’da Allah’ın göklerin ve Yer’in Nûr’u olduğu belirtilirken



Yüklə 445 b.
tarix23.11.2017
ölçüsü445 b.
#11770



Genel olarak görme, ışık ve ışığa bağlı olayların sistematik olarak ele alınmasının bilimi olan optik konusundaki çalışmalar çok eski dönemlere kadar geri gitmektedir. Bu dönemlerde optik, görmenin bilimi veya görüntünün nasıl oluştuğunun kanunlarını araştıran bir bilim anlamına geliyordu ve yaklaşık iki bin yıllık bir süreç boyunca da bu temel anlayış egemenliğini sürdürmüştür. Bundan dolayı, optik konusunda kaleme alınmış Klasik ve Modern dönem yapıtlarında ışık ve renk ile birlikte daima görsel algı problemlerine de yer verilmiştir.

  • Genel olarak görme, ışık ve ışığa bağlı olayların sistematik olarak ele alınmasının bilimi olan optik konusundaki çalışmalar çok eski dönemlere kadar geri gitmektedir. Bu dönemlerde optik, görmenin bilimi veya görüntünün nasıl oluştuğunun kanunlarını araştıran bir bilim anlamına geliyordu ve yaklaşık iki bin yıllık bir süreç boyunca da bu temel anlayış egemenliğini sürdürmüştür. Bundan dolayı, optik konusunda kaleme alınmış Klasik ve Modern dönem yapıtlarında ışık ve renk ile birlikte daima görsel algı problemlerine de yer verilmiştir.



Pek çok kültürde ışığa ilişkin mitolojik söylencelerin varlığı ve kutsal kitaplardaki söylemler ışığın insan yaşamında son derece önemli ve belirgin bir etkisinin olduğunu göstermektedir. Kuran’da Allah’ın göklerin ve Yer’in Nûr’u olduğu belirtilirken, Tevrat’ta ise ışığın gökten ve yerden hemen sonra yaratılmış olduğu açıklanmakta ve ışık yaratılmadan önce Yer’in ıssız ve boş olduğu, karanlığın da enginin yüzeyini sarmaladığı anlatılmaktadır. Buna karşılık Güneş ise ancak dördüncü günde yaratılmıştır. Böylece ışığın, Güneş’e bir önceliğinin olduğu açıkça vurgulanmış olmaktadır. Bu aslında ışığın Güneş’ten bağımsız olarak yaratıldığı ve ışık yaratılmadan önce dünyanın formsuz ve boş olduğu anlamına gelmektedir. Işığa ilişkin bu belirgin olumlama, sonuçta mistik, metafizik ve dinsel pek çok olumlu niteliğin ışığın doğasına atfedilmesine yol açmıştır.

  • Pek çok kültürde ışığa ilişkin mitolojik söylencelerin varlığı ve kutsal kitaplardaki söylemler ışığın insan yaşamında son derece önemli ve belirgin bir etkisinin olduğunu göstermektedir. Kuran’da Allah’ın göklerin ve Yer’in Nûr’u olduğu belirtilirken, Tevrat’ta ise ışığın gökten ve yerden hemen sonra yaratılmış olduğu açıklanmakta ve ışık yaratılmadan önce Yer’in ıssız ve boş olduğu, karanlığın da enginin yüzeyini sarmaladığı anlatılmaktadır. Buna karşılık Güneş ise ancak dördüncü günde yaratılmıştır. Böylece ışığın, Güneş’e bir önceliğinin olduğu açıkça vurgulanmış olmaktadır. Bu aslında ışığın Güneş’ten bağımsız olarak yaratıldığı ve ışık yaratılmadan önce dünyanın formsuz ve boş olduğu anlamına gelmektedir. Işığa ilişkin bu belirgin olumlama, sonuçta mistik, metafizik ve dinsel pek çok olumlu niteliğin ışığın doğasına atfedilmesine yol açmıştır.



Çok eski tarihlerden beri insanların dikkatini çekmiş olan pek çok optik olgunun açıklanmasına yönelik ilk yazılı kaynaklara eski Mısır’da rastlanmaktadır. Mısır’da bulunmuş olan bir belgede, Güneş’in ufuktayken tepedekinden daha büyük görünmesi gibi, değişik optik yanılgılardan söz edildiği anlaşılmaktadır. Benzer şekilde, hemen tarihin her döneminde insanların ilgisini çekmiş bir optik olgu olan gökkuşağının oluşumuna ilişkin ilk spekülatif açıklamalar, yazılı kaynakların gidebildiği kadar eskiye gitmektedir.

  • Çok eski tarihlerden beri insanların dikkatini çekmiş olan pek çok optik olgunun açıklanmasına yönelik ilk yazılı kaynaklara eski Mısır’da rastlanmaktadır. Mısır’da bulunmuş olan bir belgede, Güneş’in ufuktayken tepedekinden daha büyük görünmesi gibi, değişik optik yanılgılardan söz edildiği anlaşılmaktadır. Benzer şekilde, hemen tarihin her döneminde insanların ilgisini çekmiş bir optik olgu olan gökkuşağının oluşumuna ilişkin ilk spekülatif açıklamalar, yazılı kaynakların gidebildiği kadar eskiye gitmektedir.



Ayna ve mercek gibi optik araçların da çok eski dönemlerden itibaren yapıldığı bilinmektedir. Kaya kristalinden yapılmış yakınsak bir mercek Nineveh Kalıntıları’nda bulunmuştur. Bu dönemlerde maden üzerine tenekece zengin bakır alaşımı kullanılarak yapılmış olan aynalara çeşitli kazılarda rastlanmıştır. Bu tür aynaların, günümüze kadar bozulmadan gelen güzel bir örneği, Nil Vadisi’nde Sesostirs II Piramidi’nin yakınında, topraktan çıkartılmıştır. Bu aynanın yapım tarihi M.Ö. 1900’ler olarak belirlenmiştir.

  • Ayna ve mercek gibi optik araçların da çok eski dönemlerden itibaren yapıldığı bilinmektedir. Kaya kristalinden yapılmış yakınsak bir mercek Nineveh Kalıntıları’nda bulunmuştur. Bu dönemlerde maden üzerine tenekece zengin bakır alaşımı kullanılarak yapılmış olan aynalara çeşitli kazılarda rastlanmıştır. Bu tür aynaların, günümüze kadar bozulmadan gelen güzel bir örneği, Nil Vadisi’nde Sesostirs II Piramidi’nin yakınında, topraktan çıkartılmıştır. Bu aynanın yapım tarihi M.Ö. 1900’ler olarak belirlenmiştir.

  • Mercek yapımı Mısır’dan başka Yunan’da da çok erken tarihlere kadar gitmektedir. Nitekim Aristophanes (M.Ö. 445-386) komedi eseri olan Bulutlar’da ateş yakmak için saydam bir taşı yakma camı olarak adlandırmakta ve bir kimsenin bunu Güneş’e tutarak balmumunu eritebileceğinden söz etmektedir. Aynı şekilde, Arkhimedes’in (M.Ö. 287-212) Güneş ışınlarının yansıtılmasında aynalar kullanarak, doğduğu kenti savunduğu ve kaleye girmek için yanaşan gemileri bu yolla yaktığı bilinmektedir. O dönemde, mercek yerine yakma camı -burning glass- terimi kullanılmaktaydı.



Herhangi bir kuramsal katkının söz konusu olmadığı bu araç gereç yapımı aşamasından sonra, optik bilimi kısmen tıp, kısmen metafizik ve kısmen de geometrik incelemelerden elde edilen verilerle şekillenmeye başlamış ve en sonunda da salt görme bilimi olarak kendi oluşumunu gerçekleştirebilmiştir. Işığın kaynağı ve görmenin nasıl oluştuğunun temel problem olarak ortaya konulduğu ilk optik araştırmaları, aynı zamanda ilk oftalmoloji çalışmalarıydı ve bu anlamda optik tıp biliminin bir parçasını, buna karşılık ışığın niteliği ve görmeyle ilişkisine yönelik açıklamalar ise çoğunlukla felsefi çalışmaların odağını oluşturuyordu.

  • Herhangi bir kuramsal katkının söz konusu olmadığı bu araç gereç yapımı aşamasından sonra, optik bilimi kısmen tıp, kısmen metafizik ve kısmen de geometrik incelemelerden elde edilen verilerle şekillenmeye başlamış ve en sonunda da salt görme bilimi olarak kendi oluşumunu gerçekleştirebilmiştir. Işığın kaynağı ve görmenin nasıl oluştuğunun temel problem olarak ortaya konulduğu ilk optik araştırmaları, aynı zamanda ilk oftalmoloji çalışmalarıydı ve bu anlamda optik tıp biliminin bir parçasını, buna karşılık ışığın niteliği ve görmeyle ilişkisine yönelik açıklamalar ise çoğunlukla felsefi çalışmaların odağını oluşturuyordu.



Antik Grek Dünyası’nda ışığa yönelik farklı iki yaklaşım geliştirilmiştir:

    • Antik Grek Dünyası’nda ışığa yönelik farklı iki yaklaşım geliştirilmiştir:
    • Işığın kaynağının göz olduğunu savunan Gözışın Kuramı
    • Işığın kaynağının nesne olduğunu savunan Nesneışın Kuramı


Antik Grek’de sistematik bir ışık ve görme kuramını ilk ortaya koyanlar, atomcu gelenekten Leukippos ve öğrencisi Demokritos (M.Ö. 460) olmuştur. Leukippos’a göre, nesneler ruh tarafından algılanmak için kendilerini temsil eden belirli bir imgeyi, [ειδολα] ruha göndermektedir. Demokritos’a göre de görme, görme nesnesinden, o nesnenin kendi biçimini taşıyan sürekli bir yayılımın [simulacrum] çıkması ve bunun göze girmesiyle olur. Işık ise, küçük ve yuvarlak oldukları için oldukça hızlı bir biçimde devinen ince atomlardan meydana gelmiş cisimsel bir şeydir. Işığın nesnelerin yüzeyleri üzerine düşmesiyle, renkleri oluşturan atomlar yüzeyden geri gitmekte ya da yansımaktadır. Bu yüzden Demokritos, renkleri de, nesnelerin yüzeylerini oluşturan atomların değişik konumlarıyla açıklamaktadır.

    • Antik Grek’de sistematik bir ışık ve görme kuramını ilk ortaya koyanlar, atomcu gelenekten Leukippos ve öğrencisi Demokritos (M.Ö. 460) olmuştur. Leukippos’a göre, nesneler ruh tarafından algılanmak için kendilerini temsil eden belirli bir imgeyi, [ειδολα] ruha göndermektedir. Demokritos’a göre de görme, görme nesnesinden, o nesnenin kendi biçimini taşıyan sürekli bir yayılımın [simulacrum] çıkması ve bunun göze girmesiyle olur. Işık ise, küçük ve yuvarlak oldukları için oldukça hızlı bir biçimde devinen ince atomlardan meydana gelmiş cisimsel bir şeydir. Işığın nesnelerin yüzeyleri üzerine düşmesiyle, renkleri oluşturan atomlar yüzeyden geri gitmekte ya da yansımaktadır. Bu yüzden Demokritos, renkleri de, nesnelerin yüzeylerini oluşturan atomların değişik konumlarıyla açıklamaktadır.




Antik Çağ’ın büyük düşünürü Platon (M.Ö. 427-347), ışık, Güneş ve İyi İdeası arasında koşutluk kurmuştur. Devlet diyalogunda şunları söylemektedir:

  • Antik Çağ’ın büyük düşünürü Platon (M.Ö. 427-347), ışık, Güneş ve İyi İdeası arasında koşutluk kurmuştur. Devlet diyalogunda şunları söylemektedir:

  • [Mağarada çıkan insanın] “rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacak. Sonra, insanların ve nesnelerin sudaki yansıları, sonra da kendileri. Daha sonra da, gözlerini yukarı kaldırıp, Güneş’ten önce yıldızları, Ay’ı, gökyüzünü seyredecek. ... En sonunda da, Güneş’i; ama artık sularda, ya da başka şeylerdeki yansılarıyla değil, olduğu yerde, olduğu gibi. ... İşte ancak o zaman anlayabilir ki, mevsimleri, yılları yapan Güneş’tir. Bütün görünen dünyayı Güneş düzenler. Mağarada onun ve arkadaşlarının gördükleri her şeyin asıl kaynağı Güneş’tir”.



Aslında Platon, birbirlerinden farklı iki tür ışık (ateş) kaynağı kabul etmektedir. Bunlardan bir tanesi gözün yaydığı, diğeri ise ışıklı nesnenin yaydığı ışıktır. Görmeyi meydana getiren de, bu iki ışığın karışımıyla oluşan bir başka ışıktır. Platon bu ışığa “görüş akıntısı” adını vermektedir. Bu iki ışığın, birleşmesinden de, dış ışık vasıtasıyla nesneyle, iç ışık vasıtasıyla da ruhla temas eden bir çeşit cisim meydana gelmektedir. İşte bu cisim nesneye dokunursa, o nesnenin hareketlerini ruha taşır ve görme duyumu ortaya çıkar. Şu halde görme, iç ve dış ışığın oluşturduğu, bir çeşit “karışım ışık” aracılığıyla oluşmaktadır. Bu ise Platon’un hem Gözışın hem de Nesneışın kuramlarının bir tür senteziyle görmeyi açıkladığı anlamına gelmektedir ki, bu nedenle onun kuramını “bileşik kuram” adıyla adlandırmak belki daha doğru bir belirleme olacaktır.

  • Aslında Platon, birbirlerinden farklı iki tür ışık (ateş) kaynağı kabul etmektedir. Bunlardan bir tanesi gözün yaydığı, diğeri ise ışıklı nesnenin yaydığı ışıktır. Görmeyi meydana getiren de, bu iki ışığın karışımıyla oluşan bir başka ışıktır. Platon bu ışığa “görüş akıntısı” adını vermektedir. Bu iki ışığın, birleşmesinden de, dış ışık vasıtasıyla nesneyle, iç ışık vasıtasıyla da ruhla temas eden bir çeşit cisim meydana gelmektedir. İşte bu cisim nesneye dokunursa, o nesnenin hareketlerini ruha taşır ve görme duyumu ortaya çıkar. Şu halde görme, iç ve dış ışığın oluşturduğu, bir çeşit “karışım ışık” aracılığıyla oluşmaktadır. Bu ise Platon’un hem Gözışın hem de Nesneışın kuramlarının bir tür senteziyle görmeyi açıkladığı anlamına gelmektedir ki, bu nedenle onun kuramını “bileşik kuram” adıyla adlandırmak belki daha doğru bir belirleme olacaktır.

















































































Yüklə 445 b.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə