Gizlilik/Sır saklama



Yüklə 72,5 Kb.
tarix01.09.2018
ölçüsü72,5 Kb.
#66122


HEKİMİN SIR SAKLAMA VE İHBAR YÜKÜMLÜLÜĞÜ *

Prof. Dr. Erdem Aydın

Hacettepe Üni. Tıp Fak.

Deontoloji, Tıp Etiği ve Tarihi AD.

Hekimlerin, hastalarına ait tıbbi bilgileri saklamaları konusundaki hassasiyetleri çok iyi bilinmektedir. Hastanın güven içerisinde hekimine açılabilmesi için aralarında belli bir güven ortamının bulunması gerekmektedir. Gizlilik, iki taraf arasında kişisel bilgilerin paylaşılması ve bunların bir başkasına naklinin yapılmaması anlamını taşır. Birey, kendisine ait bir bilgiyi başkasıyla paylaşmasındaki en önemli etken karşı kişiye duyduğu güvendir. Kendi bireyselliğini ilgilendiren ve sır olarak başkalarının duymasını istemeyeceği özel bilgileri, eğer kişi karşı tarafa açıklayabiliyorsa bunun anlamı karşı tarafa duyulan sonsuz güvendir. Hekim-hasta ilişkisi içerisinde de böylesi bir güvenin varlığı kaçınılmazdır.


Hasta, daha ilk baştan bilir ki, hekimine aktardığı kişisel bilgiler hekim ile aralarında sır olarak kalacaktır. Hekim ile hasta arasında açıkça konuşulmamış olsa bile üstü örtük olarak kişisel bilgilerin gizli tutulacağı bir tür “sözleşme” şeklinde hekim-hasta ilişkisinde yer alır. Etik değer ve ilkeler doğrultusunda bilinir ki hekimin hastasıyla aralarında geçen konuşmalar üçüncü kişilere aktarılmaz. Hekimin hastasının “mahremiyetine” gösterdiği saygı, onun sırlarının açığa vurulmasının önündeki en önemli engelleyici güçtür. Hasta sırrını açığa vurmak hekim için etik bir ihlal olduğunu her insan bilir.

Günümüz Tıbbında Sır Saklama Yükümlülüğü

Hekimlerin sır saklama yükümlülüğü bilindiği gibi Hipokratik tıp etiğinin ortaya çıkmasıyla başlar. Hipokrat Andı'nda da yer alan sır saklama kuralı tıpta yaklaşık 2500 yıldan beri mesleki bir değer olarak yerini korumaktadır. Hipokrat Andı'nda “Hastama ait bilgileri kimseye açıklamayacağım ve onları sır olarak saklayacağım” ifadesi yer alır. Bunun anlamı Hipokrat Andı içmiş her hekim hastasının sırrını saklayacağını kendisinin kutsal bildiği varlık adına söz vermiş demektir. Bu sözü doğrultusunda hekim hastası adına etik bir ödevi üstlenmiş demektir. Bu etik ödevin niteliği, uyulması gereken bir “kural” şeklinde olmasıdır.


