H-r-c fiilinden ismi fâil olan Haricî kelimesi, bir yerden çıkan, karşı çıkan ve asi olan anlamına gelmekte



Yüklə 497,5 Kb.
tarix22.10.2018
ölçüsü497,5 Kb.
#75539


H-R-C fiilinden ismi fâil olan Haricî kelimesi, bir yerden çıkan, karşı çıkan ve asi olan anlamına gelmekte;

  • H-R-C fiilinden ismi fâil olan Haricî kelimesi, bir yerden çıkan, karşı çıkan ve asi olan anlamına gelmekte;

  • Terim olarak, resmî otoriteye karşı girişilen fiilî isyanlar için çoğu kere mastar şekliyle (hurûç) kullanılmaktadır.

  • Mezhep olarak Hâricîlik (ç. Havâric), dinin ve hakkın haricine çıkanlar ve Hz. Ali’yi terkedenler manasına kullanılır.

  • Şehristânî ise bu ismin cemaatin resmî otoritesini tanıdığı adil bir imama huruç eden herkese verileceğini bunun sahabe devrinde veya sonrasında vuku bulmasının sonucu değiştirmeyeceğini söyler.

  • Haricîler, adlarını şu ayete istinat ederler:

  • Kim Allah’a ve Rasül’üne itaatle hicret ederek evinden çıkarsa, sonra kendisine ölüm yetişirse onun ecri ve sevabı Allah üzerindedir.

  • Şurât: Nefislerini Allah yolunda satanlar manasına verilen bu isim

  • İnsanların bir kısmı Allahın rızasını isteyerek kendi nefislerini satarlar.

  • Bunların dışında Hariciler,

    • Harûriyye: İlk toplandıkları yere istinaden
    • el-Muhakkime: Tahkimi ilk protesto edenler anlamında
    • Mârika: Dinden çıkanlar anlamında

Siyasi nedenler:

  • Siyasi nedenler:

    • Hz. Osman zamanında ortaya çıkan problemler sonucu Hz. Osman’ın şehadeti,
    • Hz. Ali’nin hilafeti ve Cemel ve Sıffin savaşlarını takip eden süreç
  • Asabiyet: Cahiliyye devri asabiyet anlayışının yeniden filizlenmesi,

  • Sıffin savaşının sonunda;

  • mütareke yapılmasına ve sonra Hz. Ali tarafının temsilci seçiminde etkin rol oynayan gruptan bir kısmı, Hakemlerin ilk toplantıları neticesinde alınan prensip kararları ordu içinde okunurken “lâ hükme illâ lillah” diyerek, Allah’tan başkalarını, insanları, hakem seçenleri protesto etmişler ve Hz. Ali’nin ordusundan ayrılıp Harûra denilen yerde toplanmışlardır.

  • Dinin lafzi yorumu: Hariciler;

    • ayetlerin zahirine sarılarak,
    • zahiri anlamlardan hareket etmeleri,
    • ayetlerden hüküm çıkarmanın incelikleri bilmemişler ve-veya buna ihtiyaç hissetmeksizin zahir ile iktifa etmişlerdir.
    • Çünkü ilk Hariciler, büyük ölçüde Hz. Ebû Bekr zamanında yapılan Ridde savaşlarından sonra kuzeye yerleştirilen kabilelerin bakiyeleridir.
    • Kûfe’de Abdullah b. Mesud ekolüne bağlı olarak Kur’an’ın hıfzı ve kıraatında “kurra”lığa ulaşmalarına ve temeyyüz etmelerine rağmen, fıkhın inceliklerini ve usul ilminin esaslarını bilmemeleri sebebiyle zahirle yetinmişlerdir.


Sosyal yapı ve değişim: Haricileri bu kanaate sevk eden sebeplerin başında onların sosyal yapıları ve taşıdıkları toplumsal karakter gelir.

  • Sosyal yapı ve değişim: Haricileri bu kanaate sevk eden sebeplerin başında onların sosyal yapıları ve taşıdıkları toplumsal karakter gelir.

  • Aslında onların zahirle yetinmeleri de kendi yaşadıkları sosyal şartlar içinde yadırganacak bir durum değildir.

