II 4
KÜFRÜN TARİFİ ve MAHİYETİ 4
A- Küfrün Lügat Ve Istılah Mânâsı 4
B- Küfür Çeşitleri 5
C- Şirk Ve Küfür 6
D- İrtîdât (Riddet) Ve Küfür 7
E- Kâfir İle Yakın Anlamlı Kelimeler 7
F- Nifak Ve Münafık 8
G- Büyük Günah Meselesi 9
1. Tarifi Ve Mahiyeti 9
2. Sayısı 10
İKİNCİ BÖLÜM 11
TEKFİRİN ÖLÇÜSÜ VE SINIRI 11
GİRİŞ VE KONUNUN TARİHÇESİ 11
EHL-İ BİD'ATTA TEKFİR 13
A- Haricîlerde Tekfir 14
B- Mu'tezilede Tekfir 15
1. Nakıî Deliller 16
2. Akli Delil 17
C) Şî'a'da Tekfir 18
D- Mürcie'de Tekfir 19
II 20
EHL-İ SÜNNETTE TEKFİR 20
A- Küfrü Gerektiren Bâtıl Akide 20
1. Tevil 20
2. Allah Teâlâ Hakkında Küfrü Gerektiren Akîde 24
3. Peygamberler Hakkında Küfrü Gerektiren Akide 27
4. Kitaplar Ve Kur'ân-I Kerîm Hakkında Küfrü Gerektiren Akide 27
5. Melekler Ve Âhîret Hakkında Küfrü Gerektiren Akide 29
6. Küfrü Gerektiren Dîğer İtikâdî Mes'eleler 30
B- Küfrü Gerektiren Sözler 33
(Elfâz-I Küfr) 33
1. İman Esasları İle İlgili Küfür Sözleri 33
2. Sahabe İle İlgili Küfre Giren Ve Girmeyen Sözler 35
3. Küfür Olan İnancı Dil Île Söylemek 38
b) Delinin irtidadı: 38
c) Sarhoşun irtidadı: 39
d) Çocuğun irtidadı: 39
e) Uykuda irtidat: 40
f) Buluntu çocuğun irtidadı: 40
g) Küfre zorlanan kişinin durumu: 40
h) Baskı ve zorlamayla müslüman olan şahsın: irtidadı: 41
i) Kasten küfür kelimesini söylemek : 41
j) Bilgisizlik sebebiyle küfür keiunesini söylemek: 42
k) Küfür olan şeyi hatırdan geçirmek: 42
4. İmanda İstisna 43
5. Müslüman Birine Kâfir Demek 43
6. Küfrü Gerektiren Çeşitli Sözker 44
Netice 44
C- Küfrü Gerektiren Fiiller 45
1. Büyük Günah İşleyen Kimsenîn Durumu 45
a) el-Hasan el-Basrî'ye göre: 45
b) Ehl-i sünnete göre: 45
c) Namazı terkedenin durumu : 47
2. Küfre Alâmet Sayılan Davranışlar 47
a) Puta tapmak: 48
c) Mushafı pisliğe atmak: 48
g) Haç takınmak: 48
h} Ğiyâr: 48
i) Zünnâr: 49
j) Kalensüvetul - mecûs (mecûsî şapkası) : 49
k) Sihir: 50
D- Tekfir Edilebilecek Fırkalar 50
1. Eski Bid'ât Mezheplerinin Durumu 50
a) HavâriCi 50
b) Şî'a: 51
c) Mu'tezile: 54
d) Mürcie: 54
e) Mücessime ve Müşebbihe: 55
f) Cehmiyye: 55
2. Mezheplerin Bugünkü Durumu 55
K AVÂRİE : 55
b) Ş i' a: 55
c) Mu'tezile: 56
d) Şeyhiyye ve Keşfiyye: 56
e) Babîlik: 56
f) Bahaîlik: 56
g) Kâdıyânîlik (Ahmediyye) : 57
h) Nusayriyye: 57
i) Dürziyye: 58
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 58
TEKFİRİN NETİCELERİ 58
1 58
YERİNDE TEKFÎRİN LÜZUMU 58
A- Tekfir Niçin Lüzumludur? 58
B- Tekfire Karar Verecek Kişi 59
YERSİZ TEKFİRİN TEHLİKE, ZARAR ve SEBEPLERİ 60
A-Yersiz Tekfirin Tehlike Ve Zararları 60
B- Yersiz Tekfirin Sebepleri 63
1. Cehalet 63
2- Taassup 63
3. Hased veMenfaat 63
III 64
DÜNYA AHKÂMI BAKİMİNDAN TEKFİR EDİLENİN DURUMU 64
Giriş : 64
A- Tekfir Edilenin Cezalandırılması 64
1. Îrtidat Suçunun Tesbitî 64
2. Mürteddîn Tevbeye Davet Edilmesi 64
A) Mürted Tevbeye Davet Edilmez Diyenler: 64
B) Mürteddin Tevbe Etmesi İstenir Diyenler: 65
3. Mürteddîn Öldürülmesi 67
a) Erkeğin durumu: 68
b) Kadının durumu: 68
B- Mürteddîn İşlediği Suçlar 70
1. Katl 70
2. Yaralama 70
3. Irza Tecavüz 70
4. Mala Saldırı 71
5. Düşman Ülkesine Kaçan Murteddin İşlediği Suç 71
6. Topluca İrtidat Etme 71
C- Mürtede Karşı İşlenen Suçlar 72
D- Mürteddin Evliliği 72
E- Mürteddin Çocuklarının Durumu 73
F- Mürteddin Önceki İbâadetlerinin Durumu 74
G- Mürtede Ait Mâlî Hükümler 75
1. Tasarrufları 75
a) İttifakla geçerli olan tasarrufları: 75
b) İttifakla bâtıl olan tasarrufları: 75
C) Sonraki Durumuna Bağlı Olan (Mevkuf) Tasarrufları; 76
2. Borçları Ve Alacakları 76
3. Mallarının Durumu 77
a) Fey' olur diyenler: 77
B) Miras Olur Diyenler : 78
TEKFÎR EDİLENİN ÂHİRETTEKİ DURUMU 80
Netice 81
Tavsiyeler 81
BİBLİYOGRAFYA 82
II
KÜFRÜN TARİFİ ve MAHİYETİ
A- Küfrün Lügat Ve Istılah Mânâsı
Küfr veya kefr, (kefera) fiilinden mastar olup, lugâtta bir şeyi örtmek demektir. Bu sebepledir ki, kalbindeki inancım örten kişiye kâfir dendiği gibi, tohumu toprağa gömdüğü için çiftçiye, 1 karanlığı ile her. şeyi örttüğünden geceye, kılıcı örttüğü için kınına kâfir denmiştir. Ayrıca imanın zıttı olarak tekzib ve inkâr mânâlarında kullanılmış ve bununla meşhur olmuştur. 2Tevbe ve ibadet özelliği taşıyan bazı cezalar da günahları örttüğü için keffâret diye isimlendirilmiştir.3
Küfür tabiri bazen nimeti inkâr mânâsında da kulla mim ıştır. Bu şekilde kullanılışına İbn 'Abbâs'tan (v. 68/687) rivayet edilen bir hadîsi misâl olarak vermek mümkündür. Peygamberimiz buyururlar ki: «Cehennem bana gösterildi. Orada bulunanların çoğunluğunu küfreden (inkâr eden- kadınların teşkil ettiğini gördüm.» Bunun üzerine:
— Allah'ı inkâr eden kadınlar mı? denildi. Resûlüllah cevaben:
— «Kocalarım ve kocalarının yaptığı iyilikleri inkâr edenler. Eğer sen hayat boyunca birine iyilikte
bulunsan. hoşuna gitmeyen bir davranışını görünce; "Asla senden bir iyilik görmedim" der.» 4
Kalbteki inancı gizleyen ve iman etmeyen mânâsına gelen kafir kelimesinin çoğulu «küffâr» ve «kefere» dir. Kadın için kâfire çoğulu « k e v â -fir» kullanılır".5 İkfâr ve tekfir kelimeleri, ilki, ifâl ölçüsünde, ikincisi tef'il ölçüsünde olmak üzere mastar olup, kişiyi küfre nisbet etme, kafir sayma, kâfir olarak çağırma gibi mânâlara gelir.6 Tekfir eden kişiye mükeffir denilir.
İmanın, şer'i mânâsında meydana gelen ihtilâfın tabii neticesi olarak küfrün şeriatta hangi mânâya geldiğinde, hangi şeylerin bulunmamasıyla kişinin kâfir olarak niteleneceğinde ihtilâf edilmiştir. Bu konu ile ilgili münakaşaları daha önce incelediğimizden tekrara girmeden, küfür kelimesinin ıstılahta hangi mânâya geldiğini incelemekle yetineceğiz.
1- İmanı kalbin tasdikinden ibaret sayan Eş'arî ve Mâturidî kelânıcılarının çoğunluğunu teşkil ettiği gruba göre küfür; zarûrât-i dîniyeden olduğu katiy-yetle bilinen şeylerin tamamını veya bir kısmını kalben tasdik etmemek demektir.7 İmam el-Gazzâlî (v. 505/1111) ise küfrü; «Hz. Peygamberi getirmiş olduğu şeylerde yalanlamaktır.»8 diye tarif etmiştir. Bir başka Eş'arî kelâmcısı el-Âmidi'ye (v. 631/1233) göre küfür; «Kendisiyle muttasıf olan kişiyi, kadılık, devlet reisliği, şahitlik, ganimetlerden istifade, cenaze namazının kılınması, müslüman mezarlığına gömülmesi vb. gibi müslümanlara mahsus hallerden mahrum bırakan bir hükümdür.» 9
2- «İman, kalben Allah'ı ve peygamberlerini bilmektir» diyenlere göre küfür. Allah'ı ve peygamberlerini bilmemek demektir. Daha önce de zikredildiği gibi bu görüş eksiktir. Çünkü Allah ve Resulünü bildiği halde, küfre alâmet sayılabilecek bazı fiilleri işleyen ile bazı sözleri söyleyenin küfre düştüğü bir gerçektir.
3- «İman sadece dilin ikrarıdır. Dil ile kelime-i şehâdeti söylemektir.» diyenlere göre küfür; dil ile ikrar etmemektir. Bu görüşte olan Kerrâmiye ve Mür-de mezheplerine göre, kalben Allah'ı, peygamberleri ve peygamberlerin getirdiklerini kabul eden, fakat bunları diliyle söylemeyen kişi kâfir olmakta, mü'-min özelliğini kaybetmektedir. Görüldüğü gibi Mür-cie ve Kerrâmiyenin benimsediği bu görüş dünyada kişiye uygulanacak hükümler için geçerli olmakta, kişinin âhiretteki durumuna karışmamaktadır. Bu sebeple de küfrün ve imanın hakikati hakkında bir değer ifade etmemektedir.10
4- manı «kalbin tasdiki ve dilin ikrân» olarak tarif eden kavl-i meşhûrculara göre küfür; özrü olmadığı halde, tasdik edilmesi gereken şeyi kalbin tasdik etmemesi, ikrar edilmesi gereken şeyi de dilin ikrar etmemesidir. Bu tarife göre imanın iki rüknünden biri özürsüz eksik olursa, kişi küfre düşmüş olmaktadır.
5- «İman kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve bir takan amelleri işlemektir» diyenlere göre küfür; bu üç rükünden birinin bulunmamasıdır. *İman nafile olsun, farz olsun bütün taatlan işlemektir» diyen Hâricilere göre, nafilenin terki bile olsa her ma'siyet küfürdür.
Mu'tezilenin cumhuru ise ma'siyetleri üçe ayırır:
a) Allah'ı ve peygamberini bilmemeye delâlet eden günahlarki, bunlar küfürdür.
b) Avret yerini açmak gibi küfrü gerektirmeyen günahlar.
c) Küfrü gerektirmeyen, fakat kişiyi imandan çıkarıp, menzile beyne'l - menzileteyn'de bulunmasına sebep olan zina, şarap içme, kasten adam öldürme gibi büyük günahlar. Bu tip günahları işleyen kişi ne kafir ne de mü'nündir, yani fâsıktır. Tevbe etmeden ölürse ebedî cehennemlik olur.11
Selef imanı «kalbin tasdiki dilin ikrarı, amelleri işlemek» olarak tarif etmesine rağmen, Allah'ı ve peygamberinin getirdiği şeyleri tasdik eden ve kalbindeki inancını ikrar eden fakat rükünlerden birini veya birkaçını inkâr ettiği için değil de, tembelliğinden veya sebepsiz yere terkeden kişinin kâfir olmadığında ittifak etmiş, böyle bir kişinin dünyada müslüman hükmüne tabi olduğu gibi, âhirette de hakkında hayır umulması gerektiğini savunmuştur.
6- Mezhep taassubunun ilerlediği, fikrî müsamahanın tamamen ortadan kalktığı devirlerde küfrün
tarifi tamamen değişiklik arzetmiş, her grup kendi inancına aykırı hareket etmeyi küfür için bir sınır tanımıştır. İmam el-Gazzâlî (v. 505/1111) bu konuda şöyle demektedir: «Eğer bir şahıs küfrün tarifini "Eş'ari, Mu'tezile, Hanbeli veya bir başka mezhebe muhalefet etmektir." şeklinde yaparsa, o şahıs gaflete düşürülmüş ahmağın biridir. Taklîd onu bağlamıştır. O körlerden daha kördür.».12
Küfrün şeriatta hangi mânâları ihtiva ettiğini, çeşitli mezheplerin görüşlerini inceledikten sonra, ke-lâmcılar küfrün derece ve çeşitleri üzerinde durmuşlardır. Zira küfre giren inanç, söz ve fiiller birbirinden farklılık arzetmekte, bir kısmının cezası diğerlerinden daha ağır veya daha hafif olmaktadır. Meselâ Allah'a şirk koşmak, yani onun eşi ve benzeri olduğunu kabul etmek şeklinde gerçekleşen küfrün cezası, peygamberliği inkârın cezasından daha büyük ve ağırdır. Yine peygamberlik müessesesini toptan inkâr etmenin cezası, bir peygamberi küçük görmenin cezasından daha büyüktürı;!.13 Bunun gibi Hz. Peygamberin getirmiş olduğu esasları kalbiyle yalanlayan kâfir, kalbinde imanı bulunduğu halde, yaptığı bir işten veya söylediği bir sözden dolayı küfre düşen kişiden daha büyük bir cürüm ve günah işlemiştir. Keza iman esaslarını kalbiyle kabullenmeyen tekzib-çi, sebepsiz yere adam öldürme, zina, hırsızlık gibi şeriatın büyük günah saydığı fiillerden birini de işlerse, küfrünü katmerleştirmiş, derece olarak da daha aşağılara düşmüş olur. 14
îlim adamları meydana geliş şekli, sebebi ve yeri itibarıyla küfrü genellikle dörde ayırmışlardır.15
1-Küfr-i inkâi;Allah'ı, Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirmiş olduğu esasları, kişinin kalbiyle kabullenmemesi, diliyle de inkâr etmesi, iman izhâr etmemesidir. Kur'ân-ı Kerim'de haklarında «Şu muhakkak ki, küfredenleri korkutsan da kor-kutmasan da onlarca müsavidir. Onlar iman etmezler.» 16 buyurulan inkarcı grubun küfrü bu tip bir küfürdür.
2- Küfr-i Cühûd: Kişinin kalben Allah'ı bilmesi ve fakat bile bile imana yanaşmaması, dili ile imanı itiraf etmemesi, inkâr etmesidir. Şeytan ile Ümeyye b. es-Salt'm (v. 5/626) küfrü bu nevi bir küfürdür. Allah Tealâ Ümeyye için: «İşte tanıdıkları o şey (Kuran) kendilerine gelince, onu inkâr ettiler.» 17 buyurmuştur.
3 -Küfr-i İnâdi: Kişinin kalben hakikati bilmesi, dil ile de zaman zaman itiraf etmesine rağmen; haset, sapıklık, şan, şöhret ve makam endişesi,. kavmiyetçilik gibi sebeplerle İslâm'ı bir din olarak kabullenmem esidir. Bu çeşit küfre, fikir arkadaşlarından ar edip gururuna yediremediği için küfr-i ârî de denilmiştir. Hz. Peygamberin amcası Ebû Tâlib'in (v. 619 m.) küfrü böyledir. Bilindiği gibi Resûlüllah amcasını çeşitli zamanlarda İslâm'a davet etmiş, her seferinde teklifi hüsn-i kabul görmesine rağmen «Ebû
atalarının dininden döndü.» sözünü söyletmemek içüı müslüman olma şerefine erememiştir.18
4- Küfr-i Nifak: Kişinin inanılması gereken şeyleri diliyle ikrar etmesi, fakat kalbiyle tasdik etmemesidir. Münafıkların küfrü böyledir.
Hanefî fıkıhçıları eserlerinde küfr-i cehli ismi verilen bir küfür çeşidinden bahsederler. Kendi iradesiyle, küfür olduğunu bilmediği fakat gerçekte küfür olan sözü söyleyen kişi, âlimlerin çoğunluğuna göre kâfir olur. İşte bu tip küfre küfr-i cehli denilir. Bu gruba göre cehalet mazeret olmaz. Bir kısım âlimlere göre de cehaleti sebebiyle kişi mazur sayılır.19 Bu konuya ileride tekrar temas edilecektir. 20
C- Şirk Ve Küfür
Lugâtta ortak kabul etmek mânâsına gelen şirk, ıstılahta; Allah Teâlâ'nın ulûhiyyetinde, sıfat ve fiillerinde eşi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek, onun şeriki oduğunu ispat etmektir. Şirk üe küfür birbirine yakın iki mefhumdur. Biri sadece Allah'a ortak koşma neticesi meydana gelir. İkincisi ise küfür olduğu bilinen bir takım inançların kabulü, fillerin işlenmesi, sözlerin de söylenmesi neticesi meydana gelir. İmanı Ebû Hanîfe'ye (v. 150/767) göre küfür şirkten daha umûmi olup, şirki de şümulüne almaktadır.21 Bu mânâda her müşrik kâfirdir. Fakat her kâfir müşrik değildir. Çünkü yâhûdiler ve hıristiyan-lar kâfir oldukları halde müşrik değildirler. Bu hakikatı AUah Teâlâ Kur'ân'da şöyle açıklamaktadır: «Ehli kitaptan ve müşriklerden küfredenler kendilerine apaçık bir hüccet, (yani) içinde (kitapların) en doğru (hükümleri) yazdı temiz sahifeleri okuyacak, Allah'tan bir peygamber gelinceye kadar (güya dinlerinden) ayrılacak değillerdir.» 22 Bu âyette görüleceği gibi Allah ehl-i kitabı müşriklerden ayrı zikretmiş, müşrikler ile ehl-i kitabı kâfirlerden iki ayrı grup olarak bahsetmiştir.
Bazılarınca da şirk ile küfür aynı mânâya gelen iki ayrı kelimedir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de ehl-i kitaptan da şirkin sadır olduğu açıklanmıştır. O halde yahûdî ve hıristiyanlar da müşriktirler. Zira hıristi-yanîar baba - oğul - ruhu'l - kuds'ten oluşan üç esası ilâh tanıyorlar, yahûdîler de hahamların haram dediği şeyleri haram, helâl dediklerini de helâl kabul ediyorlar, onlara rabb isnadında bulunuyorlardı. 23
Allah'a şirk koşmak günahların en büyüğüdür.
Şirk ile küfrün Allah tarafından bağışlanmayacağı, bunun dışında kalan günahlardan dilediğini Allah'ın bağışlayacağı, şirkin en büyük zulüm olduğu Kur'ân'da belirtilmiştir.24
îbn Teymiyye (v. 728/1328) 25 ile tilmizi İbnu'l-Kayyum el-Cevziyye (v. 751/1350)'ye 26 göre iki türlü şirk vardır:
1- Allah'ın rubûbiyyetinde şirk: Allah'ın rab olmasında ona bir ortak tanımak, sıfat ve fiillerinde
bir başka müdebbirin (otorite ve kudret sahibinin) varlığını kabul etmektir. Şu âyet-i kerimede bu tip bir şirkten bahsolunur: («Habîbim onlara) De ki: "Allah'ı bırakıp ta (onun ortağı olduklarını) kupkuru iddia ettiklerinize (istediğiniz kadar) yalvann. Onların ne göklerde, ne yerde (hayır ve serden) bir zerre miktarına bile güçleri yetmez. Onların buralarda hic bir ortaklığı olmadığı gibi, Allah'ın da bunlardan bir yardımcısı yoktur.» 27
2- Ulûhiyyette şirk: Allah'ın ilâh olmasında ortak kabul etmek, ibadet ve dualarda Allah'tan başkası için ibadet ve duâ etmek demektir. Bu tip bir şirk de el-Fâtiha sûresi 4. âyeti ile iptal edilmiştir. «Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz..»
îzmirli İsmail Hakkı da, Yeni îlm-i Kelâm isimli eserinin 2'nci cildinin 102. ve 103'ncü sayfalarında tevhide zıt olan Şirk'in birtakım çeşitlerinin olduğunu zikreder. Ve şunları söyler: «Şirkin birtakım çeşitleri vardır. Bunlar;
1- Şirk-i İstiklâl: İki müstakil ilâh isbat edenlerin şirkidir. Mecûsî ve müşriklerin şirkleri gibi. Se-neviyye (duâlistler - ikiciler) de buraya dahildir.
2-Şirk-i teb'iz: Cenab-ı Hakk'ın bir olduğunu söylemekle beraber, ilâhlardan mürekkeb olduğuna inananların şirkidir. Teslis inancı gibi.
3- Şirk-ı takrîb: Âlemin yaratıcısının, âlemin sâniinin bir olduğunu söylemekle beraber, Allah'a yakınlık hasıl etmek için, Allah katında şefaatçi olması için, Allah Tealâ'dan başkasına, heykellere ve putlara tapanların şirkidir. Ük (dönem) cahiliyye araplan ve Veseniyye (denilen putperestler) buraya dahildir.
4- Şirk-i taklîd % Mücerred başka birini taklîd ederek, Allah'tan başkasına, putlara ibadet edenlerin evsân ve esnâm'a [putlara) ilâh ismini verenlerin şirkidir. Sonraki cahiliyye arapîanmn şirki gibi.
5- Şirk-i Esbâb: Eşyanın tabiatının, hakiki müessir olduğuna inananların şirkidir. Tabî'ıyyûn ile onlara tabi olanların şirkleri buraya dahildir.
Ancak, sebepleri neticelere rabt ederek her ikisinin (bir) yaratıcısının olduğuna; sebepleri yaratınca onun akabinde neticeleri de yaratmanın sünnet-i ilâhiyeden (âdetullahtan) bulunduğuna inanmak,,şirk çeşitlerinden biri değil, bilâkis tevhidin ta kendisidir.» 28
D- İrtîdât (Riddet) Ve Küfür
Lugâtta dönmek anlamına gelen irtidât, iftiâl ölçüsünde bir mastardır. Riddet ise irtidât mastarının .ismi olarak kullanılır". 29 Istılahta ise İslâm dininden dönmek demektir. İslâm'dan dönüp bir başka inanca sahip olana mürted denir 30 İlk irtidât edenlerin oluşturduğu hicri 1. asır mürtedlerini iki ana gruba ayırmak mümkündür.
1- İslâm dininden dönenler: Bu grup da kendi arasında ikiye ayrılır:
a) Müseylimetü'l - Kezzâb (v. 12/633) ile Esve-dü'l-'Ansi (v. 11/632) taraftarları olup, İslâm'dan ayrılarak bu ikisinin peygamberliğine inananlar.
b) islâm'dan ayrıldıktan sonra câhiliyyet devrindeki inançlarına dönenler. Bu gibilerin tam kâfir kabul edilerek erkeklerinin öldürülmesinde, kadınlarının da esir alınmasında sahabe ittifak etmiştir. Hatta Hz. 'Alî (v. 40/661) mürtedlerden esir edilen bir kadını câriye olarak almış, Muhammed İbnu'l - Hane-fiyye (v. 81/700) isimli oğlu bu cariyeden olmuştur.
2- İmandan dönmeyip, zekâtın farz oluşunu inkâr eden, «Onların mallarından zekât al.»-" 31 âyetinde-ki emrin Resûlüllah zamanına mahsus olduğunu iddia edenler. Bunlar İslâm devletine baş kaldıran âsiler idiler. İslâm'ın tevâtüren sabit olan hükümlerinden birini inkâr ettikleri için mürted diye isimlendirilin işlerdir.32
Mürted ile kâfir arasında fark vardır. Kâfir baştan beri küfür içinde kalmış, İslâm'ın nurundan feyz alamamıştır. Halbuki mürted için durum farklıdır. Zira o bir müddet müslüman olarak yaşamış, hakikati bildiği, kurtuluşun ancak İslâmiyet ile mümkün olacağını anladığı halde doğrudan ayrılıp, bâtıla dönmüştür. Bu sebepledir ki, doğuştan beri küfür içinde olana kâfir-i asli denmiş, ona uygulanan hüküm, mür-tede uygulanan hükümlerden değişik olmuştur.
el-Mâverdi Cv. 450/1058) irtidât edenlerin yurdu (dâru'r - ridde) ile alelade gayr-ı müslimlerin yurdunu (dâru'l - harb) birbirinden ayırdeden beş karakteristik özellik olduğunu kaydeder. Bu özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Genellikle mürtedlerle ne bir sulh ve ne d& bir ittifak anlaşması yapılmasına müsaade edilmez.
Fakat bu tip bir tahdit alelade gayr-ı müslimler (kâ-fir-i aslî) için mevcut değildir.
2- Bir mürtedin, bir gayr-ı mûslim kâfir gibi zimmi (İslâm devletinin şuurları içinde yaşayan, cizye ödeyen ve devletin güvenliği altındaki gayr-ı muslini tebaa) olmasına müsade edilmez.
3- Mürtedin İslâm'ı tekrar kabul veya ölümü seçmekten başka alternatifi olmadığından köle edinilemez veya dolaylı olarak hayatı bağışlanamaz.
4- Mürtedin ganimet olarak elinden alman malı, ganimet olarak alanlar arasında paylaştırılamaz. Mürtedin malı devlet hazinesine aittir. (İleride görüleceği gibi Hanefilerin çoğunluğu miras olduğu ka-naatmdadırlar.) Böylelikle bir harp esnasında zapto-lunmuş, ölmüş mürtedlerin malları derhal müslüman devletin malı olmuş olur. Eğer mürted hayatta ise malı, İslâm'ı yeniden kabulünde kendine iade edilmek veya ölümü halinde haczedilmek üzere emanet olarak devletçe korunur.
5- Harpte esir edilen mürtedler tekrar müslüman olmayı kabullenmemeleri halinde usûlüne uygun olarak öldürülürler. Alelade harp esirlerine yapıldığı gibi onlara da eman verilmez.33
Mürtedlerle normal kâfirler yukarıda saydığımız noktalarda birbirinden farklı durum arzederlerse de, tabi olacakları bazı muamelelerde benzerlik gösterir-ler. Meselâ bir mürted İslâm'ı yeniden kabul ettiğinde kâfir gibi, muharebe sırasında telef ettiği müslü-manların can ve malından dolayı mesul tutulamaz. Hz. Ebû Bekir (v. 13/634) zamanında böyle bir karar verilmiş, tabiatıyla geçmişteki bu tip bir örnek sonraları hiç bir itiraza uğramamıştır. Bundan başka kendileriyle mücâdele ve takipte mürtedler de diğer gayr-ı müslim kâfirler gibidirler. Elçileri mevzuunda da benzerlik vardır. Mürtedlerin elçilerinin canları da, gayr-ı müslim kâfirlerin elçilerinin canları gibi korunmuştur. Aynı haklardan faydalanırlar. Zira Hz. Peygamberin hayatında Müseylemetü'l - Kezzâb'ın Cv. 12/633) elçileri Medine'ye geldiler. Kendilerine,inançları sorulunca, kendilerini gönderenlerle aynı fikir ve inançta olduklarım söylediler. Bunun üzerine Resûlül-lah şöyle idi: «Elçilerin masuniyetleri olmasaydı Allah hakkı için boyunlarınızın vurulmasını emrederdim.» 34 Bir başka benzerlik, kâfir müslümana mirasçı olmadığı gibi, mürted de müslüman akrabasına mirasçı olamaz. 35
E- Kâfir İle Yakın Anlamlı Kelimeler
et-Taftâzâni'nin (v. 793/1390) el-Makâsıd şerhinde açıkladığı gibi, kâfir, imam olmayana verilen bir isimdir. Eğer kalbinde imanı olmadığı halde zahiren mü'min görünürse bu kişiye münafık denilir. Müslümanlığından sonra küfre dönerse bu şahsa da mür-ted ismi verilir. İki veya daha çok ilâh olduğunu söyler, Allah'a şirk koşarsa müşrik; îslâmiyetin gelmesi sebebiyle hükmü ortadan kalkmış olan Hıristiyanlık, Yahudilik gibi dinlere bağlı olursa kitabî; zamanın, dolayısıyla maddenin ezelî olduğunu, yokluğun zamana sebkat etmediğini söyler, bütün hadiseleri zamana dayandırırsa dehri; Allah'ın varlığını kabul etmezse mu'attıî denilir. Hz. Muhammed'in peygamberliğini söyleyip, İslâm akaidini izhar etmekle beraber, küfrünü içinde gizleyene de zındık ismi verilir.36
Osmanlı Şeyhülislâmlarından Kemâl Paza Zade (İbn Kemâl) (v. 940/1534) zındık lâfzının ihtiva ettiği mânâlara, kimlerin zındık sayılacağına, zındıkların dünya ve âhiretteki hükümlerinin ne olacağına dair «Risâletü fimâyete'allaku bi lâfzı'z- Zındık» adıyla bir risale kaleme almıştır. Onun bahsettiğine göre zmdik kelimesi farsçadan arapçaya geçmiş bir kelimedir. Aslı da «zende» veya «zendi»dir. Bu iki kelime zamanın ebedi olduğunu söylemek anlamına gelir. Bu durumda zmdik ile dehri arasında bir fark olmadığı göze çarpmaktadır".37Araplarda mecûsüeri şirk koştukları, inançları, kadın ve malda ortaklığın mubah olması gibi esasları kabul etmeleri, bu sebeple de ilâhi kitaplardaki esaslara aykırı davranmaları sebebiyle zındık diye isimlendirmişlerdir.38
Zındık ile mürted arasında fark vardır. Çünkü zmdik her zaman mürted olmaz. Kişi İslâm'dan ayrılınca, bâtıl dinlerden birine de mensub olabilir.39
Bu açıklamalara rağmen zmdik kelimesi, çeşitli zamanlarda ve yerlerde farklı mânâlarda kullanılmış, dolayısıyla kapalı ve müşterek bir söz haline gelmiştir. Öyle ki zındık sözüyle Mani dînine inanan, âlem için nur ve zulmet olmak üzere iki ezelî aslın bulunduğunu ispat ve kabul eden kimseler anlaşılırken, bu kelimenin kapsamı zamanla genişlemiş, hatta her mülhide ve bid'at işleyene bu isim verilmiştir. Yine bu kelime ehl-i sünnete muhalif olanlar için de kullanılmıştır. 40
F- Nifak Ve Münafık
Dıştan mü'min ve müslüman görünmek, kalbte ise Allah'ı, Resulünü ve onun getirdiklerini kabullenmemek mânâsına gelen nifak daha önce de gördüğümüz gibi bir küfür çeşididir. Âhirette kişi hakkında verilecek hüküm kalbinde imanının bulunup bulunmadığına bağlı olduğundan kalbinde imam olan mü'min olarak neticede ebedî cennetlik olacak, kalbinde küfrü bulunan da ebedi cehennemlik olacaktır. Kalbinde küfrü bulunan kimsenin, kâfir veya münafık olması âhirette değişik bir duruna ortaya çıkarmayacaktır. Farklılık ancak dünyadaki hükümlerde olacaktır.
Eş'ariler ve Mâturidiler arasında münafık hakkında ihtilâf varmış gibi kabul edilirse de 41gerçekte durum böyle değildir. İhtilâf ibarelerdedir. Çünkü Eş'arîlerden hiç bir kelâmcı, münafık âhirette de dünyada olduğu gibi bir müslümamn tabi olduğu hükümlere tabi olur demediği gibi, hiç bir Mâturidi kelâm-cisı da, münafığın ebedi cennetlik gerçek bir mü'min olduğunu iddia etmemiştir. İhtilaf noktası dünyada münafığa uygulanacak hükmün ne olacağıdır. Münâfık, dünyada mü'min gibi mi muamele görecektir? Yoksa kâfir gibi mi?
Mâturîdiler dünyada zahire göre hükmedilme sinin gerekli olacağını ileri sürerek, münafık dünya hükümlerinde müslüman gibidir demişlerdir.42 Bu duruma göre kalben tasdik etmeyen, fakat dili ile ikrar edip, hareketleri ilede müslüman görünen münafık, bir müslüman gibi miras alır, kendine mirasçı olunur, müslüman bir kadınla evlenebilir, cenaze namazı kılınır ve müslüman kabristanına gömülür. Fakat böyle bir kişi âhirette kâfirler gibi muamele görür. 43Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerimin muhtelif yerlerinde münafıkların kâfir olduğunu," 44 hatta cehennemin en aşağı tabakasında (derk-i esfel'de) bulunduklarım haber vermiştir".45
Eş'arüer, kaîbi ile tasdik ettiği halde dili ile ikrar etmeyen kişinin mü'min olduğunu, buna karşılık diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmeyen kişinin yani münafığın kâfir olduğunu ileri sürmüşler", Mâturîdîlerin fikri ile Kur'ân âyetleri 46 ve hadîsler arasında'" 47 zıtlık olduğunu söylemişlerdir. 48 Fakat Eş'-arilerin bu görüşü münafığa dünyada ne muamele yapılacağı konusunda yetersiz kaldığından sonraki Eş'ariler açıklayıcı bilgi vermişler, münafığın lugât itibarıyla mü'min sayılacağını, hakikatta mü'min olmadıgun söylemişlerdir.49 el-Bâkıllânî (v. 403/1013) ise münafığın imanını mecazî olarak isimlendirir. Ona göre iman edilecek şeyleri kalbiyle yalanlayan, diliyle Allah'ın birliğini kabul eden ve İslâm'ın gereği olan bir takım amelleri işleyen kişi mecazî anlamda mü'min olur. Bu mânâda münafıkta bulunan mecazî iman, dünyada münafığın mal ve canının helâl olmasını engeller.50
Görüleceği gibi imanın ve nifakın aslı kalbtedir. Söz ve fiil kalbteki aslın delilidir. Kalbte gizli olan şey insanlarca bilinmediğinden, dünyada söz ve fiile göre hüküm vermek gerekecektir.
Dünyada münafığın tevbesinin kabul edilip edilmemesinde her ne kadar ihtilâf varsa da bu ihtilâf dünyevi hükümler bakımındandır. Kuvvetli olan görüşe göre münafığın tevbesi kabul edilir 51Münafığın kalbten yaptığı tevbesinin âhirette kabul olunacağında ise ihtilâf yoktur. Çünkü Allah münafıkların tev-belerinin kabul olunacağını şu âyetiyle haber vermiştir : «(Münafıklardan) ancak tevbe edenler (hallerini) düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar, dinlerinde Allah için ihlâs sahibi olanlar mü'minlerle beraberdir.»52
Münafık, müslüman bir kadınla evlenirse evliliği geçerlidir. Fakat evliliği sırasında, gerçek bir mü'min gibi kalbi ile de tasdik ederse nikâhı yenilemediği müddetçe evliliğinin helâl olmayacağına dair ri- . vayet vardır.53
Bir önceki kısımda gördüğümüz gibi zındık ile münafık küfrü gizlemelerinde ve zahiren müslüman gözükmelerinde ortak olmakla beraber aralarında ft-rk vardır. Kemâl Paşa Zade'nin (v. 940/1534) de işaret ettiği gibi zındîk, kalbinde küfrü gerektiren herhangi bir şeyi gizlemekle beraber, Eesulüllah'ın peygamberliğini kabul etmiş olabilir. Münafık ise, Re-sûlüllah'ın nübüvveti dahil hiçbir iman esasını kalben kabul etmezr'. 54
G- Büyük Günah Meselesi
Kebîre: (cem'i: kebâir) büyük günah demektir. Asr-ı saadette bilindiği kadarıyla büyük günah işleyen hakkında bir tartışma yoktu. Ancak Hz. 'Osman'ın (v. 35/656) şehadeti, Cemel ve Sıffin savaşları gibi meydana gelen iç savaşlarda bir öldürme olayının ortaya çıkması sonucu bu mesele müslüman-|ar arasında münakaşa edilmeye başlandı. Zira bu savaşlarda çarpışan iki grup da müsiümandı. Fakat ortada İslâm'ın büyük günah saydığı bir öldürme fiili mevcuttur. Bu durumda öldüren büyük günah işlemiştir. Katil mü'min midir?, değildir?, ebedî cennetlik raidir, değil midir? gibi sorular, kebire meselesi hakkındaki ihtilâfların ortaya çıkmasına sebep oldu.
Vâsıl b. 'Ata' (v. 131/748) hocası el-Hasan el-Bas-ri'nin (v. 110/728) meclisini terkedip, Mu'teziîe mezhebini kurmadan önce, İslâm toplumunda bu konuda yaygın olan iki görüş vardı. İlk grup büyük günah işleyen kimsenin günahkâr olduğunu, kendisinde iman bulunduğu için de kâfir olmadığını söylüyordu. Ehl-i sünnet ismini verdiğimiz grubun görüşü budur. İkinci grubu teşkil eden haricîler büyük günah işleyenin kafir olduğunu söyleyerek' ümmetin icmaına aykırı fikir ileri sürmüşlerdir.55
Hicrî ikinci asır başlarında tabiînden Hasan el-Basrî'nin meclisine gelen bir kişi, büyük günah işleyen bir kimsenin bazılarınca kâfir (Hâriciler gibi), bazılarınca da imam üzere baki kalacağını (Mürcie gibi) söylemiş, bu hususta üstadın fikrini sormuştu. O, fikrini söylemeye fırsat kalmadan tilmizlerinden Vâsıl b. 'Ata', böyle bir kişinin ne mü'min ne de kâfir olacağını, iman ile küfür arasında fısk ismi verilen bir mertebede bulunacağını söyledi. Hocasının ders halkasından ayrılarak 'Amr b. 'Ubeyd (v. 144/ 761) ile birleşti ve beraberce Mu'tezilenin esaslarını ortaya koydular. Bu tarihten itibaren büyük günah meselesi kelâracılar arasında münakaşalara sebep olmuştur. 56
1. Tarifi Ve Mahiyeti
Daha önce gördüğümüz gibi Hâricilerin ve Mu'tezilenin çoğunluğunu teşkil ettiği grup, imanın tasdik, söz ve amel gibi üç rüknü bulunduğunu, amelsiz imanın söz konusu olamayacağını söylemekte, ameli terkin imansızlığa delil olduğunu ileri sürmektedirler. Öyleyse büyük günah işlemek kişiyi küfre sokar mı, sokmaz mı? mevzuundaki münakaşaları ehl-i. bid'-at ve ehl-i sünnetin tekfir anlayışlarım incelerken bahsedeceğiz. Biz burada büyük günahın tarifini, sayısını ve nelerin büyük günah sayıldığını inceleyeceğiz.
el-Bâkülâni (v. 403/1013), Ibn Fürek (v. 406/1015), Ebû İshâk el-İsferâyîni (v. 418/1027) ve el-Cüveynî (v. 478/1085) gibi Eş'arî kelâmcılannm tercih ettiği görüşe göre bütün günahlar kebîre sayılırlar. Bu grup günahlar arasında büyük küçük ayırımı yapmaz.57
Mu'tezile ise günahları büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayınr. Onlara göre kebîre; failinin ikabı sevabından çok olan günahtır. Sağire ise, failinin sevabı ikabmdan çok olan günahtır.58
Mürcie de günahları kebire ve sağire olarak ikiye ayırır. Onlara göre Allah'a isyan durumunda bu-îunan fiiller büyük günah, bunun dışında kalanlar da küçük günahtır.59
Âlimlerin çoğunluğu da günahları büyük ve küçük olarak ikiye ayırır. Zira Allah Teâlâ Kur'ân-ı Ke-rim'de ve Resûlüllah da hadis-i şeriflerde kebire diye bazı günahları diğerlerinden ayırmışlardır. Kur'-ân'daki «Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan sa-kınırsanız,sizin öbür kabahatlanmzı örteriz ve sizi şerefli bir mevkie sokanz.»:,60 (O güzel hareket edenler) ufak ufak suçları hariç olmak üzere, günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır.»61 gibi âyetlerde günahlar büyük ve küçük olarak taksim edilmiştir.
Bir günahın büyük günah sayılabilmesi için;
a) Günahı işleyen hakkında kitap ve sünnette bir tehdit bulunması,
b) Suç işleyene dinen had veya kısas gibi cezaların uygulanması.
c) Suç işleyenin lanetlenmesi, gibi özelliklerin kendisinde bulunması gerekmektedir.62 Bu durumda neyin büyük günah olduğu, büyük günah işleyene ne gibi ceza verileceği ancak şeriatla bilinir.
Günahları büyük ve küçük olarak sınıflandıranlar kebire ve sağîreyi farklı tarif etmişler şümul ve mefhumunda ihtilâf etmişlerdir. Kebîre ile ilgili tarifleri şu şekilde sıralayabiliriz:63
a) Kebire kitap ve sünnette şâriin kebire olarak zikrettiği herşeydir.
b) Kebîre, fesadı hadiste zikredilen büyük günahların fesadı kadar veya daha büyük olan günahtır.
c) Kebîre, kulun üzerinde ısrar ettiği, sağire de istiğfar ettiği her günahtır.
d) Âyet ve hadîslerde hakkında tehdit edici bir nass bulunan ve işleyene şiddetli bir azap tehdidi haber verilen her günah kebiredir.
e) Had cezasını gerektiren her günah kebiredir.
f) Haramlığına dair kitapta delil bulunan veya işleyene haddi gerektiren her günaha kebîre denir.
g) Haddi gerektiren veya hakkında tehdit edici bir nass bulunan her şey kebîredir.
Bu tariflerin ışığı altında kebîre; âyet ve hadîslerde büyük günah olarak zikredilen, hakkında tehdit edici bir nass bulunan, işleyenin dünyada veya âhirette ceza almasına sebep olan fiiller ile nasslar-da belirtilmediği halde fesadı orıar seviyesinde bulunan fiillerdir. ve Hadis-i şeriflerde şirk ve küfür, kebâirin en büyüğü olarak nitelendirilmiştir. Kur'ân'da da Allah'a ortak koşmanın affedilmeyeceği, bunun dışında kalan günahları dilediği kimseler için Allah'ın affedebileceği zikredilmektedir.64 Zaten Ehî-i sünnet ile Haricî ve Mutezilîler arasında şirk ve küfür çeşidinden olan bir kebîreyi işleyenin kâfir olduğunda ihtilaf bunun dışında kalan büyük günahlardadır.
İmam el-Mâturîdi (v. 333/944) büyük günahları itikatta ve amelde meydana gelen kebîre olmak üzere ikiye ayırır. Bunlardan ilkinin küfür ve tekzîb nevinden olduğunu, ikincisinin ise küfre girmediğini ' kaydeder. 65
2. Sayısı
Büyük günahların sayısında ihtilâf edilmiştir. Hz. Peygamber zaman ve duruma göre, büyük günahların sayışım değişik şekillerde zikretmiştir. Kebâirin en büyükleri hakkında şöyle buyurmuştur: «Size kebâirin en büyüklerinden haber vereyim mi? Onlar, Allah'a şirk koşmak, ana - babaya itaatsizlik ve yalancı şahitliktir.» 66 el-Buhâri'nin (v. 256/870) rivayetinde bu üçe ilâveten yalan yere yemin de zikredilmiştir.67 Ebû Hureyre'nin (v. 59/679) rivayet ettiği bir başka hadîste büyük günahlar yedi olarak zikredilmiştir. Bu rivayete göre şirk, sihir, haksız yere tâün öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, harpten kaçmak, iffetli ve iman sahibi bir kadına zina iflasında bulunmak gibi davranışlar insanı helak ol-inaya götüren yedi günah olarak açıklanmıştır.68
Ebû Davud'un 69
Aynca İbn 'Ömer'in (v. 73/692) rivayetinde büyük günahların dokuz olduğu söylenmiştir. Bu rivayete göre büyük günahlar; Allah'a şirk koşmak, haksız yere adam öldürmek, iffetli kadına zina iftirasında bulunmak, zina yapmak, harpten kaçmak, sihir, yetim, malı yemek, müslüman ana-babaya itaatsizlik, Mescid-i Haram'da günah işlemektir. Ebû Hurey-renin bir değişik rivayetinde bu dokuza faiz yemeyi ilâve ettiği görülmüştür. Hz. 'Ali (v. 40/6.61) ise hırsızlık ve şarap içmeyi de büyük günah olarak zikret-miştir.70
el-Heytemî'nin (v. 974/1566) de zikrettiği gibi büyük günahların sayısı ile ilgili değişik rivayetlerde Allah Resulünün maksadı, büyük günahların sayısını açıklamak değil, hadisi söylediği andaki ihtiyaca ve duruma göre nelerin büyük günah sayılabileceğini açıklamak olsa gerektir.71 Zira hadîslerde zikredilmedi^ halde cezası ve fesadı hadîslerde zikrolunanların ceza ve fesadından fazla olan büyük günahlar da mevcuttur. Bu sebeple büyük günahların neler olduğuna dair kitaplar yazılmıştır. Bunlardan Hafız ez-Zehebî'nin (v. 748/1347) K. eî-Kebâir'inde büyük günahların sayısının yetmişe ulaştığı, 72el-Heytemi'nin ez-Zevâcir an iktirâfıl - Kebâir'inde de 467 rakamına vardığı görülür.73
Ebû Tâlib el-Mekkî'ye (v. 386/996) göre büyük günahların sayısı onyedi olup,
Dördü kalb ile ilgilidir: Şirk, günahta ısrar, Allah'ın rahmetinden ümit kesme, azabından emin olma.
Dördü de dil ile ilgilidir: Zina iftirası, yalancı şahitlik, sihir, yalan yere yemin etmek.
Üçü karın (yiyip-içme) ile ilgilidir: Haksız yere yetim malım yemek, faiz yemek, sarhoşluk veren şeyi içmek.
İkisi tenasül uzvu ile ilgilidir-. Zina, livâta. îkisi de el ile ilgilidir: Haksız yere adam öldürmek, hırsızlık yapmak.
Biri ayaklarla ilgilidir: Harpten kaçmak. Sonuncusu ise bütün bedenle ilgilidir: Ana - babaya itaatsizlik etmek.74 Görüldüğü gibi büyük günahların tarif, şümul, mefhum ve sayılarında ihtilaflar vardır. 75
Dostları ilə paylaş: |