Celil Memmedguluzade’nin Anamın Kitabı Piyesinde
Dil ve Kimlik Şuuru
*
“Türk diline kimsene bakmaz idi,
Türklere hergiz gönül akmaz idi.
Türk dahi bilmez idi bu yolları,
İnce yolu, ol ulu menzilleri”
Âşık Paşa
Erdoğan Uygur
**
Özet
XX.
yüzyılın başlarında Azerbaycan toplumunun maruz kaldığı dilde ve
kültürde yabancılaşma sorunlarına duyarsız kalmayan Celil Memmedguluzade,
bunun en önemli sebebini yurt dışına eğitim amacıyla giden aydınların düşünce ve
eylemlerinde görür. Yabancılaşma/başkalaşma yanlılarını eleştirmek ve toplumu dile
ve kültüre bağlılık konusunda daha duyarlı olmaya davet etmek amacıyla Anamın
Kitabı piyesini kaleme alır.
Anahtar sözcükler: Azerbaycan, Celil Memmedguluzade, dil, kültür,
toplum, yabancılaşma.
Abstract
Celil Memmedguluzade, who couldn’t keep himself detached from the
estrangement in language and culture Azarbaijan society had suffered in the early
XX
th
century. According to him, the reason lies on the ideas and actions of the
intellectuals who had their education abroad.
For the purpose of criticizing pro-estrangements and inviting the society to
be more sensitive towards the fidelity to the language and culture, he wrote the play
called “Anamın Kitabı (The Book of My Mother)”
Keywords: Azarbaijan, Celil Memmedguluzade, language, culture, society,
estrangement.
*
Yayımlandığı yer: Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi-Turkish Journal of Social Research,
yıl 9, sayı 3, 9-18 (Aralık 2005).
**
Dr. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi. uygur@humanity.ankara.edu.tr
2
XX. yüzyılın başlarında Çarlık Rusyasının yönetimi altındaki
Azerbaycan’da edebî ve kültürel hareketlilik idarî mekanizmaların kontrolü
altında olmasına rağmen aydınların çabalarıyla belirli bir mesafe almış
gibidir. 1905 devrimi sonrasında matbaanın gelişmeye başlaması ve edebî
münazaraların yaygınlaşması birtakım sosyal ve düşünsel faaliyetleri ön
plâna çıkartır (Arif ve Hüseynov, 1944: 188). Edebiyat sahasında kaleme
alınan şiir, hikâye ve piyeslerde çoğunlukla toplumdaki yanlış gelenek ve
görenekler sorgulanarak eğitimin önemi, kadının toplumdaki yeri
belirlenmeye çalışılır; feodal yapılanma ve din istismarı üzerine eleştiri ve
makaleler basın-yayın organlarında yer almaya başlar.
Gasım Bey Zakir (1784-1857), Mirze Şefi Vazeh (1794-1852),
Abbasgulu Ağa Bakıhanov (1794-1847), İsmayil Bey Gutgaşınlı (1806-
1869), Mirze Feteli Ahundof (1812-1878) gibi maarifçi öncülerin izinden
giden Seyid Ezmi Şirvanî (1835-1888), Necef Bey Vezirov (1854-1926),
Neriman Nerimanov (1870-1925), Süleyman Sani Ahundof (1875-1939),
Mirze Elekber Sabir (1862-1911), Sultanmecid Genizade (1866-1937),
Ebdurrehimbey Hakverdiyev (1870-1933), Memmed Seid Ordubadi (1872-
1950), Eli Nezmi (1878-1946) gibi aydınlar Azerbaycan toplumunun insan
sevgisi, eşitlik ve adalet kavramları temelinde yapılanmasına katkıda
bulunmayı görev edinirler. Bu düşünce çerçevesinde ortaya konulan edebî
ürünler genellikle realist eserler olarak kıymet kazanır.
Toplumu aydınlatma ve yön verme durumundaki aydınların bir
kısmı anlaşılır olmak amacıyla eserlerini duru bir Azerbaycan Türkçesiyle
kaleme alma yoluna giderlerken M. M. Nevvab, M. Müctehidzade, E.
Talıbov (Talıbzade, 1966: 126), Ali Bey Hüseyinzade (1864-1940) gibi bir
kısım aydınlar da düşüncelerini, içine Arapça, Farsça, Osmanlıca veya Rusça
serpiştirilmiş cümlelerle ifade ederler, hatta bu dilleri konuşan toplumların
kültürel değerlerini çeşitli vesilelerle methederler. Bu konuyla ilgili olarak
Türkiye Türkçesini savunan aydınların ileri gelenlerinden Ali Bey
Hüseyinzade Fars diline ve kültürüne karşı çıkışını, buna karşılık Türkiye
Türkçesine gösterdiği yakın ilgiyi şu cümlelerle dile getirir: “İran artık
geride kalmıştır. Mazide güzel edebiyatı var idi. Lâkin bu gün edebiyattan,
matbuattan bir eser görünmüyor. Bu yolda her ne varsa Türklerdedir. Fars
lisanı bir asırdan beri gerilemeye yüz tuttuğu hâlde, Türk lisanı günden güne
gelişmektedir.” (Talıbzade, 1966: 74).
3
Giriş
1883-1887 yılları arasında Gori Semineryası’nın Azerbaycan
şubesinde öğrenim gören Celil Memmedguluzade (1866-1932) burada
ilahiyat dersleri yanında coğrafya, tabiat ve tarih bilgileriyle de donanır.
Seminerya’nın öğretim kadrosu homojen bir düşünce yapısına sahip değildir.
Çar idaresine bağlı öğretmenlere karşılık sosyal yapıyı eleştiren, eğitimi ve
gelişmeci anlayışı savunan aydınlar da mevcuttur. Memmedguluzade’nin bu
aydınlarla temas hâlinde oluşu ve Voltaire (1694-1778), Diderot (1713-
1784), Puşkin
(1799-1837)
, Lermontov
(1814-1841)
, Gogol
(1809-1852)
,
Tolstoy (1828-1910) gibi düşünür ve edebiyat adamlarının eserleriyle
tanışması onda toplumcu, eşitlikçi ve özgürlükçü fikirlerin gelişmesine
önemli katkıda bulunur (İbrahimov, 1966: XII-XIII).
Celil Memmedguluzade toplumdaki eşitsizliği, huzursuzluğu,
sorunları ve bunalımları eserlerine yansıtırken halkın ana diline müracaat
eder. Zira, Memmedguluzade toplumun millî varlığının dil ile mümkün
olduğuna ve onunla varlığını sürdürebileceğine inanır (Ahundov, 1959: 45).
Toplumların elbisesi olarak nitelendirdiğimiz dil hakkındaki görüşlerini
Molla Nesreddin (1906-1931) dergisinde
*1
ve bir çok makalesinde bazen
mizahî, bazen de eleştirel bir üslûpla çok sık dile getirir. Ancak, Anamın
Kitabı (1919
*2
) piyesini tamamen bu konuya ayırarak toplumun ve kültürün
maruz kaldığı tehlikeleri millî bir bakış açısıyla ortaya koyar ve dili yabancı
unsurlara karşı koruma ve bunlardan arındırma mücadelesi verir, zira o, dili,
millî kimliği korumanın ve geliştirmenin en önemli teminatı olarak görür.
Anamın Kitabı’ında Dil ve Kimlik Şuuru
Anamın Kitabı Memmedguluzade’nin Ölüler (1909) piyesinden
sonra en dikkati çeken eseridir. Eser, toplumdaki farklı kültürlere yönelişi ve
*1
Ayrıntılı bilgi için bkz. Uygur, Erdoğan, “Molla Nesreddin Dergisinin Dil
Anlayışı”, V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı, 20-26 Eylül, Ankara, 2004.
(Düzenleyen: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu
Başkanlığı), V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II 20-26 Eylül, TDK,
Ankara, 2004, s. 3063-3074.
*2
Piyesin tamamlanma tarihi çeşitli kaynaklarda 1920 olarak gösterilmektedir;
ancak, dramaturgun eşi Hamide Hanımın hatıratında piyesin bitiş tarihi 1919 yılı,
Şubat ayının son günleri olarak kayıtlıdır. Mehmetkuluzade, Hamide,
Azerbaycan’da Yenilikçi Bir Öncü: Celil Mehmetkuluzade: Hatıralar, (Hazırlayan:
Fatma Özkan), T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 85.
4
bu yönelişin sebep olduğu sorunları irdeleyerek bu duruma alternatif
çözümler getirmeyi amaçlayan bir piyes olarak ortaya çıkar. Bir başka
ifadeyle “eser, Celil Memmedguluzade’yi tüm hayatı boyunca düşündüren
halkın millî varlığının kavranılması, korunması ve geliştirilmesi”
(Habibbeyli, 1994: 13-14) sorunları ile ilgilidir.
Dört perdeli piyeste aydın bir ailenin üç ferdinin İran, Rusya ve
Türkiye’de tahsil yaptıktan sonra edindikleri bilgi birikimini
Azerbaycan’daki düşünsel ve toplumsal gelişmelere hasretmek yerine, adı
geçen ülkelerin dillerini ve kültürel değerlerini topluma benimsetme yoluna
gittikleri görülür. Rüstem Beyin kitaplarının Rusça, Mirze Mehemmedeli’nin
Farsça, Semed Vahid’inkilerin de Osmanlıca olması ve bu kitaplara göre
amel etmeleri kardeşler arasındaki düşünce ayrılığını besleyen ana
unsurlardan biridir:
“Rüstem Bey. Ana, bak, men seni lap yahşı başa salım: ne
geder ki, men bu kitablara etigad eleyirem, Mehemmedeli de bu
kitablara (Mirze Mehemmedelinin terefine elini uzadır) ve Semed de
bu kitablara (Semed Vahide teref elini uzadır) etigad eleyirler, dehi
biz ne geher ittihad edib, mehriban yola kede bilerik?” (s. 123
*
).
Sözde bir hayır cemiyetinin üyeleri olan kardeşlerin farklı dillerle
konuşması ve farklı kültürleri savunması aralarında hoşnutsuzluğa ve
husumet doğmasına sebep olur. Bu durumdan kaygılanan anneleri Zehra
Beyim ve kızı Gülbahar, kardeşler arasındaki anlaşmazlığın sebebinin
aralarında dil birliği olmayışından kaynaklandığını anlayacak şuura
sahiptirler. Dilin düşünceyi; düşüncenin eylemi doğurması gerçeği piyeste de
ifadesini bulur ve üç farklı dili konuşan ve farklı kültürlere, farklı ideallere
yönelen üç kardeş birbirini görmemek için ana ocağını terk eder. Bütün
uğraşlarına rağmen bu ayrılığa engel olamayan Zehra Beyim dayanamaz ve
fenalaşarak yığılır kalır.
Piyes farklı kültürleri benimseme ve bu kültürlerin normlarını, değer
yargılarını içinde yaşadığı topluma empoze ederek kültür asimilasyonunun
halkalarını oluşturma çabaları ve bu çabalara bir başkaldırı şeklinde
özetlenebilir. Piyeste farklı kültürlere yöneliş, üç ayrı ülkede tahsil görmüş
kardeşlerin kullandıkları üç farklı dil ve bu dillerle geliştirilmiş düşünceler
ve sahip oldukları kitaplar ile kendini gösterir. Bu bağlamda piyesi dönemin
Azerbaycan’ında kimlik bunalımına ayna tutan bir eser olarak nitelendirmek
yanlış olmaz. Zira; Rusya, İran ve Türkiye’nin kültür dairesindeki Kafkasya
*
Piyesle ilgili alıntılar Celil Memmedguluzade, Eserleri, ASSR Elmler Akademiyası
Neşriyyatı, Bakı, 1966 baskısından yapılmıştır.
5
ve dolayısıyla da Azerbaycan bu ülkelerle siyasî ve kültürel bakımdan
doğrudan etkileşim içindedir.
Ülkedeki bazı aydınlar ve gençler için bu üç ülke çeşitli gerekçelerle
iktisadî ve kültürel gelişmenin, bir başka deyişle uygarlığın önemli referansı
olarak görülürler. Dolayısıyla, gençlerin yüksek öğrenim görmek için
gittikleri yabancı ülkelerden dönüşlerinde, edindikleri bilgi birikimi yanında
bazı kültürel değerleri de benimsemiş oldukları sıkça görülür. Bu cümleden
hareketle, XX. yüzyıl başlarında yoğunluk kazanan yurt dışında eğitim
sürecinde aydınların önemli bir kısmı birbirine zıt kültürel değerler ve
siyasal düşüncelerle donanmış olarak Azerbaycan’a dönerler. Bu durumun
yanı sıra, dillerinin de yabancılaştığı görülür. Oysa, Memmedguluzade’nin
ifade ettiği gibi “insan öğrendiği her bir dilden kendi halkının, vatanının
hayrı için istifade etmeyi bilmelidir.” (Mirehmedov, Vahabzade, Hüseynov,
1966: 52).
Piyeste yer alan hemen her şahıs bir değerin, bir kıymetin ya da bir
kavramın sembolü gibidir. Üç kardeş başkalaşmayı, yabancılaşmayı
simgelerken, anne Zehra Beyim Azerbaycan’la, Zehra Beyim’in kızı
Gülbahar Azerbaycan toplumuyla ve çobanlık yapan Genber, Gurban ve
Zaman da Azerbaycan Türkçesiyle özdeşleşirler. Kardeşlerin ana ocağından
ayrılmaları ise ülkenin bölünme ve parçalanma kaygısının dışa vurumudur.
Daha açık bir ifadeyle, bir yanda zahiren Rusya, İran ve Türkiye’yi
sembolize eden üç kardeş yoğun bir düşünsel ve kültürel çatışma içindeyken,
bunları sürekli birlik ve dayanışmaya çağıran anneleri Zehra Beyim’in
kimliğiyle Azerbaycan’ın ulusallığına ve toplumsal kıymetlerine
sahiplenmeye davet vardır. Dramaturg başkalaşmaya karşı şiddetli bir tavır
içindedir. Bu, annenin ve genç kızın davranışlarında açıkça görülür. Üç
kardeşin sürekli birbirleriyle çatışma hâlinde olması adı geçen ülkelerin
birbirlerine politik yaklaşımlarıyla yakından ilintilidir.
Dönemin toplumsal sancılarından birini yansıtan piyeste birleşmenin
ve güçlü olmanın yegâne mekânı ana ocağı, yani Azerbaycan’dır. Ananın
düşüncesinde dili korumak önemli yer tutar. İnsanları anlaştıran, kaynaştıran,
düşünceleri geliştiren ve topluma ışık olan dil korunmadıkça bireyler
arasındaki yabancılaşma topluma da yansıyacak; yerli kıymetlerle
beslenmeyen düşünceler dejenere bir toplumun ortaya çıkmasına sebep
olacaktır. Bu durum, bir bakıma, gelişmemiş ülke toplumlarının
temayüllerine ayna tutan önemli bir saptamadır. Ulusal kimliği
şekillendirmede model alınacak toplumun özelliklerini kendi toplumuna
uyarlamak düşüncesinden ortaya çıkan bu davranış biçimi kimlik
6
bunalımının tortulu bir ürünüdür. Bu gerçeği bilen Zehra Beyim’in,
oğullarını ana ocağına, sükûnete ve dayanışmaya davet eden yakarışları,
haykırışları ve ölümü, âdeta dönemin Azerbaycan’ının âkıbeti gibidir: “Size
kelen gada-bala mene kelsin, ay balalarım, savaşmayın!” (s. 112), “Bala,
bunu hara yığışdırırsan? Olmaz, olmaz! Deyesen buradan köçmek
isteyirsen? Goymanam, özümü öldürrem! Olmaz, köçmek olmaz! Siz burada
hamınız bir yerde yazımlısınız, ayrıla bilmezsiniz; yoksa vallah bağrım
çatlar!” (s. 115), “Semed, bala, sen ne gayırırsan? Niye yığışdırırsan?
Yoksa sen de köçmek isteyirsen? Buy, evim yıkıldı! Aman Allah, menim
başıma kül elensin! Allah, meni öldür, öldür, öldür! (s. 115), “Bala, senin
men gadanı alım. Senin ne bir künahın var ki, men senin künahından geçem?
Sen meni incitmemisen. Sen birce gardaşlarından ayrı düşme, men ölenden
sonra da, gebirde de sene duaçı olum, ay Rüstem bala! (s. 123), “Bala,
ayaglarının altında ölüm, gardaşlarından ayrılma.” (s. 124), “Üreyim, üreyim
üç yere bölüne, üç tike ola, her tikesi de bir terefe çıkıb kede, onda dehi
üreyim parçalanar, ölerem. Gızım, pes menim üreyim üç parça olsa, sen ne
elersen?! Gızım, anasız galarsan.” (s. 125).
Rusya’da öğrenim gören Rüstem Bey nişastalı yakası ve kolları
kolalanmış gömleği, üzerinde yeleği, boynunda boyunbağı, gözlerinde
gözlük ve başı açık olarak piyeste yer alır. Mirze Mehemmedeli başında İran
börkü, uzun İran kıyafeti, şalvar, beyaz çorap, elinde tesbih, asık suratlı bir
görüntü verir. Semed Vahid ise başında kırmızı fes, beyaz yakalı gömlek,
yelek ve boyunbağıyla İstanbul’da öğrenim görmüş aydın tipini simgeler. Üç
kardeşin giyim-kuşamlarına yansıyan düşünce ve eylemleri başka
medeniyetlerin zahirî unsurlarını topluma empoze etmek şeklinde ortaya
çıkar (İbrahimov, 1966: XLVIII).
Rüstem Bey, Mirze Mehemmedeli ve Semed Vahid giyim-
kuşamlarıyla, davranışlarıyla ve kullandıkları dil itibariyle Recaizade
Mahmut Ekrem (1847-1914)’in Araba Sevdası (1896) romanındaki Bihruz
Bey karakteriyle bir çok bakımdan örtüşürler. Bir başka ifadeyle, piyeste üç
değişik züppe söz konusudur.
Her üç tip de eğitim gördükleri ülkelerin diliyle iletişim kurmaya,
sanat ve edebiyat yapmaya çalışmakta; bu ülkelerin kültürel değerleriyle
Azerbaycan toplumuna yön vermeyi amaçlamaktadırlar. Ancak, Bihruz Bey
karakterindeki komik unsurlar burada traji-komik sonuçlara yol açan
davranışlar ve düşünceler şeklinde kendini gösterir. Memmedguluzade,
başkalaşmayı ya da farklı kültür değerlerini benimsemeyi gözden düşürmek
için piyeste bu düşünce sahiplerini gülünçleştirme yoluna gider. Kardeşlerin
7
veya arkadaşlarının sarf ettiği anlaşılmaz sözlerin sık sık kahkahalara, alaycı
gülüşmelere ve itirazlara yol açması, bu şahısların uğraşlarının boş olduğunu
gösterme amaçlıdır. Bununla birlikte, bu tiplerin birbirleriyle münasebetleri
güldürü yanında gerilim ve çatışma doğuracak ve ayrımcılığı körükleyecek
unsurlar içerir. Kısaca, Bihruz Bey toplumsal başkalaşım özleminin komik
ve gülünç bir bireyi olarak sembolleşirken piyesteki tipler çatışmanın
sembolü hâlindedirler. Öte yandan hayır cemiyetinin toplantısında dil
konusundaki anlaşmazlık toplumsal ayrışmanın önemli bir misali olarak
dikkatleri çeker:
“Rüstem Bey. Gospoda, zasedanie obyavlyau otkrıtım.
Mirze Zeynal. (Durur ayağa ve yumrugunu silkeleye silkeleye,
acıglı) Ağalar, ana dilinden başga burada özke dil danışmag olmaz.
Ana dili, ana dili. Türk dili, milli dil.” (s. 101-102)
….
“Hüseyin Şahid. … Yeter, az evvel alçagca burakıb
sovuşduğumuz torpaglar, yeter! Evet, çocuglar, kadınlar, irkekler,
yeniler bu torpagdan çıkıb, yavuglusuna govuşmuşdu. Kartlaşmış
gollarını üç-beş mızrag boyu ötedeki binaların üstüne gadar salan bol
kölgeli sokakların dibinde kümleyen davulların sesi çocugların
düyününü bildiriyordu.
İşte kelebekler kimi garlar düşüyor,
Sanki bir nur eniyor her fidana,
Lakin eylence olurken adana,
Yavru çocuglar üşüyor!
Ağalar, bu deyilmi milli edebiyat! Bu deyilmi milli Türk lisanı!
(… Cemaatdan külen de var ve tek-tek çepik çalan da var.) (s. 104-
105)
….
“Zehra Beyim. (Gülbahara). Gızım, bu adamlar ne danışırlar?
(s. 105).
….
“ Mirze Behşeli. E’zayi-kiramdan üzr isteyirem ki, zeylde
me’ruzeyi-müheggerim ağayani-büzür-küvarın derdi-serine şayed
sebeb ola. …” s. (106).
….
“ Mirze Mehemmedeli. Fesli-nozdehhüm der beyani-küsuf ve
hüsuf; ye’ni ayın ve künün tutulmağı…” (s. 107).
Memmedguluzade’nin Ölüler piyesinde değindiği Fars kültürünün
toplum üzerindeki olumsuz etkileri (Şerif, 1986: 386) Anamın Kitabı’nda
iyice zirveye çıkar. İran’da aldığı dinî eğitim sonucunda bilimi ilahî güçlere
dayandıran Mirze Mehemmedeli “Hudavendi-alem, belayi-nagehan, misli-
velveleyi-serf-esiman, zelzeleyi-sethi-hakidan, ma-teagebel-melevan” (s. 93)
gibi Farsça terkiplerle düşüncelerini ortaya koymayı yeğlerken, Rüstem Bey
8
vestkad, vobros (102), zasedaniya smetan, priblizitelno, klas, raznoreçiy
(103), “Gaspoda, zasedanie obıyavlyu zakrıtım” (109) gibi kelimeler ve
cümlelerle Rusçaya; Semed Vahid de “İrkekler, hayda arkadaşlar!” (s. 93),
“bene galıyorsa” (s. 95), “izdivaci-niyyet” (s. 97), “Çocug ağlamasın, ben
şe’r yazıyorum”, “Çocuklara öyrediyorlar” (s. 100) gibi ifadelerle Türkiye
Türkçesine yönelir. Bir soruşturma esnasında üç kardeşin adlarını farklı
söylemeleri toplumdan ayrışmanın düşüncelerine ne ölçüde nüfuz etmiş
olduğunu gayet açık gösterir:
“Rüstem Bey. Rüstem Bey Ebdülezimof.
Mirze Mehemmedeli. Mirze Mehemmedeli helefi-merhum Ağa Ebdulezim.
Semed Vahid. Ebdülezimzadeyi Semed Vahid.” (s. 116).
Zehra Beyim’in, Gülbahar’ın ve çobanların dil konusundaki birlik ve
beraberlik düşüncelerini ortaya koyan pastoral ifadelere piyeste sık rastlanır.
Bu şahıslar başkalarıyla ilişkilerinde veya kendi aralarındaki sohbetlerde
toplumun anlayacağı bir dil, sade bir Türkçe kullanırlar:
“Genber. Hanımcan, bizim goyunçulug bir terefden közel peşeli. Hemişe
kezdiyimiz ve yaşadığımız yerler çemenler, laleli ve çiçekli dağlar, daşlar; içdiyimiz
nedir? Bulag suları ve pak goyun südü. …” (s. 114).
Bu durum Memmedguluzade’nin başkalaşan aydınlara bir
başkaldırısı olarak nitelendirilebilir. Bu başkaldırının en büyük dayanağı
sade Türkçe kullanılmasını özendirmenin yanı sıra eylem ve çılgınlıktır.
Piyeste kültürleri sembolize eden kitapların imhası kaynak kültüre dönüş
çabalarının en önemli aşaması olur.
Öte yandan, Memmedguluzade’nin kadın hakları ve hukuku
kapsamında sıkça eleştirdiği kadının eşini seçebilme özgürlüğünden mahrum
oluşu da piyeste olay örgüsünün önemli bir unsuru olarak yer alır. Kardeşler
arasındaki çatışmanın ilk ciddî başlangıcı Gülbahar’ın evliliği konusunda
ortaya çıkar. Simgesel ifadelerden hareket edildiğinde bu çatışma piyeste
Azerbaycan toplumunun yabancı kültürlerle tanıştırılması arzusunun ilk
adımı olur.
Gülbahar’ın kocaya verilmesi hususunda Rüstem Bey eski
âdetlerden vaz geçilmesi gerektiğini söylemekle birlikte Rus dilini ve
kültürünü benimseyen arkadaşı Aslan Bey ile evlendirilmesinin uygun
olacağını ifade eder (s. 91). Mirze Mehemmedeli bu konuda kaderci bir
yaklaşım sergiler. Ona göre evlilik kısmet kavramı ile yakından ilişkilidir.
Bununla birlikte kız kardeşinin kendi arkadaşıyla evlenmesini ister (s. 91).
Semed Vahid de eş seçmekte Gülbahar’ın özgür olduğunu dile getirir; ancak,
bu eşin kendi arkadaşı olması gerektiğini ilâve eder. Toplumun aydın
9
kesimini oluşturan bu insanların görüşlerinde samimi bir tekâmül olmadığı
açıkça görülmektedir. Öte yandan Genç kızı yabancılara vermek
Azerbaycan’ı âdeta başkalarına teslim etmekle eş anlamlıdır. Toplumun özü
olan Gülbahar’ın bu isteklere boyun eğmeyişi toplumun yabancılaşmaya
direndiğinin işaretidir. Oğullarının ayrılığına dayanamayarak vefat eden
Zehra Beyim’in koltuğunun altındaki kitapta babanın oğullarına birkaç
cümlelik vasiyeti vardır. Bu vasiyet piyeste dili, kültürü, kimliği, birlik ve
beraberliği korumanın gerekliliğini ortaya koyan en önemli icraat olarak
dikkatleri çeker:
“Tarihi-hicrinin min iki yüz doksan dördüncü ilinde, rebiüs-
saninin on ikisinde, seşenbe künü, sübh ezanından yarım saat keçtikde
yoldaşım Zehranın cisminden bir parça gopub ayrıldı ki, ibaret olsun
Rüstem balamdan.
Biçare övretin cisminin galanından kene tarihi-hicrinin min iki
yüz doksan dogguzuncu ilinde, ramazanın beşinde, pencşenbe künü,
akşamdan üç saat keçdikde kene bir parça ayrılıb gopdu. Haman kün
oğlum Mehemmedeli anadan oldu.
Yazıg Zehranın galan cismi kene bir defe parçalandı. Bu da
vage oldu haman tarihin min üç yüz dördüncü ilinde, cemadiel-
evvelin on beşinde, çaharşenbe künü, kün orta zamanı ki, haman kün
balamız Semed dünyaya keldi.
Bundan da bir neçe il sonra bahtı-gara övretin galan yarım
canından kene bir parça gopdu ki, adını Gülbahar goydug. Bu da vage
olub haman tarihin min üç yüz onuncu ilinde, şevvalın iyirmi birinde,
cüme akşamı, sübh vaktı.
Yer, köy, aylar ve ulduzlar köylerde seyr edib keze keze kene
evvel-ahır künün başına dolanırlar; çünki bunlar hamısı gedim ezelde
künden gopub ayrılmış parçalardır.
Men etigad edirem ki, menim de balalarım dünyada her yanı
kezib dolansalar, kene evvel-ahır anaları Zehranın etrafında kerek
dolanalar; cünki ay ve ulduz şemsin parçaları olan kimi, bunlar da
analarının ayı ve ulduzlarıdır. Vay o kesin halına ki, tebietin hemin
ganununu pozmak isteye! Onun insafı ve vicdanı ona müdamül-heyat
eziyet edecek; ne geder canında nefes var, peşiman olacak.” (131-
132).
Sonuç
Celil Memmedguluzade piyeslerinde güldürmek veya
endişelendirmekle yetinmez; o, aynı zamanda güzel arzuların ve geleceğe
dair ümitlerin de yeşermesine gayret gösterir (İsrafilov, 1964: 171). Anamın
Kitabı’nda Rüstem Beyin aşağıdaki özeleştirisi bütün olumsuzluklara
rağmen bu ümidin ifadesidir:
10
“ Hele indiye kimi halg bir şeyi başa düşmürdü. İndiye kimi
halg deyirdi: merheba Ebdülezimin oğlanlarına! Maşallah, biri
Peterburgda elm tehsil edib, biri İstambulda, biri Necefül-Eşrefde.
Üçü de, maşallah, okuyub alim olub. Amma bundan sonra ağızlarda
söylenecek ki, haman üç alimlerin biri (Mirze Mehemmediliye işare
edir) hüsuf-küsuf duası yazır; biri (Semed Vahide bakır) mefailün
feilatün; biri de … (özüne bakır), vallah, men özüm de heç başa
düşmürem ki, men neçiyem. …” (s. 122).
Piyes öze dönüşün özlemini dile getirir. Başkalaşmanın topluma bir
yarar sağlamayacağını vurgulayarak aydınları dile, kültüre ve toplumsal
sorunlara karşı duyarlı olmaya çağırır. Memmedguluzade’ye göre sanatkâr,
yazar, edebiyat adamı ve aydın insan devrin ilerici fikirlerine hizmet etmeli,
belirli bir dünya görüşüne sahip olmalıdır (Talıbzade, 1966: 159); ancak, bu
nitelikler ana dille ifadesini bulduğu takdirde toplum yararına gelişme söz
konusudur. Aksi durumda ise toplumun taklitçi veya müstemleke olma
ihtimali her zaman vardır. Bundan dolayı dramaturg ana diline, Azerbaycan
Türkçesine büyük ihtimam gösterir. O, dilde milliyetçiliği Azerbaycan
Türkçesine hürmet duymakta, onun bütün zenginliklerini, bütün
güzelliklerini ortaya çıkartmakta görür (Talıbzade, 1966: 159).
Dramaturg her bakımdan ana dile ve kaynak kültüre yönelmeyi,
onlara sahip çıkmayı toplumsal kimliğin korunmasında ve gelişmesinde en
vazgeçilmez unsurlar olarak belirler. Bu yönüyle piyes Azerbaycan’da dil,
kültür ve kimlik şuurunun gelişmesinde önemli bir yer tutar.
__________
Kaynakça
Ahundov, N. (1959), Molla Nesreddin Jurnalının Neşri Tarihi, Azerbaycan Dövlet
Neşriyyatı, Bakı.
Arif, M., Hüseynov, H. (1944), Azerbaycan Edebiyatı Tarihi, ikinci cild, ZAAzF
Neşriyyatı, Bakı.
İsrafilov, H. (1964), “Ölüler Pyesinin Janr Hususiyetleri”, Dadaşzade, M. A.;
Talıbzade, K. (Redaktorları), Azerbaycan Edebiyatı Meseleleri, ASSR Elmler
Akademiyası Neşriyyatı, Bakı.
11
Habibbeyli, İ. (1994), Seçkin Azerbaycan Yazarı Celil Mehmetkuluzade, Atatürk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum.
Mehmetkuluzade, Hamide, Azerbaycan’da Yenilikçi Bir Öncü: Celil
Mehmetkuluzade: Hatıralar, (Hazırlayan: Fatma Özkan), T.C. Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 2002.
Mirehmedov, E., Vahabzade, B., Hüseynov, F. (1966), Azerbaycan Sovet Edebiyatı,
Maarif, Bakı.
Mirze, İ. (1966), Celil Memmedguluzade, Eserleri, ASSR Elmler Akademiyası
Neşriyyatı, Bakı.
Şerif, E. (1986), Molla Nesreddin Nece Yarandı, Azerbaycan Dövlet Neşriyatı, Bakı.
Talıbzade, K. (1966), XX Esr Azerbaycan Edebi Tengidi (1905-1907-ci İller), ASSR
Elmler Akademiyası Neşriyyatı, Bakı.
Dostları ilə paylaş: |