Hekimin kural olarak sır saklama yükümlülüğün, tıp etiği açısından konumu sıkça incelenen bir konudur. Buna göre günümüzde yapılan tıp etiği tartışmalarına içerisinde sır saklama yükümlülüğünün arkasında hasta özerkliğine saygı ilkesinin yattığı ileri sürülmektedir. Çağdaş tıp etiğinde yer alan bu ilke, yararlılık-zarar vermeme-adalet ilkeleriyle birlikte tıptaki etik değerlerin temellendirmesini yapmaktadır. Hasta özerkliğine saygı ilkesi ve hekim-hasta ilişkisindeki sadakat ögesi, sır saklamayı hekim için bir yükümlülük haline getirmektedir.
Diğer yandan tıp etiği alanındaki kavramlar bugün önemli ölçüde hasta merkezli olarak da dile getirilmekte ve hasta haklarından söz edilmektedir. Dolayısıyla hem geleneksel bir ödev olarak hem de hasta özerkliğine saygı ilkesi doğrultusunda hekimin hastanın gizliliği konusundaki yükümlülüğü bugün aynı zamanda hastanın sahip olduğu haklar çerçevesinde ifade edilmektedir. Sonuç olarak da sır saklamak, hekimin temin etmek zorunda olduğu günümüz hasta haklarından biridir diyebiliriz.
Bu bağlamda günümüzdeki gerek hekim yükümlülüklerini gerekse de hasta sorumluluklarını dile getiren tıp etiğiyle ilgili pek çok yazılı metinde hasta sırrı konusu işlenmektedir. Bu hem ülkemiz için hem de uluslar arası bildirge ve duyurularda böyledir.
Ülkemizdeki hasta sırrını ele alan yazılı metinlerde de hasta sırrı özellikle belirtilmiş bir konudur. 1960 yılında yürürlüğe giren Deontoloji Tüzüğü sır saklama konusunda şu hükmü verir: Tabip ve diş tabibi, meslek ve sanatının icrası vesilesiyle öğrenmiş olduğu sırları, kanuni mecburiyet olmadıkça ifşa edemez. Tıbbi toplantılarda takdim edilen veya yayınlarda bahis konusu olan vakalarda hastanın hüviyeti açıklanamaz.
Diğer yandan 1998 yılında ülkemizde yürürlüğe girmiş olan Hasta Hakları Yönetmeliği ise sır saklama ve gizlilik konusu şu şekilde ele alır: Sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamaz. Kişinin rızasına dayansa bile, kişilik haklarından bütünüyle vazgeçilmesi, bu hakların başkalarına devri veya aşırı şekilde sınırlanması neticesini doğuran hallerde bilginin açıklanması, bunları açıklayanın hukuki sorumluluğunu kaldırmaz. Hukuki ve ahlaki yönden geçerli ve haklı bir sebebe dayanmaksızın hastaya zarar verme ihtimali bulunan bilginin ifşa edilmesi, personelin ve diğer kimselerin hukuki ve cezai sorumluluğunu da gerektirir. Araştırma ve eğitim amacı ile yapılan faaliyetlerde de hastanın kimlik bilgileri, rızası olmaksızın açıklanamaz.
Türk Tabipler Birliği’nin “Hekimlik Meslek Etiği Kuralları” başlığını taşıyan hekimlikteki etik değerleri gösteren yazılı metinde ise hekimin sır saklama yükümlülüğüne ilişkin şu ifadeler yer almaktadır: Hekim, hastasından mesleğini uygularken öğrendiği sırları açıklayamaz. Hastanın ölmesi ya da o hekimle ilişkisinin sona ermesi, hekimin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Hastanın onam vermesi ya da sırrın saklanmasının hasta ya da öteki insanların yaşamını tehlikeye sokması durumunda, hastanın kişilik haklarının zedelenmemesi koşuluyla, hekim bu sırrı saklamakla yükümlü değildir. Yasal zorunluluk durumlarında hekimin rapor düzenlemesi de, meslek sırrının açıklanması anlamına gelmez. Hekim, tanık ya da bilirkişi olarak mahkemeye çağrıldığında olayın meslek sırrı olduğunu ileri sürerek bu görevlerinden çekilebilir.

Uygulamada Sır Saklama

Buraya kadar aktardıklarımız sır saklamaya ilişkin genel etik çerçevede idi. Bu noktadan sonra aklımıza gelen soru “sır saklamak” pratikte her koşulda zorunlu mudur, sorusudur. Yani, sır saklamak hiçbir şeyle değiştirilemeyecek mutlak bir değer midir ? Pratikle ilgili söylemek istersek sır saklamanın mutlak olarak olduğunu düşünemeyiz. Ama, bundan önce bu konuda ilkesel düzeydeki durumu incelemek gerekir.


Yapılan etik tartışmalar içerisinde görüyoruz ki sır saklama, mutlak bir yükümlülük olarak görülmemektedir. İlkesel düzeyde genelde iki istisnai durumun mevcut olduğu kabul edilir: Bunlardan birincisi başka kişi/lerin zarar görecek olması, ikincisi ise toplumun sağlığının korunması olgusudur. Buradaki iki durumda da karşı taraflar haksız yere zarar görme olasılığı içerisindedirler.
İlkesel açıdan bakıldığında fazla karışık olmayan bu istisnai durumlara karşın, asıl güç olan hekimlik uygulamaları sırasında bu istisnai durumların nasıl tespit edileceği sorunsalıdır. Başka bir anlatımla pratikteki etik sorunsal, hangi durum ve olgularda bu kuralın çiğnenebileceğine ilişkindir. Bugün için bu tıp etiğinin en güç problemlerinden birisidir.
İlkesel durumdan yola çıkarak hekimin meslek hayatında karşılaştığı vakalarla nasıl davranması gerektiğini önceden belirleyecek “hazır reçete” sunulamaz. Hekim etik ilke ve kurallar doğrultusunda her olayı kendine göre değerlendirecek ve bir kanaata erişip ona göre davranacaktır. (Belki de etik danışman ya da hastane etik kurulundan yardım isteyecektir). Biz burada fikir vermesi açısından üç farklı klinik örnek ile gizlilik konusunda hekimin davranışının nasıl olması gerektiğine açıklık getirmek istiyoruz: Burada değineceğimiz her üç vakada hekimin sır saklama yükümlülüğü farklı olacaktır.
Birinci vakada, diyelim ki; 65 yaşında erkek hasta metastatik prostat kanseri. Hormon ve ilaç tedavisini reddediyor. Hastalığını eşinden saklayacağını ve hekiminden de eşine söylememesini istiyor. Hekimin davranışı nasıl olmalıdır ?
İkinci vakada; 32 yaşında erkek hasta. Henüz semptom vermeyen otosomal dominant bir hastalığı var (Huntington hastalığı, çocuğuna geçme olasılığı % 50). Henüz evlendiği eşinin bunu bilmesini istemiyor. Hekim, hasta eşinin çocuk sahibi olmayı çok istediğini biliyor. Hekimin davranışı nasıl olmalı ?
Üçüncü vakada, 27 yaşında HIV sonucu pozitif olan bir erkek hasta, eşinin/kız arkadaşının (partner) bu durumu bilmesini istemiyor. Hekimin davranışı nasıl olmalı ?
Her üç vakanın sır saklama açısından etik değerlendirmesini yaparsak karşımıza şöyle bir sonuç çıkar: Birinci vakada, hastadaki hastalık durumundan tıbbi yönden bir başkasının doğrudan etkilenmesi söz konusu değildir. Örneğin, hastanın eşinin tıbbi herhangi bir zarar görmesi durumu mevcut değildir. Hekim, hastaya ait bilgi saklamak zorundadır. Kuşkusuz hastanın tıbbi durumunun eşi tarafından bilinmesi, en azından hastanın bakım ve tedavisi açısından, yararlı olabilir. Ancak bu tercih hasta tarafından yapılacak bir tercihtir. Hekime en fazla düşen, bizzat kendisi tarafından eşini bilgilendirmesi yönünde hastayı teşvik etmesidir.
Bu vakada ise hekimin tavrı birincisinden farklı olmalıdır. Hastanın tıbbi durumu bir başka kişiye, yani eşine de zarar verebilecektir. Çünkü, doğacak çocukları ikisinindir. Çocukta meydana gelebilecek patolojik durumun varlığından eşinin de haberdar olmaya hakkı vardır. Bu vakada hekim, öncelikle, eşine durumu açması konusunda hastayı teşvik etmelidir. Gerekli ikazlara rağmen, hasta, hastalığının gizli kalmasında ısrarlı ise hekim hastanın eşine hastalık durumundan söz etmelidir. Hekimin buradaki davranışı sır saklama ilkesinin ihlal edilmesi olarak değerlendirilemez ve doğru bir davranıştır.
Son vakadaki durum yine farklı özellikler taşımaktadır. Hastanın HIV pozitif olması eşini/kız arkadaşını tıbben olumsuz etkileyecek hastalık etkeninin ona da geçmesine neden olabilecektir. Hekim aynı şekilde önce teşvik etmeli, eğer hasta açıklamada bulunmak istemezse hekim eşine/kız arkadaşına bunu açıklamalıdır. Ancak, hekimin vazifesi bununla bitmez. Bildirimi zorunlu olduğu için mevcut yasal düzenlemelere uygun olarak resmi makamlara isim belirtmeden bildirmek durumundadır.
Bu konuda son olarak şunu vurgulamalıyız, ki hekimin bu örneklerdeki bilgilendirme yükümlülüğü hastanın eşi gibi ancak belli kişilere karşıdır ve gerekçesi tıbbi kaygılarla açıklanabilir. Yoksa hasta yakını olsun olmasın herhangi bir kişiye hasta bilgilerinin sızdırılması tamamiyle etik bir ihlaldir ve tıp etiği yönünden kabul edilemez bir davranıştır.

Sır Saklamada Günümüzün Bazı Sorunları

Yukarıda değinmeye çalıştığımız gibi günümüzde tıp hizmeti son derece kapsamlı bir hizmet halini almıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler tanı ve tedaviler konusunda çok büyük yeni olanaklar getirirlerken, aynı zaman bu teknoloji ve olanakların kullanımı nedeniyle hasta karşısına çok değişik sağlık çalışanı çıkmaktadır. Bir hastane ortamında yalnızca hekim görev yapmamakta, hemşire, ebe, teknisyenler, idareciler, hizmet elemanları vd. elemanlar da görev yapmaktadırlar. Dolayısıyla “pür” bir hekim-hasta ilişkisi durumu ortadan kalkmış gibidir. Sır saklamak kuralı sağlık hizmetlerinin bir ekip hizmeti biçiminde verildiği günümüz koşullarında bu etik ögeyi daha kritik hale getirmektedir.


Sağlık kurumlarındaki tıbbi kayıt dosyaları, ilaç reçeteleri, tıbbi test kayıtları ya da ödeme kayıtlarındaki tıbbi bilgilerin saklanması, korunabilmesi ve yayılması konusu üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur. Tıbbi bilgilerin korunması yönündeki çalışmaların yetersiz kalması hasta gizliliğini tehdit etmektedir.
Artık, tıbbi bilgiler yalnızca hekimlerin elinde değildir. Özellikle tıbbi kayıtların bilgisayar sistemleri içerisinde saklanmaya başlaması, hastaya ait bilgilere “ilgisiz” çok sayıda kişinin girmesine fırsat tanımaktadır. Bilgisayar kullanımı hızlı yaygınlaşmakta ve hastaya ait tıbbi verilere kolayca ulaşılabilmektedir. Günümüzde hastane ve sağlık kayıtlarının bilgisayar sistemine yüklenmesi gizlilik konusunda en önemli sorun kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Bu kayıtlara herhangi bir biçimde girilmesi hastanın özel yaşam hakkını zedelemektedir.
Hastaya ait bilgilerin korunmasına ilişkin bu noktada zikredilebilecek bir başka önemli nokta tıbbi bilgilerin sağlık dışı kurum ve alanların da ilgi alanına giriyor olmasıdır. Örneğin sigorta şirketleri, işverenler ya da araştırma kurumları da işlerinin gereği olarak hasta bilgilerini elde etmek istemektedirler. Bu tür durumlarda hasta gizliliğinin korunması konusu başlı başına tartışma gerektirir bir hale gelmektedir. Hasta bilgilerinin biliniyor olması başkalarının hastaya istismar etmelerine fırsat verir.
Yeterliliği yerinde bir hasta kendi gönüllü isteğiyle, bilgilerinin açıklanmasında bir sakınca görmeyebilir. Bu durumda kendisinden yazılı belge de alınabilir. Ancak bu durum hastayı zorlayıcı bir tavrın ürünü olmamalıdır. Hasta, bilgilerinin üçüncü kişilere aktarılabilmesinin gerekçesini bilmek durumunda olup, ona tercih hakkı tanınmalıdır. Örneğin bilimsel bir çalışma kapsamında hasta tıbbi kayıtlarının kullanılmasına izin verebilir. Ancak böyle bir durumda hastanın kimliği gizli tutulmalıdır.

Acil durumlardaki girişimlerde de hastanın gizliliği ve mahremiyeti, olabilecek en geniş ölçüde korunmalıdır. Tıbbi müdahaleler işitsel ve görsel mahremiyetin en iyi şekilde korunabileceği biçimde yapılmalıdır.


Hasta gizliliğine sağlık kurumunun vereceği önem, kapsamlı bir gizlilik politikası içinde yer almalıdır. Bu politika personel kuralları, uygulama ve disiplin kuralları, bilgilere erişme, güvenlik özelliği, sorumluluk, gizliliğin sınırları, risk değerlendirme yöntemleri, tarafların sorumlulukları gibi unsurları kapsamalıdır. Diğer yandan hekim ya da kurum eğitim programları, teknik ve fizik güvenlik yöntemleri gibi hastaya ait bilgilerin korunmasında etkili yöntemler kullanmakla sorumludur.
Hastanın gizliliğine ilişkin bir başka durum hekimin aile içi şiddetten kuşkulanması durumudur. Aile içi şiddetten kuşkulanan hekim, hastasıyla konuyu ayrıntılı biçimde konuşmalı ve gerekiyorsa onu uygun bir destek/danışmanlık alabileceği yere göndermelidir. Ancak hemen vurgulamalıyız ki, gizlilik konusu hastanın fiziksel sağlığıyla ilgili kaygıların önüne geçmemelidir.
Üst konumdaki kişiler hakkındaki bilgilerin açıklanması hastanın tercihlerine göre yönlendirilmeli ve hastane politikalarına uygun olmalıdır. Hekimler kurumun halkla ilişkilerini yürüten çalışanlarını bu tür durumlarda yönlendirmelidirler. Fotoğraf ve video kasetler gibi görsel-işitsel materyaller yanında hastaya ait diğer bilgiler de aynı biçimde gizliliklerine zarar gelmeyecek şekilde korunmalıdır. Bunların kullanılması, hastanın açıkça onayı olmadıkça yapılmamalıdır.
Aslına bakıldığında gizliliğin sınırlarını, aydınlatılmış onam işleminin bir parçası olarak hastayla tartışılması gerekir. Bu konuda hekimin karşı karşıya kalabileceği olası ikilemlerin çözümlenmesi, hekimin yargı ve mesleki değerleri doğrultusunda gerçekleşir. Hastaya ilişkin bilgilerin hastanın aile üyelerine, arkadaşlarına veya medyaya açıklanması ihtiyacının doğabileceği olası durumlarda hastanın isteklerine uyulması gerekir. Hastadan ya da vekil/vasisinden başka hiç kimsenin hastaya ait bilgilere izinsiz olarak erişmeye hakkı yoktur.

Hukuk Açısından Sır Saklama

Bilindiği gibi hukuki kuralların arkasında önemli ölçüde toplumda var olan etik değerler yatar. Kişiye ait mahrem dünyanın korunması ve kişiye ait kişisel gizliliğin sağlanması hukuk alanının da kaygılarından biridir. Çağdaş hukuk, gizlilik ögesini kişisel değerler arasında görerek bu değerlerin korunması gerekli görmüştür. Bu bağlamda hekimin hastasının sırlarını açıklaması hukuki bir sorumluluğun ihlal edilmesi olgusudur.


Hasta sırrının saklanması konusu Türk hukuk sistemi içerisinde de yer alan önemli bir konudur. Sır saklama konusu Türk Ceza Kanunu’nun 198. Maddesi kapsamında hükme bağlanmıştır. Bu madde şöyledir: Bir kimse resmi mevkii veya meslek san’atı icabı olarak ifşasında zarar melhuz (zarar vereceği düşünülen) bir sırra vakıf olupta meşru bir sebebe ve müstenit olmaksızın ı sırrı ifşa ederse üç aya kadar hapis ve ağır cezayı nakdiye (para cezası) mahkum olur.
Türk Ceza Kanunu’nun bu maddesi özellikle hekimlik, avukatlık gibi sır saklamaları gereken meslekler için önemlidir. Hukuki değerlendirmelerde hangi bilgilerin sır olarak kabul edileceği önemli bir konudur. Bu anlamda genel olarak kabul edilen toplumun ayıplaması, tiksinmesine yol açan veya hastanın ekonomik durum ve geleceğini etkileyen saklanmasında yarar bulunan bilgi ve olaylar olarak kabul edilebilir. Örneğin, kadının çocuk düşürmesi, evli olmayan kadının hamile kalması, intihar ya da eşcinsellik, evlilik dışı cinsel ilişki, AIDS, frengi gibi hastalıklar, ruh hekimine anlatılan ve saygınlıkla ilgili olay ve bilgiler gibi konular hukuk tarafından hasta adına bir sır olarak kabul edilecek tıbbi olgular olarak görülebilir. Sır saklama olgusu içerisinde hastanın mahrem dünyasına ilişkin unsurlar da yer alır. Örneğin hekimin tedavi için gittiği evde hastanın gizli tuttuğu sevgilisini görmesi hastaya ait bir sır konusudur.
Sırrın açıklanması olayında sorun kaç kişi tarafından bilindiği sorunu değildir. Sırrın tek kişiye ya da birden fazla sayıda kişiye açıklanmasında fark yoktur. Meslektaşlar arasındaki iletişime gelince; hekimin, hastasının tıbbi tanı ve tedavi nedeniyle bir başka meslektaşıyla hasta sırrı olan bilgiler paylaşması sır saklamanın ihlal edilmesi olarak alınmaz. Ancak, hiçbir haklı gerekçesi yokken fütursüzca hasta sırlarını meslektaşları arasında ortaya dökmek ne etik ne de hukuki alanda kabul edilemez. Bilimsel araştırma sonuçlarının açıklanması sırasında kişilerin/hastaların kimlikleri gizli tutulmak zorundadır. Hastanın resmini yayınlamak zorunda olunduğu durumlarda da yine hasta kimliği gizli tutulmalıdır.
Bir diğer konu tıp öğrencileri (ve hemşirelik gibi diğer sağlık eğitimi alan öğrencilerin) ile hasta sırrının paylaşılması; bir sır açıklama durumudur. Hastanın çıplak vücudunun gösterilmesi, özel odada kalan hastanın rızası olmadan eğitim amacıyla başkalarına gösterilmesi hukuk açısından onun kişilik haklarına bir ihlaldir. Eğer gerekli ise, bu durumlarda önce hastadan izin alınmalıdır.
Diğer yandan hastaya ait bilgilerin açıklandığı durumların varlığı da bilinmektedir. Kuşkusuz burada ilk belirtilebilecek olanı kuşkusuz yasal gerekçelerdir. Bu olgular bir mahkeme davasında ya da yasal bir düzenlemenin getirdiği hükümler doğrultusunda gelişebilir. Örneğin, bildirimi zorunlu hastalıklarda bu böyledir. Hekimin yasa gereği resmi kurumlara hastaya ait gizli bilgileri açıklamak zorunda kalması hukuğa aykırı bir durum değildir. Aynı şekilde hastanın onayı alınarak yapılan açıklamalar da hukuk açısından kabul edilebilir bir sebeptir. Burada hekimin sırrı koruma sorumluluğu yasal düzenleme ile kaldırılmış demektir. Hasta sırrı taşıyan hekimin yargı önünde tanıklıktan çekilmeye hakkı hukukça tanınmış bir haktır.

Hekimin İhbar Etme Yükümlülüğü

Hekimin ihbar etme yükümlülüğü denince ilk akla gelen kuşkusuz salgın ve bulaşıcı gibi bazı hastalıklarının gerekli sağlık mercilerine bildirilmesi gelmektedir. İhbar yükümlülüğü gereken hastalıkların bildirilmediği durumda hafif para cezası ve üç günden bir aya kadar hafif hapis cezası verilmektedir.


Diğer yandan hekimin ihbar yükümlülüğüne ilişkin karmaşık olan asıl konu, bildirilmemiş adli olaylar neticesinde hekime yapılan başvurulardaki durumdur. Türk Ceza Kanunu’nun 296. Maddesi belirli durumlar dahilinde her yurttaşa, 235 maddesi ise memurlara suçları ve suçluları ihbar etme yükümlülüğü getirmiştir. Bunla yanında özel durum ve görevler nedeniyle istisnai olarak bireylere suçları ve suçluları bildirme zorunluluğu Türk Hukuku’nda yer almıştır.
Türk hukuk sisteminde hasta sırrının korunması yasal olarak hükme bağlanmış olmasının yanında, hekimin suç teşkil eden durumlarda ihbar etme yükümlülüğünün de bulunması ayrı bir gerçektir. Türk Ceza Kanunu’nun ihbar yükümlülüğüne ilişkin 530. Madde şu şekildedir. Hekim, cerrah, ebe, yahut sair sıhhiye memurlar kişi aleyhine işlenmiş bir suç izini gösteren ahvalde sanatlarının icabettirdiği yardımı ifa ettikten sonra kayfiyeti adliyeye veya zabıtaya bildirmezler yahut ihbar hususunda gecikme gösterirlerse bu ihbar kendilerine yardım ettikleri kimseyi takibata maruz kalacak ahval müstesna olmak üzere hafif para cezasına mahkum olurlar.
Buradaki “suç” kavramı “şahıslara karşı işlenen suç” ile ilgilidir. Bu nedenle hekim şahıs aleyhine işlenmiş bir suçun dışında, bir cürmün izlerine rastlarsa bildirme yükümlülüğü yoktur. Şahıslar aleyhine işlenmiş suçların neler oluduğuna gelince: Bu suçlar Türk Ceza Kanunu’nda belirtilen adam öldürme, yaralama, çocukları veya kendilerini idareye muktedir olmayanları veya tehlikede bulunanları kendi haline terketme, terbiye ve inzibat araçlarının kötüye kullanılması ve aile efradına karşı kötü davranma gibi durumlardır.
İhbar yükümlülüğüne ilişkin bir başka önemli noktada şudur. Türk Ceza kanunnu’nun 530. Maddesindeki “bu ihbar kendisine yardım ettikleri kimseyi takibata kalacak akval müstesna” ifadesiyle de ilgilidir. Eğer hasta, gözlemlenen bir suç durumunun asıl faili ise o zamn da hekimin ihbar yükümlülüğü ortadan kalkar. Yasanın bu yönü hekimlerin asıl görevlerini yerine getirmelerinin sağlanması ve sır saklamanın teminidir. Hastanın da ihbar edileceği düşüncesiyle hekime başvurmasının önüne geçilmesidir.
Konumuz çerçevesinde cevaplanması gereken sorulardan biri hekimin ihbar yükümlülüğünü nasıl belirleyeceği sorusudur. Hukuki hükümler doğrultusunda hekimin ihbar edeceği “durumu” tayin etmesi güçlükler arzedebilir. İhbarı gereken bir durumda ihbarda bulunmamak ya da ihbar etmemesi gereken durumda ihbarda bulunmak; her iki şekilde de hekimi cezai sorumlulukla karşı karşıya bırakabilir. Hekim kendisine başvuran kişinin, şahıs aleyhine işlenen bir suçun faili olup olmadığını, onu adli işleme maruz bırakıp bırakmayacağını veya suçun şahıs aleyhine işlenmiş bir suç olup olmadığını kendi değerlendirecektir, ki bu değerlendirme işlemi bir hayli güç bir işlemdir. Ancak, hekimin bu değerlendirme sırasında iyi niyetiyle davranmasına rağmen bir hata ortaya çıkmışsa bunun yasal bir suç olarak görülmemesi gerekir.
KAYNAKLAR


  1. Annals GJ. The Rights of Patient. Totowa, New Jersey Humana Press 1992.




  1. Aşçıoğlu Ç. Tıbbi Yardım ve El Atmalardan Doğan Sorumluluklar. Ankara 1993.

3- Beauchamp TL, Childess JF. 4th ed. New York Oxford University Press 1994.




  1. Childess JF. Practical Reasoning in Bioethics. Indianapolis Indiana University Press. 1997.

  2. Gülmen MK, Çekin N, Hilal A, Salaçin S. Hekimlerin ihbar Yükümlülüğü ile ilgili etik sorunlar. III. Tıbbi Etik Sempozyumu Bildirileri. Pelin SŞ ve ark. (ed) Ankara Biyoetik Derneği yay. 1998.

6- Jonsen AR. Siegler M, Winslade WJ. Clinical Ethics. New York McGraw, Inc. 1992.

  1. Kantor JE. Medical Ethics for Physicians-in Training. New York Plenum Medical Book Company 1989.

8- Lo B. Resolving Ethical Dilemmas. London Williams and Wilkins 1995.

9- Loewy EH. Textbook of Healthcare Ethics. New York Plenum Press. 1996.



  1. Mold JW, Wright RA. Medical ethics. In: Mengel MB (ed) Principles of Clinical Practice. New York Plenum Medical Book Company 1991.

*Katkı Pediatri Dergisi 2002;22(3):302-311.
Yüklə 72,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə