Gabriel marcel felsefesinde kiŞİ (Şahis) FİKRİ koç, Emel



Yüklə 76,13 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix17.11.2017
ölçüsü76,13 Kb.
#10981


259

GABRIEL MARCEL FELSEFESİNDE

KİŞİ (ŞAHIS) FİKRİ

KOÇ, Emel 

TÜRKİYE/ТУРЦИЯ



ÖZET

G. Marcel felsefesinde gezgin bir varlık olarak ‘kişi’ fikri, merkezi bir 

yer  işgal  etmektedir.  Onun  kişi  hakkındaki  düşüncelerini  ayrıntılarıyla 

irdelemeksizin, felsefesinin bütünü hakkında net bir fikir sahibi olabilmek 

neredeyse  imkânsızdır.  Marcel’e  göre,  insan  ne  olacağı  önceden 

belirlenmemiş  olan,  kendi  istenciyle  ‘yaşamak’  ve  ‘varolmak’  arasında 

karar vererek, varolmayı seçmek suretiyle kendini gerçekleştirmeye çalışan 

bir varlıktır. Bu suretle ‘kişi için varolmak, kendini, kendi dışına açarak 

ve kendini aşarak kendini yaratmak’ anlamına gelir. Yani varlık tecrübesi, 

komünyonda  ortaya  çıkar.  Varolmak,  varlığa  katılmaktır.  Dolayısıyla 

kişi, kendi imkân ve sınırlarını tanımak isterken ‘ontolojik bir bütünlüğü’ 

kavrayarak, doğayla, başka benlerle ve nihai noktada da Mutlak Sen (Tanrı) 

ile uyumlu ilişkiler kurma girişiminde bulunan özgür bir varlıktır.

Anahtar Kelimeler: Kişi, bedene bürünme, bağlanma, sadakat, katılım, 

özgürlük. 



ABSTRACT

The Notion of Person in the Philosophy of Gabriel Marcel 

In  G.  Marcel’s  philosophy,  the  notion  of  ‘person’  as  a  homo  viator 

occupies a central place. Without discussing his view of person in detail, it 

is nearly impossible to have a clear understanding of his whole philosophy. 

According to Marcel, human is a being who tries to realize himself through 

selecting to exist, deciding between ‘to live’ with his own will, which has 

not been determined what to happen before, and ‘to exist’. In this way, 

existence for person means to create himself by opening himself to out of 

himself and exceeding himself. In other words, the experience of being 

arises in communion. To be is to participate in being. Therefore, person 

is a free being who attempts to establish conformable relations with the 

nature, otherselves  and the Absolute Thou (God) at the ultimate point, 




260

apprehending  ‘an  ontological  integrity’  while  asking  to  recognize  his 

opportunities and limits.

Key Words: Person, incarnation, commitment, fidelity, participation, 

freedom.


-----

Gabriel Marcel (1889-1973), teist egzistans felsefesinin Fransa’daki ünlü 

simalarındandır. Konkre (somut) olana dönme eğiliminde olan egzistans 

felsefesi,  insanı  bireysel  orijinalitesi  ve  kendine  özgü  yaşam  biçimiyle 

biricik bir varlık olarak değerlendirir. Konkre felsefede insan, tamamlanmış 

bir ürün olmayıp, kendini gerçekleştirme yolundaki bir varlık olduğu için, 

konkre felsefe yapmak sistematik bir araştırma yapma ve rasyonel bir sistem 

kurma kaygısından uzaklaşarak âdeta bir keşif yolculuğuna çıkmaktır. Bu 

sebeple Marcel felsefesinde gezgin bir varlık (homo viator) olarak kişi fikri 

(Marcel, 1962: 60) merkezi bir yer işgal etmektedir. Onun ‘kişi’ hakkındaki 

düşüncelerini ayrıntılarıyla irdelemeksizin, felsefesinin bütünü hakkında 

net bir fikir sahibi olabilmek neredeyse imkânsızdır. Kişi fikri Marcel’in 

felsefi  çalışmalarında  “…tamamıyla  temalaştırılmış  bir  fikir  olarak 

belirlenmekten çok…işlevsel…” yönüyle (O’Mally,1984: 276) ön plana 

çıkmaktadır. Çünkü insan, ne olacağı önceden belirlenmemiş olan, kendi 

istenciyle ‘yaşamak’ ya da ‘varolmak’ arasında karar vererek, varolmayı 

seçmek suretiyle kendini gerçekleştirmeye çalışan bir varlıktır. Bu seçim, 

kişinin kendi beni karşısında ‘objelerin’ olduğu kadar ‘başkalarının’ yani 

‘ben-olmayanların’  da  bulunuşunu  fark  etmesinden  kaynaklanan  bir 

onaylamadır. Bu suretle ‘kişi için varolmak, kendini, kendi dışına açarak 



ve kendini aşarak kendini yaratmak’ anlamına gelir. Zira kişisel tecrübe, 

kendi üzerine odaklanan bir ‘ben’in tecrübesi olmayıp, ‘başkasına’ açılan 

ve  onun  tarafından  beslenen  bir  ‘ben’in  tecrübesi  olmak  durumundadır. 

Yani varolmak, birlikte-varolmaktır. Dolayısıyla aşk, bağlanma, sadakat ve 

umut gibi değerlere dayalı insan ilişkileri doğrultusunda gerçekleşen ortak 

bir yaşantı olmaksızın kişi olabilmek ve derin bir insanlık tecrübesinden söz 

edebilmek mümkün değildir. Kişisel tecrübe derinleştiği ölçüde yalıtlanmış 

bir ‘ben’den söz etme imkânımız azalacağı için insanlar, kendilerini aşarak 

‘Varlığa açılma’ yolundaki çabalarının yoğunluğu ve tecrübelerinin derinliği 

açısından birbirlerinden ayrılırlar. Bu sebeple Marcel felsefesinde “…kişi, 

hem araştırma konteksi hem de…analiz edilmesi gereken epistemolojik 

bir modelden çok, gerçekleştirilmesi gereken bir görev…”(O’Mally, 1984: 

276) olarak karşımıza çıkar. Bu görev ilk bakışta gerek düşünce gerekse 

aksiyon bağlamında bireysel yönüyle ön plana çıkma zaruretinde olsa da, 




261

onun, ‘insanın ontolojik anlamı’ ve konumu itibarıyla nihai noktada ‘katılım 

(participation)’ yani, ‘Varlıkla doğrudan bütünleşme’ esasına dayalı olan 

evrensel bir görev olduğu anlaşılmaktadır. O hâlde Marcel felsefesinde kişi 

fikri, kişi olmanın ne anlama geldiğine dair spesifik bilimsel incelemelere 

dayanan genellemelerden değil, egzistansiyel tecrübelerimizden hareketle 

ve insan olmanın asli anlamının keşfedilmesi suretiyle anlaşılabilecektir. 

Marcel’e göre, insan ancak Sokratesvari bir ‘ben kimim?’ sorusunun 

izlerini  sürerek  kendi  imkan  ve  sınırlarını  tanımak  suretiyle  modern 

düşüncenin  objektifleştirme  eğilimlerinden  kendisini  kurtarabilir, 

doğrudan tecrübesine dönebilir ve bu suretle insan olmanın asli anlamını 

fark  edebilir.  Ben  kimim?  sorusunu  Marcel  şu  ya  da  bu  biçimde  tüm 

problemlerin  kendisine  bağlandığı  “biricik  metafizik  problem”  (Marcel, 

1967: 24) olarak görür. 

Konkre felsefede ‘ben’in keşfedilmesi ya da insanın tanınması Varlık 

probleminden ayrı düşünülemez. Bu sebeple Marcel, ilk bakışta birbirine 

karşıt gibi görünebilen ‘metafizik olan’ ile ‘egzistansiyel olan’ı birleştirebilen 

bir  yol  bulunduğunu  ve  bunun  da  kendi  varoluşsal  derinliklerimizden 

geçtiğini ifade etmiştir. Yani biz bireysel varlığı kendi varoluşsal derinliği 

içinde  ne  denli  tanıma  imkanı  bulabilirsek,  “o  denli…Varlık  olarak 

varlığa dair bir kavrayış…” (Marcel, 1964: 148) mümkün olabilecektir. 

Zira ontolojik problem, varlığın kendi bütünlüğü içerisinde kavranmasını 

esas alan ve “süjenin Varlığa…angaje olduğu bir araştırmadır.” (Muşta, 

1998;  54)  Bu  sebeple  Varlığı  dışarıdan  bir  ‘problem’  olarak  düşünmek 

imkânsızdır.  O,  kendisini  ‘problem-ötesi  (meta-problematik)’  bir  ‘sır’ 

halinde açığa vurmaktadır. Sır, bilinemez olan değil, objektifleştirilmesi ve 

ayrıntılanması mümkün olmayan, bizzat yaşanan ve içsel olarak tecrübe 

edilendir.  Bu  durumda:  ‘Varlık  Sırrı’na  nüfuz  etmemize  imkân  verecek 

olan bireysel yaşantı ya da egzistansiyel tecrübe nedir sorusuyla?” karşı 

karşıya kalırız ki Marcel’e göre, bu tecrübe bağlanma (commitment) ve 

sadakattir. Zira, “…varoluşsal olanın alanı bağlanma ya da angajman…” 

(Marcel, 1973: 35) alanıdır. Yani, konkre felsefede varolmak, seyirci değil, 

katılımcı olmaktır. Kişinin, temel varoluşsal tecrübesi katılımdır. Katılım 

ise ancak bağlanma ve bağlılığa sadık kalma suretiyle gerçekleşebilecektir. 

Marcel, çok sayıda katılım örneğinden söz ederek üç temel katılım düzeyi 

tespit  eder:  ‘Bedene  bürünme  düzeyi’,  ‘komünyon  düzeyi’  ve  ‘aşkınlık 

düzeyi.’

Marcel’e  göre,  ‘bedene  bürünme  (incarnation)’  yani  ‘cisimleşme’, 

katılımın  ve  kişi  olabilmenin  esasını  oluşturur.  Zira  somut  felsefeye 



262

göre  insan,  ‘durum  içindeki  bir  varlık’  olup,  dünyada  kökleşmiş  olarak 

keşfedilmek durumundadır. Ancak insanın kendisini bir durum (bağlam) 

içinde  bulması,  onun  tamamıyla  determine  edilmiş  bir  varlık  olduğu 

anlamına  gelmemektedir.  O,  özgür  bir  varlık  olarak  bağlı  bulunduğu 

koşullara  dair  yaptığı  değerlendirmeler  doğrultusunda,  kendi  ontolojik 

anlamına  uygun,  istikrarlı  bir  düzen  oluşturabilme  ve  içsel  birliğini  –

fonksiyonlaşma ile bürokratikleşme sonucu–yitiren bir dünyayı yeniden 

inşa  edebilme  çabalarıyla,  somut  bir  durumdan  bir  diğerine  geçecek 

surette  daimi  yolculuk  halindeki  ‘gezgin  bir  varlık’tır.  Bu  perspektiften 

bakıldığında  Varlığı  ya  da  nihai  anlam  kaynağını  arayan  insanın  bu 

dünyadaki durumu “…bir nehrin…kaynağını bulmaya kalkışan bir kaşifin 

…” (Marcel, 1967: 95) maceracı bir gezginin * durumundan farksızdır.

Durum içindeki insanı, cisimleşmiş varlığından yani bedeninden ayrı 

düşünmek mümkün değildir. Zira varoluş, ‘bir bedene bürünme’dir; yani 

insanı  kendi  bedenine  bağlayan  bir  bağdır.  Bu  sebeple  Marcel,  bedene 

bürünmeden “temel metafizik veri” (Marcel, 1952: 18) olarak söz eder. 

‘Dünya’  ile  ‘ben’  arasındaki  ilişki  ‘beden’ * *  aracılığıyla  sağlanır. 

“Bedenim benimki olarak öncelikle hissedilmiş bir beden olarak kendini 

gösterir ve  kendisinden başka olarak hissettiğim her şeye göre, mutlak bir 

önceliğe sahiptir.” (Marcel, 2001: 101) Bu suretle beden, yalnızca biyolojik 

ya da araçsal anlamıyla değil, ‘benimki olan bedenim’ ile hissedebilmem, 

edimlerde bulunabilmem, başka benlere yönelebilmem, anlamında da tüm 

kişisel tecrübelerim için temel oluşturan bir kesinliktir. 

Katılımın ikinci düzeyi, bedene bürünmüş varlığın aşk, sadakat, umut 

gibi  edimlerle  ‘başkasına’  bağlanması  sonucu  gerçekleşen  komünyon 

(communion) düzeyidir. 

Marcel’e  göre,  insan  varlığını  anlamaya  imkan  veren  şey,  öncelikle 

insan  ilişkileridir.  Zira  ‘ben’,  kendisini  başkasına  yönelimi  aracılığıyla 

gerçekleştirir  ve  başkasına  tam  anlamıyla  bağlandığı  anda  kendisini 

gerçekten tanıyabilir. ‘Başkası’, üçüncü tekil kişi olan ‘o’ olabileceği gibi, 

 İnsanın bir durum içinde olma özelliği onun nihai noktada özgürce kendisine yönelebileceği bir hedefe ulaş-



ma ve ‘ontolojik bir bütünlüğü’ kavrama teminatından yoksun değildir. ‘Önsezi’ ya da ‘kör sezgi’ de denilebile-

cek olan bir sezgiyle beslenen refleksiyon ‘varlığın gerekliliği’ konusunda primitif bir teminat oluşturarak insa-

nın Ebedi olana açılmasına olanak sağlamaktadır.

**Beden, ‘objektif’ bir bakış açısının yanı sıra ‘varoluşsal’ bir bakış açısıyla da değerlendirilmeye müsaittir. 

Tümel, soyut ve doğrulanabilir bir bilgiye yönelerek ‘ben’im ve ‘bedenim’ arasındaki hassas bağı koparan ‘bi-

rinci refleksiyon’un (kavramlaştırıcı düşünce) aksine, konkre düşünceye özgü olan ‘ikinci refleksiyon’ (düşü-

nen düşünce), ‘ben’imle ‘bedenim’ arasındaki içsel birliği vurgulayarak, ‘ben’im ve ‘bedenim’ arasındaki iliş-

kinin bir ‘problem’ değil, bir ‘sır’ olduğunu kavratır. Bu suretle Marcel’e göre, egzistansımın farkına varışım, 

‘bilen bir ben’ ile ‘bilinen bir obje olarak bedenimin’ ayrımını değil ‘bedensel varoluşumun’ dünyaya katılımı-

nı fark edebilme anlamına gelir.




263

ikinci tekil kişi olan bir ‘sen’ de olabilir. Ancak ‘ben’in özellikle ikinci 

kişiyle  olan  ilişkileri  objektif  olmama  özelliğiyle  ‘yaratıcı’  bir  niteliğe 

sahiptir  ve  özünde  sadakati  barındırır.  Oysaki  üçüncü  tekil  kişi  olan 

‘o’, toplumda belli bir yeri ve görevi olan, doğrudan doğruya ilişkimin 

olmadığı rastgele bir insandır. İlk planda ‘o’, çehresiz ve  anonim olandır.  

‘Sen’ ise, somut ilişkiler yaşadığım, aracısız bir kavrayışla kendim gibi 

algılayıp denediğim bendir. Örneğin iki insanı karşılıklı olarak ciddi bir 

arkadaşlığa,  dostluğa  ya  da  aşka  iten  bir  karşılaşma,  iki  insan  arasında 

duygusal bir bağın oluşumuna imkân vererek, onlardan her birini bir diğeri 

için ‘ikinci bir kişi’ haline yani ‘sen’e dönüştürebilmekte ve nihayetinde 

birinci kişide temellenen ‘biz’ duygusuna olanak sağlamaktadır. Başkasının 

isimsizliğinden  ‘sen’e  doğru  dönüşümü  sağlayan  şey,  yaşanan  ortak 

tecrübeler doğrultusunda oluşan, objektif bir biçimde bilinemeyecek olan 

içsel ve kişisel ilişkilerdir. Böylece ‘ben’ ile ‘sen’i birbirine bağlayan bir 

komünyon (birlik) gerçekleşmektedir. Bunun anlamı başkasının benim için 

artık ‘o’ olmaya ara verip, ‘sen’ hâline dönüşmesidir. Ben ve sen ilişkisi 

‘başvuru-cevap’ esasına dayalı bir ilişki olup, bu ilişkinin temelini ‘hazır 



bulunma’  tecrübesi  oluşturur.  Hazır  bulunma  tecrübesinin  temelinde, 

muhatabını bir obje gibi görmeyen, onu dikkate aldığını düşündürten içten 

ve samimi bir varlık vardır. “…kendisini tüm samimiyetiyle dışa vuran bir 

tecrübe olması sebebiyle hazır bulunma, intersübjektif bir yakınlaşmaya 

sebep  olup,  problematik  olanın  ötesine  taşan  sırlı  bir  anlam  taşımakta 

ve  özgür  bir  kişinin  tecrübesi  olarak  görünmektedir.  Bu  sebeple  hazır 

bulunma, istenç gücüyle ya da bedeli karşılığında temin edilemeyen, talep 

edilemeyen  ve  zorlanamayan  bir  tecrübedir.  Dolayısıyla  bu  doğrultuda 

ben-sen  ilişkileri  de  asla  garantilenmiş  bir  düzen  oluşturmayıp,  sürekli 

tekrarlanması  gereken  bir  fetih  gibi  düşünülmek  durumundadır.  Yani, 

birinci  kişinin  ‘sen’e  bağlanmaya  hazır  bulunması,  kazanmayı  olduğu 

kadar  kaybetmeyi  ve  riskleri  de  göze  alması  anlamına  gelmektedir. 

Çünkü, ‘ben’in kendisini ‘sen’e olumlu hislerle bağlaması ve ‘sen’in de 

bu yönelime olumlu yanıt vermesi bir kez gerçekleştiğinde donup kalacak 

bir durum gibi görünmemektedir. 

Bilineceği  üzere,  bağlanma  edimi  söz  verme  kapasitesi  olan  özgür 

bir  varlığın  istekli  bir  edimi  olup,  verilen  söze  ya  da  sözle  bağlanılan 

şeye sadık kalmayı gerektirir. Söz, hali hazırda söz verilen andaki içsel 

durumumuz  temele  alınarak  verildiği  için,  söz  vererek  bağlandığımız 

andaki  ruhsal  ve  duygusal  durumumuzun  değişmeyeceğinin  garantisi 

yoktur. O hâlde tarafların (ben-sen) iç dünyasındaki ve dış koşullardaki 

olası  değişiklikler  sebebiyle  söz  vererek  bağlanılan  andaki  söze  bağlı 




264

kalmama olasılığı, bağlanma ediminin özünü zedelemez mi? İşte bu soru 

Marcel’i bağlanmanın edim olarak ne anlama geldiğini ve ‘kişi’ ile ‘edim’ 

ilişkisini araştırmaya yöneltmiştir. 

Edim,  esas  itibarıyla  bir  durumu  değiştirebilecek  olandır. Ancak  her 

değişim edimden dolayı olmadığı gibi, belirsiz ve etkisiz olan, gelip geçici 

bir istek de edim değildir. Her edim kendisiyle ilgili soruya, failinin evet 

ya da hayır şeklinde bir cevap verebilmesini gerektirmektedir. Bu sebeple 

edimin temel özelliği ister iyi ister kötü olsun o edimi gerçekleştiren kişi 

tarafından  “evet  gerçekten  bu  edimi  gerçekleştiren  benim…”(Marcel, 

1964:  107)  biçiminde  iddia  edilebilecek  olmasıdır.  Yani  kişisel  olana 

başvurmaksızın  edim  düşünülemez.  Edimimle  dayanışma  içinde 

olduğum  için,  kendimi  tam  anlamıyla  reddetmeksizin  edimimi  ve  onun 

sorumluluğunu reddetmem bir bakıma kendimi bir kişi olarak reddetmem, 

anlamına gelir. (Marcel, 1964: 109) 

Bu  münasebetle  kişinin  temel  erdemleri  ‘sorumluluk  alma  cesareti’, 



‘yüzleşmek’  ve  ‘meydan  okumaktır.’  (confront)  (Marcel,  1964;  111) 

Kişi,  bir  durumu  tasarlayabilen,  o  duruma  dair  olasılıkları  tahmin  edip 

değerlendirerek onlarla yüzleşebilen ve bu doğrultuda o duruma dair kişisel 

bir tavır alıp, bu tavrın arkasında durarak, iç tutarlılığını yakalayabilendir. 

Onun  için  kişi,  yüzleşmeleri  doğrultusunda  kendi  tavrını  sergileyerek, 

edimlerinin  sorumluluğunu  almak  suretiyle  bir  biçimde  kendisiyle 

bütünleşebilmektedir. 

Ancak  bu  ifadelerden  hareketle,  Marcel’in  kişinin  özüne  ilişkin 

metafizik  bir  sonuç  çıkarma  ya  da  kişi  tanımına  ulaşma  eğiliminde 

olduğu  sanılmamalıdır.  (O’Hara,  1964:  149)  Kişiyi  bir  veri  (datum)  ya 

da bir varolan (existent) olarak telakki edemeyeceğimizi (Marcel, 1964: 

116)  belirten  Marcel’e  göre,  kişinin  edimlerinin  toplamından  başka  bir 

şey  olmadığını  ya  da  ard  arda  gelen  edimlerinin  bağlayıcısı-birleştirici 

bir prensip-olduğunu da düşünmek yanıltıcıdır. Zira böyle bir yaklaşım, 

‘edim’ ve ‘kişi’ hakkında haddinden fazla teorik bir bakış açısı takınmak 

ve kişisel olduğu için objektif bir biçimde dışarıdan incelenmesi mümkün 

olmayan edime, seyirci * tavrıyla yaklaşmak anlamına gelecek, kişinin bir 

‘davranışa’ dönüşme riskini doğuracaktır. Kişisel olana başvurmadan edim 

düşünülemese de, bu, insanın edimlerinin toplamına indirgendiği anlamına 

gelmez.  Zira,  Marcel,  “insanın  ‘ne  olduğu’  ve  ‘ne  yaptığı’  arasındaki...

 Edime seyirci tavrıyla yaklaşmak, kişiyi belirli sayıda soyut belirlenimlere sahip bir birim, yapay bir birlik 



gibi görme eğilimi yaratacaktır. (Marcel, 1964; 116) Gerçekte kişiyi edimin süjesi olarak belirleme eğilimi duy-

sak ve ‘edimin yapıcısı kimdir?’ sorusuna kişi yanıtını versek de, bu soru bizzat edimin dışında anlamdan yok-

sun olup, edimlere dışarıdan seyirci gibi bakan ve edimin bir işlem (operation) gibi düşünüldüğü durumlarda 

söz konusu olmaktadır.




265

ayrımı” (Marcel, 1967: 81-82) gözden kaçırmanın insan doğasına dair en 

önemli şeyin yanlış anlaşılması anlamına geldiğini sık sık vurgulamaktadır. 

Bu  sebeple  kişi,  kendisini  edimleri  dahilinde  ortaya  koyan,  onlarla 

bütünleşebilen ve onların sorumluluklarını üstlenebilen, ancak edimlerine 

indirgenemeyen, bilinci itibarıyla özgür ve aşkın olan

 

bir varlıktır. İşte bu 



münasebetle  bir  edim  olarak  bağlanmanın  yapısını  irdeleyen  Marcel,  iç 

dünyamdaki ve dış koşullardaki olası değişiklikler sebebiyle söz veremem 

ve  bağlanamam  demenin,  kişiyi  an’lara  indirgeyerek,  onun  ontolojik 

bütünlüğünü göz ardı etmek anlamına geldiğini ifade eder. Bu durumda 

yapılması gereken şey, cesurca bir karar vererek, olası değişiklikler her 

ne  olursa  olsun  bunları  ihmal*  ederek  sözüme  ve  edimime  bağlılığımı 

sürdürmektir. Kendisiyle içsel birliğini ve tutarlılığını sağlayamayan bir 

kişinin  başkalarıyla  tam  anlamıyla  birleşebilmesi  mümkün  olamayacağı 

için, kişinin bağlılığına bağlılığı, kendisine sadakati olup, temel ontolojik 

bütünlüğüne ve devamlılığına karşılık gelmektedir. Yani ‘sadakat’, kişisel 

varoluşun  zorunlu  koşuludur.  Bu  münasebetle  bağlanma,  “…ancak  o 

an’da  yaşanılmakta  olan  dış  duruma  indirgenemeyen  ve  kendisiyle  dış 

durumu arasındaki farkı algılayan, bundan dolayı da kendisini geleceğine 

nazaran…adeta  aşkın  bir  biçimde  ortaya  koyan…”  (Marcel,  1997:  42) 

özgür  bir  varlığın  yani  kişinin  edimidir.  Dolayısıyla  ‘bağlanma’  ve 

‘sadakat’  kişisel  varoluşun  zorunlu  koşuludur.  Bağlanma  edimine  değer 

kazandıran  şey  ise,  kişinin  geleceğe  dair  bilgisizliğine  ve  zamanın 

getirebileceği olası tüm değişimlere rağmen, kendisini değişmeyecek bir 

varlık olarak ortaya koyabilmesi, ediminin sorumluluğunu üstlenmesi ve 

‘zaman’ ile ‘oluşa’ galip gelmesidir. Bu sorumluluk şüphesiz özgürlükle 

birlikte düşünüldüğünde yaratıcı bir güç hâline gelerek insan olmanın asli 

anlamını oluşturmaktadır. 

Kişiden  farklı  olarak  birey  ise,  bölük  pörçük  durumda  olan  biri,  bir 

numune, bir kırıntıdır. Birey, istatistik bir unsur olup, üçüncü tekil kişi olan 

o düzeyinde olanaklıdır. Ancak kişi, bireyle karşılaşmak suretiyle kendisini 

etkisiz hâle getirmeksizin, bireyin özgürleşebilmesi ve hazır bulunmasına 

yardımcı olarak onu kişi hâline dönüştürme eğilimindedir. 

Şüphesiz  bu  düşüncelerden  hareketle  Marcel’e  göre,  her  bireyin  kişi 

düzeyine yükselebileceğini tümel olarak söyleyebilmek mümkün olmadığı 

gibi,  bu  gelişimin  tümel  olup  olmadığını  garanti  etmek  de  mümkün 

değildir. (O’Hara, 1964: 149) Ancak  Marcel’e göre,  kişi olabilme yolunda 

atılması gereken temel adım, bireyciliğin nihai bir hakikat olamayacağını 

fark etmektir. Zira kişi nihai noktada Aşkınlık düzeyine dahi komünyon 




266

düzeyindeki    intersübjektif

*

  tecrübelerden  hareketle  açılabilme  imkânı 



bulacaktır.

Başka  bir  deyişle  süje,  intersübjektivite  dünyasında  kendini 

anlamlandırdığı ölçüde aşk, bağlanma, sadakat ve umudun, ‘etik değerler’ 

olmalarının yanı sıra, zamana meydan okuyan koşulsuzluklarıyla-koşulsuz 

aşk, koşulsuz bağlanma, koşulsuz sadakat ve koşulsuz umut-kişiyi Varlık 

Sırrına ulaştıran ‘ontolojik değerler’ olduğunu fark ederek, tam anlamıyla 

kendini  aşarak  koşulsuz  bağlanmanın  Aşkın  Varlığı  gerektirdiğini 

kavrayabilme  imkanı  bulacaktır.  Koşulsuzluk, Tanrı’nın  mevcudiyetinin 

bir belirtisi olduğu için Mutlak ve koşulsuz bir bağlılık ve sadakat de, ancak 

Mutlak Kişisel Varlığadır. Mutlak Varlığa koşulsuz aşk, sadakat ve umutla 

bağlılığın adı ise ‘iman’ ya da Marcel’in ifadesiyle ‘yaratıcı sadakat’tir. 

İnanan  insan  ile  Tanrı  arasındaki  bir  diyalogda,  Tanrı’nın  üçüncü  kişi 

olarak görülemeyen bir Mutlak Sen olduğunu vurgulayan Marcel’e göre, 

iman bir özgürlük platformudur. Başka bir deyişle iman, inanmanın yanı 

sıra inanmama imkânı da bulunan bir varlığın tercihini özgür iradesiyle 

inanma yönünde kullanarak, kendini gerçekleştirmeyi ve Mutlak Varlığa 

bağlanmayı seçtiği bir edimdir.

 Bu sebeple iman edimi, özgür yani kendine hâkim olabilen bir canlı 

için mümkün olabilmektedir. (Marcel, 1997: 212) İşte Marcel’e göre, kişi 

olabilmenin yaratıcı ayrıcalığı bu noktada bulunmaktadır. 

Görüleceği üzere Marcel’e göre, Varlığa açılan bir vizyon olmaksızın 

kişisel  olandan  söz  edilemez.  Bu  sebeple  kişi  için  varolmak,  varlığa 

katılmaktır. Dolayısıyla kişi, kendi imkân ve sınırlarını tanımak isterken 

kendi varlık sebebini fark ederek ‘ontolojik bir bütünlüğü’ kavrayabilen 

bu  doğrultuda  temel  varoluşsal  tecrübesi  olan  ‘bağlanma’  ve  ‘sadakat’ 

yoluyla yatay boyutta doğayla, başka benlerle ve toplumla; dikey boyutta 

ise, Mutlak Varlıkla ahenkli ilişkiler kurarak ‘ontolojik bir dostluk’ ortamı 

yaratma yolunda çaba harcayan ‘özgür’ ve ‘sorumlu’ bir varlıktır. 

 Marcel felsefesinde, birbirlerine sevgiyle yönelen kişilerin birbirleri için ‘hazır bulunabilme’ ve ‘bağlanabil-



me’ tecrübeleri özel ve kişisel ilişkilere imkan vermesinin  yanı sıra sadık kalınan ortak değerler doğrultusun-

da birbirlerine içtenlikle bağlanmış bir birlik olan geniş boyutlu bir komünyona yani gerçek toplum ile toplum-

sal ilişkilere de olanak sağlamaktadır. Nihai noktada kişi, intersübjektif tecrübelerden hareketle Mutlak Varlığa 

yönelebilme imkanı bulmaktadır. Zira, komünyon düzeyindeki aşk, bağlanma, sadakat ve umut gibi tecrübeler, 

zamanla sınırlı ve yalnızca insani arzulara bağlı bir eğilim olarak kalıp, Ebedi olana yönelmediği sürece gerçek 

anlamını yitirecektir. Çünkü komünyondaki tecrübelerimiz temellerini Aşkınlık düzeyinde bulmaktadır. Başka 

bir deyişle, Varlık alanı, değerler alanı olduğu için değer tecrübesinden bağımsız olarak Varlık tecrübesine an-

lam verebilmek mümkün olamayacaktır. 




267

KAYNAKÇA

Marcel, G., (1962), Homo Viator. (Tr. Emma Craufurd), New York: 

Harper and Brothers: 60. 

Marcel,  G.,  (1967),  Presence  and  Immortality.  (Tr.  Michael  A. 

Machado), Pitsburgh: Duquesne University Pres: 24.

Marcel, G., (1964), Creative Fidelity. (Tr. Robert Rosthal), New York: 

Farrar, Straus and Company: 148; 107; 109; 111; 116; 116.                                                         

Marcel,  G.,  (1973),  Tragic  Wisdom  and  Beyond  (Including 



Conversations between Paul Ricoeur and Gabriel Marcel). (Tr. Stephen 

Jolin  and  Peter  McCormick),  Evanston:  NorthWestern  University  Pres: 

35.

Marcel, G., (1967),  Searchings.  Maryland:  Newman Press, Westminster: 



95.

Marcel,  G.,  (1952),  Metaphysical  Journal.  (Tr.  Bernard  Wall), 

Chicago: Henry Regnery Co: 18.

Marcel, G., (2001), The Mystery of Being. 1 vol. (Tr. G. S. Fraser), 

Indiana: St. Augustine’s Pres: 101.                                

Marcel,  G.,  (1967),  The  Philosophy  of  Existentialism.  (Tr.  Manya 

Harari), New York: The Citadel Pres: 81-82.

Marcel,  G.,  (1997),  Being  and  Having.  (  Tr.  Katharine  Farrer), 

Westminster: Dacre Press:42, 212.

Muşta,  C.,  (1998),    G.  Marcel’in Varoluşçuluğu.  Kültür  ve Turizm 

Bakanlığı Yayınları: 54.

O’Hara, M.K., (1964), “Person In The Philosophy of Gabriel Marcel”, 



Philosophy Today, 8: 3, 147-154.

O’Mally, John B. (1984), “Marcel’s Notion of Person”. P. A.  Schilpp and  



L.E.  Hahn (ed.) The  Library of Living Philosophers: The Philosophy 

of Gabriel Marcel. Illinois: Open Court, 275-294.


268

Yüklə 76,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə