre iki ana parça görünen ve
gerçek
dünya arasındaki bölünmeyi temsil eder. Görünenler dünyasının ilk kısmı
suda ve katı cisimlerde, parlak yüzeylerde ve bunların benzerlerindeki yansımaları
içermektedir. Görünenler
dünyasının ikinci kısmı ise canlı varlıklar, bitkiler ve
insanların yaptıkları şeylerden oluşmaktadır. Bunlardan ilk kısım, ikincisinin
yansımasından ibarettir, bu nedenle de bizler bir hayvanın sudaki yansımasını ve
aynı zamanda hayvanın kendisini görebiliriz. Yansıma ya da Platon’un kullandığı
ifade ile yansı nesnenin bir kopyasından ibarettir ve n
esnenin kendisi olarak
görülemez. Görünenler dünyasının, her biri farklı bir aydınlık ve doğruluk düzeyini
ifade edecek biçimde alt birimlere ayrılması görünen ve
gerçeklik dünya
ları
arasında
yapılan kıyaslamaya paraleldir. Bu anlamıyla bir bütün olarak görünenler dünyası,
gerçeklikler
dünyasının bir kopyasından ibarettir, bu nedenle de onun aşağısındadır.
Görününler dünyasına ait olan nesneler, Formlarını yani gerçekliklerini andırmaktadır.
Görünen dünyanın açıklamasını tamamlamak için Platon, gerçek dünyanın
açıklamasına geçer. Bu dünya da iki parçaya bölünmüştür.
Gerçeklik
alanının
daha
aşağıdaki parçası matematik ve geometrik gerçeklerin alanıdır. Ruh
–insan
vücudunda kavrayışın gerçekleştiği kısım
- bu nesnelerin bilgisini tasavvur ederken
görünen düny
anın yansılarından sağlanan figürleri kullanır. Bu alt kısım için Platon
(1991),
“Araştırma varsayımlar üzerinden ilerlemek zorunda kalır; yukarıdaki bir
ilkeye ilerlemeyip, aşağıdaki diğer sona iner”
yorumunu yapmaktadır. Bu anlatım
bir
miktar kafa karıştırıcıdır. Belirtildiği gibi bu parçadaki bilginin nesneleri matematik ve
geometrik gerçeklerdir. Bu gerçeklere duyulardan ziyade akıl aracılığıyla ulaşılır.
Ancak, muhakeme sürecinde kişi, görünenler alanındaki figürlerden yararlanabilir.
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa 9
www.acikders.org.tr
Örneğin bu noktada yararlanılan şey
yere çizilen bir üçgen olabilir. Bu figür, üçgenler
hakkında bir tasarımda yardımcı olabilecektir. Kişi üçgenin iç açılarının toplamının
yüz seksen derece olduğu gibi belli aksiyomlardan başlayarak üçgeni tasarlayabilir.
Aksiyomu sorgula
mayan ama bunun sonuçlarıyla çizim yapan kişi; bu yönüyle
matematik ve geometrik bilgileri tümdengelimle türetmiş olur. Bu tür gerçeklerin ifade
edilişi ise “eğer
,
ise” şeklinde yani varsayım niteliğinde olacaktır.
Gerçeklik dünya
sının daha üst aşamasının tartışılmasında Platon, “ruh,
yansılara başvurmadan varsayımdan ilkeye gider, araştırmalarını yalnız kavramlarla
yapar” demektedir ( Devlet
510). Bu alt kısımda ruh, Sokrates tarafından “iyi ideası”
olarak adlandırılan bir
nihai
doğru yönünde yükselecektir. Nesnelere gerçekliğini,
akla
da bilme gücünü veren iyi ideasıdır (
Devlet
508). Ruh, tüm bu yolculuğu boyunca
yalnızdır, görünenler dünyasına ait olan yansıları kullanamaz. Bağlı bulundukları alan
nedeniyle iyilik ideası olarak adlandırılan mutlak, sabit
ve ilahi varlığı kapsamada
bunlar yeter
sizdir. Bilginin elde edilmesine dair tartışmalarda görüleceği üzere
duyusal algılamanın nesneleri
sadece, ruhun daha önceki zamanlarda zaten
öğrendiği şeyleri ona
anımsatabilir.
Gerçeklik dünya
sının bu iki alt alanına dair
tartışmanın gösterdiği ise bilginin nesnesi olan Formların, açıklık ve doğruluk
derecesi bakımlarından
hiyerarşik bir sıraya
tabi olduk
larıdır.
Platon’un felsefesinde bilginin elde edilmesinin yöntemine bakıldığında ise
bununl
a ilgili ilk sistematik açıklamanın
Menon (1994) diyalogunda yer
aldığı görülür.
Bu diyalogda Sok
rates ve Menon erdemin öğretilip öğretilemeyeceğini
tartışmaktadırlar. Burada Sokrates’in ilk tepkisi erdemin ne olduğunu bilmediği
olmakta, dolayısıyla öncelikle erdemin ne olduğunun tanımlanmasına girişilmektedir.
Tanımla
ma
girişiminde temel kural ise erdemin ne olduğunun belli örnekler üzerinden
açıklanamayacağıdır; dolayısıyla erdemin farklı görüşlerine dair anlatı
m
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
10
www.acikders.org.tr
işlemeyecektir. Bu durumdan ötürü Menon, şaşkın ve çaresiz bir halde Sokrates’e şu
soruyu yönel
tecektir: “Ne olduğunu bilmediğin bir şeyi nasıl araştıracaksın?
Bilmediğin tüm şeyler arasında hangileri senin için bir araştırma hedefi olacaktır? Ve
sen karşı karşıya geldiğinde o şeyin ne olduğunu bilmediğin şey olduğunu nereden
bileceksin?” (Menon 80d6-10)
Bu,
Platon’un bilgi teorisine bir giriş yapabilme imkânını sunan kritik bir
sorudur. Platon’un Sokrates’in ağzından verdiği yanıt, ruhun daha önceki zamanlarda
öğrenmediği hiçbir şeyin olamayacağıdır. Bu yönüyle öğrenme denilen süreç esas
olarak bir “anımsama”dır (
Menon 81c4-81d6). Bu nedenle teori,
kaynağının bu
yaşamdaki deneyimden bağımsız olması anlamında
bilginin a priori
olduğunu
göstermektedir. Gulley’in (1961: 6) işaret ettiği üzere bu teorinin içerdiği temel ilkeler
“bilgi sahibi olanın ruh olduğu, ruhun daha önceden vücut bulduğu ve ruhun bilgisinin
onun bugünkü vücut bulmuş deneyiminden bağımsız olduğudur.” Zihinsel aktivitenin
ruhla ilişkilendirilmesinde Platon, ruhun bireyin ahlaki ya da rasyonel benliği ile
tanımlandığı Sokrates’in ruhu ön plana alan görüşlerini takip eder. Ruhun ön plana
alınması, belli ölçülerde ruh hakkındaki dinsel fikirlerden yansımalar taşımaktadır.
Özellikle de Platon’un ruha dair anlayışı ve ona atfettiği özelli
kler, Orfeus ve
Pisa
gorcu dinsel ve felsefi öğretiler gibi en nüfuzlu iki dinsel doktrinden izler taşır.
Orfeus’a göre ruh, dünya üzerindeki yaşamında bir ceza olarak vücuda hapsedilmiştir
ve inisiye ve arınma aracılığıyla
Hades’de
daha büyük cezalarından kaçınmayı
amaçlar. Orfeusçular ruhun bedendeki hapsolmuşluğundan sonsuz kurtuluşun
peşindedirler. Benzer dinsel inanışlar Pisagor ve o
nun okuluna da atfedilmektedir
(Gulley, 1961: 7).
Orfeusçu ve Pisa
gorcu dinsel doktrinlere dayalı olarak Platon, insanın
bu
dünya ile öldükten sonraki dünyadaki varoluşları arasında gidip gelişlerinde öğrendiği
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
11
www.acikders.org.tr
erdemin bilgisini ve diğer her şeyi anımsayabileceği düşüncesindedir. Birçok sayıdaki
yaşamı boyunca ruh her
şeyi öğrenir. Sokrates’in şu sözleri, Platon’un dinsel
gö
rüşlerin ne derece etkisi altında olduğunu gösterir:
Ruh ölümsüz olduğu, birçok kereler doğduğu ve burada ve Hades’te ne varsa
gördüğü için öğreneceği hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla önceden zaten edindiği
erdemi ve diğer şeyleri yeniden toplaması olanağında şaşılacak bir şey yoktur.
Eğer bir kişi cesursa ve arayıştan vazgeçmezse, onu insanların öğrenme
dedikleri her şeyi keşfetmeden alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Ve onun için
araştırma ve öğrenme yalnız bir anımsamadır (
Menon 81c4-81d6).
Tüm bir öğrenmenin
aslında bir anımsama olduğunu ispatlama doğrultusunda
Platon, Menon’da Sokrates’e geometri konusunda hiçbir bilgisi olmayan cahil bir
köleyi sorgulatır. Sokrates’in burada yaptığı, köleye bir geometri problemini çözmesi
doğrultusunda sorduğu sorular aracılığıyla rehberlik etmektir. Problem, alanı bilinen
bir karenin kenarının uzunluğunun ne olduğu ile ilgilidir. Dahası Sokrates tarafından
seçilen problemin açık bir aritmetik çözümü de bulunmamakta, dolayısıyla da köle
yanlış cevaplar vererek kafa karışıklığı yaşamaktadır. Gulley’in (1961: 11) belirttiği
gibi yine problem, kölenin her noktada yanıldığının farkına varmasını sağlayacak
akıllıca diyagramları gerektirmektedir. Bu nedenle çözüm doğrultusunda köleye
rehberlik eden yöntem, diyagramların kullanımıyla yönlendirici soruların bileşimidir.
Sokrates’in yaptığı da köleye bir şey öğretmek değil çözüm doğrultusunda
kılavuzluktur. Sokrates de bu durumu, “Görmüyor musun Menon, ona nasıl da hiçbir
şey öğretmiyor ama aksine her şeyi soruyorum?” sözleri ile dile
getirir (Menon 82e3-
4).
Gulley’in (1961: 12) vurguladığı biçimiyle bir kölenin geometri konusunda
önceden hiçbir bilgisi olmaksızın buna dair belli geometrik ilkeleri fark edebilmesi,
insan biçiminde somutlaşmasının öncesinde doğruya ruh tarafından sahip olunduğu
anlamına gelmektedir. Dahası bu, aksi halde bu yaşamda gerçekleşmesi olanaksız
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
12
www.acikders.org.tr
olduğundan, gerçeğin bu yaşamda da ruhta olduğu anlamına gelmektedir. Sonuç
olarak Platon, geometri için geçerli ola
nın bilginin diğer tüm branşlar
için de geçerli
olduğunu savunmaktadır (
Meno 85e1-2).
2
Formlar hakkında doğru bilgilere sahip olmak için gerekli olan, formların
öğretildiği değil, onlara ulaşmak için gerekli olan yönteme dair bir eğitimdir. Formlar,
ruhlarımızda yer almakta ve keşfedilmeyi beklemektedir. Onların keşfi ise zahmetli bir
süreçtir. Duyularımızla edindiklerimiz bizi uzak bir geçmişte
–
doğumumuzdan önce
-
öğrendiklerimiz hakkında uyarabilirler ancak nesnelerin doğasının duyu organlarınca
ancak kusurlu biçimde bilinebilecek olması, sonucun anımsans
a da mükemmel
olmayacağını gösterir. Asıl ihtiyaç duyulan Formların gerçek doğasına erişebilmek
için ruhun işbirliğidir. Bu noktada ise karşımıza Platon’un ruhun yukarı doğru
yolculuğu biçimindeki ünlü doktrini çıkar.
Platon Devlet’
de, bu yolculuğu ayrıntılı biçimde sunar. Ruhun yukarı doğru bu
yolculuğu esas olarak ruhun entelektüel dünyaya doğru yolculuğudur. Bununla ilgili
olarak Laidlaw & Johnson (1996: 31-
32) şunları söyler:
Platon, bilgi için yapılan araştırmayı, ruhun yanlış bilincin yol açtığı karanlık bir
yerden bilginin aydınlığına doğru temkinli bir dönüşüm süreci olarak tasvir eder.
Ruh kalıcı bir güce ve akla sahiptir ki bu, karanlıktan ışığa geçen bir gözün önce
geri dönüp sonra ışığa yavaşça uyum sağlamasına benzer. Bu nedenle bilme
organı olan akıl, ruh varlık ve oluş hakkında düşünmeye hazır hale gelinceye
değin ruhun bütününe geri dönmelidir.
Bu yolculuğun son durağında iyi ideası bulunmaktadır. Ruh varlığı, varlığın en
parlak ve üstününü diğer bir deyişle iyiyi belli aşamalarla öğrenir:
Her halde benim düşünceme göre gerçek dünyanın sınırlarında “iyi” ideası
vardır. İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek için de dünyada iyi ve güzel
ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada
ışığı yaratan ve dağıtan odur. Gerçek dünyada da doğruluk ve kavrayış ondan
2
Platon’un anımsamaya dair doktrininin diğer bir anlatısı için bakınız
Phaedo (Platon, 1992).
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
13
www.acikders.org.tr
gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında bilgece davranabilir
(Devlet 517).
Sonunda
“
i
yi ideası
”
na ulaşılacak olan bu yolculuk için atılması gereken
adımlar nelerdir? Burada gerekli olan bir
şey sabırdır. Ayrıca bu yolculuğa çıkacak
olan biri öncelikle aritmetik bilgisine sahip olmalıdır. Aritme
tik, ona bir dükkan
katibinin değil ancak bir filozofun bakış açısıyla yaklaşılırsa
iyi ideasına ulaşma
çabasına katkı sağlayabilir
(Devlet 525-526). Aritmetik görülebilir ve somut nesnelerle
değil, rakamlar gibi düşüncenin nesneleri ile ilgilenir. Ancak varsayımlar temelinde
oluşu ile ruha iyi ideası doğrultusunda yol göstermede başarısız olur. Daha önce de
belirtildiği gibi Platon için varsayımlar üzerinde ilerleyen bilimler varsayımlarını
sorgulamamakta ama bunlardan sonuçlar çıkarmaktadır. Bu nedenle gidişleri yukarı
değil
aşağı doğru olup mutlak bilgiyi sağlayamazlar. Çizgi analojisinden
anımsanacağı üzere, aritmetik zihinsel dünyanın daha aşağı
kısımlarında
kalmaktadır. Sokrates’in şu sözlerinden anlaşılacağı gibi “geometri ve benzerleri gibi
gerçek varlıkla ilgili bazı algıları olan matematiksel bilimlerin edindiği bilgi bir düşe
benzer. Varlığı bütün aydınlığı içinde göremezler, bir takım varsayımlara dayanır ve
kanıtlayamadıkları için onlara dokunmazlar” (
Devlet 533).
İkinci ve üçüncü adımlarda, kişi yüzey ve katı geometri
(plane and solid
geometry)
gibi iki branşa ihtiyaç duyar (
Devlet
528). Eğer genel geometri, ruhu iyi
ideasına döndürmeye yardımcı olacaksa, onun pratik kullanıma dönük değil, felsefi
kullanıma dair bir bakışı
olmalıdır.
Öğrenilmesi gereken dördüncü bilim astronomidir. Bir kez daha felsefi
tutum,
astronomi eğitimi için kılavuz ilke olmalıdır. Astronominin yararlarına dair
konu
şmalarında Glaucon, bilimlerin sıralaması hakkında Sokrates’e karşı çıkar. O,
astronominin iyi ideası doğrultusunda ruha rehberlik edecek olduğunu çünkü ruhu
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
14
www.acikders.org.tr
yukarılara bakma doğrultusunda zorlayıp, bu dünyadan diğer dünyaya değin
yönlendirdiğini iddia eder. Buna karşın Sokrates kendisini azarlar.
Burada
astronominin baktığı
bu dünyanın en güzel ve en düzenli şeyleri ola
n gök kubbedeki
yıldız kümeleri
olsa da bunlar görülen dünyaya aittir; dolayısıyla iyi ideasının bilgisini
tek başına sağlayamaz (
Devlet 528-530).
Beşinci sırada yer alan bilim ise armonidir. Bu bilim seslerin hareketi ile
ilgilenmektedir ( Devlet 530-
531). İyi ideasının keşfedilmesinde bunların yardımcı
olabilmesi için “sayılan bilimlerin aralarındaki ilinti ve yakınlığı bulması, birbirleri
ile
nasıl bağlandıklarını ortaya koyması” gerekmektedir (
Devlet 531). Tüm bu bilimlere
sahip olunduğu
durumda en üst bilime girilebilecektir ki, bu da diyalektiktir. Diyalektik
iyi ideasının keşfedilebilmesinde ruha rehberlik edebilir. Diğer bir deyişle, tartışılan
diğer tüm bilimler, egemen bilim olan diyalektik için bir giriş niteliğindedir. Aslında
diğerlerinin bilim olarak adlandırılmaları da sahip oldukları liyakatten değil bu türdeki
yerleşik adetler nedeniyledir (
Devlet
533). Platon’a göre yalnız di
yalektik bilim olarak
adlandırılmayı hak eder. Bilimlerin en üstünü olan diyalektik diğerlerini de harekete
geçirendir (Devlet 534). Çizgi analojisin
de yer aldığı şekliyle gerçek dünyanın en
yüksek kısmında, “ruh hipotezleri geride bırakmakta, tü
m hipotezlerin üzerinde ve
herhangi bir yansıya başvurmaksızın ideaların kendilerinde ve onların aracılığıyla
girişilen temel ilkelere varmaktadır
” (Devlet 510-511). Platon diyalektik olarak
adlandırdığı bu sürecin bilimin kendisi olduğunu Sokrates’in ağzından şu şe
kilde dile
getirir:
Yalnız diyalektik metodu, varsayımları birer birer atarak ilkenin ta kendisine
yükselir. Orada da kendini sağlama alır. Yalnız o ruhun gözünü gömülü olduğu
dünyanın çamurundan kurtarır ve saydığımız bilimleri kullanarak yüceltir onu
(Devlet 533).
Bu nedenle ruh nihai olarak diyalektik vasıtasıyla iyi ideasına ulaşabilir. Bu
sonuç noktasında duyuların yardımına herhangi
bir ihtiyaç duymaz, akıl yürütmede
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
15
www.acikders.org.tr
yalnız Formları kullanır ve sonunda entelektüel dünyanın sonuna
– özel olarak da iyi
ideasına
-
ulaşır
.
Gerçeğin keşfedilmesine dair tüm bu süreç, en iyi şekilde Mağara
Alegorisi’nde özetlenir.
Karanlık bir mağaranın ortamı, çizgi alegorisindeki görünenler dünyasına
tekabül etmektedir. Mağarada bulunanlar el ve ayaklarından zincirlenmiş
durumdadır,
dolayısıyla da hareket edememekte, kafalarını döndürmeleri de engellendiğinden
sadece önlerindekini görebilmektedir. Bu kişiler, tüm hayatları boyunca
mahkûm
olarak kalmışlardır. Mahkûmların
arkasında bir ateş yanmakta, ateş ve
mahkûmlar
arasında bir duvar yükselmekte, duvarın gerisinden de başlarının üzerinde kaplar,
heykeller, hayvan figürleri taşıyan kişiler geçmekte, bunların taşıdıklarının gölgesi de
mahkûmların
önündeki duvara vurmaktadır. Mahkûmların
gördükleri duvardaki
gölgelerden ibar
et olduğu için, onlar bu gölgeleri gerçekler olarak yorumlamaktadır.
Platon için tasvir edilen bu durum, görünenler dünyasındaki insanların
deneyimini temsil etmektedir. Bizler de duyu organlarıyla elde edilenleri gerçeklik
sayarız çünkü sonsuz gerçeğin varlığının farkında değilizdir. Duvardaki gölgeler suda
ya da parlak yüzeylerdeki görüntülere uymaktadır. Duvarın arkasından geçmekte
olan gerçek insanlar ise çizgi analojisi uyarınca görünenler dünyasındaki görünür
objelere tekabül etmektedir.
İkinci adımda Sokrates, mahkûmlardan birinin zincirlerinden kurtulması
durumunda nelerin olabileceğini tasvir eder. İlk olarak mahkûm, duvarda gördüğü
gölgelerin
yani önceki deneyiminin şu an gördüklerinden daha gerçek olduğunda
ısrarcı olacaktır. Ancak bir kişi ona önceden gördüklerinin birer illüzyon olduğunu
açıklayacaktır. Bir yandan mahkûm görüp öğrendikleri karşısında şok yaşamaya
devam ederken, diğer yandan bir adım daha atıp mağaranın dışına çıkacaktır. Çizgi
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
16
www.acikders.org.tr
analojisi çerçevesinde mahkûmun
ulaştığı yeni çevre
gerçek dünyaya tekabül eder.
Güneşin ışığı nedeniyle ilk önce mahkûmun gözleri kamaşacaktır. Bu nedenle
güneşe baka
mayacak ama gözleri bu kez
nesnelerin sudaki yansıma ve gölgelerini
görecektir. Gözlerinin ışığa alışması ile birlikte nesnelerin kendileri artık görülebilir
olacaktır. Nihayetinde mahkûm başını güneşe doğru çevirebilecektir. Güneşin sudaki
yansımasına değil de gökyüzündeki haline baktığında bunun “mevsimleri ve yılları
yapan, görünen dünyayı koruyan ve her şeyin asıl kaynağını oluşturan” şey
o
lduğunu
anlar ( Devlet
516). Bu yeni çevrede nesnelerin sudaki yansıma ve gölgeleri çizgi
analojisi uyarınca
gerçek
dünyanın daha aşağıdaki kesimine; nesnelerin kendisi ve
güneş ise
gerçek
dünyanın üst kesimindeki formlara ve iyi ideasına karşılık
gelmektedir. Bu sebeple Platon, kavramaya
dair dört aşamanın olduğu fikrindedir:
Bilim, anlama, inanma ve
gölgelerin algılanması
.
Bilginin ilk bölümüne bilim diyelim, ikincisine anlama, üçüncüsüne inanma (belief),
dördüncüsüne
gölgelerin algılanması
; ilk iki bölüme birden kavrama, son ikisine de
sanma diyelim. Sanma oluş
(becoming)
hakkındayken, kavrama varlık
(being)
hakkındadır (
Devlet 533-534).
Kaynakça
Ağaoğulları, Mehmet Ali. (2002)
. Kent Devletinden İmparatorluğa
. Ankara:
İmge
Kitabevi.
Aristotle. (1941). “The Metaphysics”. içinde The Basic Works of Aristotle. (ed.
Richard McKeon). New York: Random House, pp. 689-926.
Day, Jane M. (1994). “Giriş”. içinde
Plato’s Meno in Focus. ed. Jane M. Day.
London: Routledge.
Gökberk, Macit. (1980). Felsefe Tarihi.
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gulley, Norman. (1961). Plato’s Theory of Knowledge. London: Methuen & Co
Ltd., 1961.
Siyasal Düşünceler Tarihi I
Platon I
Sayfa
17
www.acikders.org.tr
Laidlaw-Johnson, Elizabeth A. (1996). Plato’s Epistemology: How Hard Is It to
Know? New York: Peter Lang.
Platon. (1991). The Republic. trans. Benjamin Jowett. New York: Vintage Classics.
Platon. (1992). “The Phaedo”. içinde The Trial and Death of Socrates Four
Dialogues. trans. Benjamin Jowett. New York: Dover Publications, Inc.
Platon. (1994). “The Meno”. içinde Plato’s Meno in Focus. ed. Jane M. Day.
London: Routledge.
Popkin, Richard H., Avrum Stroll. (2002). Skeptical Philosophy for Everyone. New
York: Prometheus Books.
Reinhold, Meyer. (1964). A Simplified Approach to Plato & Aristotle. New York:
Barron’s Educational Series Inc.
Rowe, Christopher. (2001). “Platon: İdeal Devlet Biçiminin Arayışı”. i
çinde Siyasal
Düşüncenin Temelleri. der. Brian Redhead. İstanbul: Alfa Yayınları. s.
15-
30.
Skirbekk, Gunnar, Nils Gilje. (2001). Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe
Tarihi. çev
. E. Akbaş, Ş. Mutlu. İstanbul: Kesit Yayınları.
Şenel, Alaaddin. (1996).
Siyasal
Düşünceler Tarihi.
Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Dostları ilə paylaş: |