  • Çünkü onlar çoğunlukla bedevî olan Arap kabilelerindendir. Bedevîleri ise hayvancılık, kısmî ziraat, talan ve yağma gibi basit kaynaklardan geçimlerini sağlamalarından dolayı, onların sosyal yapıları karmaşık değildir.

  • Hadiselere bakış açıları ve çözüm yolları yüzeysel bir karakter taşır. Onları Sıffîn savaşının sonucuna itiraza götüren nedenlerden birisi de, uzun süren savaştan ve dökülen kanlardan sonra galip gelenin ve mağlup olanın belirsiz olması nedeniyle hak ettiklerine inandıkları ganimet mallarına sahip olamayışlarıdır.

  • Çöl hayatının ve ikliminin sert şartları onların sert, katı, inandıklarına veya kendi zorlukları kayıtsız şartsız bağlanan ve onu sonuna kadar müdafaadan çekinmeyen insanlar olarak karakterize etmiştir.

  • Böylesi bir karaktere sahip olan Arap kabilelerinin İslâm ile birlikte bedevîlikten hazerîliğe geçiş süreçleri çok hızlı olmuş, bu hızlı değişimde ilk tepkiyi Haricîliği teşkil eden kabileler vermiştir.



Aslında İslâm Mekke’de doğan ve Medine’de gelişen bir din olarak hazerî, şehirli bir yapıya sahiptir.

  • Aslında İslâm Mekke’de doğan ve Medine’de gelişen bir din olarak hazerî, şehirli bir yapıya sahiptir.

  • Ancak bölgenin sosyal yapısına bağlı olarak, Mekke ve Medine dışındakilerin çoğu bedevî olan Müslüman Araplar, milletler tarihinde 20-30 sene gibi oldukça kısa sayılabilecek bir zaman diliminde büyük bir devlet kurarak geniş bir coğrafyaya hakim hale gelebilmişlerdir.

  • Bilhassa Hz. Ömer devrinde Medain’in feth edilerek Sasanî krallığına son verilmesi, Irak ve Suriyenin feth edilerek Bizans hududunun Doğu Anadolu’ya kadar gerilemesi, Müslümanların yeni ve yabancı kültürlerle temas etmelerine ve onların etnisitesinin çeşitlenmesine, nüfuslarının milyonlara ulaşmasına yol açmıştır.

  • İşte bu yeni karmaşık sosyal yapıda Hz. Peygamber’in etrafında yer alan ve imanlarından asla şüphe edilmeyen ilk halkanın yanında, yeni mühtediler, İslâm’ı yıkmak, bölmek ve parçalamak ümidinde olan münafıklar vs. gruplar da Müslüman cemaatiyle birlikte yaşamaya başlamıştır.

  • Bu birliktelik ve karmaşa bazı sığ görüşlü samimi Müslümanları, toplum içinde bir tasfiye ve temizliğin gerekliliği fikrine götürmüştür.

  • Yani gerçek mü’minlerin birlikteliğinin vurgulandığı saf ve samimi bir Müslüman cemaatinin oluşturulması kaçınılmaz olmuştur. Toplumdaki sosyal değişime tepki olarak bu fikri ilk defa tatbikat safhasına koyanlar da Hariciler olmuştur.



İlk Hariciler ile gerek Hz. Ali gerek Abdullah b. Abbas’ın yaptığı konuşmalar onlardan bir kısmının ikna olarak geri dönmelerini sağlamışsa da, bunlar daha sonra tekrar Hz. Ali’nin saflarından ayrılmışlardır.

  • İlk Hariciler ile gerek Hz. Ali gerek Abdullah b. Abbas’ın yaptığı konuşmalar onlardan bir kısmının ikna olarak geri dönmelerini sağlamışsa da, bunlar daha sonra tekrar Hz. Ali’nin saflarından ayrılmışlardır.

  • Onları ikna yolu ile kazanmayı deneyen Hz. Ali, Haricilerin Abdullah b. Habbab b. el-Eret’i ve hamile karısını öldürmeleri üzerine Şam ordusuna karşı seferden önce bunların bertaraf edilmesine karar vererek Haricîler üzerine yürümüştür.

  • Bu sırada Hariciler de başlarına Abdullah b. Vehb er-Râsıbî’yi seçmişlerdi.

  • Nehrevan (9 Safer 38/658) savaşında Haricîlerin tamamına yakınını öldürülmüştü.

  • Savaştan önce arkadaşlarından ayrılıp Nuhayle’de toplanan Haricîler pişman olup isyan edince bunlar da imha edilmiştir.

  • Çok az sayıda kalan Haricîler, bir suikast planı yaparak Muaviye, Amr ibnu’l-As ve Hz. Ali’yi öldürmeye teşebbüs etmişler; Hz. Ali aldığı yaraların neticesi vefat etmiştir (17 Ramazan 40/661).

  • Hz. Hasan’ın Muaviye ile anlaşarak hilafeti ona devretmesiyle (41/661) başlayan Emevîler döneminde Haricîler pek çok defa devlete isyan etmişlerdir.

  • Kûfe’de Ferve b. Nevfel, Müstevrid, Hayyan b. Zabyân; Basra’da Mis’ar b. Fedekî ve Ebû Bilal Mirdas b. Adiyy’in isyanları bunların en önemlileridir.

  • Abdullah b. Zübeyr’in isyanına ortak düşmanlarına karşı birlikte hareket etmek için katılan Haricîler, isyanın başarılmasından sonra Abdullah’ın kendileri gibi düşünmediğini anlayınca ondan ayrılıp dağılmışlarıdır.



Abdullah’dan ayrılıp Basra’ya gelen Haricilerin bir kısmı şehirdeki kargaşa ortamını fırsat bilerek, Nâfi b Ezrak’ın başkanlığında huruç edip Ehvaz’a çekildiler (64/684).

  • Abdullah’dan ayrılıp Basra’ya gelen Haricilerin bir kısmı şehirdeki kargaşa ortamını fırsat bilerek, Nâfi b Ezrak’ın başkanlığında huruç edip Ehvaz’a çekildiler (64/684).

  • Burada taraftarlarının kendisine samimi olarak bağlandığını düşünen Nafi’nin ortaya koyduğu çeşitli fikirleri taraftarları tarafından kabul edildi. Daha sonra Basra’da kalan arkadaşlarıyla da mektuplaşarak fikirlerini tartıştı.

  • Bu mektuplaşmaların neticesi Haricîlerin belli başlı fırkaları,

    • Ezârika,
    • Sufriyye,
    • İbâdiyye,
    • Necedât ortaya çıkmıştır.
  • Nâfi b. Ezrak Basra civarında faaliyet gösterirken Necde b. Amir Yemame’ye gitmiş, Orta Arabistanda adına nispet edilen bir Haricî devleti kurmayı başarmıştır.

  • Irak coğrafyasında kalan ve fakat Nafî’ye katılmayan Haricîler, bu bölge ile sınır bölgelerinde faaliyet göstermişlerdir.

  • Bunlar, Haricîlerin görüşleri kısmında da ifade edileceği gibi, diğer Müslümanlar ile bir arada yaşama tecrübesi içinde, ilk zamanlardaki katı tutumlarını yumuşatarak çok az sayıda da olsa varlıklarını günümüze kadar ulaştırmayı başarmışlardır.

  • Bugün Haricîler, Uman’da, Tunus ve Cezayir’in merkezden uzak bazı yerleşim birimlerinde ve adalarda hayatlarını devam ettirmektedirler.



Bedevî Hariciler birçok âdet ve göreneklerini unutmamışlar, Kur’an’da Abdullah b. Mes’ud ekolünü benimseyip çoğunluğu “Kurrâ” olmuş takvâ ve verâ sahibi kimselerdi.

  • Bedevî Hariciler birçok âdet ve göreneklerini unutmamışlar, Kur’an’da Abdullah b. Mes’ud ekolünü benimseyip çoğunluğu “Kurrâ” olmuş takvâ ve verâ sahibi kimselerdi.

  • Abdulah b Abbas konuşmak için onların yanına varınca onların uzun süre secde etmekten alınlarının yara olduğunu, dizlerinin ve ellerinin nasırlaştığını ve tertemiz elbiseler giydiklerini gördüğünü nakleder ki bu onların ibadet ve taatte ne kadar ileri derecede olduklarını açıkça göstermektedir.

  • Onlar Kur’an’ın zahiri ile amel edip hüküm çıkarıyorlar, onun ifade ettiği geniş manayı anlamıyorlar, nüzûl sebeplerine bakmıyorlar ve fıkhın inceliklerini bilmiyorlardı.

  • Bu cahilâne tutumları ve yanlış hükme varmaları, Hz. Ali gibi bir kişiye karşı isyan eden ve Abdullah b. Habbab gibi günahsız insanları katleden gözü dönmüş bir güruhu ortaya çıkardı.

  • Onların, dönülmez bir hataya ve tezada düştüklerini Hz. Ali’nin şu sözleri açıkça ifade eder:

  • Benden sonra Haricîlerle savaşmayın. Hakikati talep edip yanılan adamın hali, batılı talep edip de ona nail olanın haline benzemez. Onlar gerçeği arayıp inandıkları akidelerini savunmak için savaşıyorlardı; fakat yanılmışlardır.



Ancak Hariciler içine düştükleri bu zıtlığı görmüyorlar, kendilerini Allah yolunda hicret edenler ve nefislerini Allah için satanlar olarak görülüyorlar, inandıklarına samimi olarak bağlanıyorlardı.

  • Ancak Hariciler içine düştükleri bu zıtlığı görmüyorlar, kendilerini Allah yolunda hicret edenler ve nefislerini Allah için satanlar olarak görülüyorlar, inandıklarına samimi olarak bağlanıyorlardı.

  • Onlar, Kur’an’da “mü’min”, “kafir”, “münafık” olarak belirlenen insan tiplerini sadece “mü’min” ve “kafir” şeklinde ikiye ayırarak toplumdaki münafıkları daha bu dünyada “kafir” addedip, âdeta Müslüman toplumunda kafir avına çıkmışlardı.

  • Onların kendilerini daima haklı gören, kendilerinin dışındakileri hatalı ve kafir sayan zihniyetleri, Hz. Peygamber’e en yakın ve din konusundaki bağlılıkları sabit olan sahabenin büyüklerini bile tekfir etmeye götürmüştür.

  • Onlar İzutsu’nun ifadesiyle meselelere menfî açıdan yaklaşarak Müslüman toplumunda “kim mü’mindir?” sorusunun cevabını aramak yerine “kim kafirdir?” sorusunun cevabını araştırmışlar ve ilk kabul ettikleri sloganik bir prensip olan “lâ hükme illâ lillah” anlayışının sonucu ameli imanın bir cüz’ü kabul ederek nafile ibadetlerin bile terk edilmesini küfür ile itham etmekten çekinmemişleridir.

  • Onlar Kur’an’ın kafir ayrımını daha kesin çizgilerle İslâm çemberi içine almışlar, gerçek kafiri, Müslüman görünen kafirler olarak algılamışlar; bunları ciddi tehlike olarak görerek yok etmeye girişmişlerdi.

  • Böylece onlar, küfür misyonunu tam Müslüman cemaati içine getirdiler.

  • Bu da İslâm cemaatinde anarşiye sebep olmuştur. Artık herkes manen ve maddeten kendilerine gelecek zarardan emin değillerdi. Dahası kafir damgası vurulan kişilerin çoluk çocuğu da emin değildi.



Haricîler yirmi kadar fırkaya ayrılmışlarsa da onların birleştikleri bazı görüşler vardır. Bağdâdî, Ka’bî ve Eş’arî’den naklen onların ittifak ettiği şöyle sıralar:

  • Haricîler yirmi kadar fırkaya ayrılmışlarsa da onların birleştikleri bazı görüşler vardır. Bağdâdî, Ka’bî ve Eş’arî’den naklen onların ittifak ettiği şöyle sıralar:

  • 1- Ali, Osman, iki hakem, Cemel vakasına katılanlar ve hakemlerden memnun olan herkesi telin ederler.

  • 2- Büyük günah işleyen herkesi kafir ilan ederler.

  • 3- Adaletsiz devlet reisine (imam-ı câîr) başkaldırmayı müminler için farz sayarlar.

  • Aralarında küçük farklar olsa bile, Haricîlerin devlet reisliği hakkında da müşterek sayılabilecek görüşleri vardır:

  • 1- Halife sağlıklı bir seçimle başa gelir; seçime bütün Müslümanlar iştirak eder. Halifeye dini ayakta tuttuğu müddetçe itaat edilir; doğru yoldan ayrılınca azli veya katli gerekir.

  • 2- Hilafette ırk ve kabile önemli değildir. Devlet başkanı olma hususunda bütün Müslümanlar eşittir.

  • 3- Halifenin seçimi caizdir; hatta Necedât fırkası, insanların aralarında insaflı davrandıkları müddetçe halifeyi ihtiyaç duyulmayacağı iddiasındadır.



Onların günah işlemeyi kafir sayma hususundaki düşünceleri İslâm cemaatinden ayrılmalarına, kendilerinin dışındaki cemaati kafir saymalarına ve idarecileri devamlı rahatsız etmelerine sebep olmuştur. Delilleri:

  • Onların günah işlemeyi kafir sayma hususundaki düşünceleri İslâm cemaatinden ayrılmalarına, kendilerinin dışındaki cemaati kafir saymalarına ve idarecileri devamlı rahatsız etmelerine sebep olmuştur. Delilleri:

  • Oraya (hacca) gitmeğe gücü yeten herkese Allah için Kabe’yi ziyaret edip haccetmek farzdır. kim inkar ederse şüphesiz ki Allah alemlere muhtaç değildir”.

  • Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.

  • O gün bazı güzler ağaracak bazı yüzler kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denilecektir iman ettikten sonra inkar mı ettiniz. O halde tadın azabı”.

  • Fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardır.

  • Görüldüğü gibi bu tavır, metinlerin dış görünüşlerine saplanmaktan ibarettir.

  • Ayetlerin çoğu Mekke müşriklerini anlatır, hükümler onlara aittir. Hac hakkındaki âyette ise, hacca gitmeyen değil, haccı inkar eden kâfir olarak adlandırılır.

  • Buna rağmen Hariciler ayetlerin zahirine bağlı kalarak günah işleyenin küfrüne hükmetmişler ve bazı ayetlere istinaden, hak yola gelinceye kadar onlarla savaşmayı vacip kabul etmişlerdir.

  • Onlar için hak yol ise, insanların kendi saflarına katılmalarından ibarettir.



Nafi b. el-Ezrak (68/680)’a tabi olan ve bir arada hareket ederek, görüşlerini karargahlarının dışına taşıyamayan bir grup olarak kalmışlardır. Başlarında Katarî b. Fucâe’ bulunurken Emevî valisi Muhalleb b. Ebî Sufra tarafından ortadan kaldırılmışlardır(77/696).

  • Nafi b. el-Ezrak (68/680)’a tabi olan ve bir arada hareket ederek, görüşlerini karargahlarının dışına taşıyamayan bir grup olarak kalmışlardır. Başlarında Katarî b. Fucâe’ bulunurken Emevî valisi Muhalleb b. Ebî Sufra tarafından ortadan kaldırılmışlardır(77/696).

  • Görüşlerini şöyle sıralamak mümkündür:

  • Tahkimi kabul etmekle Hz.Ali kafir oldu. Osman, Talha, Zübeyr, İbn Abbas, Aişe ve onlara tabi olan sahabeler kafirdir, ebediyen cehennemliktir.

    • Bakara 204. ayetin Hz. Ali hakkında;
    • Bakara 207. ayetin Abdurrahman b. el-Mülcem hakkında nazil olmuştur.
  • Din hususunda görüş birliğinde olsalar bile kendileriyle birlikte savaşa katılmayıp, evlerinde oturan kaade (ç. kuûd) kafirdir; onların bulunduğu yerler dâru’l-küfürdür. Nisa 4/77 ve Maide 5/54. ayetleri

  • Muhaliflerin çocuklarını ve kadınlarını öldürmek caizdir. Nuh 71/26-27. ayetler Buna binaen onlar, müşriklerin çocuklarının da babalarıyla birlikte cehennemlik olduğunu kabul ederler.

  • Zani’den recmi kaldırırlar; çünkü Kur’an’da recme dair bir ayet yoktur.

  • Sözde ve hareketlerde korkmak, sakınmak, yani takiyye haramdır.

  • Peygamberlerin küçük veya büyük günah işeyebileceğini kabul ederler.

  • Fetih 2. ayet

  • Büyük günah işleyenler kafirdir ve ebediyen cehennemliktir.



Necde b. Amir el-Hanefî (69/688-89)’ye tabi olanlardır. Nafi ile kuûd ve takiyye hakkında ihtilafa düşen Necde, taraftarlarıyla Yemâme’ye geçti. Burada bağımsızlığını kazanıp, kısa süreli küçük bir emaret kurmayı başardı. Onun yönettiği bir halkın bulunması, görüşlerinin daha ılımlı olarak şekillenmesine yol açtı.

  • Necde b. Amir el-Hanefî (69/688-89)’ye tabi olanlardır. Nafi ile kuûd ve takiyye hakkında ihtilafa düşen Necde, taraftarlarıyla Yemâme’ye geçti. Burada bağımsızlığını kazanıp, kısa süreli küçük bir emaret kurmayı başardı. Onun yönettiği bir halkın bulunması, görüşlerinin daha ılımlı olarak şekillenmesine yol açtı.

  • Necdiyye’nin görüşlerini şöyle hülasa etmek mümkündür:

  • Takiyyeyi caizdir. Ali İmran 2/28 ve Mü’min 40/28

  • Kuûd kendilerindendir. Ancak imkan varsa cihad oturmaktan daha üstündür. Nisa 4/95-96.

  • Din, Allah’ı ve Rasul’ünü tanımaktır, yani icmalî iman yeterlidir.

  • İcmalî imanın dışında, dinde fürû’da içtihadı caizdir.

  • Buna bağlı olarak kendi taraftarlarını doğrudan tekfir etmek yerine onların Allah tarafından affedilebileceğini savunan Necde, onların kanını dökmeyi de haram kabul eder.

  • Kendilerinin dışındaki diğer Müslümanlarla karşılıklı ilişkiye girmek caizdir. Kendileriyle savaşmayan Müslümanların kanını dökmek de haramdır.

  • Onun görüşleri hayatına mal olmuştur.

  • Ona karşı çıkanlardan bir kısmı Sicistan’a giderken, bir kısmı onu öldürüp, yerine Ebû Fudeyk’i seçmiş, bir kısmı da ona bağlı kalmayı sürdürmüştür.



  • Abdullah b. İbâd(?)’a tabi olanlardır.

  • Ehl-i kıble’den kendilerine muhalif olanlar müşrik olmayan kafirlerden sayılır. Onlarla evlenmek ve yalnız harp zamanına mahsus olmak üzere silah ve malları ganimet olarak almak caizdir. Bunların yurdu -hükümdarların karargâhı müstesna olmak şartıyla- İslâm yurdudur.

  • Büyük günah işleyen mü’min değil muvahhiddir. Mü’min olmayışı amelin imana dahil edilmesindendir. Tövbe ederse cehennemde ebedi olarak kalmaz.

  • Büyük günah işleyen küfr-ü nimet içindedir. Bu nedenle isti’râz caiz değildir.

  • Kuûd’un oturması caiz ise de savaşması efdaldir.

  • İmamların Kureyş’ten olması şart değildir. İmamet konusunda liyakat sahibi her Müslüman eşit haklara sahiptir. İmam serbest seçim ile iş başına gelir.

  • İman, ikrar, amel, niyet, sünnete uymak, imanda hiç kimse için illet tanımamak, hevaya meyletmemek ve takvaya uymaktır.

  • Kur’an’ın mahluk olduğuna inanırlar.

  • Kulun fiilini Allah yaratır, kul fiilinin kâsibidir.

  • Allah’ı teşbihten kaçınırlar, “Rahman arşa istivâ etmiştir” ayetini: O hüküm, saltanat ve yapma kudretine sahiptir, aynı zamanda her yerdedir. Bu Onun kudretini gösterir, şeklinde anlarlar. Sıfatları izaha girişmezler.

  • Ru’yetullah’ı reddederler.

  • Kafirlerin çocuklarını kafir sayma, nifakın şirk olup olmaması hususlarında çekimserdirler.



Cemaat kavramını siyasi anlamda kullanarak cemaatin önemini göstermişleridir

  • Cemaat kavramını siyasi anlamda kullanarak cemaatin önemini göstermişleridir

  • Devlet yönetimi konusunda Kur’an’ı esas alarak liyakat sahibi müslümanların eşitliğini savunmada öncülük etmişlerdir.

  • Müslümanların yaşadıkları yer “Dar” le ilgili kavramları siyasi bir içerikle kullanmışlarıdır.

  • Lafzi din anlayışının menfi sonuçlarını sergilemişleridir.



Yüklə 497,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə