Harezmşah-Selçuklu-Eyyubi Süleyman Özbek özet



Yüklə 192 Kb.
tarix07.08.2018
ölçüsü192 Kb.
#60972

ORTA-DOĞU’NUN ŞEKİLLENMESİNDE ROL OYNAYAN MOĞOL İSTİLASI VE KARŞI İTTİFAK ÇABALARI

(Harezmşah-Selçuklu-Eyyubi)

Süleyman ÖZBEK*

Özet:

XIII. yüzyılın ilk yarısı Türk - İslam aleminin en karışık olduğu bir devreyi ihtiva eder. Bu zaman dilimi içerisinde gelişen pek çok olay, daha sonraları Orta-Doğu’nun siyasi haritasında yeni şekillenmelere sebep olmuştur. Bunlardan birisi de Cengiz Han’a bağlı Moğol kuvvetlerinin 1220’li yıllarda İslam beldelerine doğru başlattığı istila girişimidir. Karşısına çıkan bütün mukavemet güçlerini adeta bir kasırga gibi yerle bir eden Moğollar etrafa korku ve dehşet saçarak bir sonraki hedeflerine emin adımlarla ilerlemişlerdir. Türk İslam devletleri Moğollara karşı mücadele azmini yitirmiş ve psikolojik çöküntü içerisine düşmüştür. Bu dönemde İslam aleminde Moğollara karşı mücadele edebilecek sadece birkaç devlet vardır ki bunlar arasında Harzemşahlar, Türkiye Selçukluları ve Eyyubiler ön plana çıkar. Bu devletler Moğollara karşı ise güçlerini birleştirerek ortak bir güç birliği oluşturmak yerine, hırs ve çıkara dayalı kısır mücadelelere girmişlerdir. Bunun sonucunda bütün Orta-Doğu coğrafyası Moğol istilasına maruz kalarak kan ve gözyaşına boğulmuştur.



Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, Moğol İstilası, Türkiye Selçukluları, Harezmşahlar, Eyyubiler, İttifak Çabaları
THE MONGOL İNVASİON THAT PLAY A ROLE İN THE SHAPİNG OF

THE MİDDLE EAST AND THE EFFORTS OF THE ALLİANCE

(Khorezms-Seljuks-Ayyubids)
Summary:

The first half of the 13 century comprises most of a complicated circuit of turkısh-islamic world. Many events developing in that time frame , afterwards has led to the formation of new in the Middle East's political map. One of them is the initiative of invasion towards to islam town in 1220 by the Mongol force that connected to Genghis Khan . Mongols who destroyed like a hurricane against all resistance forces, progressed their next goals with confident steps with fear and terror. Turkey- Muslim states has lost its determination to fight against the Mongols and has fallen into psychological depression. . During this period,in the Islamic world there are only a few States that can fight against the Mongols and among these Anatolian Seljuks,Khorezms and ayyubids,come to the fore. These states,instead of creating a joint force to work against Mongols,entered into a vicious struggle that is based on ambition and interests. As a result of this,region of middle-east being exposed the mongol invasion has overwhelmed blood and tears.


Keywords: Middle East, the Mongol Invasion, Turkey Seljuk, Khorezm, Ayyubids, Alliance Efforts
* * *

Alâaddîn Keykubâd'ın tahta çıktığı yıllar, Orta-Doğu coğrafyasının büyük bir karşıklığa gebe olduğu zamandır. Orta-Asya'dan hareketle karşısına çıkan bütün güçleri ezip geçen Cengiz Han idaresindeki Moğollar, büyük bir süratle İran'ı geçerek Anadolu ve Kuzey Suriye'ye ulaşmışlardı. Bu acımasız istilâ orduları karşısında ister istemez korkuya kapılan Alâaddîn Keykubâd, derhal Selçuklu sınır boylarında savunma önlemleri almaya yönel­di. O, bir taraftan Moğol istilâsına karşı sınır boylar­ında gerekli siyasî ve askerî önlemleri alırken, bir tarafdan Sivas, Kayseri ve Konya gibi büyük şehirlerin surlarını tamir ve tahkîm ettirmeyi ihmal etmedi (1). Alınan bütün bu tedbirler, Alâaddîn Keykubâd'ın Moğollar ve onların askerî güçleri hakkında pek çok bilgi topladığı ve onlar­dan gerçekten çekindiği kanaatini uyandırmaktadır.

Selçuklu sultanı Keykubad gibi Moğol tehlikesinin farkında olan bir başka siyasi teşekkül ise Abbasi Halifeliğidir. Abbasî halifesi en-Nâsır Lidînillah, yaklaşmakta olan Moğol tehdidine karşı İslam birliğini sağlamak ve ortak askeri bir güç oluşturmak amacıyla 616 / 1219-1220 ve 623 / 1226 senelerinde başta Selçuklular ve Eyyubiler olmak üzere bölgedeki İslam devletlerine elçi heyetleri gönderdi (2).

Bu bağlamda Selçuklu devletine gelen Abbasi elçisi Muhyiddîn İbnü'l-Cevzî, yaklaşmakta olan Moğol istilası sebebiyle hilafet merkezi Bağdat'ı korumak için Halifenin müslüman devletlerden bir ordu kuracağını Selçuklu sultanından da bu ordu için 2.000 asker taleb ettiğini bildirdi. Bu taleb karşısında Keykubâd, Hilafet elçisine, “Moğolların bir sel gibi önlerine çıkan her şeyi yakıp yıktıklarına işaret ederek, Moğollarla savaşmak yerine dostluk ilişkilerinde bulunmanın daha doğru olacağını, kendisinin de bu siyase­ti izleyeceği” tavsiyesinde bulundu. Bu düşüncesine rağmen, Halifenin talebini geri çevirmeyen Selçuklu sultanı, Malatya subaşısı Bahâeddîn Kutluğca idaresinde Anadolu'nun kadîm sipahilerinden seçme 5.000 süvariyi bir yıllık erzak ve silahları ile Bağdat'a gönderdi (3). Bu kuvvetler henüz Erbile ulaştımışlardı ki, Abbasî halifesinden yeni bir haber geldi. Halife, Moğol ordularının İran'a geri döndüklerini ve tehlikenin şimdilik geçtiğini beyan ederek Selçuklu askerlerine ihtiyaç kalmadığını bildiriyordu. Bu durum karşısında Bahâeddîn Kutluğca durumu Alaaddin Keykubad’a rapor ederek Mal­atya'ya geri döndü(4).

Alâaddîn Keykubâd, Halifelik elçisine yapmış olduğu Moğollara karşı temkinli ve tedbirli politika takip edilmesi tavsiyesini bizzat kendisi de tatbik etmek için komşu devletler ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştığını görüyoruz. Ancak Selçuklu Sultanı, Moğollarla tek başına mücadele edemiyeceğinin bilincinde olarak, komşu devletlerden bu konuda kendisine yardımcı olacak müttefikler aramaya başladı. Bölgedeki devletler arasında bu konuda yardım alabileceği en önemli siyasi oluşum Suriye’de hakim unsur olan Eyyubiler idi. Ancak Keykubad’ın bu konuda işi hayli zordu. Nitekim kısa bir süre önce selefi I. İzzeddin Keykavus zama­nında Eyyubilere karşı yapılan Haleb seferi iki devlet arasındaki ilişkileri bozmuştu. Eyyubilerle iyi ilişkiler kurmak için derhal harekete geçen Keykubâd, kısa zamanda bir taraftan Halep Eyyûbî hükümdarı el-Melikü'z-Zâhir Gazi'nin dostluğunu kazanarken, diğer taraftan da Ahlat Eyyûbî melîki el-Eşref'e bir elçi göndererek iki devlet arasında dostluk ve iyi ilişkiler kurmak istediğini bildirdi. Keykubad’ın bu samimi talepleri Eyyubiler cenahında memnu­niyetle karşılandı (5).

Aslında bu dönemde Anadolu ve Suriye coğrafyasında siyasi şartlar bölge devletlerini birbirleriyle yakın ilişkiler kurmaya mecbur bırakıyordu. Şöyle ki; Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’l-Adil Seyfeddin'in 615/1218 yılında ölümü üzerine Eyyubi hanedan üyeleri arasında bir hâkimiyet mücadelesi başlamış ve Eyyubi melikleri bu mücadele esnasında hakim oldukları bölgeyi ve kendilerini koruyacak güçlü bir müttefik arama yoluna gitmişlerdi. Buna göre; Ahlat sahibi el-Melikü’l-Eşref Musa, Dımaşk hâkimi el-Melikü’l-Muazzam'a karşı, Mısır Eyyubi hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil Muhammed'le işbirliğine girmiş ve bu ittifaka kısa sure sonra sonra Meyyafarikın sahibi Şihabeddîn Gazi de katılmıştır. Bunun üzerine bölgede yalnız kalan Dımaşk hakimi el-Melikü’l-Muazzam, kendisni korumak için Moğollar önünden çekilerek Azerbaycan'a gelen Celâleddîn Harezmşâh ile 622/1225 yılında irtibata geçerek diğer Hanedan üyelerine karşı yeni bir ittifak cephesi oluşturdu(6).

Bölgede değişen şartların icabına göre bazen Eyyûbîleri bazen de Selçukluları metbu tanıyan bölge hakimlerinden Hısn-ı Keyfâ Artuklu meliki Rükneddîn Mevdud, Mardin Artuklu meliki Nasreddîn el-Artukî ve Erbil hâkimi Muzafferüddîn Gökböri de el-Melikü’l-Muazzam ile Celâleddîn'in oluşturduğu ittifaka dahil oldular (7). Bu yeni ittifak grubuna karşı bölgede tehdid altında kalan Ahlat hakimi el-Melikü’l-Eşref, bu ittifakı bozmak ve bölgedeki diğer Eyyûbî hükümdarlarını Celâled­dîn'e karşı uyararak onları kendi yanına çekebilmek için büyük çaba sarfettiyse de umduğu yardım ve desteği alamadı (8). Bu durum karşısında müttefikler karşısında yalnız kalan el-Eşref, Selçuklu devletinden gelen ilişkilerini dostluk ve işbirliği isteğini memnuniyetle kabul ederek 623/1226 yılında Selçuklu sultanına bir elçi heyeti gönderdi.

Gerçekte Alâaddîn Keykubâd, Celaledîn Harezmşah’ın bölgeye gelmesinden rahatsız olmakla birlikte Moğollarla araya bir tampon devlet gireceği için önceleri ses çıkarmamıştır. Ancak kısa süre sonra bölgede ortaya çıkan yeni gelişmeler ve kurulan geniş çaplı ittifak girişimlerinin zamanla Selçuklu devletine zarar vermesinden de endişelenmektey­di (9).

Güney-Doğu Anadolu'da Eyyubi Hanedanına bağlı bazı meliklerin Celâleddîn Harezmşah’ı metbu tanıyarak onun adına hutbe okutması, bölgeden hayli uzakta olan Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Kâmil Muhammed'i de rahatsız etmişti. Bunun yanında Celâleddîn'in 622/1225 yılında başta el-Melik Kâmil ve el-Melik Eşref olmak üzere diğer Eyyûbî hükümdarlarına da birer mektup göndererek, kendisine tabi olmaları hususunda onları tehdid etmesi de, el-Kâmil’i çileden çıkarmıştı (10). Bu sebeble el-Kâmil, yeni bir Haçlı seferine hazırlan Kutsal Roma Cermen İmparatoru II. Friedrich'e bir anlaşma teklifinde bulundu. Buna göre, Friedrich Suriye'ye geldiğinde Mısır'a saldırıda bulunmaya­cak, el-Kâmil de, Friedrich'in Suriye'de yerleşmesine yardımcı olacak ve ses çıkarmayacaktı (11). el-Kâmil’in müslümanlara karşı Hrıstiyan aleminden yardım istemesinin altında yatan asıl gaye, Celâ­leddîn ile ittifak yapan el-Muazzam'a karşı bölgede tampon bir güç oluşturmaktan başka bir şey değildi. Ne var ki, Alman İmparatoru Friedrich anlaşmaya uymamış ve kendisi İtalya’da kalarak, Bavyera Dükü Ludwig kumandasında Suriye’ye gönderdiği Haçlı ordusu Mısır üzerine saldırıya geçmiştir. Eyyûbîler karşısında bozguna uğrayan ve esir düşen pek çok Haçlı asili, ancak fidye ödeyerek ülkelerine dönebilmişlerdir (12).

Suriye’de bu olaylar olurken Azarbaycan bölgesine yerleşen Celaleddin Harezmşah’da Kirman'da çıkan bir isyan sebebiyle bölgeden ayrılmıştı (13). Bu durumdan yararlanan Keykubâd, Selçuklu itaatinden çıkarak Celaleddin tabi olan Hısnı Keyfa Artuklu meliki Rükneddin Mevdud’u cezalandırmak üzere harekete geçti. Şaban 623/ Temmuz-Ağustos 1226'da Emîr-i çaşnigîr Mübarizüddîn Çavlı'yı, Mevdud'un elinde bulunan Kâhta üzerine gönderirken, Emîr Esedüd­dîn Ayas'ı da başta Hısn-ı Mansur ve Çemişkezek olmak üzere Mevdud'un elinde bulunan diğer kaleleri ele geçirmekle görevlendirdi (14). Zor durumda kalan Rükneddîn Mevdud, derhal Eyyubi meliki el-Eşref'ten Keykubad ile arasında arabulucu olmasını istedi. Bu talep üzerine el-Eşref, Selçuklu sultanından harekata son vermesini ve ele geçirdiği kaleleri Mevdud'a geri vermesini istedi. Gerçekte Harezmşah ve Dımaşk hakimi ile ittifak yaptığı için Mevdud’un cezalandırılmasını bizzat el- Eşref istemişti. Bu iki yüzlü oyununa çok kızan Alâaddîn Keyku­bâd, "ben el-Eşref'in bir naibi miyim ki bana emir veriyor " diyerek, el-Eşref'in isteğini geri çevirdi. Bunun üzerine el-Eşref, Keykubad ile yaptığı ittifakı sonlandırarak, Kahta’ya yardım için 10 bin süvari gönderdi. Fakat yapılan savaşta müttefik Artuklu ve Eyyûbî orduları yenildi (15). Yardım beklentileri boşa çıkan Kahta müdafileri bir süre sonra emir Mübarizüddîn Çav­lı'ya elçi göndererek canlarına ve mallarına dokunulmamak şartıyla kaleyi teslim ettiler (16). Rükneddîn Mevdud ise, yeni hâmisi Celâleddîn'in Kirman'a gitmesi, el-Eşref'in de Keykubâd karşısında aciz kalma­sı karşısında durumunu tekrar gözden geçirdi. Selçuklu sultanı adına hutbe okutacağını, her yıl vergileri munta­zam ödeyeceğini ve gerekli hallerde de her türlü hizmeti yerine getireceğini taahhüt etti (17).

Alâaddîn Keykubâd'ın Moğollara karşı müttefik arayışı içerisinde olduğu bir dönemde el-Eşref Musa ile arasının bozulmasına neden dikkat etmediği düşünülebilir. Gerçekte Keykubad, bir müttefikten bulmaktan ziyade, öncelikle kendi ülkesinin sınırlarını emniyet altına alması gerektiğine inanıyordu. Bu sebeble bölgede bir nevi merkez karakol durumunda olan Kâhta ve Amid gibi müstahkem kaleleri ele geçirerek buralarda güçlü bir savunma hattı kurmak istiyordu. Ayrıca daha önce kendisine tabi bir hükümdar iken itaattan ayrılarak Celâleddîn Harezmşah ve Eyyûbîler safına geçen Hısn-ı Keyfâ Artuklularını tekrar kendisine bağlayarak, Moğollar ile arasına da bir tampon devlet yerleştirmiş oluyordu.

Alâaddîn Keykubâd, bütün bu yaşanan olumsuzluklara rağmen Anadolu kapılarına dayanan Moğol tehlike­sine karşı güçlü bir müttefik olarak el-Eşref Musa ile arasını düzeltmek için harekete geçti. Ancak, el-Eşref'in yanında diğer Eyyûbî meliklerinin özellikle de Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Melikü'l-Kâmil'in dostluğunu ve desteğini kazanmanın gerektiğini biliyordu. Bu sebeble, 1227 yılında Dımaş hâkimi el-Melikü'l-Muazzam'a bir elçi göndererek, ara­larında geçen mücadeleleri unutmak ve dostluk kurmak iste­diğini bildirdi. Bunun yanında bir süre önce vefat eden Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Adil Seyfeddin'in kızı ile evlenerek bu dostluğu daha da kuvvetlendirmek istediğini bildirdi. Eyyûbî tarafının da meseleye olumlu yaklaşması üzerine bir Selçuklu heyeti, Dımaşk'a giderek gerek­li hediyeleri takdim ettikten sonra, karşılıklı anlaşma gereği nikah akdini yerine getirdi. Alaaddin Keykubâd, bu evlilikten doğan oğlu İzzed­dîn Kılıç Arslan'ı da hayatının son zamanlarında kendi­sine veliahd olarak tayin etti (18). Böylece Selçuklu sultanı Moğollar karşısında güney sınırlarını emniyete almayı başarmış, sıra doğu eyaletlerini de Celaleddin Harezmşah ile kuracağı bir ittifak ile emniyet altına almasına gelmişti.

Gerçekte Moğollar önünden kaçarak Azarbaycan'a gelen Celâled­dîn Harezmşâh da kendisini emniyet altına almak istiyordu. Bu amaçla, 1225 yılı Temmuz ayında Alâaddîn Keykubâd'a bir elçi gönderdi. Celâleddîn, Selçuklu sultanını “Alâu'd'-dünyâ ve'd-dîn Muizzü'l-İslâm ve'l-Müslimîn, sultân-ı gâzi ve garb ülkelerinin şehinşâhı” gibi süslü lakaplar ile övdükten sonra, iki büyük mücahid hükümdarın güçlerini birleştirerek küffara karşı birlik halinde İslamı müdafaa etmeyi teklif ediyordu (19). Bu teklif Selçuklu canibinde memnuniyetle karşılanmıştı. Ayrıca, yapılan ikili görüşmeler sonucunda kurulacak bu ittifakı perçinle­mek için Celâleddîn Harezmşâh'ın kızı ile Alâaddîn Keyku­bâd'ın oğlu Gıyâseddîn Keyhûsrev'in evlendirilmelerine de karar verilmiştir (20).

Celâleddîn Harezmşâh'ın, Azerbaycan'a gelir gelmez kendisini emniyet altına almak için Selçuklu sulta­nı ile ittifak kurma çabası önemlidir. Niteki O, bu ittifakı isterken İslam dinini ve bu dinin bir gereği olan cihad farizasını öne sürmeyi de ihmal etmiyordu.

Alâaddîn Keykubâd açısından bu ittifak Moğol istilâsının Anadolu kapı­larına dayandığı bir bulunmaz bir fırsat olmuştur. Keykubâd, her ne kadar dara düşmüş bir İslam hükümdarına yardım etmeyi inancının bir gereği sayıyor olsa da, gerçekte siyasî çıkarlarını da ön planda tutmayı ihmal etmedi. Bu sebeble O, Harezmşâhların Azer­baycan'da yurt tutarak yerleşmesi durumunda kendisi ile Moğollar arasında tampon bir bölge oluşturmuş olacaktı. Nitekim bu siyaset sadece Selçuklular tarafından benimsenmemiş, bölgedeki diğer İslâm devletleri de Celâleddîn Harezmşah’ı kendi­leri ile Moğollar arasında bir tampon devlet olarak görmek istemişler ve siyasetlerini bu yönde belirlemişlerdir (21).

Harzemşahlar ile ittifaka büyük önem veren Selçuklu sultanı, iki devlet arasındaki ilişkileri geliştirmek ve güçlendirmek için Celaleddine bir kaç defa elçi heyeti göndermeyi ihmal etmedi. Nitekim 1226 yılında gönderilen Selçuklu elçi heyeti, Harezmşâh hükümdarına hediye olarak 10.000 Sultani altın, 30.000 dirhem gümüş, Kıpçak, Rum, Rus vs. asıllı cariye ve kölelerin yanında cins atlar ile çeşitli hilatler götürürken, Sultan Alaaddin’in, karşı tarafça yapılacak her türlü yardım talebinde, tered­dütsüz yardıma hazır olduğu bildiriliyordu (22). Ancak Selçuklu tarafının bütün bu iyi niyetine rağmen Celâleddîn'in veziri Şerefü'l-Mülk, Selçuklu elçi­sinden sert bir dille "Harezmşâh sultanının Moğol istilası­na karşı koymak için bütün hazinesini harcadığını, elinde bir kılıçtan başka bir şeyi kalmadığını bu sebeble Sel­çuklu sultanının Haremşâh Celâleddîn'e para yardımında bulunmasını " istedi (23). Nesevî Harezmşâh vezirinin Selçuklulardan bu şekilde para talebinin yanlış olduğuna işaret ederek, bunun daha münasip ve doğru olanının para yerine asker ve silah istemek olacağını kaydeder. Bize göre bu talebin altında yatan asıl amaç, Anadolu ve Suriye üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen Celâ­leddîn'in böyle bir talep ile yıllık vergi verilmesini ve tâbiyeti kastetmiş olmasıdır. Nitekim kısa bir süre sonra Ahlat'ı ele geçiren Celâleddîn, civar beldelere yazdığı fetihnamelerde sıranın Anadolu ve Suriye'ye geldiğini açıkça ifade etmekten hiç çekinmemesi de bunu doğrulamaktadır (24).

Alaaddin Keykubad’ın Moğollara karşı bütün olumsuzlukları göğüsleyerek oluşturduğu bu ittifak fazla uzun sürmeyecek ve Celaleddin Harezmşah’ın hırsına ve tamahına kurban gidecektir. Celaleddin Harezmşah, kısa sure sonra komşu devletlere karşı saldırgan bir tutum içerisine girmesiyle başta Selçuklu sultanı Alâaddîn Keykubâd ve Mısır Eyyubi hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil olmak üzere bölgedeki bütün İslam hükümdarların tepkisini çekecektir.

Komşu İslam hükümdarlarının bütün ikazlara rağmen saldırgan tutumunu devam ettiren Celaleddin, Önce 621/1224 yılında Bağdat Abbasî halifesine ait topraklara da bir seferde bulunarak, Bağdat ve civarını tahrip etti (25). Onun Orta­çağ İslam devletleri ananesine göre kutsal sayılan hilafet müessesesine saldırıda bulunması ve yağmal­aması İslâm âlemi tarafından nefretle karşılandı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Celâleddîn Harzemşah’ın, 623/1226 yılında Eyyubilere ait Ahlat şehrini ele geçirmek amacıyla acımasız bir kuşatma gerçekleştirmesi ise bardağı taşıran son damla oldu. Celâleddîn Harezmşâh'ın doğu sınırlarında faaliyet­lerini artırarak bölgede tehdit unsuru haline gelmesi üzerine komşu İslam hükümdarları Celâleddîn'e karşı dostane tavırlarını değiştirerek mesafeli bir politika izlemeye başladılar.

Başta Selçuklu sultanlığı olmak üzere bölgedeki İslam devletlerinin kendisine karşı tavır değiştirdiğini farkeden Celâleddîn’de, üzerindeki Moğol baskısının da tesiriyle yönünü Anadolu içlerine çevirerek Ağustos-Eylül 1229'da stratejik bir öneme sahip olan Ahlat’ı muhasara etti (26). Alâaddîn Keykubâd, Celâleddîn Harezmşâh’a bir elçi göndererek, Ahlat muhasarasını kaldırmasını ve Moğollar ile de barış yapmasını istedi. Bu barışın temini için kendisine yardımcı olacağını, tavsiyelerine uyacak olursa Celâleddîn'e para ve asker yardımında bulunacağını, aksi takdirde ona karşı tavır almak zorunda kalacağını bildirdiysede bir sonuç alamadı. Şiddetli kuşatma ve saldırılar nedeniyle şehirde kıtlık başgöstermiş, Halk yaşanan açlık sebebiyle kedi ve köpekleri dahi yemeye başlamıştı. 15 Nisan 1230'da Ahlat'ın ele geçirildi. Harezmşâh sultanı, bir İslam beldesi olmasına rağmen Ahlat’ın üç gün boyunca yağmalanmasına müsaade etti (27).

Ahlat'tan dönen Selçuklu elçilerinin Celâleddîn hakkındaki intibaları ve Celâleddîn'in Ahlat'ın fethini müteakip civar beldelere gönderdiği fetihnamede "Sultan, kendisine miras kalan toprakları genişletti. Artık şimdi Suriye ve Anadolu’nun Sultanın eline geçmesi an meselesidir" (28) satırlarıyla sıranın Suriye ve Anadolu'ya geldiğini açık bir biçimde ifade etmesi üzerine Alâaddîn Keykubâd, Celaleddin ile mücadeleye karar verdi. Keykubâd, Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Meli­kü'l-Kâmil'e bir elçi göndererek, Celâleddîn'in Suriye ve Anadolu üzerindeki emelleri hakkında tafsilatlı bilgi verdi. Daha sonra da yaptıkları ittifak gereği Eyyûbîlerin harekete geçmesini istedi. Celaleddin’in bölgede bir sorun haline geldiğini düşünen el-Melikü'l- Kâmil de, yanında Eyyûbî hanedanına mensup emirlerden el- Melikü'l-Eşref, el-Melikü'l-Cevâd, el-Melikü'l-Muzaffer Gâzi, el-Melikü'l-Mugîs ve el-Melikü'l-Azîz olduğu halde Keykubad ile buluşmak üzere büyük bir orduyla Rahbe'ye kadar geldi. Ancak, Mısır'a yeni bir Haçlı saldırısının haberini alınca el-Eşref'i yaklaşık 10 bin kilşilik bir kuvvetle Anadolu’ya göndererek süratle Mısır'a döndü (29).

Celâleddîn Harezmşâh ise, Ahlat'ın zaptından sonra zafer sarhoşluğu içerisinde hareket ederek, askerlerinin büyük kısmını Azerbaycan ve Karabağ'a göndermiş idi. Müttefik Selçuklu ve Eyyûbî kuvvetlerini durdurmak amacıyla harekete geçen Celâleddîn, kendi­sine katılan Erzurum melîki Cihanşâh ile birlikte Sivas'a doğru yola çıktı. İki ordu 28 Ramazan 627 / 10 Ağustos 1230'da Erzincan yakınlarındaki Yassı Çemen denilen ovada savaşa tutuştu. Şiddetli cereyan eden savaşın ilerleyen zamanlarında Harezm ordusunda dağılma belirtisi ortaya çıktı. Beklemediği bu durum karşısında şaşkına dönen Celâleddîn, savaş alanını terkederek kaçmayı tercih etti (30). Selçuklu ordusu sayısız ganimet ve esir elde etti. Harezm ordusundan kaçanlardan bir kısmı Trabzon Rum devletine sığındı. Fakat, gerçekte Celâleddîn Harezmşâh'ın tabiyetini tanıyan Trabzon Rum İmparatoru, mülteci Harezm askerlerini hoş karşılamadı. Hatta Rum İmparatoru bunlardan pek çoğunun Rumlar tarafından katledilmesine dahi göz yumdu (31).

Celâleddîn Harezmşâh, Yassı Çemen savaşından sonra önce Harput'a oradan da Ahlat üzerinden Azerbaycan'a geçti. Buradan Alâaddîn Keykubâd'a ve el-Eşref'e elçiler göndererek, hatalarından dolayı duyduğu pişmanlığı dile getiren Celâleddîn, tekrar dostluk tesis etmek istediğini bil­dirdi. Moğol tehlikesinin Anadolu kapılarına dayan­dığı bir sırada Celâleddîn Harezmşâh'a karşı takip edilecek düşmanca bir siyasetin taraflara hiç bir fayda sağlamıyacağını düşünen Keykubâd, bu dostluk ve sulh tekli­fini olumlu karşıladı. Yapılan anlaşma gereği eskiden olduğu gibi tarafların sahip oldukları bölgelerde birbirlerinin hâkimiyetlerini tanımalarına karar verildi (32).

Celâleddîn, Azerbaycan'da kalarak kuvvetlerini tekrar toplamak istedi. Fakat bu istekleri İslâm devletleri tarafından hiç itibar görmeyen Celâleddîn, gerek Moğol saldırıları gerekse kendi adamlarının ihanetleri yüzünden yorgun ve bitkin bir halde, Eyyûbî hükümdarı el-Melikü'l-Eşref'e sığınmak üzere Azerbaycan'dan ayrıldı. Ne varki talihi bu seferde kendisine gülmeyen Celâleddîn, Meyyafarikın yakınlarında kürtler tarafından pusuya düşürülerek öldür­üldü (33).

Celaleddîn'in Anadolu'da gerçekleştirdiği hatalı faaliyetler hakkında B. Spuler'in şu teşhisi gayet isa­betlidir: "Sert ve asker huyu onun siyasal akıl ve tedbirini elinden almış olduğundan, hükümdarlar arasında bir ittifak yapıp Moğollardan korunmasını bilemedi"(34). Ancak bütün hatalarına rağmen İslam kaynakları Celaleddin’den sitayişle bahsederler. Celâleddîn'in ölümü üzerine el-Eşrefin "O Moğollar ile bizi aramızda Ye’cüc ile Me’cüc kavmi gibiydi. O sed yıkıldı. Şimdi Moğollar İslâm memleketlerine saldıracaklardır" sözleri, zamanın idarecilerinin tehlikenin farkında olmalarma rağmen ittifak yerine savaşı tercih ettiklerini de göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır35. Gerçekten de gerek Moğollara karşı gerekse Hristi­yan Haçlı ordularına karşı ittifak halinde mücadele etmeleri gereken İslam kuvvetlerinin bu şekilde birbirler­iyle mücadeleye girişmeleri Orta-Doğu coğrafyasını uzun yıllar sürecek bir karışıklığın kucağına atmıştır.

Yassı Çemen savaşından sonra başsız kalan Harezmli askerler, böl­gede yağma ve tahribatta bulunuyorlardı. Selçuklu sultanı, bölge idarecilerine gönderdiği talimatla Harezm emirlerine sert davranılmamasını ve Selçuklu ordusunda hizmete davet edilmelerini bildirdi. Bu siyasetin bir sonucu olarak, başta Kayır Hân, Bereket Hân, Saru Hân, Küçlü Hân olmak üzere pek çok Harezm emiri yağma ve çapulu terkederek, idarelerindeki askerlerle Selçuklu ordusuna katıldılar.

Celâleddîn Harezmşâh'ın bölgeden çekilmesiyle Anadolu, Irak ve Suriye toprakları doğrudan doğruya Moğolların saldırı­ları ile karşı karşıya geldi. 1231 yılında Celâleddîn Harezmşâh'ı takip eden Moğollar, Doğu-Anadolu'da bulu­nan Erciş, Ahlat, Bitlis, Amid, Meyyafarikın ve Harput gibi Eyyûbîlere bağlı kale ve şehirleri yağma ve tahrip ettiler. Bu bölgelerdeki idarecilerin Moğol saldırıları karşısında ürkek ve çekingen davranışları, halk arasında büyük bir korku ve paniğe sebeb oldu. Moğolların Sivas yakınlarına kadar sokuldukları haberinin gelmesi üzerine Alâaddîn Keykubâd, Kemâleddîn Kâmyâr'ı bir ordu ile durumu tedkik için gönderdi. Erzurum'a kadar giden Kemâ­leddîn Kâmyâr, bölgedeki Moğol askerlerinin sadece bir keşif birliği olduğunu ve İran'a geri döndüklerini öğrendi (36).

Moğolların keşif amaçlı olsa da, Anadolu içlerine girmeye başlamaları Selçuklu sultanını rahatsız etmişti. Üstelik bu bölgeler Eyyubi hakimiyeti altındaki yerlerdi. Bu bölgeden sorumlu olan el-Melikü'l-Eşref de, bölgeyi terkederek Kuzey Suriye'ye çekilmiş, Moğol tehlikesini umursamadan zevk ve sefâya dalmıştı. Bu durum Selçuklu sultanını doğu sınırlarını em­niyet altına almak hususunda ciddi tedbirler almaya sevketti. Bu sebeble, Kemâleddîn Kâmyar kumanda­sında bir ordu hazırlanarak Ahlat, Bitlis ve çevresindeki bölgelerini Selçuklu hâkimiyeti altına alması için gönderildi. 631 / 1233-1234 de zaptedilen Ahlat'ta Eyyûbî hükümdarı el-Eşref Musa adına okunan hutbe, kesilerek Selçuklu Sultanı adına okunmaya başladı. Van, Bitlis, Adilcevaz gibi çevre bölgelerde Selçuklu askerleri adeta birer kurtarıcı gibi karşılandı­lar (37). Selçuklu devletinin izlediği iskan siyaseti sayesinde tamamen boşalmış durumda olan bu bölgeler, Alâaddîn Keykubâd'ın gerçekleştirdiği dirayetli yönetim ve imar faaliyetleri sonucunda kısa zamanda huzur ve refah ortamına kavuşmuştur

Görüldüğü gibi, Selçuklu Devleti, Celaleddin Harzemşah’ın ölümüyle Moğollara karşı mücadelede en önemli müttefikini kaybetmişti. Ancak kayıplar bununla sınırlı kalmadı. Nitekim, büyük bir ihtişamla tesis edilen, evlilik bağlarıyla güçlendirilen Selçuklu-Eyyûbî dostluğu da Yassı Çemen savaşının hemen sonrasında siyasi hırs ve çıkar uğruna kaybedildi.

Alâaddîn Keykubâd'ın, aralarındaki dostluk antlaşmasına aykırı olarak Ahlat ve civar beldeleri ele geçirmesi el-Eşref'i harekete geçerek Selçuklular aleyhine geniş bir ittifak oluşturmayı başardı. Bu ittifakta Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Kâmil'den başka, Meyyafarikın sahibi el-Muzaffer Gâzi, Sumeysat sahibi el-Efdâl Musa, Hama sahibi el-Muzaffer Mahmud, Kerek sahibi en-Nâsır Davud, Humus sahibi el-Mücâhid Şirkuh ve Eyyûbî hanedanına mensup daha pek çok melîkler bulunuyordu. Ebû'l-Fidâ, el-Kâmil Muhammed idaresinde 16 Eyyûbî hükümdarı toplandığını ve o zamana kadar hiç bir Eyyûbî hükümdarının bu şekilde bir birlik temin edemediğini kaydederek, Selçuklu devletine karşı gerçekleştirilen askerî harekâtın ciddiyetini ortaya koymaktadır. Durumu yakından takip eden Keykubâd ise, Kemâleddîn Kamyar'ı emrine verdiği merkezî kuvvet­ler ile Eyyûbî ordusunun yolu üzerindeki geçitleri tutması için gönderdi. Diğer taraftan kendisi de, başta Harezm ve uc Türkmenleri olmak üzere ücretli olarak tedarik ettiği Frank, Gürcü ve Rus asker­lerinden oluşan kalabalık bir orduyla harekete geçti (38).

Birecik'te toplanan ve sayıları 100.000 bin civarında olan müttefik kuvvetleri, 631 / 1233-1234 yılında el-Melikü'l-Kâmil idaresinde Göksu vadisini takip ederek Anadolu içlerine doğru harekete geçti. Ancak Anadolu’ya giriş yapılacak bütün geçitlerin de Selçuklu kuvvetleri tarafından tutulması ve yapılan saldır­ların rahatlıkla püskürtülmesi Eyyûbî ordusunun bütün şevkini kırdı. Ayrıca derbentlerde sıkışıp kalan Eyyûbî ordusunda yiyecek sıkıntısı da başladı (39). Bütün bu sıkın­tıların yanında Eyyûbî hanedan üyeleri arasında geçmişe dayalı anlaşmazlıklar da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Eyyûbî melîkleri, el-Kâmil’in bu sefer sonucunda güçleneceğini ve kendi topraklarına göz dikeceğini düşünerek, Keykubâd ile gizlice haberleşmeye başladılar. Fakat iki taraf arasında gönderilen mektuplardan bir kısmı el-Kâmil'in eline geçti. Bu ihanet üzerine el-Kâmil, Harput isti­kametine doğru ordusunu harekete geçirdi (40). Harput yakınlarında Selçuklu ordusu ile Eyyûbîler arasında yapılan savaşta yenilgiye uğrayan Eyyûbî ordusu Harput kalesine sığındı, Selçuklu kuvvetleri karşısında ancak 24 gün dayanabilen Harput, 1234 Temmuz’unda teslim oldu. Böylece, Selçuklu idaresine giren Harput Artukluları tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Selçuklu sultanı başta Şemseddîn Savab olmak üzere esir düşen bütün Eyyûbî emirlerini affederek onlara hilatler giydirdi. Daha sonra da değerli hediyelerle birlikte ülkelerine geri gönderdi. Alâaddîn Keykubâd ise, Harput'un fethinden sonra kış mevsiminin yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak adeti olduğu üzere kışı geçirmek için Alâiye'deki kışlığına hareket etti (41).

Alâaddîn Keykubâd, Eyyûbî hükümdarı el-Kâmil'in bölgede tesis etmeye çalıştığı nüfuzu tamamen kırmak istiyordu. Bu amaçla 1235 baharında tekrar harekete geçen Selçuklu ordusu Urfa, ve Harran’ı ele geçirdi. Urfa'nın fethinin uzun sürmesi Amid'in ele geçirilmesine mani oldu. Kış mevsiminin yaklaşması üzerine fethedilen kale ve şehirlere muhafız­lar tayin eden Selçuklu sultanı, Kayseri'ye döndü (42).

Selçuklu ordusu karşısında aldığı ağır yenilgi ile Anadolu seferi hüsrana uğrayan el-Melikü'l-Kâmil, bunun intikamını almak için ertesi yıl tekrar Anadolu topraklarına girdi. el-Kâmil, önce Urfa'yı daha sonra'da Harran'ı kuşatarak ele geçirdi. Ele geçirdiği şehirleri yağma ve tahrip ettiği gibi yakalanan esirleri de ağır işkenceler ederek, hapsedilmeleri için Mısır'a gönderdi. Harran'dan sonra Selçuklular ile işbirliğinde bulunan Mardin Artuklularının topraklarına girdi. Duneysir (Koçhisarı) denilen şehirde, camii haricinde bütün evleri yakıp yıkarak halkının pek çoğunu katletti. Bu sırada Moğol askerlerinin Kuzey-Suriye'de faaliyet gösterdikleri ve Sincar'a kadar sokuldukları haberleri üzerine, bölgede durumun aleyhine gelişmekte olduğunu gören el-Kâmil, derhal Mısır'a döndü (43). Daha bir yıl önce Selçuklu sultanı'nın Eyyûbî esirlerine iyi muamelede bulunması, hatta onlara hilat giydirmesi hafızalarda taze bir halde duruken, Eyyûbî sultanının intikam ateşi ile gözü dönmüş bir halde İslam beldelerini yağma ve tahrip etmesi, esirlere kötü muamele yapması bütün İslâm âle­minde nefretle karşılandı (44).

1237 yılında Selçuklu sultanının kışı geçirmek üzere Alâiye'de bulunduğu sırada Moğol hanı Ögedey'in elçileri geldi. Moğol hanı gönderdiği mektupta, Keykubâd'ı yaptığı fetih­ler ve adaletli uygulamaları sebebiyle övüyor, akabinde de kendi­sine tâbi olmaya davet ediyordu. Selçuklu sultanı daha önce Celâleddîn Harezmşâh'a tavsiye ettiği Moğollarla iyi geçinme siyasetini şimdi kendisi uygulama alanına koymak zorunda kalmıştı. O, Moğol hanına çeşitli hediye­ler göndererek, vereceği yıllık bir miktar vergi karşılığında Moğol istilasını Selçuklu sınırlarından uzak tutmayı başardı (45).

Kaynaklar bu sırada Kayseri'de büyük bir sefaret trafiğinin yaşandığını, Moğol ve Eyyûbî hükümdarlarının gönderdiği elçilerden başka Avrupa Hristiyan devletlerden de gönderilen elçilerin aynı anda Kayseri'de bulunduklar­ını kaydeder. Bu sefaret elçileri arasında en mühim yeri Abbasî halifesinin elçisi alır. Halife gönderdiği elçi ile yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı İslam aleminin iki büyük siyasi teşekkülü olan Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubâd ile Mısır Eyyubi hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil'in sulh ve ittifak yapmalarını istemekteydi. Fakat Keykubâd'ın , bir tarafdan gelen elçileri ağır­larken diğer taraftan da Amid üzerine yapacağı seferin hazırlıkları ile meşgul olması halifenin teklifine itibar etmediğini göstermektedir (46).

Mısır Eyyûbî hükümdarı el-Melikü'l-Kâmil'in Kuzey-Suriye üzerine gerçekleştirdiği sefer hakkında bazı endişeler taşıyan ve onun kendi topraklarına el koya­cağından şüphelenen başta el-Melikü’l-Eşref Musa ve el-Melikü’n-Nâsır, olmak üzere Humus hâkimi el-Melikü'l-Mücâhid, Hama sahibi el-Melikü'l-Muzaffer gibi Eyyûbî hükümdarları birleşerek el-Kâmil'e karşı cephe aldılar. Müttefikler, el-Kâmil'e karşı kendi başlarına karşı koyamıyacaklarını bildikleri için Alâaddîn Keyku­bâd'a ayrı ayrı elçi heyetleri göndererek, onu el-Kâmil ile mücadeleye teşvik ettiler (47). Elçilerin Kayseri'ye geldiği sırada, Amid üzerine yapacağı yeni bir sefere hazırlanmakta olan Alaaddin Keykubâd, burada devlet işlerine ait bazı mühim karar­lar da aldı. Sivas idaresine Harezmli Kayır Hân'ı tayin etti. Keyku­bâd'ın bu kararı yıllardır devlete hizmet eden diğer beyler arasında hoşnutsuzluğa yol açtı. Ayrıca büyük oğlu Gıyâseddîn Keyhûsrev'i Erzincan melîki tayin eden Keykubâd, küçük oğlu İzzeddîn Kılıç Arslan'ı da kendisine veliahd tayin ederek bütün devlet erkanından veliahda sadık kalacaklarına dair yemin aldı (48).

Selçuklu sultanı Kayseri'ye gelen yabancı devlet elçilerini ağırlamak maksadıyla bir ziyafet tertipledi. Bu ziyafet esnasında rahatsızlanan Keykubâd, derhal Kubadiye sarayına götürüldü. Yapılan müdahaleler bir sonuç vermeyince Selçuklu sultanı Alâaddîn Keykubâd, kısa bir süre sonra 1Haziran1237 tari­hinde vefat etti. bazı kaynakların Selçuk­lu sultanının zehirlendiğine işaret ederek, büyük evlat olmasına rağmen veliaht tayin edilmeyen Gıyâseddîn Key­hûsrev'in bu işi yaptırmış olması ihtimalinde durdukları­nı kaydeder. Anonim Selçuknâme'deki “ Gıyâseddîn Keyhûs­rev ahlaksız emirlerle birlikte meşveret yaparak sultanı zehirledi” ifadesi de bunu teyid etmektedir . Ayrıca Harizmli beylerin ön plana çıkarılmasıyla eski itibarlar­ını kaybedecekleri endişesine kapılan bazı Selçuklu emirlerinin de bu işi yapmış olmaları ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır (49).



Sonuç: XIII. yüzyılın ilk yarısı Türk - İslam aleminin en karışık olduğu bir devreyi ihtiva eder. Bu zaman dilimi içerisinde gelişen pek çok olay, daha sonraları Orta-Doğu’nun siyasi haritasında yeni şekillenmelere sebep olmuştur. Bunlardan birisi de Cengiz Han’a bağlı Moğol kuvvetlerinin 1220’li yıllarda İslam beldelerine doğru başlattığı istila girişimidir. Önce Harzemşahlar devletini dağıtan Moğollar adeta bir kasırga gibi önlerine çıkan bütün mukavemet güçlerini yıkarak yok ederek Anadolu ve Suriye sınırlarına dayandılar. Orta-Doğu’yu kısa sürede yağma, talan ve yıkıma tabi tutan ve adeta bir kan gölüne getiren Moğol istilası karşısında tek başlarına mücadele edemeyeceklerinin şuurunda olan devrin siyasi teşekkülleri kurtuluş çareleri aramaya başlamıştır. Bu amaçla bizzat Abbasi halifeliği İslam alemindeki parçalanmayı ortadan kaldırmak ve Moğollara karşı birlikte hareket edilmesini sağlamak amacıyla bölge devletlerine sayısız elçi heyetleri göndermiştir. Bunun yanında Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad da bir taraftan ülkesinin sınırlarını tahkim ederken diğer taraftan da Harzemşahlar ve Eyyubiler ile Moğollara karşı ittifak kurma yoluna gitmiştir. Ancak, kısa bir süre sonra müttefiklerden Celaleddin Harzemşah’ın Selçuklu topraklarına tecavüzde bulunması Moğollara karşı birlikte mücadele etmesi gereken iki devleti karşı karşıya getirdi. Selçuklular bu olaydan kısa bir süre sonra da diğer müttefik Eyyubiler ile Kuzey Suriye toprakları için mücadeleye başladı. Siyasi hırsı ve tamahı sonucunda iki önemli müttefikini kaybeden Alaaddin Keykubad, Anadolu sınırlarına dayanmış olan Moğollar karşısında yalnız kaldı. Moğollara karşı tek başına mücadele edemeyeceğini anlayan Keykubad, 1236 yılında Selçuklu payitahtı Kayseri’ye gelen Moğol elçilerinin bütün isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Böylece O, kısa bir süre için de olsa Moğol tehlikesini ülkesi sınırlarından uzaklaştırmış olsa da, Moğollar bu olaydan yaklaşık 7 yıl sonra bütün Selçuklu ülkesini ve takip eden yıllarda da bütün Orta-Doğu’yu işgale muvaffak olacaklardır. İslam aleminde kurtuluş ümitlerinin yok olduğu bir devrede Mısır coğrafyasında ortaya çıkan Memluk devleti 1260 yılında Ayn Calut savaşı ile Moğol istilasına dur demeyi başarabilen yegane siyasi teşekkül olmuştur.

KAYNAKÇA
AHMED b. Mahmud, Selçuknâme, I - II (Haz. E. Merçil), İstanbul, 1977.

ANONİM, Selçuknâme , (Nşr. F.N.Uzluk), Ankara, 1952.

ATAOĞLU, Remzi, Hısn-ı Keyfa Artuklu Devleti, Ank. Ün. Sos. Bil. Ens. Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 1989.

CÜVEYNİ, Alaeddin Ata Melik, Tarih-i Cihangüşâ I-III (trc. M. Öztürk), Ankara, 1989-

EBU'L FEREC, Bar Hebraeus, Ebu'l-Ferec Tarihi (Trc. Ö.Rıza Doğrul), I - II Ankara, 1945-1950; Muhtasar trc. Ş. Yaltkaya, İstanbul, 1941.

EBU'L-FİDA, İsmail b. Ali, el-Muhtasar Fî Tarihi'l-Beşer, IV Cilt, İstanbul, 1286.

ERSAN, Mehmet, “Türk Ermeni İlişkileri (XI-XIII Yüzyıllar)”, Tarihte Türkler ve Ermeniler (Ortaçağ), C.II, Ankara 2014, s. 190

ERSAN, Mehmet “Türkiye Selçukluları’nda Hediye ve Hediyeleşme-I”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı XIV, 1999, ss. 65-78.

ERSAN, Mehmet “Türkiye Selçukluları’nda Hediye ve Hediyeleşme-II”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı XV, 2000, ss. 95-104

İBN-İ BİBİ, Hüseyin b. Muhammed Ali el- Caferî er-Rugedî, el-Evâmirü'l-Alâ'iyye fî'l- Umuri'l-Alâ'iyye (Tıpkı basım nşr. A. Erzi), Ankara, 1956; Keykubâd'ın tahta çıktığı zamana kadar olan kısımların neşri A. Erzi, N. Lugal, Ankara, 1957; Muhtasar Trc. N. Gençosman, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, Ankara, 1941.

İBN-İ KESİR, el-Bidâye ve'n-Nihâye, (Nşr.Ahmed Ebû Mülhim , Ali Necib Atavî, Ali Abdü'ş- Şâtır) XIV cilt + Fihrist, 4. bsk, Beyrut, 1988.

İBN-İ TAGRIBİRDİ, en-Nücûmu'z-Zâhire fî Mûlûki Mısır ve'l-Kahire, 1-12. ciltler, Nşr. Daru'l-Kütübi'l-Mısrıyye, Kahire, 1929-1956; 13. cilt, nşr Fehim Muhammed Şaltut, Kahire, 1970; 14. cilt, nşr. Cemal Muharrız ve Fehim M. Şaltut, Kahire, 1972; 15. cilt, nşr. İbrahim Ali Tarhan, Kahire, 1972; 16. cilt, nşr. F. M. Şaltut, Kahire, 1972.

İBN-İ VASIL, Muhammed b. Salim el-Hamevî, Müferricü'l-Kürûb fî Ahbârı Benî Eyyûb, I -III. Ciltler Nşr. Cemâleddin Şeyyal, Kahire, 1953- 1960; IV-V. Ciltler, nşr. Hasaneyn Rabie - S. Abdülfettah Aşur, Kahire, 1972-1977.

İBNÜ'L-ADİM, Kemaleddin, Zübdetü'l-Haleb min Tarih-i Haleb, III Cilt, Nşr. Sami ed-Dehhân, Dımaşk, 1951-1968.

İBNÜ'L-ESİR, el-Kâmil fî't-Tarih , (Nşr. C. eş-Şeyyal), Kahire, 1953-1960 ; İslâm Tarihi, İbnü'l-Esîr el-Kâmil fî't-Tarih Tercümesi (Türkçe trc. A. Ağırakça, A. Özaydın), 12 cilt, İstanbul, 1987.

GÜL, Muammer, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Moğol Hakimiyeti, Yeditepe yay. İstanbul, 2005.

GÜL, Muammer, “Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu’daki Rolleri ve Tesirleri” Belleten , Cilt: LXX - Sayı: 257 , Nisan 2006, s. 1-25.

KAZVİNİ, Hamdullah, Târîh-i Güzîde (Nşr. A. Hüseyin Nevâî) Tahran, 1339.

MAKRİZİ, Kitabu's-Sülûk li Marifeti Düveli'l-Mülûk, I ve II. ciltler (Nşr. M.M. Ziyade), Kahire, 1934 -1958; III ve IV. Ciltler nşr., S. A. Aşûr, Kahire, 1970-1973.

NESEVİ, Siretu Celaleddin Mengubirti , Nşr. O. Houdas, Paris, 1891; Türkçe trc. Necip Asım, İst. 1934; Arapça trc. ve tahkikli nşr., H. Ahmed Hamdi, Siretü Sultan Celaleddin Mengübir­ti, Kahire, 1953.

ÖZBEK, Süleyman, Türkiye Selçukluları-Eyyubi İlişkileri 1175-1250, A.Ü. Sosyal Bil. Ens. Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1995,

ÖZBEK, Süleyman, “Türkiye Selçukluları-Eyyubiler Arası Siyasi Münasebetler Üzerine (1175-1250)” , Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s. 427-448.

RUNCIMAN, S., Haçlı Seferleri Tarihi I (Birinci Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu), trc. F. Işıltan, Ankara, 1986; II. cilt (Kudüs Krallığı ve Frank Doğu 1100-1187) trc. F. Işıltan Ankara 1987; III. cilt (Akka Krallığı ve Daha Sonraki Haçlı Seferleri) trc. F. Işıltan, Ankara, 1987.

ŞEŞEN, Ramazan,"Eyyûbîler Devleti ", Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, VI, (İstanbul 1987), s. 305-424.

SIBT İBNÜ'L-CEVZî, Mira'tü'z-zeman fî Tari­hi'l-Ayan, II Cilt, Haydarabad, 1951; Selçuklu­larla İlgili Kısımlar, Yay., Ali Sevim, Ankara, 1968.

SPULER, Bertold, İran Moğolları, Siyaset İdare ve Kültür, İlhanlılar Devri (1221-1350), (Trc. C. Köprülü), Ankara, 1957.

TANERİ, Aydın, Celâlu'd-Dîn Harizmşâh ve Zamanı, Ankara, 1977.

TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1971.

TURAN, Osman, Türkiye Selçukluları Hakkın­da Resmî Vesikalar, Ankara, 1958.





* Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi (sozbek@gazi.edu.tr)

1 İbn Bibi, surların tamiri ile ilgili olarak Alaaddin Keykubad’ın “Cihan bizim gücümüzü bilir. Lakin yarının ne getireceğini kimse bilmez tedbirli olmak gerekir” sözlerini kaydeder (el-Evâmirü'l-Alâ'iyye fî'l- Umuri'l-Alâ'iyye (Nşr. A. Erzi), s. 253); Anonim Selçukname, (Nşr. F.N.Uzluk), Ankara, 1952, s. 29; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1971, s. 331-332.

2 İbn Vasıl, Müferricü'l-Kürûb fî Ahbârı Benî Eyyûb, (Nşr. Hasaneyn Rabie - S. Abdülfettah Aşur), Kahire, 1972-1977, IV, s. 49-50; İbnü’l-Adim, Zübdetü'l-Haleb min Tarih-i Haleb, (Nşr. Sami ed-Dehhân), Dımaşk, 1951-1968. III, s. 197; İbnü’l-Esir, İslâm Tarihi, İbnü'l-Esîr el-Kâmil fî't-Tarih Tercümesi (Türkçe trc. A. Ağırakça, A. Özaydın), C. XII, İstanbul, 1987. s. 337, 398-402; Makrizi, Kitabu's-Sülûk li Marifeti Düveli'l-Mülûk, (Nşr. M.M. Ziyade), C.I, Kahire, 1934 -1958, s. 256; Mehmet Ersan, “Türkiye Selçukluları’nda Hediye ve Hediyeleşme-II”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı XV, 2000, ss. 95-104.

3 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 259-260.

4 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 259-264.

5 İbn Vasıl, Müferricü'l-Kürûb, IV, s. 30; İbnü’l-Esir, el-Kamil, s. 355; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 188; Makrizi, es-Sülûk, I, s. 258.

6 İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s 145-146; İbnü’l-Esir, el-Kamil, XII, s. 425-432; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s.198-199; Nesevi, Siretu Celaleddin Mengubirti (Arapça trc. ve tahkikli nşr., H. Ahmed Hamdi), Kahire, 1953. s. 209; Sıbt, Mira'tü'z-zeman fî Tari­hi'l-Ayan, Haydarabad, 1951, C. II, s. 623, 632-633; İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, (Nşr.A.Ebû Mülhim , A.N. Atavî, A. Abdü'ş- Şâtır), 4. bsk, Beyrut, 1988. XIII, s. 105; el-Makrizî, es-Sülûk, I, s. 258-259.

7 İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 381; İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s. 176; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 197; Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 148; R. Şeşen, "Eyyûbîler Devleti ", Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, VI, İstanbul 1987, s. 362-363.

8 İbnü’l-Adim, Zübdetü'l-Haleb, III, s. 200.

9 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 275; İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s. 178.

10 el-Makrizî, es-Sülûk, I, s. 252.

11 İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s. 206-207; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, 647-648; Ebu’l-Fida, el-Muhtasar Fî Tarihi'l-Beşer, İstanbul, 1286, C. III, s. 137-138; S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Akka Krallığı ve Daha Sonraki Haçlı Seferleri, (Trc. F. Işıltan), III. cilt Ankara, 1987, s. 146.

12 S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi , III, s. 146.146-149.

13 Nesevi, Sireti Celaleddin, s. 213-214; Cüveyni, Tarih-i Cihangüşâ (trc. M. Öztürk), Ankara, 1989-, II, s. 132.

14 İbnBîbî, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 275-276.

15 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 276-277; İbnü’l-Esir, el-Kamil, XII, s.420-421; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 198; İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s. 178-179 ve 202-203; Ebu’l-Fida, Ahbâru Beşer, III, s. 137.

16 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 279-282 ; Anonim, Selçuknâme , (Nşr. F.N.Uzluk), Ankara, 1952, s. 30 ; İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s. 178-179; İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 421.

17 R. Ataoğlu, Hısn-ı Keyfâ Artuklu Devleti, Ank. Ün. Sos. Bil. Ens. Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 1989, s. 147-148.

18 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. ; Ebu’l-Ferec, Ebu'l-Ferec Tarihi (Trc. Ö.R. Doğrul), Ankara, 1945-1950, C. II, s. 505; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 162; İbn Kesir, el-Bidâye, XIII, s. 156; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 350-351; Mehmet, Ersan, “Türk Ermeni İlişkileri (XI-XIII Yüzyıllar)”, Tarihte Türkler ve Ermeniler (Ortaçağ), C.II, Ankara 2014, s. 190.

19 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 367-371; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkın­da Resmî Vesikalar, Ankara, 1958, s. 82-83; A. Taneri, Celalu’d-Din Harizmşah ve Zamanı, Ankara 1977, s. 63.

20 O. Turan, Resmî Vesikalar, s. 88; Mehmet Ersan,“Türkiye Selçukluları’nda Hediye ve Hediyeleşme-I”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı XIV, 1999, s. 65-78.

21 İbn Tanrıbirdi, en-Nücûmu'z-Zâhire fî Mûlûki Mısır ve'l-Kahire, 1-12. ciltler, Nşr. Daru'l-Kütübi'l-Mısrıyye, Kahire, 1929-1956, VI, s. 276-277.

22 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 371; O. Turan, Resmî Vesikalar, s. 89.

23 Nesevî, Siret-i Celâleddîn, s. 318.

24 Nesevî, Siret-i Celâleddîn, s. 318; Cüveynî, Tarihi Cihanguşa, II, s. 147.

25 Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 124-125; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 634; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, s.83; el-Makrizî, es-Sülûk, I, s. 252; Muammer Gül, “Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu’daki Rolleri ve Tesirleri”, Belleten , Cilt: LXX - Sayı: 257 , Nisan 2006, s. 1-25.

26 Nesevi, Sireti Celaleddin, s. 299-300; Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 143.

27 Anonim Selçukname, s. 30 ; Nesevi, Sireti Celaleddin, s. 220-321; Ahmed b. Mahmud, Selçuk-Nâme, II, (Haz. E. Merçil), İstanbul, 1977, s. 151; Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 144-146; İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 450-451; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 208; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 146; İbn Kesir, el-Bidâye, XIII, s. 136-137; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 657,659-660; Makrizi, es-Süluk, I, s. 277 ; A. Taneri, Celalu’d-Din Harizmşah, s. 68.

28 Nesevi, Sireti Celaleddin, s. 318; Tarihi Cihanguşa, II, s. 147.

29 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s.385; İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 453; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 660; Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 148-149; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s.146; İbn Kesir, el-Bidâye, XIII, s. 136-137; Ahmed b. Mahmud, Selçuk-Nâme, II, s. 151-152.

30 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 403-435; İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 453-454; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 209; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 661; Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 149; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s.146; İbn Kesir, el-Bidâye, XIII, s. 136-137 ve 156; Makrizi, es-Süluk, I, s. 279; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 369-373.

31 Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s.528; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 372; Muammer, Gül, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Moğol Hakimiyeti, Yeditepe yay. İstanbul, 2005, s. 68-72.

32 İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 455; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s.146; Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 150; Anonim Selçukname, s. 152.

33 Cüveyni, Tarihi Cihanguşa, II, s. 150,156-157; İbnü’l-Esir, el-Kamil, trc. XII, s. 460-462; Ebul-‘l-Ferec, Tarih, II, s. 529; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 668-671; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s.147; İbn Kesir, el-Bidâye, XIII, s.142; Makrizi, es-Süluk, I, s. 280; Muammer Gül, “Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu’daki Rolleri ve Tesirleri” s. 1-25.

34 B. Spuler, İran Moğolları, Siyaset İdare ve Kültür, İlhanlılar Devri 1220-1350 (trc. C. Köprülü) II. Bsk. Ankara 1987, s. 42.

35 Sıbt, Celaleddin için “O Müslümanlar ile kafirler arasında bir sed idi. İslamı afir Moğollara karşı savunuyordu şimdi onun ölümüyle bu sed yıkıldı” kaydını düşer ( Mir’atu’z-Zaman, II, s. 668-671; İbn Tanrıberdi de eserinde, kendisine Celaleddin’in ölüm haberi müjdelendiğinde el-Eşrefin ağzından yukarıdaki ifadeleri kaydeder (en-Nücum, VI, s. 276-277).

36 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 418-420; Muammer Gül, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Moğol Hakimiyeti, s. 68-72.

37 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 426; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 216; Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s. 532; ; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 154; Makrizi, es-Süluk, I, s. 287; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 377-378; M. Ersan, “Türk Ermeni İlişkileri, s. 190.

38 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 438; Ebû'l-Ferec, Tarih, II, s. 533.

39 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 438-439; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 218; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 684; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 380-381.

40 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 439-440; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 684; Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s. 534; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 154-155; Makrizi, es-Süluk, I, s. 288-289; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 379-380.

41 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 440-446; Anonim Selçukname, s. 30; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 218-220; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 684; Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s.534-535; ; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 155; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 381.

42 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 446-450; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 220; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 694; Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s.534-535; ; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 157; O. Turan, Resmî Vesikalar, s. 74-75.

43 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 449-450; İbn Vasıl, Müferricü’l-Kürub, IV, s. 296-297; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 220; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 695-700; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 158; İbnü’l-Esir, el-Kamil, XII, s. 154; İbn Kesir, el-Bidaye, XIII, s. 138, 156; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 383.

44 Ebu’l-Fida, Ahbâru Beşer, III, s. 158.

45 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 454-456; Ahmed b. Mahmud, Selçukname, II, s. 152; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.385-387.

46 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 560; Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s 536; Anonim Selçukname, s. 31; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 388.

47 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 462; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 227; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 699-700 ; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 388.

48 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 458-459; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 389.

49 İbn Bibi, el-Evamiru’l-Alaiye, s. 462-463; Anonim Selçukname, s. 31; İbnü’l-Adim, Zübdetü’l-Haleb, III, s. 227; Sıbt, Miratu’z-Zaman, II, s. 703; Ebu’l-Ferec, Tarih, II, s 536; Ebu’l-Fida, Ahbaru Beşer, III, s. 158; İbn Kesir, el-Bidâye, XIII, s. 156.


Yüklə 192 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə