Antik yunan felsefesinden kesitler II



Yüklə 52,68 Kb.
tarix11.03.2018
ölçüsü52,68 Kb.
#31097


Antik yunan felsefesinden kesitler II1

Merve SÜRÜCÜ2



Bu çalışma, Antik-Yunan felsefi düşünüşünün gelişimini sağlayan ve devamı kabul edilen filozofların temel yaklaşımlarının ana hatlarıyla tanıtılmasını amaçlamaktadır. Bu çerçevede Sofist Protagoras, Sokrates, Platon ve Aristoteles'in düşünceleri serimlenmiştir.

Anahtar kelimeler: Varlık, Yokluk, Daimon, Anamnesis, Realizm.

Some parts of Ancient Greek philosophy II

Abstract

This study aims to provide the improvement of Ancient-Greek philosophical idea and to introduce the outline of the main approaches of the latter philosophers.

In this case the ideas of sophist Protagoras, Socrates, Platon and Aristotle have been arranged. Keywords: Existence, Non existence, Daimon, Anamnesis, Realism.

Giriş



Üzerinde bulunduğumuz öyle bir yol ki, iki yanı birden uçurum. Virajı iyi alabilmek için önümüzün aydınlık olması gerekir. Bir yolcu otobüsü gibi, yolcularımızın gitmeleri gereken noktaya ulaşmalarını sağlarken; birer usta olmalıyız, yolu bilir geçinmeyen; haritaya bakmadan ilerlemeyen.

Bu durum bir teselsül biçiminde devam etmiş ve eder, biz yolcuyken bizim ulaşmamızı sağlayan ustalar da yolcu değil miydi, geçip gitmiş bir zamanda? İşte şimdi bu yolun başlangıç noktasına, ilk durağına gitmek, zamanda ve mekanda kat edilmiş mesafeyi görmek gerek. Felsefenin tohumlarının atıldığı Antikçağ' daki bir tarlaya, Yunan topraklarına, onun gelişimini gözden geçirmek adına keşfe çıkmalıyız. Tarihi bildiğimiz ölçüde, geçmişimizi göz önünde bulundurduğumuz ölçüde, neyi neden yaptığımızı bilmiş olacak ve bu hususta bilgeleşmeye adım adım yaklaşacağız. Geçmişi bilmeden gelecek hakkındaki varsayımlarımız güvenilir olabilir mi? Olmuş-bitmiş ne varsa, onları şimdide, geleceğe uzanan bir merdiven olarak kullanmalıyız. Bizi gelecekteki cahillikten koruyacak tek şey, geçmişteki bilgeliklerimizdir.

Sofist ve mecrası



Sofist'in ne olduğunu aramaya çıkan Platon; ona yokluk'un karanlığında ikamet ediyorken rastlar. Dialog'unda iki türlü meydana getirmeden bahsederken; Tanrı'nın meydana getirmelerinden, insanın meydana getirmelerini ayıklamış ve evrensel kümeyi eninden ikiye ayırarak, bölümlendirmiştir. Tanrı'nın yarattıkları ile insanın yarattıklarından meydana gelmiş bu alan; boydan çekilen bir sınırla, gerçek ve görüntü kısımlarının da hesaba katılması sayesinde, dört kısma ayrılmıştır. Tanrısal gerçek ve tanrısal görüntü; insansal gerçek ve insansal görüntü şeklinde bir ayrışma söz konusu olmuştur. Tanrı, eseri olan şeylerin yanında; onların takipçisi olan görüntülerini de yaratmıştır. İnsanın eseri de, gerçek ve görüntü olarak doğanın öteki kısımlarının temsilidir. Tanrısal üretimde şeyin kendisi ve görüntüsü ayrımı vardır, insansal üretimde de bu ayrım karşımıza çıkıyor; bir evi hem duvarcı hem de ressam yaratabiliyor, ama ressamın yarattığı ev, duvarcının yarattığı evden hayli farklı; görüntüden ibaret.

Araştırma konusu varlık olan filozof, nasıl ki gerçeğin ta kendisiyle aydınlıkta iş görmeye çalışıyorsa; sofist gerçekle değil benzerler ile iş görür ve varlıktan başka olan şeyler onun esaslı konusudur. ''Sakın bana bir baba katili gözüyle bakma''(Platon, 2000) diyerek Platon, varlıktan başka cinslerden söz eder ve bunların varlıktan başka oldukları için, yokluktan yana sayıldıklarını kabul eder. Parmenides'in söz konusu dahi edilmesinin, abesle iştigal sayılacağını belirttiği ''yokluk''un, Platon'daki ifadesi böylelikle farkını ortaya koymuştur. Artık o, kaçılması, uzak durulması gerekli olan değil; varlıktan başka-olan şeklinde ele alınmış ve varlığın doğasının yanı sıra, başkanın doğasının da olabileceği kabul edilerek yeni bir veçhe kazanmıştır.

Sofist'in sığınağına girebilmek için ''Biz, yokluktan söz ettiğimiz zaman, hiç de, sanılabileceği gibi, varlık'ın karşıtı bir şeyi kastetmiyoruz, yalnızca varlık'tan başka bir şeyden söz ediyoruz.''(Platon, 2000) demiş ve Parmenides'in söyleme getirdiği kısıtlamayı; felsefeye getirilen bir kısıtlama olarak değerlendirmiştir. Çünkü, sofistlerin söylemlerinin yanlışlığına işaret edebilmek için; öncelikle söylemde yanlışa düşülebileceğini kabul etmek ve böylelikle düşüncenin de yanlışı barındırabileceğini dile getirebilmek gereklidir. Söylemin doğru olanı, süje hakkında var olanı olduğu gibi söyleyendir; yanlış olanı ise, var olandan başka şey söyleyendir. Bu durumda sofist, başkayla ilgilendiği için, onun söylemleri yanlıştır. ''.. .hiç değilse, hem yanlış söylemin, hem de yanlış kanının varlığını keşfetmiş olduğumuza göre, varlıkların taklitleri yapılabilir ve bu taklitleri yapabilme yeteneğinde, bir aldatmaca sanatı doğabilir.''(Platon,2000). Sofistin bir taklitçi olduğu artık vurgulanmıştır. Fakat sofistlik, taklit ettiği şeyi bilmeden taklit etmektir; zaten o sırf bilmediğini bilmemek olduğu için kara cahilliktir ya? Üstüne üstlük onların bu cahil-i mutlaklığını; kendilerinin yanı sıra, onlardan para karşılığı ders alıp, onlara itibar edenler de alim-i mutlaktık sanır. ''Erdemin ne biçim bir şey olduğunu bilmedikleri halde, her nasılsa ona dair bir kanı edinip, kafalarında uydurdukları sahte benzerlik üzerinde oynayarak, davranışları ve sözleriyle ellerinden geldiğince onu taklit etmeye ve kendilerinde sanki gerçekten varmış gibi göstermeye çalışan çok insan yok mudur?''(Platon, 2000) işte sofist bu sebeple; doksomimetikçidir. O, bilgisine sahipmiş gibi davrandığı hiçbir şeyin bilgisine sahip olmadığı gibi; onların bilgisine sahip olmadığının da bilgisine sahip değildir. İşte sözde ''Erdem üzerine konuşma ve ders verme ticareti'' (Platon, 2000) ile onun tacirliğinin, hayali ihracatçılıktan öteye geçemeyeceği kanıtlanmış bulunmaktadır.

Konuşmakta usta olmaları; bir tencerenin yemeklerle dolup taşması misali, bilgilerle donandıkları manasına gelmez, bu sebeptendir ki; insanların sofralarını dolup taşmış kaplarla donatamazlar.

Her şeyin ölçüsünü, kişinin kendisi olarak belirleyen Protagoras; yanlışı yoksaymış bulunmaktadır. Çünkü, şeyler kime nasıl görünüyorsa; o kişi için doğru olan öyle olacaktır. Halbuki Platon'a göre görüntü ve gerçeğin böylesine bir tutulabileceğinin ve safi duyularla iş görülebileceğinin imkansızlığı, Protagoras'ın yanlış sanılarına işaret etmektedir. Çünkü, ölçüyü insanın kendi sanıları olarak almıştır ve herkesin sanısını doğru kabul etmekle; kendi sanısının yanlış olduğuna inanılabileceğini, fark etmeden, kabul etmiştir. Eğer kişinin kendi algısı, kendi bilgisi oluyorsa ve şeylerin hareketi kaçınılmazsa; kişinin sanıları da, değişmekte olan şeylere bağlıysa; doğrular, kişiden kişiye değiştiği gibi; aynı kişi için birbirinden farklı durum ve zamanlarda da değişiklik gösterecektir. Böylelikle, her şey; bana göre, sana göre olacaktır hatta; şu gün, bana göre ve bu gün, bana göre olarak değişecektir. Bilginin herkes ve her an için farklılaşabildiği bir kabul karşısında, öğrenme bir hedef olarak kalabilir mi?

Sokrates'in yolculuğu



Sokrates, Tanrılar tarafından, insanları doğruya yöneltmekle görevlendirildiğine inandığı için; ömrünü, vazifesine adamaktan hiç çekinmemiştir. İnsanların, eylemlerde yahut düşüncelerde barınan yanlışları görmeleri için; aklın komuta zincirindeki halkalardan biri olmayı kabul etmiştir. O, aklın yönergelerini dikkate alıp; arzuların ve alışkanlıkların ısrarlı çağrılarını duymazlıktan gelmek istemiştir. Onun bu çabasını görüp, irkilen ve yanlış yolda olduklarını inkâr eden şahıslar; zaman içinde Sokrates'in kuyusunu kazmaya başlamışlardır. Sokrates, devleti ve insanları için olan bu etkinliğini; atın birine musallat olmuş at sineğinin yılmazlığı ile bir tutar. Atın çevresinde dolanan bu sinek; nasıl ki onu sürekli dürtükleyip, rahatsız ediyor ve çökebilecek bir rehavet sonucu onun uyuklamasını engelliyorsa; işte tıpkı bunun gibi, ''.her gün her yerde sizi dürtüyor, kandırıyor, azarlıyorum; peşinizi bırakmıyorum.''(Platon, 2001).

Sokrates, Platon'un Theaitetos dialoğunda bahsedildiği gibi; bir ebenin oğlu olduğunu ve bu sebeple kendisinin de aynı meslekle uğraştığını ifade eder. Fakat o, kadınların değil; erkeklerin doğumunu gerçekleştirir. Ayrıca, bu sancılı fikir gebelerinin doğumlarını gerçekleştirebilmesi için ehliyetli olmasının tek sebebi; onun artık yeni fikirler doğuramayacak kadar yaşlanmış olmasıdır. Kısırlaşmış olduğu için o; sancıları sıklaştığı gözlenen gebelerin fikri doğumlarını gerçekleştiren, bir ebedir artık Sokrates, erdemin öğretilemez olduğunun kanıtlarını öne sürmüş ve bunun yanında; hiçbir insanın, bir başkasına satabileceği türden bir bilgiye sahip olmadığını tartışmalarında savunmuştur. Hatta, tüm insanların en bilgesi olduğu Tanrı tarafından kendisine bildirildiğinde ise; bilgeliğinin ancak, bir şey bilmediğini bildiğinden ve emin olarak tek bildiği şeyin de bu olmasından kaynaklanabileceğini ileri sürmüştür. Bu sebepten; onun, para karşılığında insanların kafalarını karıştırmaktan öte bir şey yapmadığı yalanını, mahkemeye sunan düşmanlarına karşı; bu türden bir savunmada bulunmuştur. Sokrates'in, insanlara para karşılığı satılabilir, bir bilgisi yoktur. Çünkü erdem, öğretilemez olduğu gibi öğrenilemezdir de, bu durumda ise onun sahip olduğu erdemi değiş-tokuş etmesi elbette imkansız olacaktır.

Sokrates, mahkeme huzurunda ona karşı yapılan haksızlıkların cevabını; haksızlık yaparak vermekten kaçınmıştır. Mahkemedekilere karşı kendini savunmuş, ama devlet ve yasalara karşı kendini savunmasına gerek olmadığını düşünmüştür. Çünkü, Sokrates'in kötülüğünü isteyenler, devlet ve onun yasaları değildir; durum böyle olunca, Sokrates devleti ve onun yasalarını zedelememek için; vatanına, onun evladı olması bakımından, saygısını göstermiştir. Zaten; Daimon'u tarafından, mahkemedeki tavrının doğruluğuna ilişkin şüphelenmesini gerektirecek, bir ikâz gelmemiştir. İç sesi de, aynı kanaattedir. Onun yazgısının, bu olacağı bellidir. Daimon, ona ölüme giderken ''dur'' dememiştir; demek ki artık gitmesi gerekmektedir. Haksız yere ölüme uğurlanmak, haklı yere ölüme yollanmaya yeğdir.

O, kaçmaz; kaçarsa ona haksızlık edenler, haklıymış gibi görülebilirler. O, susmaz; susarsa uğrunda öleceği sözleri olmaz. Ve ölmekten korkmaz; çünkü, ölenin, sadece bedeni olacağını bilmektedir ve ruhunun, gideceği yerde hakikate kavuşacağına kuvvetle inanmaktadır. Bu inancı sayesinde ölüme koşar, çünkü bu koşunun sonu hakikate çıkar. Hayatını, bedeninin arzularından kaçarak geçirmiş bir kimseye, bedeninden kurtulacağı müjdesi verilirse; mutlu olmaz mı? İşte Sokrates'e kesilen ceza, kendisi için bir müjde olmuştur adeta. Hades'teki esaslar onu bekliyor iken; sahteliklerin içinde durmaksızın boğuşup, hakikate biraz olsun yaklaşabilecek bir yaşantı için didinmek ve bunun karşılığı olarak ödül değil de cezaya lâyık görülmek; bunlardan biri olabilir mi ki, onun dostlarının yanında kalması için sebep? ''... bu kimse gerçekten filozofsa, oraya elbette seve seve gidecektir, çünkü aradığı salt bilgeliği Hades'ten başka bir yerde bulamayacağına onun kuvvetli inancı vardır.''(Platon, 2001). Zaten filozofun amacı; ruhunu ablukaya almış olan bedenin kıskacından kurtarmaktır. Tüm çalışmalarında, ruhunun kendi kendine kalmasını, kendi içine yönelmesini sağlayıp; bedenin, arzularına yönelik olarak hazır ettiği, tuzaklarına düşmemesi için; onu idmanlı hale getirir, arıtır ve eğitir. ''Bundan ötürü, bir şeyi gerçek olarak bilmek istiyorsak, tenden ayrılmamız; yalnız ruhla, neleri kendiliklerinde temaşa etmemiz gerekir, bunu artık biz, iyice anladık: İşte ancak o zamandır ki, kendisine o kadar aşık olduğumuzu söylediğimiz bilgeliğe belki kavuşmuş oluruz; fakat daha hayatta iken değil, uslamlamanın gösterdiği gibi, öldükten sonra.''(Platon, 2001).

Platon


Bir kimsenin hamuru yaradılıştan altın ya da gümüş olsa bile; almış olduğu eğitim, onun hem birey olarak hem de yurttaş olarak kârlı ya da zararlı yetişmesinde etkin rolü üstlenmektedir. Platon, binde bir rastlanan söz konusu bireylerin; toplumdaki diğer bireylerden ayrı tutularak, üstün bir eğitimden geçirilmesinden yanadır; çünkü iyi topraklarda filizlenmeleri sağlandığında, devletin de bu verimden pay alacağı âşikârdır. Seçilmiş olan erkek yurttaşların, seçilmiş olan kadın yurttaşlarla, aynı eğitim süzgecinden geçirilmesi ile kalmayıp; bu iki cinsin birleşmeleri sağlanarak, tekrar verimli yavrular elde edilmesi amaçlanmaktadır. Ruh için gerekli olan, müzik eğitimi ile işe başlanır. Ve bu alan dahilindeki; sözlü sanat ustalarının elemeden geçirildiği -komedya ve tragedya türlerinin, toplum ve birey gelişimini kötü etkilediği; özenle yetiştirilmekte olan seçkin sınıfın içine huzursuz duygular saldığı gerekçesi ile kapı dışarı edildiği- bir düzeni salık veren Platon; eğitimin çocukluktan başladığını yinelemiş ve uydurma masalların, bu sisteme eşlik etmesinin; öğrencilere yönelik sakıncalarının altını çizmiştir.

Konu, devletin bekçileri-koruyucuları olunca, ruh eğitimi yanında beden eğitimi de ön plana çıkmaktadır; çünkü, onların kusursuz birer savaşçı olarak yetiştirilebilmeleri için jimnastik su götürmez öneme sahip olmaktadır. Bekçilerin kafa eğitimlerinde; düşüncelerini düzenleyebilmeleri için, matematiğe duydukları ihtiyaç ve geometri ile astronomi gibi bilimlerin ise;''iyi''nin bilgisine yüzlerini dönebilmeleri bakımından sağladığı fayda göz önünde tutulmuş; bebeklikten itibaren bireylere katılmaya çalışılan değerlerin yanına, bunların da eklenmesi gerektiği gözler önüne serilmiştir. Çünkü bekçi; yiğit, ölçülü ve filozof olmak zorundadır.

Filozof olmalıdır ki, mağaradaki gölge oyunuyla yetinmeye niyetli olmayıp, görünenlerin ardındaki sırların peşine düşmeye hevesli olsun. Yiğit olmalıdır ki; gözlerini kamaştıran gerçekler karşısında sinip kalmasın hatta korkulacak bir şey olmadığını bilsin ve onların üstüne gitsin. Bilge ve erdemli olmalıdır ki; sırf kendini kurtarmakla kalmayıp; ödev duygusu ile, gördüğü aydınlığı anlatabilmek adına karanlığa geri dönmeyi akıl edebilsin. Platon'un, resmettiği devleti için, tasarladığı eğitim-öğretim yolunu kat edenler; yolun sonunda dialektikacı olmayı da başarırlarsa, önder olmaya layıktırlar diyebiliriz. Tek bir akıllının (monarşik) ya da biden fazla akıllının (aristokratik); yönetilenlerin yararını gözeterek ve gözettiği için, dümenin başında olması; filozof- kralın kendi yaradılışına uygun sanatı gerçekleştirmesine fırsat verilmesinin, en açık ifadesidir.

Nasıl ki devleti yöneten kişi için, yönettiği kişilerin çıkarlarını düşünmek öncelik taşıyorsa; sınıfı yöneten öğretmenin de, rehberlik ettiği öğrencilerinin çıkarlarını öncelikli sayması gerekmektedir. Bu durumda, öğretmenler de ''kendi işlerinin işçisi''(Platon,2003) sayılmaları bakımından; bu branşta doruğa yükselmek için çabalamalı ve işin karşılığında verilecek olan ücretin, amaç haline getirilmemesi hususunu göz önünde bulundurarak, davranmalıdırlar. Ayrıca öğretmen, öğrencilerinin çıkarlarını, kendi çıkarı olarak görebildiği ölçüde; öğrencilerini sevebilir ve bu oranda özverili hale gelebilir. Platon , '' bir insan bir eksiği için bir başkasına başvurur, bir başka eksiği için de bir başkasına. Böylece bir çok eksiklikler bir çok insanın bir araya toplanmasına yol açar''(Platon,2003) diyerek, toplum düzeninin ihtiyaçlar doğrultusunda vuku bulduğunu ifade etmekle; oluşturmacı eğitim kuramını çağrıştırmaktadır. Bu kuram, ''bireylerin kendi bilgilerini etraflarındaki bireylerin yardımıyla oluşturdukları'' kabulünü içermektedir. Ayrıca bu kurama göre öğrenme, eski bilgi ve tecrübelerimize dayanmaktadır; bu ise yine Platon'un ''anamnesis''(Platon, 2001) yani hatırlama yolu ile öğrenme, anımsama kavramını hatırlatmaktadır.

Eğitim sayesinde kazanılan ve Platon'un üzerine düştüğü kavramlardan biri de; ''ölçü'' dür. Birey, iyi bir eğitim almış ise; aldığı eğitimin kalitesinin oranında, arzularını frenleyebilir hale gelebilir ve kendi kendinin hakimi olabilir; fakat yaradılışı eğitime elverişli olmasına karşın, kötü eğitim almış bir birey; aldığı eğitimin hakkını vermeye çalışırcasına, kötü olmak için çırpınır durur adeta. Bekçiler, bu sebeple, aldıkları uzun eğitimden sonra çeşitli sınamalara tâbi tutuluyorlar olsa gerek; çünkü onların yüzleri, kötüden yana dönmemeli ve gözleri sadece ''iyi''yi temaşa etmelidir.

Osmanlı saraylarında, devlet yöneticilerinin yetiştirilmesi için verilen sıkı eğitim müesseleri olarak hafızalarda beliren '' Enderun'' odaları, Platon'un ütopyasında bahsi geçen eğitim nizamı bakımından örnek teşkil edebilir. Enderun öğrencilerinin zeka ve bedence seçkin bireylerden oluşturulmuş olması; Platon' un koruyucularının, eğitilmeye elverişli bireyler olarak, muazzam bir eğitimden geçirilmesi hayali ile örtüşmektedir.

Platon'un amacı; en güzel işleri yapabilecek olan bireylerin, kendi yaradılışlarına uygun hareket etmelerini ve yetişmelerini sağlamaktır. Çünkü, onun ideal devletinin ana kuralı budur; herkes, bir tek iş görecektir ve kendi tabiatına uygun olanı seçecektir. Koruyuculuk potansiyeline sahip bir birey, bu uğurda eğitimini tamamladığı vakit; eğitim tarafından iyiye yönlendirilmiş olmakla, artık devletin kârına bir yolda ilerleyecektir. Adeta Tanrılaştığı ölçüde, devletine olan yararı da artacaktır. Böylesine üstün düşünme ve beden gücüne sahip bireylerin, toplumun başına bela olmaması için, zaman zaman, sıradan halkın kucağına doğan değerli hamura sahip bireyler (anne- babalarına rağmen) olup olmadığı yoklanmalıdır; eğer varsa hemen uygun yetiştirme ortamına katılmalıdır, devletin bütünlüğünü sağlayıp devam ettirebilmesi için bu şart koşulmuştur; ne de olsa birey üstün yeteneklere sahip olsa bile, ancak eğitimin aydınlatıcılığı sayesinde, karanlıkta kalmaktan kurtulabilir. Ancak eğitim, gerçek ve doğruya giden yolda bireyin elinden tutabilir. Bu hayalde öğretmene uygun düşen rol ise; bir dythrambos şairi olmaktır.

Aristoteles ve realizm



Aristoteles'in realizminde; beden, ruh için bir engel değildir. Çünkü öğrenme ve bilme, nesnel gerçeklik dünyasında söz konusudur; böylelikle sahip olunan duyu organları, yanıltıcı nitelikte değil; bilgilendirici düzeyde ele alınmıştır. Nesneler, duyular ve akıl ile birlikte, bilinebilir olduğu içindir ki; ''Bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler. Duyularımızdan aldığımız zevk bunun bir kanıtıdır.'' (Aristoteles, 1996) İnsan böylelikle, doğasına uygun davranarak, kendini gerçekleştirmektedir de. Varoluşunu haklandıran birey sonunda mutluluğa nail olacaktır. Bilme işlemi duyumsama ile başlayıp, soyutlama ile noktalandığı için; bilmekten alınan zevk duyulara sirayet ediyor. Fakat deney sahibi olanın; bir şeyin, şöyle olduğuna ilişkin bilgi vermekten öteye gidemediği için yahut neden ve niçin öyle olduğu hakkında bilgisiz kaldığı için, bir işçiden farksız olduğu görülmektedir .

Hâlbuki zevkin olduğu yerde sanatın doğması gerekir, yani bilginin kol gezdiği yerde sanatçının debdebe yaratması beklenir. Sanat, şeylerin nedenlerinin araştırılması ve bulunmasıdır; bu sebeple sanatkâr, öğretici ve usta olandır; avucunun içinde nedenlere ilişkin bulguları barındırandır. Sanatçı, şeylerin nedenlerini bilebilmek için, öncelikle; şeyleri, oldukları gibi bilmeye gereksinim duyar; onun bu gereksinimini deney karşılar. ''Çünkü Polos'un haklı olarak dediği gibi deney, sanatı; deneysizlik ise rastlantıyı yaratmıştır.'' (Aristoteles, 1996). Aristoteles için, amacı olan rastlantısal değildir ve evren de rastlantısal değildir, çünkü onun, ereksel nedeni aşikârdır. Bu sebeple evrenin, bir sanat eseri olduğu söylenebilir.

''Sonra bir bilim ne ölçüde nedenleri araştırıyorsa o ölçüde öğreticidir. Çünkü öğretmek, her şeyin nedenlerini söylemektir. Sonra bilmek ve anlamak için bilmek ve anlamaya en çok, en fazla bilinebilir olanın bilgisinde rastlanır.'' (Aristoteles, 1996) ifadelerinden anlıyoruz ki; burada konu edilen bilim ile, felsefe kastedilmektedir.

Çünkü bilmek ve anlamak için bilmek, felsefeye mahsus bir etkinlik sayılmalıdır; bilmeyi, kendi bilgisizliğinden kurtulabilmekten başka bir amaç gütmeksizin isteyebilmek, felsefi tavrı gerektirir. Felsefe, hakikatin yani şeylerin nedenlerinin bilinebildiği bir sanattır. İnsan, hakikatten uzak kalamadığı için felsefeye yönelir. Ve filozof, sanatkârdır; çünkü o, sanatından ötürü öğretici olacaktır. ''Belki de nasıl ki iki türlü güçlük varsa, bu güçlüğün nedeni de şeylerde değil, bizim kendimizde bulunmaktadır. Çünkü yarasanın gözlerinin gün ışığı karşısındaki durumu neyse, ruhumuzdaki aklımızın şeyler içinde doğaları gereği en apaçık olanları karşısındaki durumu odur.'' (Aristoteles, 1996). İşte hakikati temâşâ etmek, ehl-i hikmete vâcibtir. O, hakikati; gözleri kamaşmaya meyilli olan bizlere tasvir edecektir.

Kaynaklar



ARİSTOTELES, 1996, Metafizik, Çev: Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar. PLATON, 2001, Sokrates'in Savunması, Çev: Niyazi Berkes, Sosyal Yayınlar. PLATON, 2001, Phaidon, Çev: Hamdi Ragıp Atademir-Kemal Yetkin, Sosyal Yayınlar. PLATON, 2000, Sofist, Çev: Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar.

PLATON, 2003, Devlet, Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 975-458-176-2

ABMYO

Dergisi. 23, (2011) (85-88)


1 İstanbul Üniversitesi Yüksek Lisans projesinden derlenmiştir.

2 Öğr. Gör. Merve SÜRÜCÜ, İstanbul Aydın Üniversitesi ABMYO Turizm ve Rehberlik Programı, mervesurucu@aydin.edu.tr


Yüklə 52,68 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə