Demokratik Paradoks Chantal Mouffe



Yüklə 113,83 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix06.02.2018
ölçüsü113,83 Kb.
#26070


Demokratik  Paradoks

Chantal Mouffe (1943—); Louvain Katolik Üniversitesi ve

Essex Üniversitesi’nde eğitim gördü.

Westminster  Üniversitesi’nde  politika  teorisi  profesörüdür.

Avrupa, Kuzey Amerika ve Latin Amerika’nın çeşitli üniversi-

telerinde dersler verdi. Harvard, Cornell, California Üniversi-

tesi, Princeton Enstitüsü ve  Paris-Centre National de la Rec-

herche Scientifique’te araştırmacı olarak çalıştı.

Ernasto Laclau ile ortak çalışması olan “Hegemonya ve Sosya-



list  Strateji”de  (Birikim  Yay.–1992)  ortaya  attıkları    “post-

Marksizm/radikal demokrasi” kavram çiftiyle halen genişley-

erek devam eden yeni ve kategorik bir tartışma dönemini baş-

lattılar. 

Yazar  “Demokratik  Paradoks”la  birlikte  yayınevimizden

yayımlanan    Siyasetin  Dönüşü’nü (2009),  Siyasal  Üzerine

(İletişim Yay.–2010) “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de E.

Laclau  ile  ortaya  koydukları  post-Marksist/radikal  demokrat

tezlerini geliştirmeye adamıştır.



© EPOS YAYINLARI-8

Bilim-Felsefe-Politika Kitapları-4

Chantal Mouffe

DEMOKRATİK PARADOKS

İngilizceden Çeviren:

A. Cevdet Aşkın

Yayıma Hazırlayan:

M. Serdar Kayaoğlu

Kitabın Orijinal Adı:

The Democratic Paradox

© Verso, 2000

©Epos Yayınları, 2001

Düzelti:


Fikriye Özen, Zeynep Yıldırım

Kapak Deseni ve Tasarımı: Epos

Uygulama: Karizma

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:

epos

Baskı ve Cilt:



Sözkesen Matbaası (0.312) 395 21 10, Ankara

İvedik OSB 1518. Sk. Mat-Sit İş Merkezi No: 2/40

Yenimahalle, Ankara

Birinci Baskı, Ankara 2003

İkinci Baskı, Ankara 2009

Üçüncü Baskı, Ankara 2015

ISBN: 978-975-6790-08-3

Sertifika No: 16468

EPOS YAYINLARI 

GMK Bulvarı 60/20 (06570) Maltepe-Ankara, 

Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 - 229 98 21

eposkitap@eposyayinlari.com

www.eposyayinlari.com

Chantal Mouffe

DEMOKRAT‹K

PARADOKS

İngilizceden Çeviren

A. Cevdet Aşkın



© EPOS YAYINLARI-8

Bilim-Felsefe-Politika Kitapları-4

Chantal Mouffe

DEMOKRATİK PARADOKS

İngilizceden Çeviren:

A. Cevdet Aşkın

Yayıma Hazırlayan:

M. Serdar Kayaoğlu

Kitabın Orijinal Adı:

The Democratic Paradox

© Verso, 2000

©Epos Yayınları, 2001

Düzelti:


Fikriye Özen, Zeynep Yıldırım

Kapak Deseni ve Tasarımı: Epos

Uygulama: Karizma

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:

epos

Baskı ve Cilt:



Sözkesen Matbaası (0.312) 395 21 10, Ankara

İvedik OSB 1518. Sk. Mat-Sit İş Merkezi No: 2/40

Yenimahalle, Ankara

Birinci Baskı, Ankara 2003

İkinci Baskı, Ankara 2009

Üçüncü Baskı, Ankara 2015

ISBN: 978-975-6790-08-3

Sertifika No: 16468

EPOS YAYINLARI 

GMK Bulvarı 60/20 (06570) Maltepe-Ankara, 

Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 - 229 98 21

eposkitap@eposyayinlari.com

www.eposyayinlari.com

Chantal Mouffe

DEMOKRAT‹K

PARADOKS

İngilizceden Çeviren

A. Cevdet Aşkın



Herkes, evrensel yanlış anlamayla anlaşıyor

*

Charles Baudelaire



Yolcu, yol yok,

Yol yürüyerek açılır 

**

Antonio Machato



*

C’est par le malentendu universel que tout le monde s’accorde

**   


Caminante, no hay camino/Se hace camino al andar


İçindekiler

Ö

NSÖZ



/11

Giriş: Demokratik Paradoks  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .13

1. Demokrasi, İktidar ve ‘Politik Olan’ . . . . . . . . . . . . . . .29

2. Carl Schmitt ve Liberal Demokrasinin Paradoksu . . . . .46

3. Wittgenstein, Politika Teorisi ve Demokrasi  . . . . . . . . .67

4.  Agonistik  Demokrasi Modeli Üzerine . . . . . . . . . . . . .85

5.  Hasımsız Bir Politika (mümkün mü?)  . . . . . . . . . . . . .111

Sonuç: Demokrasi Etiği  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .130

Adlar Dizini  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141



AÇIKLAMA ve TEfiEKKÜR

Bu kitaptaki makaleler aşağıda gösterilen biçimlerde yayım-

landılar: 

Demokrasi, iktidar ve “politik olan”’biraz farklı bir versiyon-

da ‘Demokrasi ve çoğulculuk: Rasyonalist yaklaşımın eleştiri-

si’ başlığıyla  Cardozo  Law  Review,  Sayı  16’da,  5  Mart

1995’de;  ‘Carl  Schmitt  ve  liberal  demokrasinin  paradoksu



The Canadian Journal of Law and Jurisprudence, Sayı 10’da

1 Ocak 1997’de yayımlandı. ‘Agonistik bir demokrasi üzerine

biraz farklı bir versiyonda, Noel O’Sullivan editörlüğünde ba-

sılan Political Theory in Transition’da (Routledge, 2000) ya-

yımlanmak üzere kaleme alındı. ‘Hasımsız bir politika (müm-

kün mü?)’, farklı bir versiyonda ‘Radikal merkez: Hasımsız bir

politika’ başlığıyla Soundings, Sayı 9’da 1998 yazında yayım-

landı.  ‘Wittgenstein,  politika  teorisi  ve  demokrasi’ ise  Ocak

1996’da Bielefeld Üniversitesi’ndeki bir konferansta sunulan

tebliğin geliştirilmiş halidir. 

Kitabın baskıya hazırlanmasındaki yardımından dolayı Da-

niel Hahn’a teşekkür etmek isterim. 



9


ÖNSÖZ

Bu kitapta toplanan makaleler son beş yılda yazıldı. Makalele-

rin çoğu, bir kısmı farklı versiyonda olmak kaydıyla daha önce

yayımlandı. İçlerinden yalnızca biri – bir konferansta sunulan

bir tebliğdir – ilk kez burada yayımlanıyor. Giriş ve sonuç bö-

lümleri özel olarak bu kitap için yazılmakla birlikte, bu kitaba

alınmayan birkaç makalede geliştirilmiş fikirleri de içeriyor. 

Temel temaların bir bölümü açısından belirli ölçüde tekrar-

lar olduğunun bilincindeyim. Her bölümde ileri sürülen fikir-

lerin anlaşılabilirliğini etkilemeden bu tekrarlardan kaçınabil-

mem imkânsız olduğu için onları ilk halleriyle bırakmaya ka-

rar verdim.



Demokratik Paradoks’ta tartışılan konular Ernesto Laclau

ile ortaklaşa Hegemonya ve Sosyalist Strateji [Hegemony and

Socialist  Strategy]’de

*

başlatılan  ve Siyasetin  Dönüşü [The



Return of the Political]’da

**

sürdürülen düşünce çizgisinin de-



vamıdır.  İkinci  kitabın  yayımlanmasından  bu  yana  meydana

gelen ve sosyal-demokrat partilerin uzlaşmacı merkez politi-

kasına doğru giderek artan eğilimini beraberinde getiren poli-

tik olaylar, demokratik politika teorisindeki hâkim çerçeveye

alternatif  bir  sunuşun,  politika  teorisi  açısından  âciliyetine

11

*

Türkçesi için bkz.: Ernesto Laclau-Chantal Mouffe, Hegemonya ve Sosya-



list Strateji, Çev.: Ahmet Kardam-Doğan Şahiner. Birikim Yay., 1992.

**

Türkçesi için bkz.: Chantal Mouffe, Siyasetin Dönüşü, Çev.: Fahri Bakır-



cı, Ali Çolak, Epos Yay., Ankara 2009.


DEMOKRATİK  PARADOKS

olan inancımı güçlendirdi. ‘Üçüncü Yol’un özündeki temel sa-

katlıkların kavranması, politikanın çatışmalı doğasının ve anta-

gonizmanın sökülüp atılamazlığının kabul edilmesini gerekti-

rir. Gittikçe moda olan ‘müzakereci demokrasi’ yaklaşımının

reddetmek için büyük zahmete girdiği nokta da tam olarak bu

meseledir. 

Bu metinleri yayıma hazırlarken, farklı şekillerde de olsa,

hepsinin  modern  liberal-demokrasinin  paradoksal  doğasını

vurguladığını fark ettim. Tartıştığım rasyonalist düşünürler ara-

sında paradokslardan haz etmeyişin yaygınlığı nedeniyle libe-

ral-demokrasinin çalışmamın vurgulanmaya değer yönü oldu-

ğuna karar verdim. Bu kitabın adı da bu düşünceden çıktı.

G‹R‹fi:

DEMOKRAT‹K PARADOKS

Bu  kitapta  toplanan  yazıların  tümü,  farklı  şekillerde  de  olsa

modern demokrasinin ‘paradoksu’ olarak nitelendirdiğim dü-

şüncenin çeşitli politik ve teorik çağrışımlarını incelemeye ça-

lışmaktadır.  Düşünce  çizgim,  hakkıyla  târif  edilmekten  çok

uzak  olduğunu  düşündüğüm  modern  demokrasinin  doğasına

ilişkin bir sorgulamayla başlar. Evvela şunu sormak gerekir:

Batı’da son iki yüzyıl zarfında yerleşik hale gelen yeni tipteki

demokrasiye işaret etmenin en iyi yolu nedir? Modern demok-

rasi,  temsilî  demokrasi,  parlamenter  demokrasi,  çoğulcu  de-

mokrasi, anayasal demokrasi ve liberal-demokrasi gibi çeşitli

terimler kullanıldı. Bazıları nezdinde antik demokrasiyle ara-

daki esas fark, daha büyük ve daha karmaşık toplumlarda doğ-

rudan demokratik yönetim biçimlerinin artık mümkün olma-

masında yatar; modern demokrasinin temsilî olmasının nedeni

budur. Claude Lefort gibi düşünenler ise modern demokrasi-

nin  ortaya  çıkışını  mümkün  kılan  simgesel  dönüşümde  ısrar

ederler:  “Kesinlik  işaretlerinin  yok  oluşu.”

1

Lefort’a  göre,



modern demokratik toplumdaki iktidar, yasa ve bilgi, radikal

12

13

1

Claude Lefort, Democracy and Political Theory, Oxford, 1998, s.19.




DEMOKRATİK  PARADOKS

olan inancımı güçlendirdi. ‘Üçüncü Yol’un özündeki temel sa-

katlıkların kavranması, politikanın çatışmalı doğasının ve anta-

gonizmanın sökülüp atılamazlığının kabul edilmesini gerekti-

rir. Gittikçe moda olan ‘müzakereci demokrasi’ yaklaşımının

reddetmek için büyük zahmete girdiği nokta da tam olarak bu

meseledir. 

Bu metinleri yayıma hazırlarken, farklı şekillerde de olsa,

hepsinin  modern  liberal-demokrasinin  paradoksal  doğasını

vurguladığını fark ettim. Tartıştığım rasyonalist düşünürler ara-

sında paradokslardan haz etmeyişin yaygınlığı nedeniyle libe-

ral-demokrasinin çalışmamın vurgulanmaya değer yönü oldu-

ğuna karar verdim. Bu kitabın adı da bu düşünceden çıktı.

G‹R‹fi:

DEMOKRAT‹K PARADOKS

Bu  kitapta  toplanan  yazıların  tümü,  farklı  şekillerde  de  olsa

modern demokrasinin ‘paradoksu’ olarak nitelendirdiğim dü-

şüncenin çeşitli politik ve teorik çağrışımlarını incelemeye ça-

lışmaktadır.  Düşünce  çizgim,  hakkıyla  târif  edilmekten  çok

uzak  olduğunu  düşündüğüm  modern  demokrasinin  doğasına

ilişkin bir sorgulamayla başlar. Evvela şunu sormak gerekir:

Batı’da son iki yüzyıl zarfında yerleşik hale gelen yeni tipteki

demokrasiye işaret etmenin en iyi yolu nedir? Modern demok-

rasi,  temsilî  demokrasi,  parlamenter  demokrasi,  çoğulcu  de-

mokrasi, anayasal demokrasi ve liberal-demokrasi gibi çeşitli

terimler kullanıldı. Bazıları nezdinde antik demokrasiyle ara-

daki esas fark, daha büyük ve daha karmaşık toplumlarda doğ-

rudan demokratik yönetim biçimlerinin artık mümkün olma-

masında yatar; modern demokrasinin temsilî olmasının nedeni

budur. Claude Lefort gibi düşünenler ise modern demokrasi-

nin  ortaya  çıkışını  mümkün  kılan  simgesel  dönüşümde  ısrar

ederler:  “Kesinlik  işaretlerinin  yok  oluşu.”

1

Lefort’a  göre,



modern demokratik toplumdaki iktidar, yasa ve bilgi, radikal

12

13

1

Claude Lefort, Democracy and Political Theory, Oxford, 1998, s.19.




GİRİŞ: DEMOKRATİK  PARADOKS

DEMOKRATİK  PARADOKS

bir belirlenemezlik durumuyla karşı karşıyadır. Bu, prensin ki-

şiliğinde cisimleşen ve aşkın bir otoriteye bağlanan iktidarın

ortadan kalkışına yol açan ‘demokratik devrim’in sonucudur.

İktidarın demokratik devrimle birlikte “boş bir yer” haline gel-

mesiyle birlikte, toplumsala ait yeni bir tür kurumsallaşma dö-

nemi açıldı. 

Lefort gibi, yeni bir simgesel çerçevenin ortaya çıkışını ve

nihai bir garanti, kesin bir meşruluk sağlamanın günümüzdeki

imkânsızlığını vurgulamanın hayatî önemde olduğu görüşünü

taşıyorum.  Bununla  birlikte,  demokrasinin  modern  biçimini,

iktidarın boş yer’iyle basitçe özdeşleştirme yerine, esasen iki

yön arasındaki ayrıma vurgu yapmak isterim: Bir tarafta, bir

yönetim biçimi yani halk egemenliği ilkesi olarak demokrasi;

ve diğer tarafta, bu demokratik yönetimin uygulandığı simge-

sel çerçeve. Modern demokrasinin yeniliği, ki onu hak ettiği

biçimde ‘modern’ kılan da budur; ‘demokratik devrim’in orta-

ya çıkışıyla birlikte eski bir demokratik ilkenin yani ‘iktidar

halkın elinde olmalı’ düsturunun bu kez, bireysel özgürlüğün

değeri ve insan haklarına güçlü vurgu aracılığıyla liberal söy-

lemin  biçimlendirdiği  simgesel  çerçeve  içinde  yeniden  öne

çıkmasıdır. Liberal geleneğin merkezini işgâl eden bu değerler,

modern dünya görüşünün esasını oluştururlar. Bununla birlik-

te, temel değerleri – eşitlik ve halk egemenliği – farklı olan de-

mokratik geleneğin en önemli ve ayrılmaz parçaları haline ge-

tirilmemelidir. Gerçekte, kilise ile devletin, kamusal alan ile

özel alanın birbirinden ayrılması ve liberal(izm) politika(sı)nın

merkezinde yer alan Rechtsstaat [hukuk devleti] fikri, demok-

ratik söylemden kaynaklanmaz, başka bir yerden doğar. 

Bu nedenle modern demokrasi dediğimizde, özgüllüğü iki

farklı gelenek arasındaki eklemlenmeden doğan toplumda ye-

ni bir politika biçimiyle uğraştığımızın anlaşılması çok önem-

lidir. Bir tarafta hukuk düzeni, insan haklarının korunması ve

bireysel özgürlüğe saygıdan oluşan liberal gelenek, diğer ta-

rafta ise ana fikirleri eşitlik, yöneten ve yönetilen arasındaki

özdeşlik ve halk egemenliğini içeren demokratik gelenek. Bu

iki farklı gelenek arasında zorunlu bir ilişki yoktur, yalnızca

olumsal bir tarihsel eklemlenme söz konusudur. Liberalizm C.

B.  MacPherson’un  vurgulamaya  düşkün  olduğu  böylesi  bir

eklemlenmeyle  demokratikleşmiş,  demokrasi  ise  liberalleş-

miştir.  Şunu  unutmayalım:  Bugün  liberalizm  ve  demokrasi

arasında bir bağ olduğuna kesin gözüyle bakma eğiliminde ol-

mamıza  karşın,  liberalizm  ve  demokrasinin  birliği  pürüzsüz

bir  süreç  olmak  şöyle  dursun  sert  mücadelelerin  sonucunda

gerçekleşti. Pek çok liberal ve pek çok demokrat, mantıkları

arasındaki karşılıklı çatışmanın ve liberal demokrasinin kendi

hedeflerinin gerçekleşmesine dayattığı sınırların bilinciydeydi.

Aslında taraflar, liberal demokrasinin kurallarını sürekli olarak

kendi amaçlarına daha uygun bir şekilde yorumlamaya çalıştı.

Teorik  bir  bakış  açısından,  F. A.  Hayek  gibi  kimi  liberaller,

‘demokrasi esas olarak içbarışın ve birey özgürlüğünün korun-

masının bir aracı, yararlı bir âleti[dir]’

2

çizgisini savundu. On-



lara göre demokrasi, liberal kurumları tehlikeye atmadığı süre-

ce yararlıydı, ama [liberal kurumları] tehlikeye sokması halin-

de de bir kenara atılmalıydı. Kimi liberaller ise, halkın aldığı

kararların  “rasyonel  bir  tarzda”  cereyan  etmesi  durumunda,

haklara ve özgürlüklere karşı çıkmayacaklarını, fakat meşrulu-

ğu içermeyen kararlara da karşı çıkacaklarını açıkça ilân eden

bir  başka  strateji  izlediler.  Diğer  taraftan  kimi  demokratlar,

‘biçimsel burjuva özgürlükler’ olarak niteledikleri liberal ku-

rumları bir kenara atmaya ve bu kurumların halkın iradesinin

engelsiz biçimde ifade edildiği doğrudan demokrasi biçimle-

riyle değiştirilmesi için mücadele etmeye hevesliydi. 

Günümüzün demokrasi konusundaki hâkim eğilimi, mo-

dası geçmiş kabul edilen halk egemenliği unsurunun sadece

Rechtsstaat ve insan hakları savunusuyla özdeşleştirilen bir

tasavvur biçimi aracılığıyla saf dışı bırakılmasına dayanır. Bu

14

15

2



F. Hayek, The Road to Serfdom, Londra, 1944, s. 52.


GİRİŞ: DEMOKRATİK  PARADOKS

DEMOKRATİK  PARADOKS

bir belirlenemezlik durumuyla karşı karşıyadır. Bu, prensin ki-

şiliğinde cisimleşen ve aşkın bir otoriteye bağlanan iktidarın

ortadan kalkışına yol açan ‘demokratik devrim’in sonucudur.

İktidarın demokratik devrimle birlikte “boş bir yer” haline gel-

mesiyle birlikte, toplumsala ait yeni bir tür kurumsallaşma dö-

nemi açıldı. 

Lefort gibi, yeni bir simgesel çerçevenin ortaya çıkışını ve

nihai bir garanti, kesin bir meşruluk sağlamanın günümüzdeki

imkânsızlığını vurgulamanın hayatî önemde olduğu görüşünü

taşıyorum.  Bununla  birlikte,  demokrasinin  modern  biçimini,

iktidarın boş yer’iyle basitçe özdeşleştirme yerine, esasen iki

yön arasındaki ayrıma vurgu yapmak isterim: Bir tarafta, bir

yönetim biçimi yani halk egemenliği ilkesi olarak demokrasi;

ve diğer tarafta, bu demokratik yönetimin uygulandığı simge-

sel çerçeve. Modern demokrasinin yeniliği, ki onu hak ettiği

biçimde ‘modern’ kılan da budur; ‘demokratik devrim’in orta-

ya çıkışıyla birlikte eski bir demokratik ilkenin yani ‘iktidar

halkın elinde olmalı’ düsturunun bu kez, bireysel özgürlüğün

değeri ve insan haklarına güçlü vurgu aracılığıyla liberal söy-

lemin  biçimlendirdiği  simgesel  çerçeve  içinde  yeniden  öne

çıkmasıdır. Liberal geleneğin merkezini işgâl eden bu değerler,

modern dünya görüşünün esasını oluştururlar. Bununla birlik-

te, temel değerleri – eşitlik ve halk egemenliği – farklı olan de-

mokratik geleneğin en önemli ve ayrılmaz parçaları haline ge-

tirilmemelidir. Gerçekte, kilise ile devletin, kamusal alan ile

özel alanın birbirinden ayrılması ve liberal(izm) politika(sı)nın

merkezinde yer alan Rechtsstaat [hukuk devleti] fikri, demok-

ratik söylemden kaynaklanmaz, başka bir yerden doğar. 

Bu nedenle modern demokrasi dediğimizde, özgüllüğü iki

farklı gelenek arasındaki eklemlenmeden doğan toplumda ye-

ni bir politika biçimiyle uğraştığımızın anlaşılması çok önem-

lidir. Bir tarafta hukuk düzeni, insan haklarının korunması ve

bireysel özgürlüğe saygıdan oluşan liberal gelenek, diğer ta-

rafta ise ana fikirleri eşitlik, yöneten ve yönetilen arasındaki

özdeşlik ve halk egemenliğini içeren demokratik gelenek. Bu

iki farklı gelenek arasında zorunlu bir ilişki yoktur, yalnızca

olumsal bir tarihsel eklemlenme söz konusudur. Liberalizm C.

B.  MacPherson’un  vurgulamaya  düşkün  olduğu  böylesi  bir

eklemlenmeyle  demokratikleşmiş,  demokrasi  ise  liberalleş-

miştir.  Şunu  unutmayalım:  Bugün  liberalizm  ve  demokrasi

arasında bir bağ olduğuna kesin gözüyle bakma eğiliminde ol-

mamıza  karşın,  liberalizm  ve  demokrasinin  birliği  pürüzsüz

bir  süreç  olmak  şöyle  dursun  sert  mücadelelerin  sonucunda

gerçekleşti. Pek çok liberal ve pek çok demokrat, mantıkları

arasındaki karşılıklı çatışmanın ve liberal demokrasinin kendi

hedeflerinin gerçekleşmesine dayattığı sınırların bilinciydeydi.

Aslında taraflar, liberal demokrasinin kurallarını sürekli olarak

kendi amaçlarına daha uygun bir şekilde yorumlamaya çalıştı.

Teorik  bir  bakış  açısından,  F. A.  Hayek  gibi  kimi  liberaller,

‘demokrasi esas olarak içbarışın ve birey özgürlüğünün korun-

masının bir aracı, yararlı bir âleti[dir]’

2

çizgisini savundu. On-



lara göre demokrasi, liberal kurumları tehlikeye atmadığı süre-

ce yararlıydı, ama [liberal kurumları] tehlikeye sokması halin-

de de bir kenara atılmalıydı. Kimi liberaller ise, halkın aldığı

kararların  “rasyonel  bir  tarzda”  cereyan  etmesi  durumunda,

haklara ve özgürlüklere karşı çıkmayacaklarını, fakat meşrulu-

ğu içermeyen kararlara da karşı çıkacaklarını açıkça ilân eden

bir  başka  strateji  izlediler.  Diğer  taraftan  kimi  demokratlar,

‘biçimsel burjuva özgürlükler’ olarak niteledikleri liberal ku-

rumları bir kenara atmaya ve bu kurumların halkın iradesinin

engelsiz biçimde ifade edildiği doğrudan demokrasi biçimle-

riyle değiştirilmesi için mücadele etmeye hevesliydi. 

Günümüzün demokrasi konusundaki hâkim eğilimi, mo-

dası geçmiş kabul edilen halk egemenliği unsurunun sadece

Rechtsstaat ve insan hakları savunusuyla özdeşleştirilen bir

tasavvur biçimi aracılığıyla saf dışı bırakılmasına dayanır. Bu

14

15

2



F. Hayek, The Road to Serfdom, Londra, 1944, s. 52.


29

1.

DEMOKRAS‹,

‹KT‹DAR ve ‘POL‹T‹K OLAN’

‘İnsan doğası’, ‘evrensel akıl’ ve ‘rasyonel özerk özne’ gibi ka-

tegoriler son birkaç onyılda giderek daha çok sorgulanmaya

başlandı. Farklı bakış açılarındaki bir dizi düşünür, hem koşul-

suz evrensel doğrunun imkânlarının, hem de insan doğası ve

evrensel insan doğasının ancak rasyonalitenin evrensel kanunu

aracılığıyla bilinebileceği fikrinin eleştirisine giriştiler. Aydın-

lanmacı  evrenselciliğin  ve  rasyonalizmin  böyle  bir  eleştirisi

Jürgen Habermas gibi bazı yazarlar tarafından – kimi zaman

‘post-modern’ diye söz edilen – modern demokratik projenin

kuruluşuna bir tehdit olarak sunuldu. Bu yazarlar, Aydınlan-

manın demokratik ideal ile rasyonalist ve evrenselci perspek-

tif arasındaki mevcut bağda, ikincinin reddedilmesinin zorun-

lu olarak birinciyi de tehlikeye sokacağını düşünüyorlar. 

Bu bölümde, konuyu bu açıdan ele almak ve karşıt tezi sa-

vunmak istiyorum. Demokratik talepler çoğulculuğun ve çağ-

daş politik mekânların çoğalmasına uygun tarzda yer açacak

radikal demokratik bir politikanın amaçlarının formüle edilme-

si mümkündür – ‘post-modern’ olarak kabul edilen yaklaşımın



DEMOKRASİ,  İKTİDAR  ve  “POLİTİK  OLAN”

ilişkilerin  simgesel  düzenlenişindeki  derin  dönüşüme  işaret

eder. Bu, John Rawls’ın anladığı tarzdaki bir çoğulculuk ger-

çeğinden söz edildiğinde tümden ıskalanan bir şeydir. Elbette

bir gerçek vardır ve bu gerçek, iyi kavramının liberal bir top-

lumda karşılaştığımız çeşitliliğidir. Ama önemli olan fark, am-

pirik bir fark değildir; simgesel düzeyle ilgilidir. Söz konusu

olan, çatışmanın ve bölünmenin meşrulaştırılması, bireysel öz-

gürlüğün öne çıkması ve herkes için eşit özgürlük iddiasıdır. 

Çoğulculuğun  modern  demokrasinin  tanımlayıcı  özelliği

olarak kabul edilmesi halinde, çoğulcu demokratik bir politi-

kanın kapsam ve doğasına yaklaşımın en iyi yolunun ne oldu-

ğunu sormaya başlayabiliriz. Bana göre, çoğulculuğun biçim-

lendirdiği radikal demokratik bir proje, sadece ‘farklılık’ın va-

rolabilmenin koşulu olarak yorumlandığı bir perspektif bağla-

mında  formüle  edilebilecektir. Aslında,  ‘nesnelliği’ ‘şeylerin

kendilerine’ ait  gören  ve  ‘mevcudiyet  olarak  varlık’ fikrini

zımnen içeren bir toplumsal mantığın dayattığı tüm çoğulculuk

biçimlerinin çoğulculuğun zorunluluğa indirgenmesine ve ni-

hai yadsınışına yol açacağını ileri sürüyorum. Liberal çoğulcu-

luğun, çoğulculuğu ve farklılıkları fiilen konu dışındaki özel

alana havale etmeyi amaçlayan başlıca biçimleri, farklılıklarla

başa çıkılacak prosedürleri, ‘çoğulculuk gerçeği’ olarak kabul

ettikleri unsur aracılığıyla tanımlamaktadırlar. 

Çoğulculuk  meselesi  tam  tersinden  yani  anti-özcü  teorik

bir  perspektiften  tasavvur  edildiğinde,  bizlerin  gönülsüzce

katlanmak  ya  da  indirgemeye  çalışmak  zorunda  olduğumuz

bir şey ya da sadece bir gerçek değil, ama aksiyolojik bir ilke-

dir. İlân etmemiz ve geliştirmemiz gereken bir şey olarak gö-

rülen  çoğulculuk,  tam  da  modern  demokrasinin  doğasında

kavramsal  düzeydeki  bir  kurucu  olarak  kabul  edilmektedir.

Dolayısıyla savunduğum çoğulculuk tipinin farklılıklara pozi-

tif bir statü atfetmesinin nedeni, daima açıklanması gereken ve

dışlayıcı eylem temelli bir kurgu olan oybirliği ve homojenlik

hedefinin sorgulanmasıdır. 

DEMOKRATİK  PARADOKS

gayet önemli gördüğüm katkısı –, dolayısıyla konuyu özcülü-

ğün eleştirisini hesaba katan bir politika teorisi bağlamında ele

almak istiyorum.

1

ÇO⁄ULCULUK ve MODERN DEMOKRAS‹

Argümanımı geliştirmeden önce, modern liberal demokrasiyi

nasıl tasavvur ettiğime işaret eden birkaç şey söylemek istiyo-

rum. İlk olarak, demokratik kapitalizmden ayırt edilmesi gere-

ken liberal demokrasiyi, ekonomik bir sistem ile eklemlenme

ihtimali bir kenara bırakılarak sadece politik olan düzeyinde

tanımlanan politik bir toplum biçimi ve klasik politika felsefe-

si açısından bir rejim olarak anlamanın önemli olduğunu düşü-

nüyorum. Liberal demokrasi – anayasal demokrasi, temsili de-

mokrasi, parlamenter demokrasi, modern demokrasi gibi çe-

şitli  adlarda  –  kimilerinin  anladığı  gibi  demokratik  modelin

daha geniş bir bağlama uygulanması değildir; bir rejim olarak

anlaşıldığında toplumsal ilişkilerin simgesel düzenlenişi ile il-

gilidir ve salt bir ‘hükümet biçimi’nden çok daha fazla bir şey-

dir. İnsanların iki farklı gelenek arasındaki eklemlenmelerinin

sonucunda  bir  arada  varolmalarının  politik  olarak  organize

edilişinin  özgül  bir  biçimidir:  Bir  tarafta  politik  liberalizm

(hukuk düzeni, güçler ayrılığı ve bireysel haklar) ve diğer ta-

rafta demokratik halk egemenliği geleneği. 

Diğer  bir  deyişle,  antik  ve  modern  demokrasi  arasındaki

fark büyüklük değil, doğa farkıdır. Can alıcı fark, modern libe-

ral demokrasinin kurucusu olan çoğulculuğun kabul edilme-

sinde yatar. ‘Çoğulculuk’ ile Claude Lefort’un ‘kesinlik işaret-

lerinin yok oluşu’ dediği iyi yaşama ilişkin özlü fikrin sonunu

kast ediyorum. Çoğulculuğun bu şekildeki kabulü, toplumsal

30

31

1



Çeşitli vesilelerle, post-yapısalcılığı post-modernizmle birleştirme girişimi

olan ikiyüzlülüğe işaret ettim, dolayısıyla burada tekrar etmeyeceğim. Be-

nim onayladığım anti-özcülük, post-yapısalcılıkla sınırlanmak şöyle dur-

sun, çok sayıda farklı düşünce akımının birbirine yaklaşma noktasını oluş-

turmaktadır; Derrida, Rorty, Wittgenstein, Heidegger, Gadamer, Dewey,

Lacan ve Foucault gibi farklı yazarlarda bulunabileceğini anımsayalım.




DEMOKRASİ,  İKTİDAR  ve  “POLİTİK  OLAN”

ilişkilerin  simgesel  düzenlenişindeki  derin  dönüşüme  işaret

eder. Bu, John Rawls’ın anladığı tarzdaki bir çoğulculuk ger-

çeğinden söz edildiğinde tümden ıskalanan bir şeydir. Elbette

bir gerçek vardır ve bu gerçek, iyi kavramının liberal bir top-

lumda karşılaştığımız çeşitliliğidir. Ama önemli olan fark, am-

pirik bir fark değildir; simgesel düzeyle ilgilidir. Söz konusu

olan, çatışmanın ve bölünmenin meşrulaştırılması, bireysel öz-

gürlüğün öne çıkması ve herkes için eşit özgürlük iddiasıdır. 

Çoğulculuğun  modern  demokrasinin  tanımlayıcı  özelliği

olarak kabul edilmesi halinde, çoğulcu demokratik bir politi-

kanın kapsam ve doğasına yaklaşımın en iyi yolunun ne oldu-

ğunu sormaya başlayabiliriz. Bana göre, çoğulculuğun biçim-

lendirdiği radikal demokratik bir proje, sadece ‘farklılık’ın va-

rolabilmenin koşulu olarak yorumlandığı bir perspektif bağla-

mında  formüle  edilebilecektir. Aslında,  ‘nesnelliği’ ‘şeylerin

kendilerine’ ait  gören  ve  ‘mevcudiyet  olarak  varlık’ fikrini

zımnen içeren bir toplumsal mantığın dayattığı tüm çoğulculuk

biçimlerinin çoğulculuğun zorunluluğa indirgenmesine ve ni-

hai yadsınışına yol açacağını ileri sürüyorum. Liberal çoğulcu-

luğun, çoğulculuğu ve farklılıkları fiilen konu dışındaki özel

alana havale etmeyi amaçlayan başlıca biçimleri, farklılıklarla

başa çıkılacak prosedürleri, ‘çoğulculuk gerçeği’ olarak kabul

ettikleri unsur aracılığıyla tanımlamaktadırlar. 

Çoğulculuk  meselesi  tam  tersinden  yani  anti-özcü  teorik

bir  perspektiften  tasavvur  edildiğinde,  bizlerin  gönülsüzce

katlanmak  ya  da  indirgemeye  çalışmak  zorunda  olduğumuz

bir şey ya da sadece bir gerçek değil, ama aksiyolojik bir ilke-

dir. İlân etmemiz ve geliştirmemiz gereken bir şey olarak gö-

rülen  çoğulculuk,  tam  da  modern  demokrasinin  doğasında

kavramsal  düzeydeki  bir  kurucu  olarak  kabul  edilmektedir.

Dolayısıyla savunduğum çoğulculuk tipinin farklılıklara pozi-

tif bir statü atfetmesinin nedeni, daima açıklanması gereken ve

dışlayıcı eylem temelli bir kurgu olan oybirliği ve homojenlik

hedefinin sorgulanmasıdır. 

DEMOKRATİK  PARADOKS

gayet önemli gördüğüm katkısı –, dolayısıyla konuyu özcülü-

ğün eleştirisini hesaba katan bir politika teorisi bağlamında ele

almak istiyorum.

1

ÇO⁄ULCULUK ve MODERN DEMOKRAS‹

Argümanımı geliştirmeden önce, modern liberal demokrasiyi

nasıl tasavvur ettiğime işaret eden birkaç şey söylemek istiyo-

rum. İlk olarak, demokratik kapitalizmden ayırt edilmesi gere-

ken liberal demokrasiyi, ekonomik bir sistem ile eklemlenme

ihtimali bir kenara bırakılarak sadece politik olan düzeyinde

tanımlanan politik bir toplum biçimi ve klasik politika felsefe-

si açısından bir rejim olarak anlamanın önemli olduğunu düşü-

nüyorum. Liberal demokrasi – anayasal demokrasi, temsili de-

mokrasi, parlamenter demokrasi, modern demokrasi gibi çe-

şitli  adlarda  –  kimilerinin  anladığı  gibi  demokratik  modelin

daha geniş bir bağlama uygulanması değildir; bir rejim olarak

anlaşıldığında toplumsal ilişkilerin simgesel düzenlenişi ile il-

gilidir ve salt bir ‘hükümet biçimi’nden çok daha fazla bir şey-

dir. İnsanların iki farklı gelenek arasındaki eklemlenmelerinin

sonucunda  bir  arada  varolmalarının  politik  olarak  organize

edilişinin  özgül  bir  biçimidir:  Bir  tarafta  politik  liberalizm

(hukuk düzeni, güçler ayrılığı ve bireysel haklar) ve diğer ta-

rafta demokratik halk egemenliği geleneği. 

Diğer  bir  deyişle,  antik  ve  modern  demokrasi  arasındaki

fark büyüklük değil, doğa farkıdır. Can alıcı fark, modern libe-

ral demokrasinin kurucusu olan çoğulculuğun kabul edilme-

sinde yatar. ‘Çoğulculuk’ ile Claude Lefort’un ‘kesinlik işaret-

lerinin yok oluşu’ dediği iyi yaşama ilişkin özlü fikrin sonunu

kast ediyorum. Çoğulculuğun bu şekildeki kabulü, toplumsal

30

31

1



Çeşitli vesilelerle, post-yapısalcılığı post-modernizmle birleştirme girişimi

olan ikiyüzlülüğe işaret ettim, dolayısıyla burada tekrar etmeyeceğim. Be-

nim onayladığım anti-özcülük, post-yapısalcılıkla sınırlanmak şöyle dur-

sun, çok sayıda farklı düşünce akımının birbirine yaklaşma noktasını oluş-

turmaktadır; Derrida, Rorty, Wittgenstein, Heidegger, Gadamer, Dewey,

Lacan ve Foucault gibi farklı yazarlarda bulunabileceğini anımsayalım.




DEMOKRASİ,  İKTİDAR  ve  “POLİTİK  OLAN”

ÇO⁄ULCULUK, ‹KT‹DAR ve ANTAGON‹ZMA

Çoğulculuğun  kabul  edilmesinde,  iktidar  ve  antagonizmanın

sökülüp atılamaz karakteri söz konusu edilmektedir. Mesele,

sadece demokratik teoride baskın olan nesnellik ve özcülüğü

sorgulayan perspektif aracılığıyla kavranabilir. Hegemonya ve

Sosyalist Strateji’de,

2

herhangi bir toplumsal nesnelliğin ikti-



dar fiilleriyle kurulduğunu ileri süren bir yaklaşımı tanımladık.

Tanımımız, herhangi bir toplumsal nesnelliğin eninde sonunda

politik olduğu ve – Derrida’yı örnek alarak ‘kurucu dışsal’ de-

nilebilecek – toplumsal nesnelliğin kuruluşunu yöneten dışla-

ma fiillerine ait izlerin gösterilmesi gerektiğini içermektedir. 

Bu nokta belirleyicidir. Çünkü her nesne, bizatihi kendi var

oluşuna kendinden başka bir şeyi de kaydeder ve sonuçta her

şey farklılık olarak kurulur, dolayısıyla nesnenin var oluşu saf

‘varlık’ ya da ‘nesnellik’ olarak tasavvur edilemez. Her kimlik,

kurucu dışsalın gerçeğin bir imkânı olarak daima içeride mev-

cut olması nedeniyle katıksız biçimde olumsal olur. Bu kimlik-

lerin  kendilerini  kurmalarından  ziyade  iki  kimlik  arasındaki

önsel-kuruluş ilişkisine dışsal olmayan bir iktidar kavramsal-

laştırmasını içerir.  Nesnellik  ve  iktidar  arasındaki  bu  kavşak

noktası, ‘hegemonya’ olarak adlandırdığımız şeydir. 

Demokratik  politikanın  anti-özcü  bir  perspektiften  tasav-

vur edilişi aracılığıyla, herhangi bir toplumsal failin demokra-

sinin mevcut olduğu toplumsal temelde neden hâkimiyet iddi-

asında bulunamayacağını anlayabiliriz. Bu anlamda toplumsal

failler arasındaki ilişkinin daha demokratik olabilmesi sadece

iddiaların sınırlılığının ve kısmiliğinin kabulüne; yani iktidarın

kendi  aralarındaki  karşılıklı  ilişkide  sökülüp  atılamazlığının

teslim  edilmesine  bağlıdır.  Dolayısıyla  artık  demokratik  top-

lum, toplumsal ilişkilerde eksiksiz bir uyum düşünün gerçek-

leştirileceği bir toplum olarak tasavvur edilemez. Toplumun

DEMOKRATİK  PARADOKS

Bununla birlikte, böyle bütünsel çoğulculuğa izin verme-

yen bir görüşün aksine, geniş çaplı tâbiyet ilişkisine meydan

okumayı hedefleyen demokratik bir politikanın çoğulculuğun

gerektirdiği sınırları kabul etmesi önemlidir. Bu nedenle bura-

da savunduğum pozisyonun, hiçbir sınırı bulunmayan – tüm

farklılıklara değer biçilmesi olarak anlaşılan – çoğulculuktan

ve heterojenlikle, kıyaslanamazlığa vurgu yapan aşırı çoğulcu-

luk tipinden ayırt edilmesi gereklidir. Aslında daha demokratik

olduğunu iddia eden böyle bir perspektifin, hem belirli farklı-

lıkların nasıl olupta tâbiyet ilişkileri olarak kurulduğunu hem

de bu ilişkiye radikal demokratik bir politika aracılığıyla karşı

durulması gerektiğini fark etmemize engel olduğunu düşünü-

yorum. Sadece ortak paydası olmayan kimlikler çokluğu söz-

konusudur, çünkü varolan ama varolmaması gereken farklar

ile varolmayan ama varolması gereken farklar arasında ayrım

yapmak imkânsızdır. 

Böyle  bir  çoğulculuğun  ıskaladığı  politik  olan’ın  boyutu-

dur. Bize iktidar ilişkileri ile silinen antagonizmaların ardından

antagonizmasız bir çoğulculuğun tipik sol kanat liberal yanıl-

saması  kalır.  Aslında,  liberalizme  karşı  gayet  eleştirel  olma

eğilimi taşıyor görünen aşırı çoğulculuk tipi, tam da tâbiyete

karşı farklı mücadelelere girişen muhtemel talepleri eklemle-

yecek kolektif bir kimlik olan ‘biz’i kurma yönündeki her gi-

rişimi reddetmesi nedeniyle politik olandan liberal kaçışa ka-

tılımı içerir. Bu türden kolektif kimliklerin kuruluş gereğinin

reddedilerek, demokratik politikanın sadece azınlıklar ya da çı-

kar grupları çoğulunun hak iddia etme mücadelesi açısından

kavranması, gözlerin iktidar ilişkileri karşısında kapatılmasın-

dan başka bir şey değildir. Dolayısıyla mesele, haklar âlemin-

de mevcut olan bazı hakların tam da başkalarının tâbileştiril-

mesi ya da dışlanmasına dayanan bir olgu temelinde(ki) geniş-

lemesiyle kurulan sınırlarının görmezden gelinmesidir.



32

33

2



Ernesto  Laclau  ve  Chantal  Mouffe,  Hegemony  and  Socialist  Strategy:

Towards a Radical Democratic Politics, London 1985.

Yüklə 113,83 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə