Bir düşünme biçimi olarak nihilizm, hiçbir değer tanımayan görüşlerin ortak



Yüklə 143,18 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix02.12.2017
ölçüsü143,18 Kb.
#13509


Özet: Bir düşünme biçimi olarak nihilizm, hiçbir değer tanımayan görüşlerin ortak 

adıdır. Tarihsel olarak sofistlere ve özellikle de Gorgias’a kadar geri götürülebilecek bir 

düşünce olan nihilizm, aslında anlamsızlık, boşluk ve hiçlik duygularının telkin ettiği bir 

düşünme ve yaşama biçimini ifade eder. Nietzsche’nin düşünce sisteminde nihilizm, Batı 

düşüncesinin herhangi bir anında ortaya çıkan bir düşünme biçimi olarak değil, tarihsel 

bir akım olarak görünür. Aslında özü itibariyle nihilizm, Batı tarihinin temel olayıdır. Bü-

tün değerlerin değerlerini yitirmiş olduklarının ve bütün değerleri yeniden değerlendir-

mek gerektiğinin farkına varılmasıdır. Nihilizm, kalkanına yaşamın yadsınmasını kazımış 

olan bir felsefedir.

Anahtar Kelimeler: Nietzsche, nihilizm, tanrının ölümü, en yüksek değerler, idealler, 

ahlâk, Hıristiyanlık, Batı düşüncesi, metafizik.

Nietzsche and Nihilism

A Philosophy Upon Whose Shield the Denial of Life is Inscribed

Abstract: Nihilism as a way of thinking is the common name of views that know no 

value. Historically nihilism as a view that can be taken back to Sophists and especially 

Gorgias  expresses  a  way  of  thinking  and  living  that  the  feelings  of  meaninglessness, 

emptiness and nihility inspire. Nihilism in Nietzsche’s system of thought appears as a 

historical movement, not as a way of thinking that occurs in any time of the Western 

thought.  In  fact  nihilism  is  essentially  a  basic  event  in  the  Western  history.  It  is  the 

realization that all values have lost their values and all values must be re-evaluated. 

Nihilism is a philosophy upon whose shield the denial of life is inscribed.

Key Words:  Nietzsche,  nihilism,  God’s  death,  the  highest  values,  ideals,  morality, 

Christianity, Western thought, metaphysics.

Nietzsche ve Nihilizm

Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

*)  Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe ABD.

 e-posta: cevikbas@atauni.edu.tr

Sebahattin ÇEVİKBAŞ (*)

Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40



26 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

I. Giriş

Batı felsefesi, düşünceyi değişime uğratmak ve yeniden okumalar yapmak suretiyle 

kendisini sürekli olarak yenilemektedir. Amacı, içinde bulunulan dönemin problemlerini 

daha iyi kavramak ve açıklamak olan bu değişim ve yenileme, Miletli filozoflara kadar 

uzanan köklü bir tarihe sahiptir. Mitolojik temelli bir evren tasarımından, rasyonel-am-

pirik bir evren tasarımına geçişle başlatılabilecek bu tarihin ana uğrakları, sırasıyla, an-

tropoloji, aksiyoloji, teoloji ve bilim olmuştur. Bu dönüşümlerin, kendileri adına, haklı 

gerekçeleri de vardır: içinde yaşanılan dünyanın ve yaşamın anlamsızlığa gömülmüş ol-

ması. En geniş anlamıyla Batı kültür tarihinin kırılma noktaları olarak okunması gereken 

bu dönüşümler, bu tarihin yazgısıdır.

Nietzsche, on dokuzuncu yüzyılda bu yazgı hakkında düşünmeyi üstlenen, Batı insa-

nının değerlerin anlamı ve önemine ilişkin inanç yitimiyle ve bunun doğurduğu sonuçlar 

ile tam olarak yüzleşme cesareti gösteren biri olarak çıkar karşımıza; kendisi de bu yazgı-

nın içinde olan, ama bu yazgıyı tanımlayıp ona dışarıdan bakabilen biri olarak (Nietzsche, 

1968: “Preface” § 3). Zamanına ilişkin bu yazgıyı, nihilizm olarak adlandıran ve gelecek 

iki yüzyılın yazgısı olarak belirleyen Nietzsche, farkına vardığı krizin derinliğine açıklık 

getirmek için, geleneksel düşüncenin temel kavramları olan ‘hedef’ ‘birlik,’ ‘erek,’ ‘ha-

kikat,’ ‘değer,’ ‘merhamet,’ ‘adalet’ vb. kavramlarla bir iç hesaplaşmaya girişir. Çünkü 

ona göre Batı kültür tarihinin içine düştüğü krizin baş sorumlusu, bu kültürü oluşturan 

felsefî ve dînî kavramsallaştırmalar ve değerlerdir. Bu nedenle hemen her geçiş dönemin-

de olduğu gibi, bu krizin aşılması için de gerek duyulan şey, içinde yaşanılan dünyanın 

anlaşılmasının araçları olarak eski kavramların ve değerlerin yeniden değerlendirilmesi-

dir; bu yeniden değerlendirme, yeni kavramlar yaratmayı, kavramların değiştirilmesini 

gerektirir. Kavramlardaki değişiklik, gerçeklik ve dünyaya dair anlayışımızdaki değişik-

likle sonuçlanır.

Her düşünce, bir takım değerler üzerine kurulur; bu genel kabulün en çok meşrulaş-

tırıldığı dönem on dokuzuncu yüzyıldır. Nietzsche de çağının bir filozofu olarak döne-

min temel problemi olan ‘değer’ler üzerine düşünmüş ve insanın, fiziksel ve fizyolojik 

çevresinde yaşamını sürdüreceği ve muhtemelen gelecekte egemen olacağını düşündüğü 

değer matrislerini icat ederek ayrıntılı bir değer teorisini tanımlamaya girişmiştir. ‘Değer-

ler sorunu’ der Nietzsche, ‘kesinlik sorunundan çok daha önemli, çok daha gereklidir.’ 

(Nietzsche, 1968: § 588). Ona göre değer, bir insanın somutlaştırabileceği, bütünleştire-

bileceği en yüksek güç miktarıdır (Nietzsche, 1968: § 713, 714, 715, 710). Başka bir ifa-

deyle değer, bir şeye yönelen bakışın ya da düşüncenin göz önüne aldığı şeydir. Öyleyse 

değer, her düşüncenin ya da her eylemin göz önünde bulundurduğu bir şey, bir ölçektir; 

hem de her şeye anlam kazandıran bir ölçek. Değerin nesnel ölçüsü, sadece yükseltilen 

ve organize edilen güç miktarı, bütün olaylarda meydana gelen şeye göre, daha fazlası 

için bir istençtir (Nietzsche, 1968: § 674). Bu anlamda değerler her zaman daha iyi olanı 

gerçekleştirmek için konulan idealler olarak görünür.



27

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

Başlangıcından  Nietzsche’ye  kadar  bir  tür  hakikat  araştırması  olarak  gelişen  Batı 

düşüncesi,  Nietzsche’yle  birlikte  hakikatten  uzaklaşmaya  başlar.  Çünkü  Nietzsche, 

“hakikat”i kendisinden bir şekilde kurtulmamız gereken bir ayak bağı (Nietzsche, 2001: 

35) olarak düşünür. Bu yüzden Nietzsche, “çoktandır örtüsü kaldırılan hakikatin hakikat 

olmaktan çıktığına inanıyoruz” (Nietzsche, 2003: 16) der. Ona göre, filozofların şimdiye 

kadar saygıyla söz ettikleri hakikatperestlik, insanları tehlikeli serüvenlere kışkırtmaya 

devam etmektedir. Hakikati istemenin uzunca tarihi boyunca karşımıza çıkardığı sorular, 

sanki daha önce sorulmamış gibi hep yeniden sorulmaktadır; ama en sonunda ona olan 

‘inancımız sarsıldı, sabrımızı yitirdik, dönüverdik sırtımızı.’ (Nietzsche, 1990a: 15). Çün-

kü Nietzsche’ye göre hakikat ve hakikati isteme konusunda en eski ve en yeni filozofların 

hepsi, hakikati istemenin ne denli fazla haklı kılma çabası gerektirdiğinden habersizdir-

ler: burada her felsefede bir boşluk vardır. Bu boşluğun nedeni, şimdiye kadar felsefeye 

çileci idealin egemen olması; hakikat, varlık ve Tanrı’nın en son yargı makamı olarak 

ileri sürülmesi ve hakikatin bir sorun olmasına izin verilmemesidir. Mutlak hakikat olan 

Tanrı’ya olan inanç dolayısıyla şimdiye kadar sorun olarak konulamayan hakikat, çileci 

idealin Tanrı’sına olan inancın yadsındığı andan itibaren bir sorun olarak ortaya çıkıyor 

(Nietzsche, 1990b: 142). Böylece temeli Tanrı ve ‘kendinde şey’de bulunan hakikat, bun-

dan böyle değerin en yüksek ölçütü olma ayrıcalığını kaybediyor: hakikat, ne en yüksek 

değer olarak ne de en yüksek güç olarak telakki edilebilir (Nietzsche, 1968: § 853). Oysa 

yanlış hakikat algısı, bu  güne kadar, hakikatin “en yüksek  değer” olduğunu varsayar. 

Ancak hakikatin bütünüyle ortadan kalktığı düşünülemez: çoğu kez yapıldığı gibi, iyi ve 

güzel olanla bir ve aynı olarak görülmemesi kaydıyla hakikat vardır (Nietzsche, 1968: § 

822). Bu yüzden Nietzsche, içinde bulunduğu çağı hazırlayan hakikat anlayışlarına karşı 

çıkar; ama çirkin de olsa, sanatla biçimlendirebileceğimiz bir hakikat algısını alıkoyar. 

Nietzsche bir adım daha atarak hakikatin keşfi yerine, anlamların hiyerarşik değerini be-

lirleyen değerlendirmeyi koyar (Deleuze, 2005: 19). Bundan böyle hakikatin bir sorun 

olmasına izin verilir; hakikatin değeri sorgulanmaya başlanır.

Gerçek ya da hakikat kavramsallaştırması, anlamları birçok kere değiştirilerek de olsa 

Batı düşüncesinin hemen her döneminde varlığını sürdürmüştür. Tanrı, Batılı düşünüş 

için hiç değilse ortaçağlardan bu yana, her şeyin varlığını ve anlamını kendisine borçlu 

olduğu bir ‘hakikat’ olarak kabul görmüştür. Ne var ki, en yüksek değer ya da hakikat 

olarak Tanrı da inanırlılığını yitirmiştir. Her şeyin kendisiyle anlam kazandığı hakikatin 

inanırlığını yitirmesi, Nietzsche’ye göre gelecek yüzyılların kaderini belirleyecek olan 

birçok işaretle kendini göstermektedir: hiçlik, yokluk, bulantı, sıkıntı, anlamsızlık, değer-

sizlik vb. Nietzsche, Tanrı’nın hakikat olarak inanılırlığını yitirmesiyle ortaya çıkan tüm 

bu işaretleri tek bir cümlede özetliyor: Tanrı öldü (Nietzsche, 2003: 130/§ 125).

Bu özlü ifade biçiminin anlamı kısaca şudur: miras aldığımız ahlak ve değerler te-

melleri itibariyle her zaman bir Tanrı inancına bağlı kalmıştır, ama Tanrı’ya ve dine olan 

inancımızı yitirmiş bulunuyoruz. Böylece değerlerimizin bizzat temellerine duyduğumuz 

inanç da yitirilmiş olmaktadır. Kısaca gerçek olan her şeyin en gerçeği olarak düşünülen 

duyuüstü dünyanın duyuüstü temeli gerçek dışı hale gelmiş, duyuüstü dünya insan eliy-




28 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

le yok edilmiştir. Böylece Kant’tan bu yana metafizik olarak adlandırılan bu duyuüstü 

dünyaya bağlı kalan Batı felsefesi de metafizik olarak sona ermiştir (Heidegger, 2001: 

11-18).


Dünyaya ve yaşama anlam veren hakikatin ve en yüksek değerlerin duyuüstü teme-

linin  terk  edilmesi  ile  her  şey  anlamını  yitirmiştir.  Bundan  böyle  tüm  yaşantımız,  ar-

tık temellerine güven duymadığımız, dahası inanmadığımız değerlere bağlı kalacak ve 

sahteleşecektir. Bu sahtelikten kurtulmanın yolu tüm değerlerin bütünüyle yeni baştan 

değerlendirilmesidir. Nietzsche, yozlaşma ve bozulma ile başlayıp, yeni umutlara, yeni 

ışıklara gebe olan bu tarihi olayı –‘Tanrı’nın ölmesi’ni– ve bu olayın ortaya çıkardığı 

krizi, nihilizm olarak tanımlar. Bu nedenle Nietzsche’nin düşüncesinde Tanrı’nın ölümü 

üzerine inceleme, nihilizmin özü üzerine düşünmeyi gerektirir.

Var olan her şeye ve özellikle de insan yaşamına değer ve anlamını veren en yüksek 

değerlerdir. Ama bu en yüksek değerlerin dünyası şimdiye kadar gerçekleşmemiş ve hiç 

bir zaman da gerçekleşmeyecektir. Eğer gerçekleşmemiş ve hiçbir zaman gerçekleşme-

yecekse, başka bir ifadeyle koyulan amacın gerçekleşme güvencesini, yolunu, aracını 

sağlama almıyorsa, neye yarar bu en yüksek değerler? (Heidegger, 2001: 23). Bu durum-

da ‘bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi’ gerekmez mi? Bu türden soruların sorul-

masına zemin hazırlayan ortamda en iyi hissedilen şey, her şeyin anlamsız ve boş olduğu 

duygusudur; bu duyguyu en iyi karakterize eden kavram ise ‘nihilizm’dir.

Bu yazıda, Nietzsche’nin nihilizme yüklediği anlamlar ve nedenleri üzerinde durula-

caktır.


II. Nihilizm nedir?

Bir düşünme biçimi olarak, genel anlamda hiçbir değer tanımayan görüşlerin ortak adı 

olan nihilizm, epistemolojik, etik, politik vb. birçok alanda çeşitli biçimler altında ortaya 

çıkmaktadır. Tarihsel olarak sofistlere ve özellikle de Gorgias’a kadar geri götürülebile-

cek bir düşünce çizgisinin genel adı olan nihilizm, aslında anlamsızlık, boşluk ve hiçlik 

duygularının telkin ettiği bir düşünme ve yaşama biçimini ifade eder. Batılı düşünce ve 

yaşama biçimlerine özgülenmediği sürece çok daha gerilere -Budacılığa kadar- götürü-

lebilecek bir anlama sahiptir. Aslında hangi dönemde ve nerede olursa olsun, insanların 

bağlı kaldıkları en yüksek değer ve ideallerin işlevlerini yerine getirmediklerinde ortaya 

çıkan bir ruh durumuna eşlik eden bir yaşama ve düşünme biçimidir.

Nietzsche’nin düşünce  sisteminde nihilizm, Batı düşüncesinin herhangi  bir  anında 

ortaya çıkan bir düşünme biçimi olarak değil, tarihsel bir akım olarak görünür: nihilizm, 

tarihsel bir devinimdir; birinin birine karşı savunduğu bir görüş, bir öğreti değildir. Aslın-

da özü itibariyle nihilizm, Batı tarihinin temel olayıdır. Bunun için Nietzsche, Batı kültür 

ve düşünce tarihinin seyrini, metafizik bakımdan nihilizmin serimlenmesi, yükselmesi 

olarak okur (Heidegger, 2001: 11-19). Bu nedenle nihilizm, etkileri giderek daha fazla 

hissedilecek bir düşünce ve yaşayış biçiminin ifadesi olarak görülmelidir.



29

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

Şimdiye kadar sahip olunan değerlerin değerlerini yitirmiş olmalarının nihai sonucu 

olan nihilizm, Avrupa kültür tarihinin büyük değer ve ideallerinin en son mantıksal sonu-

cunu temsil eder. Böyle olduğu için de Batı kültür tarihinin kaçınılmaz bir yazgısı olarak 

gelip çatan, bunun için de zorunlulukla yaşamamız, yüzleşmemiz gereken tarihsel bir 

olaydır (Nietzsche, 1968: “Preface” § 2, 4). Nihilizm, şimdiye kadarki en yüksek değer 

ve ideallerin ortaya koyduğu hatalı bir değer sisteminin ve en sonunda kendi değerini 

düşüren ve insani bilincin birçok seviyesinde hiçlik deneyimine neden olan yanlış bir 

değer sisteminin sonucudur. Başka bir ifadeyle ondokuzuncu yüzyıl ve onu takip eden iki 

yüzyılın anlatılabilecek olgunluğa ulaşmış karakteristik değer hastalığıdır.

Anlatacağım şey gelecek iki yüzyılın tarihidir. Gelecek olan şeyi, 

artık başka türlü olamayacak olan şeyi anlatacağım: nihilizmin ge-



lişini. Bu tarih, şu anda bile anlatılabilir; çünkü burada iş başında 

olan zorunluluğun kendisidir. Bu gelecek, şimdi bile yüzlerce işa-

retle (kendini) gösteriyor, bu yazgı, kendisini her yerde duyurmak-

tadır; geleceğin bu müziği için bütün kulaklar dikkat kesilmiştir. Bir 

süreden beri, Avrupa kültürümüz, on yıldan on yıla gelişen elem 

verici bir gerilimle, bir felakete doğru yol almaktadır. (Nietzsche, 

1968: “Preface” § 2).

Nietzsche, yüzlerce işaretle kendini gösteren bir durum üzerinde düşünmektedir; ge-

lecekte olup bitecek olan şeyi anlatırken geriye bakan bir kahin kuş ruhuyla, dahası gele-

ceğin labirentinde yolunu kaybeden, ama cesaretle yolunu bulmaya çalışan bir ruh haliyle 

hareket etmekte ve nihilizmi kendi içinde sonuna kadar yaşamış, onu kendi dışında ve ar-

kasında bırakmış biri olarak konuşmaktadır (Nietzsche, 1968: “Preface” § 3). Bu nedenle 

Nietzsche’nin anlatmayı üstlendiği tarihin ve yazgının bir kehanet olarak değil, bir uyarı 

ya da bir ‘dikkat çekme’ olarak okunması gerekir.

Nietzsche,  nihilizmin  en  açık  tanım(lar)ını,  onun  nedenlerine  ve  çeşitlerine  ilişkin 

çözümlemelerde bulunduğu Güç İstenci adlı çalışmasında veriyor; hem de birkaç yerde

1



Buna göre nihilizm; a. En yüksek değerlerin değerlerini yitirmiş olmaları, herhangi bir 



amaç ya da hedef konulamaması; (Nietzsche, 1968: § 2-3) b. Varoluşun en yüksek değer-

lerden biri ile savunulamayacağı inancı ve bir öte dünya ya da kendinde şeyler dünyası 

varsaymaya hakkımızın olmadığının idrak edilmesi; (Nietzsche, 1968: § 3) c. Hakikatin 

ve ‘kendinde şeyler’in var olmadığı, şeylerin mutlak bir doğaya sahip olmadıklarının 

kabul edilmesiyle her şeyin anlamsız olarak görülmesi; hiçbir şeye anlam verilememesi 

ile ortaya çıkan hastalıklı bir geçiş dönemi; (Nietzsche, 1968: § 13) d. Önceki hedeflerin 

ve değerlerin kusurlarının ve yetersizliklerinin farkına varan güçlü bir ruh halinin ya da 

bunun farkına vardığı halde hiçbir etkide bulunamayan, sadece onlara inancını yitirmiş 

olarak onlar arasındaki savaşa seyirci kalan ve çözülmelerine engel olamayan zayıf bir 

1)  Erich  Podach’a  göre  bu  tanımların  verildiği  paragraflar  (§  2,  §13,  §22,  ve  §  23)  Nietzsche’nin

notlarında tek bir paragrafta verilmiştir. Bkz. Nietzsche, The Will to Power, s. 9; dipnot 1.



30 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

ruh halinin işaretidir.

 

(Nietzsche, 1968: § 22-23). Genel olarak ‘değerin, anlamın ve arzu 



edilirliğin kökten reddi’dir. (Nietzsche, 1968: § 1) Kısaca ‘bütün değerlerin değerlerini 

yitirmiş olmaları’ ve bunun bilincine varılmış olmasıdır.

Nietzsche’nin nihilizme yüklediği bu anlamların her biri, ‘yaşamın bir sürü hayali 

nedenler, etkiler, varlıklar, doğa bilimi, psikoloji, ereksellikler yoluyla yadsınmakta ve 

değersizleştirilmekte olduğu’ anlayışından hareket eder. Nietzsche’ye göre modernliğe 

ilişkin  bu  uydurmalar,  gerçekliği  ve  yaşamı  sahteleştirdikleri,  değersizleştirdikleri  ve 

yadsıdıkları için yaşama düşmandır (Nietzsche, 1995: 25-26). Bu uydurmalar arasında 

yaşam bir görünüş olarak temsil edilir ve gerçek dışı hale getirilir: değer açısından yaşam 

bir hiçtir, başka bir ifadeyle yaşam bir hiçlik değeri kazanır. Değerler yaşamdan üstün 

tutulur, sonunda yaşam yadsınır. Buna göre nihilizm, hem yaşama atfedilen değersizlik ve 

hiçlik değerini hem de yaşama bu hiçlik değerini veren üstün değerlerde kendini gösteren 

hiçlik istencini dile getirir. Nietzsche’nin nihilizme yüklediği en temel anlam budur. Ama 

daha gündelik, daha yaygın anlamıyla nihilizm, bir tepkidir; duyuüstü bir dünyaya ve 

en üstün değerlere, başka bir dünyaya -felsefede bir kendinde şeyler dünyasına, hakiki, 

gerçek dünya düşüncesine; dinde ölümden sonraki bir dünyaya, dolayısıyla Tanrı’ya, öze, 

iyi, hakiki olana- bir tepki. Birer uydurma ve kurmaca oldukları için ne var ne de gerçek 

olan şeylere bir tepkidir (Deleuze, 1983: 147-148).

Yukarıdaki tanımların hepsi, ‘yaşamın yadsınması’ ortak paydasında birleşiyor. Bu 

nedenle Nietzsche nihilizmi Deccal’de ‘kalkanına yaşamın yadsınmasını kazımış olan 

bir felsefe’ (Nietzsche, 1995: 17) olarak tanımlıyor. O halde nihilizm, değerlerin değer-

sizleşmesi ile başlayan, yaşamın hor görülmesi, değersizleşmesi ve sonunda yadsınması 

ile son bulan bir yaşama ve düşünme biçimini ifade ediyor. Bu anlamıyla nihilizm, özü 

itibariyle en yüksek değerlerin işlevini yitirmesi, bir çürüme, yıkım olarak görünür. Sade-

ce bu yönüyle alındığında nihilizm, olumsuz bir anlama sahiptir. Nietzsche bu anlamdaki 

nihilizme pasif nihilizm der.

Nihilizm. O iki anlamlıdır. A. Ruhun yükselen/artan gücünün bir 

işareti olarak nihilizm: aktif nihilizm (olarak). B. Ruhun gücünün 

düşüşü ve azalması olarak nihilizm: pasif nihilizm (olarak). (Nietzs-

che, 1968: § 22).

Ama Batı tarihinin temel süreci olması bakımından bu tarihin iç yasası; iç mantığı ola-

rak düşünüldüğünde, nihilizmin sadece bir çöküşü ya da bir yıkımı ifade etmediği görüle-

cektir. Çünkü bir başka anlamıyla nihilizm –aktif nihilizm- çöküş ya da ruh gücünün azal-

ması değil, tam aksine yükselme, ruh gücünün artması olarak görünür. Şimdiye kadarki en 

yüksek değerler dünyası, değerden düşürülmüştür, ama bir yaşam alanı olarak dünyanın 

kendisi yerinde kalmakta ve yeni değerler koyulmasını gerektirmektedir. Nietzsche değer 

eksenli bir açıklamayı yok saymaz; şimdiye kadar geçerli olan, bağlı kalınan değerlerin 

değerlerini ve anlamlarını, dolayısıyla işlevlerini yitirdiklerini düşünür, ama bunların ye-

rine yeni değerler koymayı gerekli görür. Onun karşı olduğu sadece dünyaya ve yaşama 




31

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

anlam veren eski değerlerdir; ama Nietzsche’ye göre nihilizm, değerlerden yoksun bir ya-

şamın onaylanması değildir; dünyadan ve yaşamdan ödün verilmesi hiç değildir. Aksine 

şimdiye kadar yaşama ve dünyaya anlam veren eski değerlerin anlamlarını ve değerlerini 

yitirdiklerinin farkına varılmasıdır. Bu farkındalık Nietzsche’nin ‘bütün değerlerin yeni-

den değerlendirilmesi’ projesinin temelini oluşturur (Bkz. Nietzsche, 1968: § 466-853; 

1972: Üçüncü Bölüm “Eski ve Yeni Levhalar Üzerine”, s. 233 vd.). Avrupa insanlığının 

içinde bulunduğu tarihsel-kültürel durumu ifade eden nihilizm, Nietzsche’ye göre en son 

şey olarak görülmemelidir: nihilizm aşılmalıdır. Nihilizmin aşılmasının yolunu açacak 

olan‘bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi’dir. Bu bakımdan nihilizm, olumsuz an-

lamının yanında, şimdiye kadarki en yüksek değerleri, bütünüyle yeniden değerlendirme 

bilincini uyandırmış olmasıyla olumlu bir anlama da sahiptir.



III. Nihilizmin nedenleri

Tanrı’ya inanç ve özü itibariyle ahlâkî bir düzenin savunulamaz hale gelmesi, tabiatın 

mutlak ahlâksızlığına, amaçsızlık ve anlamsızlığa inanç ile sonuçlanır. Aşırı bir düşünce 

ve konumu ifade eden nihilizm, tam da bu noktada ortaya çıkar. Varoluştan duyulan hoş-

nutsuzluğun öncekinden daha büyük olmasından değil, ama acıda, varoluşta herhangi bir 

‘anlam’a güvensizlik duyulduğu için. Sanki varoluşun hiçbir anlamı yokmuş, sanki her 

şey boşunaymış gibi. Nihilizmin temel niteliğini bu boşunalık oluşturmaktadır (Nietzsc-

he, 1968: § 55). Ancak Nietzsche, nihilizmin doğru anlaşılması için, nihilizmin belirtile-

rinin ve sonuçlarının, nedenleriyle karıştırılmaması uyarısında bulunur:

Nihilizm kapıya dayandı: bütün konukların bu en tekinsizi nereden 

geliyor? ‘sosyal sıkıntıları’ ya da ‘fizyolojik yozlaşmaları’ yahut da 

daha kötü durumu, bozulmayı nihilizmin nedeni olarak düşünmek 

bir hatadır. Bizimki, en iyi en merhametli çağdır. İster ruh, ister be-

den isterse zihin sıkıntı(sı), kendi kendine nihilizmi (yani değerin, 

anlamın ve arzu edilebilirlik niteliği ya da durumunun kökten red-

dini) doğuramaz. Bu sıkıntı, her zaman türlü türlü yorumlara izin 

verir. Daha çok: bu belirli bir yorumda, Hıristiyan-ahlâk yorumunda 

bulunur, nihilizmin altında yatan neden budur. (Nietzsche, 1968: § 

1).

Tanrı’nın ölümünden sonra, temelini ve gücünü ondan alan, Hıristiyan-ahlâk yorumu 



da en az Tanrı kadar anlamını yitirmiştir. Bu anlam yitimi ve değersizleşme, -bu Platon 

ya da halkın Platonculuğu olan Hıristiyanlığa duyulan güvensizliği ve bu güvensizliğin 

kışkırttığı bir savaşı içerir- Nietzsche’ye göre, ondokuzuncu yüzyıl Avrupa’sında daha 

önce eşine rastlanmamış bir ruh gerginliği yaratmıştır. Avrupalı’nın tehlikeli bir acil du-

rum olarak duyumsadığı bu gerginlik, daha önce ‘demokratik aydınlanma’ ve ‘basın öz-

gürlüğü’ yoluyla giderilmeye çalışılmış, ama tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Çünkü 

Nietzsche’nin ifadesiyle, hiç kimse yaşamasa bile bu gerginlik özgür ruhlar tarafından 

hâlâ yaşanmaktadır (Nietzsche, 1990a: 12-13). 




32 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

Ne olmuştur da bütün Avrupa insanını etkileyen böyle gergin ve karamsar bir ruh hali 

egemen olmuştur? Nietzsche’ye göre tüm bu olup bitenlerin nedeni, temelini Platoncu-

luktan alan Hıristiyan ahlâkı ve bu ahlâka atfedilen değerdir. Başka bir ifadeyle acıma, 

kendini yadsıma, kendini kurban etme içgüdülerinin değerli kılınmasıdır. Nietzsche bu 

içgüdülerden rahatsızlık ve kuşku duymaktadır:

Tam da burada, insanlık için büyük bir tehlike görüyordum, en yü-

celmiş çekiciliği ve ayartıcılığıyla -nereye doğruydu bu çekilme? 

Hiçliğe mi?- tam da burada, sonun başlangıcını, ölü noktayı, geç-

mişe bakan bezginliği, yaşama karşı çevrilmiş istemeyi, en son has-

talığın yumuşak ve hüzünlü belirtilerini görüyordum: Felsefecilerin 

elini  kolunu  bağlayıp  hasta  eden,  gittikçe  yayılan  acıma  ahlâkını 

anlamıştım, ürkütmekte olan Avrupa kültürünün en ürkütücü belir-

tisi, belki de yeni bir Budacılğa, Avrupa Budacılığına -nihilizme yol 

açan ahlâkı. …(Nietzsche, 1990b: 25).

Avrupa insanını acıma ahlâkına mahkum eden, hakikat ve ideallerdir. Gücünü çileci 

ideallerden alan acıma ahlâkı, çileci idealler yoluyla yaşamın her alanına kök salar. Çi-

leci idealin anlamı her büyük insan yazgısının ardından duyulan şu haykırıştır: ‘boşuna!’ 

Başka bir ifadeyle, eksik olan bir şey, insanı çepeçevre saran müthiş bir boşluk -insanın 

kendini nasıl haklı kılacağını, açıklayacağını, evetleyeceğini bilememesi. Burada insan 

ve dünya için ‘isteme’ eksiktir. İnsan acı çeker; ama “bunca acı niye?!’ haykırışına cevabı 

yoktur. Bu yüzden insanın sorunu, insanlığın üzerine bir lanet olarak çöken acının kendisi 

değil, onun anlamsızlığıdır. İnsanın çileci ideallere bağlı kalmasının nedeni de burada 

açığa çıkıyor: çileci idealler, insana bir anlam sunuyor ve acıya bir anlam yüklüyor, kı-

saca onu yorumluyor; dahası müthiş boşluğun doldurulduğu, kapının her çeşit nihilizme 

kapatıldığı kanaatini uyandırıyor (Nietzsche, 1990b: 149-150). Ama Nietzsche’ye göre 

yorum, hep yeni acılarla -daha derin, daha içsel, daha zehirli, daha hayat yıkıcı acılar-

la- gelir. Bunun için Nietzsche’ye göre insan, ‘istememeye karşı hiçliği istemeyi seçer.’ 

(Nietzsche, 1990b: 150). Bu istem, düpedüz yaşama yüz çevirmeyi, işlevsizliği ve sahte-

liğine rağmen hakikat ve ideallere bağlı kalmayı ifade eder (Nietzsche, 1990b: 93). Ancak 

Nietzsche’nin hakikat ve idealler konusundaki tavrı ve son sözü gayet açıktır: onlarsız da 

olabilir (Nietzsche, 1990: 148). O zaman idealler neden var?

İdeal, eksikler var olduğunda, yokluğu aranan şeyler olarak ortaya çıkıyor: ideal arzu 

edilirliktir; çok az kişi için açık olan ve bakış açısı, ‘böyle olmalıdır, ama değildir’ ya 

da ‘böyle olmuş olmalı’yı içine alan bir arzu edilirlik (Nietzsche, 1968: § 330 vd.). Kla-

sik anlamıyla ideal, bütün temel içgüdülerin iyi oluşturulmuşluğunun, kusursuzluğunun 

ifadesidir. Kaynağını dünyanın daha boş, daha soluk, daha sulandırılmış görüldüğü ruh 

durumlarından alır. İdeal(ler), dünyayı varsaydığımızdan ya da arzu ettiğimizden daha 

saçma, daha kötü, daha yoksul bulduğumuz durumlarda ortaya çıkar (Nietzsche, 1968: 

§ 330 vd.), ama her türden ideal ve idealleştirme, bir felaketle ve insanın değer yitimiy-

le sonuçlanır; böylece de yaşam değersizleştirilir ve yadsınır. (Nietzsche, 1968: § 330 



33

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

vd.). Bunun için yaşamı olumlayacak olan herkesin yaşamın karşısında bulunan her türlü 

idealden uzaklaşması gerekir; çünkü bütün eski idealler, yaşama düşmandır (Nietzsche, 

1968: § 56). İyiyi telkin ettiğini düşünen İdealler, bütün teleolojiyi yadsır; bir şey kanıt-

lamak istemez, yargıç rolü oynamayı aşağılar. Burada görülen en yüksek dereceden bir 

çilecilik; ama bir o kadar da daha yüksek dereceden bir nihilizmdir:

… İşte kar; burada yaşam sessizleşiyor; son kargaların çığlıkları işi-

tilir burada: “ne sebepten?”, “boşuna!”, “nada!” denir -burada hiç-

bir şey büyümeyecek ya da gelişmeyecek artık. (Nietzsche, 1990b: 

146).


Bundan böyle yaşama egemen olan bir tür çilecilik ve nihilizmdir; sorumlusu da şim-

diye kadar en yüksek değer olarak kabul gören idealler, ahlâk ve ahlâkî yorumlardır.

Ahlâk, varoluşa yönelik istençten yüz çevirmeye ilişkin bir yoldur; ahlâkî değer yargı-

ları, mahkûm etme tarzları, olumsuzlamalardır (Nietzsche, 1968: § 6-11). Ahlâk bir değer-

lendirmeler sistemidir: bir insanın yaşam şartlarıyla kısmen örtüşen bir değerlendirmeler 

sistemi (Nietzsche, 1968: § 256). Önceki ahlâk felsefelerinin hiç birinde yapılmamış olan 

ahlâkın problemini göstermeyi ve görmeyi yeni görevi olarak belirleyen Nietzsche’ye 

göre, şimdiye kadar en üstün değer, felsefenin bütün evrelerinde -hatta septikler arasında 

bile- ahlâk olmuştur (Nietzsche, 1968: § 263, 401). Nietzsche’nin mevcut yaşama biçi-

minden sorumlu tuttuğu ahlâk, Platonculukla birleşmiş Hıristiyan ahlâkıdır. Ona göre 

Hıristiyan ahlâkı, ciddi bir eleştiriden yoksun olduğu için zehirlemeye devam etmektedir. 

Hıristiyanlık, Hıristiyan tanrısına karşı çıkan (yerine bir başkasını koyamayan) kendi ah-

lâkı yüzünden son bulmuştur; şimdi ahlâk olarak Hıristiyanlık da yıkılmak zorundadır 

(Nietzsche, 1968: § 1-2). Ama nasıl? Nietzsche böyle bir olayın eşiğinde bulunduğumuzu 

düşünür: hakikati isteme, kendinin bilincine bir sorun olarak vardıkça, ahlâk giderek or-

tadan kalkacaktır (Nietzsche, 1990b: 149).

Her şey büsbütün yanlış ve sahtedir: sözcükler, karmakarışık, zayıf, saçma, aşırı dere-

cede abartılı ve mantıksızdır. Bunlara bir çözüm aranmaktadır. Bir taraftan ahlâkî ideale, 

diğer taraftan bir “öte dünya”ya sımsıkı tutunulmaya, olaylarda ödüllendiren, cezalandı-

ran, eğiten ve daha iyiye yönelten şeylerin bir düzenini ifade eden eski moda tanrısal bir 

yönetim bulunmaya çalışılmaktadır. Dahası hala iyi ve kötüye inanılmakta ve bir ödev 

olarak iyinin zaferi ve kötünün yok edilmesi için çaba gösterilmektedir. “Doğal” olan şey, 

arzu etme, ego aşağılanmaktadır: en yüksek tinsellik ve sanat, kişiliksizleşmenin sonucu 

olarak ve kendi çıkarından vazgeçmek olarak anlaşılmaktadır. Kilise ya da Hıristiyan-

lık her şeye rağmen yaşama müdahalesini sürdürmektedir: hala birey yaşamının bütün 

önemli deneyimlerine ve ana noktalarına onları kutsamak ve onlara daha üst bir anlam 

vermek için musallat olmaktadır (Nietzsche, 1968: § 30). Ama insanları bitkin düşüren, 

sanki gerçek dünyanın, yani oluş dünyasının dışında başka bir varlık dünyası varmış gibi, 

bir öte dünyaya inanma değil miydi? Bu nedenle bu inanışın da tamamıyla ortadan kal-

dırılması gerekiyor. Bu amaçla ona karşı sürdürülebilir bir savaş açılmalıdır (Nietzsche, 




34 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

1968: § 51). Bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi ancak böyle bir savaşla mümkün 

olabilir.

Artık nihilizme giden yolda sonuca götüren şey belirginlik kazanıyor: ahlâktan kuşku. 

Bir öteye (ölüm sonrası yaşama) kaçmaya çalıştıktan sonra artık hiçbir yaptırımı bulun-

mayan dünyanın ahlâkî yorumunun sonu, nihilizme kılavuzluk eder: her şey anlamdan 

yoksundur.  Kendisine  müthiş  bir  güç  verilen  bir  dünya  yorumunun  savunulamaması, 

bütün dünya yorumlarının yanlış olduğu yönünde şüphe uyandırmaktadır. Bu şüphe, en 

sonunda ahlâkî yorumların bırakılmasına kadar götürülür. Böylece şimdiye kadar ahlâkî 

yargılara dayanan bütün değerler değersizleşir: yaptırımsız kalan ahlâkla, felsefe ve halka 

ait idealler de değerlerini yitirmiş olurlar.

Şimdi yüzyıllardır nakledilen ahlâk yorumuna duyulan ihtiyaçları -

artık bize yalana duyulan ihtiyaç gibi görünen ihtiyaçları- kendimiz-

de keşfediyoruz; diğer taraftan, maruz kaldığımız yaşamın değeri, 

bu ihtiyaçlara bağlı görünüyor. Bu karşıtlık -bildiğimiz şeye itibar 

etmeyişimiz ve kendi kendimize söylemek zorunda kaldığımız ya-

lanlara  itibar  etmemize  izin  verilmemesi  arasındaki  karşıtlık-  bir 

çözülme süreciyle sonuçlanır (Nietzsche, 1968: § 5).

Nietzsche’ye göre modern çağın en belirgin işareti, insanın, kendi gözünde inanıl-

maz ölçüde itibarını kaybetmiş olmasıdır. Uzun süreden beri, varoluşun merkezi ve trajik 

kahramanı olan insan, ahlâkî değerlerin en önemli değerler oldukları yönündeki inançla, 

insanın itibarına bağlı kalmak isteyen bütün metafizikçiler gibi, kendini varoluşun kesin 

ve aslında yararlı olan yanıyla yakın ilişki içinde olduğunu göstermeyi amaç edinmiş-

tir. Onların ahlâkçılıkları, Tanrıyı yok saymaları yüzündendi; çünkü “Tanrı’yı terk etmiş 

kişiler, ahlâk inancına çok daha sıkı bir biçimde sarılmak” zorundadır. Her ahlâki değer 

sistemi -örneğin, Budizm’in ahlâkî değer sistemi- nihilizm ile sonuçlanır: bu Avrupa’da 

da beklenmelidir. Hâlâ dînî bir arka plan olmadan, bir ahlâkçılıkla idare edileceği umul-

maktadır, ama bu zorunlu olarak nihilizme götürür (Nietzsche, 1968: § 18-19). Ahlâk 

eninde  sonunda  nihilizme  kapı  açıyorsa  ve  nihilizm  yaşamın  yadsınmasını  içeriyorsa 

eğer, yıkılmalıdır. Nietzsche’nin ifadeleriyle,

Benim kavrayışım: yaşamın ve büyümenin kendileri sayesinde var 

olduğu bütün güçler ve güdüler, ahlâkın yasaklaması altında bulu-

nurlar: yaşamı yadsıma içgüdüsü olarak ahlâk. Yaşam özgür kılı-

nacak, kurtarılacaksa, ahlâk yok edilmeli, yıkılmalıdır. (Nietzsche, 

1968: § 343).

Nietzsche’ye göre “ahlâka inandığımız ölçüde, varoluşu mahkûm etmeyi onaylıyo-

ruz” demektir; ancak onsuz da yapamayız. Bu bir antinomidir. İnsanın hizmetinde ya-

şaması gereken en üst değerler, sanki onlar Tanrı’nın buyruklarıymış gibi, “gerçeklik,” 

“gerçek dünya,” bir umut ve gelecekteki dünya olarak insan üzerine inşa edilmişlerdir. Bu 



35

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

nedenle bu değerler haklı bir kaynağa sahip olmaktan uzaktır. Değerlerin açığa çıkarılan 

bu haksız kökeni, evrenin “değerini yitirmiş, ‘anlamsız’laşmış” gibi görünmesine neden 

olmaktadır. Ama bu, sadece bir geçiş devresidir. Nietzsche, ahlâkî değerlendirmenin bir 

sonucu olarak değersizliğe inanmanın, egoist ve zorunlu olan her şeyden nefret ile so-

nuçlandığını düşünür. Ahlâkî değerlendirmenin bir başka önemli sonucu, ‘değerlerimizi 

yerleştirmiş olduğumuz alana ulaşamayacağımızı anlamamız’dır. Ancak bu bilinç, içinde 

yaşadığımız dünyaya bir değer kazandırmış da değildir. O zaman şimdiye kadar ‘boşuna’ 

yorulduk (Nietzsche, 1968: § 6-9). Değersizlik ve anlamsızlık duygularının nedeni olan 

bu ‘boşuna’lık bilinci, nihilizmin başlangıç biçimidir. Bu değersizlik ve anlamsızlık duy-

gusundan sorumlu olan da şimdiye kadarki ahlâkî değer yargılarıdır.

Ahlâkın problemini görme ve göstermeyi yeni temel görevi gibi gören Nietzsche’ye 

göre, ahlâki değer yargıları, “mahkûm etme, olumsuzlamadır; ahlâk varoluş istencinden 

yüz çevirmedir.” (Nietzsche, 1968: § 11). Ahlâk’ın mahkûm edip olumsuzladığı şey, in-

sanın iç dünyasının temel olgularıdır. Esasen ahlâk, insanın yaşamına bir çeki-düzen ver-

meyi amaçlar; ama ahlâk Nietzsche’ye göre tam da bu yönüyle yaşamı mahkûm eder. 

Zira ahlâk insanın temel güdülerine sınırlandırmalar getirir: “buna gözlerini kapat; şu 

konuda konuş, şu konuda konuşma” der. Dahası ahlâk, esasen kötü olan şeyleri, -yani 

insan varoluşunun temel içgüdüleri için uygun olmayan şeyleri- birçok kez iyi olarak 

yeniden adlandırmıştır. Ahlâkî değerler, egemenlik kazanmak için ahlâk dışı bir sürü güç 

ve duyguyu yardıma çağırır (Nietzsche, 1968: § 263-265). Bunun için Nietzsche’ye göre 

ahlâk, ahlâksızlığın ya da ahlâk dışılığın; bir hatanın ya da yanılgının eseri olarak gö-

rünür. Ahlâk her zaman kendisiyle çelişmektedir: doğruluk telkin eder, ama şüphelidir; 

hükmü askıya alır, ama yargılar. Bu çelişki giderek daha açık hale gelmektedir; çünkü 

ahlâk,  bütün  biyolojik  olayların  kendisiyle  yargılanıp  ölçüldüğü  mutlak  hâkimiyetten, 

yaşamı yargılayan ve mahkûm eden bir konuma gelmiştir. Burada dikkat çeken şey, ahlâk 

ile yaşamın karşıtlığıdır. Ahlâk, yaşamı mahkûm eder, ama aynı zamanda bunu hayat 

bakış açısından yapar. Ahlâk, yaşam için zararlıdır. Peki, ahlâk yaşama ne ölçüde za-

rar vermiştir? Nietzsche’ye göre ahlâk, yaşamın kendisiyle uyuşmayan en yüksek yaşam 

olayları şekline sokmaya çalıştığı ölçüde, yaşamdan zevk alma, yaşama minnet duyma, 

yaşamı güzelleştirip soylulaştırma, yaşamın bilinmesi, yaşamın gelişimi bakımlarından 

zararlı olmuştur. Ahlâkın yaşam için hiç mi faydası yoktur? Nietzsche’ye göre ahlâk, 

mensupları üzerinde bir sınırlandırma olarak, genel bütünü koruyan; insanı tutkularının 

içsel tehlikesinden, derin acı ve körelmenin yaşamı tahrip eden etkilerinden koruyan; 

güçlülerin korkunç taşkınlıklarına karşı koyan bir ilke olması bakımından ahlâk, yaşam 

için faydalıdır (Nietzsche, 1968: § 266). Ancak burada kendisiyle yeni başlayan çöküşe 

karşı sağlıklı içgüdünün savunulduğu ahlâk -yaşam için faydalı ahlâk- ile kendisiyle bu 

çöküşün tanımlanıp haklı kılındığı ve çöküşün kötüye gitmesine neden olan ahlâk -yaşam 

için zararlı ahlâk- arasında özenli bir ayrım yapmak ve birbirinden farklı olan bu iki ahlâk 

çeşidini birbiriyle karıştırmamak gerekir (Nietzsche, 1968: § 268). Bu nedenle ahlâk, 

geneli ve insanı koruyucu bir ilke olması bakımından yaşam için faydalı olsa bile, yaşamı 

mahkûm etmesi, yaşamdan zevk alınmasını engellemesi bakımından zararlıdır.




36 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

Nietzsche’nin nihilizmden sorumlu tuttuğu ahlâk, Avrupa insanının çöküşünü hazır-

layan ve bu çöküşün kötüye gitmesine neden olan ahlâktır. Bu türden ahlâk, Platonculuk 

ve Hıristiyan ahlâk yorumlarından beslenir. Nietzsche bu ahlâkın/ahlâkların karşısında 

görünür, ama onların tarihsel önemini göz ardı etmez: Hıristiyan ahlâkı “teorik ve pratik 

nihilizmin büyük panzehiri” olarak gelişmiştir. Hıristiyanlık, oluş ve yok oluşun akışı 

içinde insana mutlak bir değer bahşetmiş; acı ve kötülüğüne rağmen dünyaya “özgürlük” 

de dahil mükemmellik karakterini verdiği ölçüde kötülüğün varoluşunu anlamlandırmış; 

insanın mutlak değerlere ilişkin bir bilgiye ve böylece kesinlikle en önemli şeyin ne oldu-

ğuna ilişkin yeterli bilgiye sahip olduğunu öne sürmüş; insanın insan olarak kendini hor 

görmesini ve onun bilgi hakkındaki umutsuzluğunu engellemiştir. Ahlâk, umutsuzluk ve 

hiçlik karşısında yaşamı korumuştur. Ayrıca ahlâk, sert despotlara, zorbalık yapanlara, 

genelde ‘efendiler’e, ortalama insanın kendilerinden korunması gereken düşmanlar ola-

rak davranmıştır. Bu açıkça cesaretlendirmek ve güçlendirmek anlamına gelir. Sonuç ola-

rak ahlâk, insanlara, nefret etmeyi ve yönetenlerin temel niteliği olan şeyi, onların güç is-

tencini en derinden aşağılamayı öğretmiştir. Bu ahlâkı yürürlükten kaldırmak, yadsımak, 

yok etmek, çözmek, bu en nefret edilen güdüyü, karşıt bir duygu ve değerlendirme ile 

görmek demektir. Acı çeken ve zulme uğrayanlar, güç istencini hor görmeye hakları ol-

duğu yönündeki inancı yitirirlerse, umutsuzca bir umutsuzluk aşamasına girerler. Ahlâk, 

belirli sosyal haklardan yoksun olanların, yeteneksiz yaratılanların her birine sonsuz bir 

değer, metafizik bir değer atfetmekle ve her birini, dünyevî güç ve hiyerarşiyle bağdaş-

mayan bir düzene yerleştirmekle nihilizme önceden tedbir almış; boyun eğmeyi, kabul-

lenmeyi, alçak gönüllüğü vb. öğretmiştir. Bu ahlâka inancın yok olduğu varsayıldığında, 

belirli sosyal haklardan yoksun olanlar, artık teselli bulamayacaklar ve yok olacaklardır; 

bu yok olma, kendi kendini yok etme biçimini alacaktır (Nietzsche, 1968: § 55). Bu ne-

denle Nietzsche, şimdiye kadar başardıkları şeyden dolayı ahlâka teşekkür edilmesi ge-

rektiğini düşünür. Ama ahlâk, şimdi sadece felaket haline gelebilen bir yüktür. Bizi ahlâkı 

reddetmeye zorlayan şey, ahlâkın kendisidir. Şimdiye kadar ahlâk, ciddi ve insanı huşu 

içinde bırakan bir şey olarak kabul görmüş ve ona bir şekilde kurban edilmeyen hiçbir şey 

kalmamıştır. Ruhsal inceliğimize, yanlış olarak ahlâk ya da din yoluyla ulaştığımız dü-

şünülmüştür, halbuki bizi bu düzeye ulaştıran bilincinde olduğumuz acılardır. Kendimizi 

eski vatanımızdan koparıp uzaklaştırınca, götürüldüğümüz yerin neresi olduğunu henüz 

bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, bu aynı toprağın bizi sınırsız, denenmemiş ve keşfedilme-

miş olanın içine iterek, uzaklara, maceraya sevkeden gücü bize verdiğidir.

Bizim için hiçbir seçenek kalmıyor, artık kendimizi vatanımızda/evi-

mizde hissedeceğimiz, … hiçbir ülke olmadığından, fatihler olmak 

zorundayız. Bizi gizli bir Evet’e götüren, bütün Hayır’larımızdan 

daha güçlüdür. Bizzat güçlülüğümüz, dayanıklılığımız, bizim eski 

tahrip olmuş toprağımızda bulunmamıza katlanamayacaktır: uzak-

lara gitmeyi göze alıyoruz, kendimizi riske atıyoruz: isteksiz, gö-

nülsüz ve zehirli olmaktansa, yok olmak, ölmek daha iyidir. Bizzat 

güçlülüğümüz bizi denize, bütün güneşlerin şimdiye kadar battığı 




37

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

yere yönlendiriyor: biz yeni bir dünyanın [olduğunu] biliyoruz. (Ni-

etzsche, 1968: § 405).

Nihilizmin çileci idealler ve ahlâk kadar önemli bir başka nedeni de “kozmolojik de-

ğerlerin çöküşü”dür. Kozmolojik değerler her olaya bir anlam yükler. Kozmolojik değer-

lere inandığımız sürece, bu anlamı onaylıyoruz demektir. Ancak bu değerlerin çöküşüyle, 

“bütün olaylarda, gerçekte onlarda olmadığı halde bir anlam aradığımızda psikolojik bir 

ruh hali olarak nihilizme ulaşmış oluruz.” Aslında olmayan bir şey olarak bu anlam ara-

yışı en sonunda cesaret kırıcı ve hayal kırıklığına uğratıcı bir durumdur. Bu durumda 

nihilizm, gücün uzun süre boşa harcanmasının onaylanması, “boşuna”lığın ıstırabı, gü-

vensizliktir; kişinin soğukkanlılığını, kendine güvenini yeniden ele geçirmek ve yeniden 

kazanmak fırsatından mahrum olmasıdır. Bir hedef, örneğin bütün olaylarda en üst bir 

etik yasanın yerine getirilmesi, ahlâkî dünya düzeni; ya da varlıklar arasındaki sevgi ve 

uyumun artması; ya da evrensel mutluluğa ilişkin bir ruh durumunun yaklaşması; hatta 

evrensel hiçliğe ilişkin bir ruh durumuna doğru gelişme bir anlamdır. Bir hedef olarak 

konulan her şey, süreç yoluyla ele geçirilir. Ancak oluşun hiçbir şeyi amaçlamadığı ve 

hiçbir şeye ulaşmadığı fark edildiğinde, öne sürülen bir amaç, hayal kırıklığı ile sonuç-

lanır. Nihilizmin nedenlerinden biri olan bu hayal kırıklığı, önceki bütün varsayımların 

yetersiz olduğunun farkına varılmasını sağlar (Nietzsche, 1968: § 12 A). Oluşun hiçbir 

amacının olmaması ve bütün oluşun altında yüce bir birliğin olmaması göz önüne alındı-

ğında, geriye kalan, bir şeye sığınma, bir kaçıştır: bu sığınma ve kaçış, kendisini ‘bütün 

oluş dünyasını bir aldanma olarak, yanılgı olarak mahkum etmek ve onun ötesinde bir 

dünya, bir gerçek dünya icat etmek’ olarak gösterir.

İnsan bu dünyanın, yani gerçek dünyanın, sadece psikolojik ihtiyaçlardan dolayı uy-

durulduğunu ve buna hiçbir hakkı olmadığını anladığında, nihilizmin son şekli oluşmaya 

başlar: bu herhangi bir metafiziksel dünyaya inanmamayı içerir ve bizzat bir gerçek dün-

yaya inanmayı yasaklar. Bu bakış açısına ulaşıldıktan sonra, oluşun gerçekliği, biricik 

gerçeklik olarak kabul edilir, el altından öte dünyalara ve sahte tanrılara ulaşmanın her 

çeşidini kendisine yasaklar, ama reddetmek istemese bile bu dünyaya katlanamaz.

Aslında olup biten nedir? Varoluşun tüm karakterinin “amaç,” “bir-

lik” ve “gerçek” kavramıyla yorumlanamayacağının farkına varıl-

masıyla değersizlik duygusuna ulaşıldı. Varoluşun hiçbir erek ya da 

amacı yoktur; olayların çokluğu içinde kuşatıcı bir birlik yoktur: 

varoluşun karakteri “gerçek” değildir, sahtedir. İnsanın gerçek bir 

dünyanın var olduğuna kendisini inandırmak için hiçbir nedeni yok-

tur. Kısaca: dünyaya bir değer atfetmek için kullandığımız “amaç,” 

“birlik,” “varlık” kategorilerini, tekrar çekip çıkarırız, bunun için 

dünya değersiz görünür. (Nietzsche, 1968: § 12A).

Nietzsche’ye göre, dünyanın amaç, birlik ve varlık kategorilerine göre yorumlanama-

yacağını ve dünyanın bu anlayıştan sonra değersizleşmeye başladığını varsayarsak, bu 




38 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

üç kategoriye inancımızın nereden kaynaklandığını sormamız gerekir. Bu kategorilerin 

kaynağı, Platon ve onu farklı biçimlerde yorumlayarak günümüze kadar taşıyan Platon-

culuktur. Ama Nietzsche, Platon’dan kendisine kadar Batı düşüncesi üzerinde belirleyici 

olan bu kategorilere inançtan vazgeçip geçemeyeceğimizin imkânını araştırır. Bu araş-

tırma Nietzsche için önemlidir; çünkü bu üç kategoriyi değerden düşürmeyi başarabilir 

ve onların evrene uygulanamayacaklarını gösterebilirsek, evreni değersiz kılmak için bir 

neden kalmamış olacaktır.

Aslında dünya ve yaşam değersiz değildir; ama anlamsız olarak görülmesinin nedeni, 

dünyanın değerinin bütünüyle uydurma olan bir dünyaya göndermede bulunan katego-

rilere göre ölçülmesidir. Nietzsche bu yüzden Batılı aklın kategorilerinin nihilizme yol 

açtığını düşünür.

Nihai  sonuç:  şimdiye  kadar  kendileriyle  dünyayı  kendimiz  için 

değerli kıldığımız ve daha sonra  uygulanamaz olduğunu ve  böy-

lece dünyayı değerden düşürdüğünü gösterdiğimiz bütün değerler, 

psikolojik  olarak  düşünüldüğünde,  egemenliğin  insani  inşalarını 

artırmak ve sürdürmek için tasarlanmış belirli yararlılık perspektif-

lerinin sonucudur ve onlar yanlış bir şekilde nesnelerin özüne izdü-

şürülmüşlerdir. Burada bulduğumuz şey yine de insanın naifliğidir: 

kendini şeylerin değerinin ölçüsü ve anlamı olarak varsaymak. (Ni-

etzsche, 1968: § 12B).

Nietzsche’ye göre nihilizmin doğrudan denilebilecek sebepleri, yaşamı ve dünyayı 

anlamlı kılan bütün değerlerin değerlerini yitirmiş olmalarıdır. Bütün değerlerin değer-

lerini yitirmelerinin nedeni ise, ahlâkî değer yargıları ve kozmolojik değerler, başka bir 

ifadeyle Hıristiyan ahlâkı ve Batılı aklın kategorileridir. Bunun içindir ki Nietzsche, Ba-

tılı düşünüşün Platon’dan bu yana bin yıllar süren düşünme çizgisi izlendiğinde zorunlu 

olarak nihilizme ulaşıldığını düşünür. Dahası bu düşünüşün tarihi içinde ortaya çıkan her 

olay, bu tarihin kurumsallaştırdığı her şey sonunda nihilizme yol açmaktadır.

Nietzsche, nihilizmin doğrudan sebeplerinin yanında daha uzak sebeplerinden de bah-

seder.  Bu  sebeplerden  ilki,  bitmek  tükenmek  bilmeyen  üretkenliği  ve  gücü  ile  insana 

inancı hep yukarda tutan “daha yüksek insan türü”nün yokluğu; diğeri ise alçakgönüllülü-

ğü unutan ve ihtiyaçlarını kozmik ve metafizik değerler içinde harcayan “sürü,” “avam,” 

“toplum” gibi daha aşağı türden insanların varlığıdır. Böylece bütün varoluş bayağılaşır; 

çoğunluk egemen olur ve istisnalar küstahça tahakküm eder; bu yüzden onlar kendilerine 

inancı yitirirler ve nihilist olurlar (Nietzsche, 1968: § 27).

Yukarıda ana hatlarıyla vermeye çalıştığımız şekliyle Nietzsche’nin nihilizm okuma-

sının, klasik nihilizm anlayışından farklı bir anlama sahip olduğu açıkça ortadadır. Buna 

göre Nietzscheci nihilizm, Batı kültür ve düşünce tarihinin iki bin yıllık süre içerisindeki 

oluşum ve kazanımlarının zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan bir düşünme ve yaşama 

biçimini ifade eder. Böyle olduğu için de bir öğreti değil, tarihsel bir olay olarak görülme-




39

Nietzsche ve Nihilizm Kalkanına Yaşamın Yadsınmasını Kazımış Olan Bir Felsefe

lidir. Bu nedenle Nietzsche, Batı kültür ve düşünce tarihi içinde ortaya çıkan din, felsefe, 

ahlâk ve bunlar adına üretilen ne varsa hepsinin nihilizme yol açtığını düşünmektedir.

IV. Sonuç 

Nietzsche’ye göre nihilizm, ‘şimdiye kadarki en yüksek değerlerin değerlerini yitir-

miş  olmaları’  ve  bunun  bilincine varılmış  olmasının  ortaya  çıkardığı  ruh  halidir,  ama 

“boşuna/boş yere” düşünme değildir; ne de sadece her şeyin yok olmaya değer olduğu 

inancıdır. Aksine onda yok olmaya çare bulunur; o, güçlü ruhların ve iradelerin ruh duru-

mudur. Bir tarafta bütün değerlerin değerlerini yitirmiş olduklarının bilincine varılması, 

diğer tarafta bu bilinçte yok olmaya bir çare aranması, açıkça mantık dışıdır; ama nihilist 

mantıklı olmak gerektiğine inanmaz (Nietzsche, 1968: § 24). Onlar için değerlendirmenin 

ya da düşünmenin ‘hayır’ında kalmak mümkün değildir; onlar eylemin ‘hayır’ını da ister. 

Bu nedenle Nietzsche, nihilizmi ulaşılabilecek ‘son durum’ olarak kabul etmez: nihilizm, 

üstinsana giden yol üzerinde bulunan aşılması gereken bir köprüdür.

‘Şimdiye kadarki bütün değerlerin değerlerini yitirmiş olmaları,’ yani nihilizm, ya-

şamın yadsınmasıyla sonuçlanır; ama ‘bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi’nin, 

yeni bir değer koymanın yolunu da açar. Bu nedenle Nietzsche’nin nihilizm okuması, 

bir yandan yaşamın yadsınmasına neden oldukları için, şimdiye kadarki en yüksek de-

ğerlerin  ortadan  kaldırılmasını  ima  ederken,  diğer  taraftan  ‘bütün  değerlerin  yeniden 

değerlendirilmesi’ni ima eder. Dolayısıyla Nietzsche’de nihilizmin karşı çıkılan olumsuz 

bir anlamı yanında, onaylanan olumlu bir anlamı da vardır. Buna göre nihilizm hem ya-

şamın yadsınmasıdır hem de yaşamın olumlanmasının önünü açacaktır. Bunun için de 

bir yönüyle yaşamı katlanılmaz kılan diğer yönüyle de yaşamı sevinçle karşılamayı ifade 

eden Batı tarihinin temel bir olayıdır.

Nietzsche’ye göre nihilizm, Batı kültür ve düşünce tarihinin içinde bulunulan döne-

minin temel olayıdır; ama nihilizm karar kılınacak; eğlenilecek bir yaşam alanı değil, 

tehlikelerle ve tehditlerle dolu bir yaşam deneyimidir. Bu yüzden Nietzsche’ye göre nihi-

lizm, aşılması gereken bir deneyimdir. Felsefesinin gelişimi izlendiğinde, onun asıl ilgi-

sinin nihilizmin aşılmasına yönelik olduğu anlaşılır. Bu, onun ‘güç istenci’ metafiziğinde, 

‘dünyayı yorumlayışında’ ve ‘ebedî tekerrür’ öğretisinde açıkça görülür. Nietzsche’nin 

amacı, yaşamın olumsuzlanması değil, yaşama evet diyen, onu olumlayan bir yol aç-

maktır. Bunun için de Nietzsche’nin nihilizmi, klasik nihilizm öğretisinden farklılıklar 

gösterir.



Kaynakça

Ansell-Pearson, Keith (1998). Kusursuz Nihilist: Politik Bir Düşünür Olarak Nietzsche’ye 



Giriş, çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yay.

Berkowitz, Peter (2003). Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, çev. Ertürk Demirel, İs-

tanbul: Ayrıntı Yay.



40 / Sebahattin ÇEVİKBAŞ

Atatürk  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler 

Enstitüsü Dergisi 2010 14 (1): 25-40

Deleuze, Gilles (2006). Nietzsche, çev. İlke Karadağ, İstanbul: Otonom Yayıncılık.

__________ (1983). Nietzsche and Philosophy, Trans., Hugh Tomlinson, London: The 

athlone Press.

Heidegger, Martin (2001). Nietzsche’nin Tanrı Öldü Sözü ve Dünya Resimleri Çağı, çev. 

Levent Özşar, Bursa: Asa Kitabevi.

Jaspers, Karl (2008). Nietzsche, çev. Murat Batmankaya, İstanbul: Alkım Yay.

Magee, Bryan (2000). Büyük Filozoflar: Platondan Wittgenstein’a Batı Felsefesi, çev. 

Ahmet Cevizci, İstanbul: Paradigma Yay.

Nehamas, Alexander (1999). Edebiyat Olarak Hayat, çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ay-

rıntı Yay.

Nietzsche, Friedrich (1990b). Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev. Ahmet İnam, İstanbul: Ara 

Yayıncılık.

________ (1995). Deccal, çev. Oruç Aruoba, İstanbul: Hil Yay.

________ (1991). Gelecekteki Felsefe, çev. Ümit Özdağ, Ankara: İmge Kitabevi.

________ (1990a). İyinin ve Kötünün Ötesinde, çev. Ahmet İnam, İstanbul: Ara Yayın-

cılık.

________ (2000). Putların Alacakaranlığı, çev. Hüseyin Kaytan, İstanbul: Tümzamanlar 



Yayıncılık.

________ (2003). Şen Bilim, çev. Levent Özşar, Asa Kitabevi, Bursa.

________ (2001). Tan Kızıllığı, çev. Hüseyin Salihoğlu-Ümit Özdağ, İmge Kitabevi, An-

kara.


________ (1968). The Will to Power, Trans. Walter Kaufmann-R. J. Hollingdale, New 

York: Vintage Books.

________ (1972). Zerdüşt Böyle Diyordu, çev. Osman Derinsu, İstanbul: Varlık Yay.

Savater,  Fernando  (2008).  Nietzsche’nin  İdeası,  çev.  Saliha  Nilüfer,  İstanbul:  İletişim 



Yay.

Yüklə 143,18 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə