İnsan ve kader



Yüklə 303,51 Kb.
səhifə1/16
tarix26.11.2017
ölçüsü303,51 Kb.
#12512
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

İNSAN VE KADER


Murtaza MUTAHARRİ

Orijinal Adı:

Yazar: Murtaza MUTAHHARİ

Yayına Hazırlayan: Bahri AKYOL

Yayın: İslami Kültür ve İlişkiler Merkezi

Tercüme ve Yayın Müdürlüğü



  1. Baskı-1997

İçindekiler

GİRİŞ

MÜSLÜMANLARIN YÜKSELİŞİ VE

GERİLEMESİ


Kader konusu, felsefî bir karakterde olduğu için, bu özelliği göz önüne alınarak üzerinde tartışılması gereken bir konudur.

Bilimsel ve felsefî meseleler, temel konularına ve o alanda yapılan üretimlere göre belirlenen belli kategoriler altında mütaala edilir.

Felsefi, matematik ve tabiata ait birtakım konular; bu konularla ilgili birçok alt-gruplar, alt başlıklar dolayısıyla birbirlerinden çok ayrı, hiçbir şekilde birbirine bağlı olmayan kategorilere ayrılmıştır.

Felsefî bir mesele olarak kader konusu da yukarıda sayılanlara dahildir. Ama burada, yukarıda anlatıldığı gibi bir kategorileştirmeye tabi tutulmayacaktır.

Kader konusu, "Müslümanların Gerilemesinin Sebepleri" ana başlığı altında bir dizi mütaala serde dilerek tartışılacaktır. Bu konu tarihsel, psikolojik, ahlakî, toplumsal, dinî ve felsefî boyutları göz önüne alınarak, bu ana başlıklar altında değerlendirilebilir.

Bu ayrı alanları birbirine bağlayacak olan şey, İslam toplumunun yükselişinde ve gerilemesinde pozitif veya negatif etkenlerin araştırılması olacaktır.

Bu meseleyi gündeme getirmemizin esas sebebi, kadere inanmanın -felsefî akıl yürütme (muhakeme) prensipleri bağlamında, buna inanan insan üzerinde tembelleştirici, pasifliğe sevk eden bir inanç olmasını gerektirip gerektirmediğini irdelemektir. Gerektiği gibi öğretildiğinde bu tür istenmeyen sonuçları vermeyecek bir inanç mıdır? İkinci sebep, İslam'ın bu konu hakkındaki hükmü ve bu hükümlerin Müslümanlar üzerindeki vuku bulmuş ve olası etkilerini incelemektir. Temel mesele bu olduğu için yukarda serde dilen amaçla bağlantılı olmayan konular göz ardı edilecektir.

Müslümanların gerileme sebepleri konusunda ne zaman belli bir hükme vardığımı hatta bu konuyla kişisel olarak ne zaman ilgilenmeye başladığımı tam olarak hatırlamıyorum. Fakat bu konunun yirmi yılı aşkın süredir ilgimi çektiğini ve bu vesileyle bu süre zarfında konuyla ilgili eserleri tahkik ettiğimi söyleyebilirim.

Yukarıda zikrettiğim zaman süresince ne zaman bu konuyla ilgili bir yazı veya konuşmayla karşılaşsam büyük bir iştahla okur veya can kulağıyla dinler, yazarın veya konuşmacının bakış açısını, fikrini öğrenmeyi isterdim. Birkaç yıl önce peygamberî geleneklerden biri olan yari didaktik yarı hitabet tarzı bir mütaalâ da konu bu noktaya geldi. Konuyla ilgili okuduklarım ve dinlediklerim faydalı olmakla beraber tatminkar edici olmaktan uzaktı: Dinleyicilerin ve benim meseleye bir hayli yoğun ilgi gösterdiğimizi gördüğüm için bu meseleyi mümkün olduğunca derinlemesine incelemeye karar verdim. Çünkü günümüz İslam dünyasını yeniden oluşturmanın formülü büyük ölçüde geçmişteki ve günümüzdeki gerilemesini tanımaya. bağlıdır. Bunu başarmak için ilk aşamada Müslüman veya Müslüman olmayanların bu konuyla ilgili, faydalı olabilecek görüşlerini bilmek sonra meseleyi sunmak gerekiyordu.

Konunun genişliğinin ve bu konuda yetkin ve felsefî bir araştırmanın olabilmesi için bir hayli fazla konunun araştırılması gerektiğinin farkındaydım. Bütün bu konuların araştırılması tek bir kişinin kapasitesinin kaldırabileceğinden çok uzaktı, daha az iddialı konuşursak en azından zamana ihtiyaç vardı. Buna rağmen elinizdeki materyalleri özetleme, bir sınıflandırma yapma ve içlerinden bir kısmını seçip örnek olarak üzerinde tartışma ve bu konuyla uğraşacak olanlara birtakım ipuçları temin etme kararını verdim. Nitekim çok yararlı ve sistematik değerlendirmelere kapı aralayan önemli toplumsal İslamî meseleleri tartışmak için işbirliği ve benzer halet-i ruhiye görülmeye başlanmıştır.

Hiç şüphe yok ki Müslümanlar çok şanlı, parlak bir maziye sahipler. O kadar süre dünyaya hükmetmeleri edibü'1 Memalik Ferahanî'nin ifadesiyle, "Kralları haraca bağlamakla" yönetmelerinden ileri gelmemektedir. Çünkü diğer insanlara baskı yapan fatihler, krallar uzun süre ayakta kalamamış, kısa süreli saltanat elde etmişlerdir. Sabun köpüğü gibi kısa sürede yok olup gitmişlerdir. Müslümanlarsa asırlar süresi büyük ve parlak bir medeniyet kurarak insanoğluna bir meşale olmuş, dünya yüzünde büyük değişikliklere sebep olmuştur. Hatta şimdi bile medeniyet tarihindeki aydınlatıcı rolü dolayısıyla azametli olarak mütaalâ edilir. Müslümanlar yüzyıllarca bilim, endüstri, felsefe, sanat, ahlak ve toplumsal kurumlar konusunda dünya çapında üstünlüğü ellerinde bulundurdular. Bazı önyargısız batılı yazarlara göre tüm dünya üzerinde açık bir üstünlük kuran Avrupa medeniyeti şanlı İslâm medeniyetinden ilham almıştır.

Gustave Le Bon "Arap ve İslâm Medeniyeti" adlı kitabında şöyle demektedir:



Bazı Avrupalılar bir grup dinsiz ve tanrı tanımanızı, yani Müslümanların, Hıristiyan, Avrupa'nın içinde bulunduğu cehalet ve zulmetten kurtulmasını sağladığını itiraf etmeye utanırlar ve bu gerçeği gizlerler. Roma imparatorluğunu yerle bir eden Arapların İslâm'dan neşet eden maneviyatı, medenileşmemiş Avrupalıların hümanizme geçişine önderlik etmiştir. Aynı şekilde bilim, teknik ve felsefe üzerinde Müslümanların katkılarından da tamamen habersizdik. Kısacası Müslümanlar tam altı asır öğretmenimiz olmuştur.

(Arap ve İslâm Medeniyeti, 4. Baskı, s. 751)

Yine aynı doğrultuda Will Dourant "Medeniyet Tarihi" adlı eserinde şöyle der:

İslâm medeniyetinin yükselişi ve çöküşü çok; önemli bir tarihsel olaydır. Beş asır boyunca Hicrî 81 ile 597 yılları arasındaki dönem- felsefe, tıp, bilim, bilimsel araştırmalar edebiyat, sunulan dinî kolaylıklar (başkalarının görüşlerine saygı anlamınca), insan hakları,yaşam standardının yükselmesi, sınırların genişlemesi ve ahlakî alanlarda İslâm dünyaya öncülük etmiştir.

(Medeniyet Tarihi, Cilt 11, s. 317)

Will Dourant sözlerine şöyle devam eder:

İslâm dünyasının Hıristiyan dünyası üzerinde çok büyük etkisi olmuştur. Avrupalılar yiyecek-içecek, ilâç, silah sanatsal etkinlikleri aile düzeni endüstriyel teçhizat, ticaret, denizciliğini Müslümanlardan öğrenmişler ve bu alanlardaki çoğu terimleri Müslümanlardan iktibas etmişlerdir. Müslüman bilim adamları Yunan matematiğini, tabiî bilimlerini, kimyayı, astronomiyi ve tababet ve eczacılık ilimlerini geliştirip bu Yunan mirasını zenginleştirerek Avrupa'ya nakletmişlerdir... Arap fizikçileri Avrupa'da okunması o çağda yasak olan, unutulmuş Aristo'nun eserlerini koruyup geliştirerek Avrupa'nın Aristo'yu yeniden tanımasını sağladılar. Avrupa'da skolastik felsefecileri aydınlatan İbn-i Sina ve İbn Rüşd Yunanlı olarak biliniyordu. İslam'ın etkisi, ticaret yolları, Haçlı Seferleri, Arapça'dan Latince'ye yapılan binlerce kitap çevirisiyle, Guerbret, Edıard Baci Michael Scott ve diğer bilim adamlarının Endülüs'e Yaptıkları seyahatlerle gerçekleşmiştir.

Will Dourant bundan başka eserinde şu satırlara yer verir:



Tarihin altın çağlarında, yalnızca bir toplum Hicrî dördüncü asırda Harun el-Reşid'den İbn Rüşd'e kadar süren çok kısa bir zaman diliminde siyaset, edebiyat,eğitim, astronomi, coğrafya, tarih, matematik, kimya, felsefe, tıp, eczacılık ve diğer alanlarda çok önemli şahsiyete sahip olabilmiştir. Bu çalışmaların bir kısmın da Yunân klasiklerinden faydalanmışlarsa da çoğunluğu özellikle de siyaset, şiir ve sanat alanlarında özgün, çok değerli yenilikler getirmişlerdir.

Hiç şüphe yok ki İslâm Medeniyeti diye adlandırılan, şu anda sönmüş bulunan aydınlatıcı bir meşale, şanlı ve parlak bir olgu varolmuştur. Günümüzde Müslümanların şanlı mazilerine nazaran diğer uluslarla kıyaslandığında bir duraklama ve gerilemeye maruz kaldığı görülür.

Doğal olarak bilim, endüstri konusundaki bu kadar ilerlemeden, bu kadar mesafe kat etmeden sonra Müslümanların gerilemesine neyin sebep olduğu sorusu ortaya atılacaktır. Bu çöküş ve geriye gidişten kim ve ne sorumludur? Belli kişiler, etnik gruplar veya şartlar mı Müslümanları mükemmele ve gelişmeye dönük yönünden saptırmışlardır? Müslümanları hiç beklenmedik şekilde kendi ilerleme yollarından alıkoyan özel faktörler mi vardır? Fakat her toplumun sınırlı bir gelişme ve ilerleme döneminden sonra gerileyeceği ve çökeceği de tarihsel bir kural mıdır.? Müslümanların sapma ve gerilemesinde etkin rol oynayan özel bir mani varsa bu nedir?

Müslümanların gerilemesi ve çöküşünden bazı fanatik batılı Hıristiyan ve sömürgeci misyonerlerin iddia ettikleri gibi İslâm'ı mı sorumlu tutacağız? Yoksa İslam bundan sorumlu değil midir? O halde çöküşün sebebi müslümanlar mıdır? Yada asıl sorumlu İslam ve Müslümanlar değil de başkaları mıdır? Müslüman olmayan toplumların on dört asır boyunca yaptıkları mı İslâm'ın gerilemesine sebep olmuştur? Bu sorular kolayca cevaplandırılabilecek sorular değildir. Bir dizi derin araştırma ve derin tartışma gerektiren sorulardır bunlar.

İslâm toplumlarının yükselişi ve çöküşü ile ilgili mütalaaların, sunulmasında ortaya konulacak çalışmanın aşağıdaki konuları içermesi gerekiyor:

1. İslam medeniyetinin yükseliş temelleri.

2. İslam medeniyetinin mayası ve itici gücünün gerektirdiği asıl sebepler

3. Müslümanların çöküşünde Îslam'ın etkisi.

4. Modern Avrupa medeniyetinin İslam'dan aldıkları.

Gerilemesi ve çöküşü bakımından İslam dünyasının günümüzdeki konumu.

6. İslam medeniyeti yıkıldığı halde İslam en güçlü toplumsal ve devrimci güçlerle yarışabilecek, canlı, yayılma potansiyeline haiz güç olarak kalmıştır.

7. İslam aleminin uyanması ve tekrar yükselmesine ramak kalmıştır.

Giriş mahiyetindeki bu değerlendirmeden sonra ayrı bir bölüm açarak tarih felsefesi ile ilişkilendirilen "zamanın mahiyeti" konusunda temele inen, derin felsefî bir tartışma yapılması gerekiyordu. Bazı tarihçilerin iddia ettikleri gibi bir milletin ilerlemesine sebep olan etkenlerin aynı zamanda gerilemesinin de etkeni olup olmadığının görülmesi gerekiyordu. Başka bir deyişle, bu iddiaya göre yalnızca belli şart ve zamanlarda toplumun ilerlemesini temin eden faktörler fonksiyoneldir. Şartların, zamanın ve mekanın yeni bir tarihsel dönemin doğuşuyla değiştiği durumlarda daha önce toplumun ilerlemesini temin eden faktör artık toplumu ileriye götürmemekle kalmaz, toplumun duraklaması gerilemesi ve çöküşünün de sebebi olur.

Bu görüşü, yani her medeniyetin kurulduğu faktörlerle yıkıldığı görüşünü doğru kabul edersek, medeniyetin yıkılışını izah için dış etkenler aramamıza gerek, kalmaz. Bu görüşe göre eski faktörler daima gerici ve reaksiyoner, yenileri ise ilericidir. Yeni toplumsal faktörler önceki medeniyetle çelişen yeni bir medeniyeti yaratır.

Bu kural doğru kabul edildiği takdirde İslam medeniyetinin de doğal olarak bir istisna teşkil etmeyeceğinin kabul edilmesi gerekir. Bu yüzden de İslam medeniyetini yaratan etkenlerden farklı olarak, bu konudan soyutlayarak İslam toplumlarının gerileme sebeplerini aramak boşuna olur.

Yine bu kurala göre; herhangi bir şahsı, milleti veya olayı İslam toplumlarının gerilemesinden sorumlu tutmak da gerekmez. İslam medeniyetinin çöküşü de er veya geç diğer medeniyetlerde olduğu gibi tahakkuk edecekti. Bu iddia, her canlının ölümle yüz yüze geldiği canlılar dünyasında doğrulanmaktadır. İslam medeniyeti de doğdu, gelişti gençlik döneminden sonra olgunlaştı ve öldü. Onun restorasyonunu istemek bir ölünün dirilmesini istemek gibidir ki bu da insan yeteneklerinin üzerinde, tabiatüstü bir mucizeyle gerçekleşebilecek, tabiat kanunlarının normal işleyişi çerçevesinde gerçekleşemeyecek bir istektir.

İslam toplumlarının yükselişi ve çöküşünü anlatan bir mütalaadan sonra çöküşle ilgili olarak felsefî ve tarihsel değerlendirmeler yapılması ihmal edilmemesi gereken bir gereklilik arzediyordu. Çünkü bu konuyla ilgili birçok sığ açıklama getirilmeye çalışılmış ve bunlara birçok kişi inanmıştı.

Bu felsefî konuların tamamlanması için İslam'ın çağın şartlarına uyum gösterip gösteremeyeceği konusuyla bağıntılı bir dizi tartışmayla ilgilenilmesi gerekiyordu. Bu tartışmanın birinci cephesi özellikle felsefî; ikinci cephesi ise İslamî yön üzerinde duracak bir mütalaayı gerektiriyordu. Bu iki boyut “İslam ve hayatın gerekleri” çerçevesinde araştırılabilir.

Bu değerlendirmeden kaçınırsak yukarda bahsettiğimiz tarih felsefesi prensibini kabul etmemiş, Müslümanların gerileme ve ilerleme sebeplerini aynı değerde saymamış olacağız. Müslümanların duraklama, gerileme sebepleri üzerinde çalışmaya, konu üzerinde söylenenleri anlatmaya geçebiliriz.

Konu üzerinde görüş serdedenler, Müslüman olsun olmasın doğal olarak bu ihtimali de göz önünde bulundurmaları gereken konu ve olayları dikkate alarak... meseleyi üç ana bölüme, ayır incelemişlerdir: İslam, Müslümanlar ve dış etkenler.

Her bölüm kendi içinde birçok konuyu içermektedir. Meselâ, İslam bölümünde kimileri Müslümanların gerilemesinde İslam inanç ve düşünüşünün etkin olduğunu söyleyebilir. Bir başkası İslamı ahlakının, saflığın gerileme sebebi olduğunu iddia ederken, diğerleri İslam'ın toplumsal kurallarının Müslümanların düşüşüne sebep olduğunu iddia edebilir.

Tesadüfe bakın ki bazı İslam'ın önerdiği kimi ahlak kaideleri ve toplumsal hayatı düzenleyen kurallar, Müslümanların düşüşünden sorumlu tutulmuştur.

"Müslümanlar"ın ve "dış etkenler"in ele alındığı bölümler de tartışılması gereken birçok bölümden oluşmaktadır.

İslamî inanç ve düşünüşün ele alındığı bölümde aşağıda belirtilen özellikler bu durumdan, yani Müslümanların çöküşünden sorumlu tutulmuştur:

1. Kaza ve Kadere inanma.

2. Ahirete gününe inanma ve bu dünyaya ait meselelerin hafife alınması.

3. Şefaat.

4. Takiyye.

5. Hz. Hz. Mehdi (a.s) beklentisi.

Bu özelliklerden ilk üçü Şiî ve Sünnilerde ortak, diğer son iki madde Şii'lere mahsus olan özelliklerdir.

Müslümanların gerilemesine çoğu kere kadere olan derin inancın sebep olduğu söylenir. Veya Ahiret hayatına verilen büyük önemin, bu dünyanın değersiz, olduğunun vurgulanmasının Müslümanların bu dünyaya ait meselelerle ciddî olarak ilgilenmesine engel teşkil ettiği söyleniyor. Bazen de şefaate olan inancın (çok az sayıda bir grup müstesna bu inanç İslam tarihinin her döneminde var olagelmiştir) Müslümanları, diğer insanlar üzerinde olumsuz yönde etki bırakacak günah işleme konusunda dikkatsiz davranmaya sevk etmiştir denir ve şefaate güvenmek insanların kötülük yapmasını kolaylaştırmıştır denmektedir.

Şiî Müslümanlara yöneltilen suçlama ise takiyye ve Hz. Mehdi beklentisine sahip olmadır. Takiyyenin ikiyüzlülüğü öğrettiği ve Şiilerin, zayıf ve olayların üstesinden gelemeyecek bir yapıda bulunmalarına yol açtığı söylenir. Yine Hz. Mehdi beklentisinin de Şiileri, gelişme ve düzeltme fikirlerinden yoksun bıraktığı belirtilir. Diğer milletler nasıl ilerleyeceğiz diye düşünürken, Şiilerin görünmeyen bir elin ortaya çıkıp işleri düzeltmesini bekleye geldikleri ifade edilir. Dolayısıyla bu inancın onları ilerleme çabasından alı koyduğunu söylerler.

İslam ahlakında ki zahitlik (kanaat etme) sabır, boyun eğme, teslimiyet ve güvenmenin Müslümanların gerilemesine sebep olduğu da sıkça tekrarlanır.

Bazıları bu önemli meselede müslümanların sorumluluğu ve görevlerinden çok, İslam’ın önerdiği hükümet ve hükümete bağlı kurumların incelenmesi gerektiğini (İslam sadece müslümanların hükümlülükleriyle sınırlı değildir diyerek) öne sürmüşlerdir.

İslam ceza hukuku asırlarca ihmal edilmiş, bu yüzden birçok İslam ülkesi başka ülkelerin kanunlarını benimsemiştir. Yaptıklarının ne denli kötü bir şey olduğunun daha yeni-yeni anlamışlar ve de anlamaktaydılar. İslam ceza hukuku da tartışılan konulardan birini oluşturmuştur.

İslam medeni hukukun da çağımız koşullarında en fazla tartışmalara yol açan konulardan bir kısmı da kadın hakları, özel mülkiyet ve mirastır.

İslam’ın; Müslümanların müslüman olmayan kişilerle ilişkilerini belirleyen bir takım kısıtlamaları, mesela müslümanların müslüman olamayanlarla evlenmemesi inançsızların necis addedilmesi başka bir değişle İslam’ın uluslararası ilişkilerde ki hukuk anlayışı bir grup müslümanları rahatsız etmiş, dolayısıyla tüm bunları İslam medeniyetinin geri kalmasına sebep olan etkenlerden biri olarak kabul edilmiştir.

Bütün bu konular, İslam konulu bölümde yeterince incelenmesi gereken meselelerdir.

Şükürler olsun ki bu araştırmaların yapılması imkanına sahibiz. Bu meseleleri açıklığa kavuşturduktan sonra gençliğin ve tahsil görmemiş kimselerin zihinlerinde beliren şüpheleri giderebilecek ve bu yolla ve bu yolla inançlarını kuvvetlendirebileceğiz.

“İslam” bölümünü tartışırken ilgimizi müslümanların kendilerinde odaklaştıracağız. Yani İslam Müslümanlar sorumlu tutulmayacak, Müslümanların İslamî öğretiden sapmaları gerileme sebebi olarak değerlendirilecektir.

Bu bölüm de çeşitli alt bölümleri içinde barındırır: öncelikle sapma noktaları, İslam'dan olup toplum tarafından benimsenmeyen ve İslam'a ait olmayıp toplum tarafından kabul edilen noktalar belirlenmelidir. Sonra da bu çöküşten yalnızca grubun mu yoksa, tüm Müslümanların mı sorumlu olduğuna bakmamız gerekecektir. İslam Araplar arasında doğmuş, ama İran,Mısır ,Hindistan, vb. gibi Arap olmayan toplumları da kendi sancağı altında bulundurmuştur. Bu milletlerin her biri ırkî, ve tarihsel özellikler bakımından kedilerine mahsus kimliklere sahiplerdi. Bu yüzden farklı milletlerin ırkî sebepler veya onlara mahsus birtakım özellikler dolayısıyla

İslam Araplar arasında doğmuş, ama İran, Mısır Hindistan vb. gibi olmayan toplumları kendi sancağı altında bulundurmuştur. Bu milletlerin her biri ırkı ve tarihsel özellikler bakımından kendi kimliklerine sahip kimselerdi. Bu yüzden farklı milletlerin ırki sebepler ve onlara mahsus bir takım özellikler dolayısıyla İslam’ın orijinal yolundan ayrılıp ayrılmadıklarını tespit etmek zorundayız. Yani İslam diğer milliyetlere, mesela - Avrupa'da bulunan milletlere yayılsaydı Müslümanların akıbeti değişik mi olacaktı, Müslümanların bu süreçte hiçbir rolleri yok mudur. Veya Müslümanların başına gelen her şey belli bir Müslüman grubun veya yönetimde bulunanların ve din adamlarının yaptıklarıyla açıklanabilir mi, türünden sorulara cevap bulmak zorundayız.

Müslümanların gerilemesini dış etkenlerle açıklamaya çalışacağımız bölümde göz önüne almamız gereken birçok konu var. En başından beri İslam çok inatçı iç ve dış muhalefetle karşılaşmıştır. Müslümanların içinde bulunan ve onları arkalarından vuran Yahudiler, Hıristiyanlar, büyücüler ve Orijinal dini saptıran sapıklar var olagelmiştir. Bu gruplar yeni adetler tesis ederek, farklı tarikler oluşturarak ve Müslümanlar arasındaki ihtilafları körükleyerek gerçeği saptırmada çok etkin oldular. İslam tarihinde gayri Müslimlerin İslam'ı zayıflatmak gayesiyle Müslümanlar arasındaki birçok politik ve dinî hareketi destekledikleri görülmüştür.

İslam dünyası başlangıçtan beri muhaliflerin çok şiddetli taarruzlarına maruz kalmıştır. Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları bu durumun en güzel örneğidir. Bu iki taarruzun Müslümanların gerilemesinde çok önemli etkileri olmuştur.

Hepsinden tehlikelisi, Müslümanların yakın tarihin de baskı altında ezilmelerine sebep olan, adeta Müslümanların kanını emen batı koloniyalizmidir.

Yukarıda söylenenleri gözden geçirdiğimizde hakkında değerlendirme yapmamız gereken konular şöyle sıralanabilir:

1. Müslümanların yükselişi ve düşüşü. Diğer değerlendirmelere bir giriştir.

2. İslam ve Tarihsel şartlar Bu değerlendirme, birincisi tarih felsefesiyle, ikincisi İslam kurallarının değişen şartlara uyum sağlama kabiliyetiyle ilgili olan iki bölümden oluşmaktadır. Bu bölüm de bizi diğer bölümlere hazırlamaktadır.

3. Kaza ve kader. Elinizdeki kitabın asıl konusunu oluşturmuştur.

4. Yeniden dirilmeye Ba'su ba'del mevte inanma ve bu inancın toplumun yükselişi veya gerileyişi üzerindeki etkilerinin incelenmesi.

5. Şefaat.

6. Takiyye.

7. Hz. Mehdi beklentisi.

8. İslami ahlakı.

9. İslam'dâ hükümet.

10. İslam Ekonomisi.

11. İslam Ceza hukuku.

12. İslam'da kadın hakları.

13. İslam'da uluslararası ilişkiler hukuku.

14. Sapma noktaları.

15. Adet ve gelenekleri çarpıtma, değiştirme ve yeni adetler tesis etme.

16. Şiî-Sünnî muhalefeti ve bunun Müslümanların düşüşüne etkisi.

17. Eş'arî ve Mutezile.

18. İçtihat ve Cemut (Belli bir kalıpta kalma).

19. Felsefe ve Tasavvuf.


  1. İslam dünyasındaki yöneticiler.

21. Din adamları.

22. İslam dünyasında azınlıkların yıkıcı faaliyetleri.

23. Şuûbî Hareketi.

24. Haçlı Seferleri.

25. Endülüs'ün yıkılışı.

26. Moğol istilası.

27. Koloniyalizm. (İstismar)

Bence sıralanan bu konular çalışmamızın içinde mutlaka bulunması gereken bahislerdir. Ne meseleleri çok iyi bir şekilde aktarabileceğimi, ne de bunların en uygun şekilde dizelenmesini sağlayabileceğimi iddia ediyorum. Yine benim bilmediğim öyle bir çalışmanın mutlaka içermesi gereken başka konular da bulunabilir. Aslında konuyla ilgili bütün meseleleri değerlendirmeye nücüm ne de vaktim ve fırsatım var. Bu konularla ilgili birtakım notlarım var ve bunları belli bir düzen içinde bu konulara ilgi duyan kişilerin önüne getirebileceğimi umuyorum.

Yirmi yıl kadar önceydi. Kum’da ki ilahiyat merkezinde dinî araştırmalarda bulunduğum sıralarda ilk defa olarak, batılıların, Müslümanların gerilemesinde en önemli sebep olarak kaza ve kadere inanmayı gördüklerinin farkına vardım.

Dr. Muhammed Hasaneyn Heykel'in yayınladığı Ebu'1 Kasım Payende'nin tercüme ettiği Muhammed'in Hayatı" isimli kitabın ikinci cildini okuyordum. Kitabın sonunda şu iki değerlendirmenin yer aldığı sonuç bölümü vardı:

1- Kur'an'da tarif edilen İslam medeniyeti.

2. Oryantalistler ve İslam medeniyeti.

İkinci konunun yer aldığı bölümde tanınmış Amerikan yazarı, İslam peygamberinin hayatı üzerine bir kitap yazan Washington Irving'den bir alıntı yapılmıştı. Dr. Heykelin yaptığı alıntıda Washington Irving İslam hukuk doktrinlerini (İslam’ın esaslarını) tarif etmiştir Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve Ahiret Gününe imanı belirttikten sonra

Altıncı ve son Şart İslam hukukunda kaderciliğe-determinizme iman olduğunu gösterir. Muhammed, mücadelesin? de bu doktrini kullanmıştır. Çünkü bu doktrine göre dün yada cereyan eden bütün olaylar Allah'ın takdiriyle olmaktadır ve bütün bunlar daha dünya yaratılmadan önce, kişilerin alınlarına yazılmıştır. Her bireyin doğumu, ölümü yani kaderi belirlenmiştir, hiçbir şekilde değiştirilemez. Bu noktalar Müslümanın dini de kabul görmekte Müslümanlar bunlara inanmaktadırlar. Bu inanç dolayısıyla savaş anında korkusuzca düşman önüne atılabilmektedirler. Onlar için savaşta ölmek kendilerine cennet vadedilen şehitler olmak demektir. Yani düşmana galip de gelseler, yenikte düşseler (öldürülseler) her iki şekilde de kazançlı olduklarına inanmaktadırlar. Bazı Müslümanlar, insanoğlunun günahtan ve dolayısıyla cezadan korunamayacağını ve bireyin hür iradesinin bulunmadığını kabul ettiği için determinizmin Allah'ın adaleti ve merhametiyle çeliştiğine inanmaktadırlar. Birçok düşünce bu inancı değiştirmek üzere ortaya çıkmıştır Fakat bunlar azınlıktadır ve Peygamber geleneğinin (Sünnet) izleyicilerinden sayılmazlar. Hiçbir inanç cahil ve inatçı bir orduyu savaşa götürüp, sağ kaldıklarında ganimet kazanacaklarını, öldürüldüklerinde cennete yerleştirileceklerini garanti edemezdi. Bu inanç onları öyle cesur ve güçlü yapar ki hiçbir düşman onlarla rekabet edemez. Ne ilginçtir ki bu inanç İslam'ın etkinliğinin ortadan kalkmasında da aynı etkiyi doğurmuştur. Peygamberin halefleri askerî hareketleri, fetihleri durdurdukları ve orduları dağıttıklarında determinizmin bu yıkıcı karakteri ortaya çıktı.

Barış ve sükunet müslümanların cesaretini kırdı. Bu sonuçta, maddi gerekler, İslam'ın Hıristiyanlıktan çok farklı bir din olması, sağlığı ve zahitliği yüceltmesi de etkili olmuştur. Müslümanlar gerilemelerini kaderlerine bağlayıp, gayret ederek bu duruma baş kaldırmalarının hiçbir işe yaramayacağını düşündüler. Peygamberden sonra gelenler "Kendinize yardım edin, Allah da size yardım edecektir" prensibin' unutup bunun tam tersine inandılar. Yine bu sebepler yüzünden Haç, Hilal üzerinle etkin bir güç olmuştur. Hilalin Avrupa'da günümüzde de etkinliğinin devam edebilmesi ancak Hıristiyan yönetimlerin bu şekilde karar vermeleriyle mümkün olacaktı. Başka bir deyişle, Hilalin Haç üzerinde etkin olması Hıristiyan güçlerle olan rekabet gücünden kaynaklanıyordu. Kısaca “kim ki kılıç gücüyle bir şeyi kazanmıştır o şey ancak kılıç gücüyle geri alınabilir kuralına dayanan bir İslam etkinliği söz konusuydu.”

Bu Amerikan yazarına Dr. Heykel kendi görüş ve düşünceleri doğrultusunda ayrıntılı bir şekilde cevap veriyor. Bu cevaplarda doğru noktalar bulunmasına rağmen, felsefî disiplinden yoksun oldukları için kolayca eleştirilip reddedile bilinirler.

Elinizdeki kitapta Irving ve diğer batılı yazarların bu konudaki görüşlerinin ne kadar temelsiz olduğunu göstermeye çalışacağız. Her şeyden önce söylenmesi gereken şey İslam'ın kader anlayışıyla determinizm arasında büyük bir uçurum bulunduğudur. Irving'in inatçı ve cahil olarak nitelediği İslam'ın ilk ordusunun ağırbaşlı bir öğretmenin yol göstericiliği altında bulunduğunu bazı olaylardan çıkarabiliyoruz, her ne kadar Irving anlamasa da.

İkincisi, yüce Kur'an birçok ayette hür iradeyi ve insanın özgürlüğünü teyit etmiştir. Özgür iradenin olduğunu düşünen, determinizmi Allah'ın adalet ve rahmetiyle bağdaştıramayan kişiler (Mutezile ve Şia), her ne kadar Oryantalistler öyle olduğunu iddia etseler de Kur'an'ın emirlerine karşı gelmiş olmuyorlar. Ve amaçları da Kur'an'ın ayetlerini düzeltmek" değildir. Onlar Kur'an doğrultusunda görüş benimsemiş kişilerdir.

Üçüncüsü, Dr. Heykele göre fanatik bir Hıristiyan olan ve Hıristiyanlığı dünya meselelerine önem vermediği için fedakarlık dini olarak niteleyen yazarımız, İslam'ı aynı meselelere gösterdiği hassasiyet dolayısıyla mahkum etmektedir.

Allah'ın ebediyeti bildiğini inkar etmek mümkün mü? Allah'ın ebediyete kadar olacakları bildiğini belirtmek Kur'an'ın eksikliği midir?

Dördüncüsü, Irving "Peygamberden sonra gelenler `kendinize yardım edin Allah da size yardım eder' emrini dikkate almadılar" der.

Yazarımız kendini yüce Kur'an'ın mealini bir kere bile okumak için yormamış anlaşılan, aksi takdirde böyle bir İddiayı ileri süremezdi. Kur'an hiçbir tartışmaya yer vermeyecek, net bir şekilde şöyle emretmektedir:



"Dünyayı isteyene hemen veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız" yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer.

Ahiret’i isteyip bu konuda inanmış olarak çalı,san kişiler imanları ve çalışmaları nedeniyle razı olunacaklardır.

"Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye kapatılmış, değildir.

(İsra, 18-20)

Muhammed'in (s.a.a) izleyicileri çok daha güzel bir emirden haberdar idiler. Bu emir:



"Ey inananlar Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kıla idi.

(Muhammed, 7)

Kişisel bir yarar anlamına gelebilecek `Kendinize yardım edin' yerine `Allah'a yardım' ifadesi kullanılmıştır. Bu ise çok daha genel ve tüm halkın menfaatini içeren bir ifadedir.

Washington Irving'e göre kesin olan Haçın Hilal üzerindeki zaferinin sırrı konusunu sırası gelince tartışacağız.

Aslında bu görüş açısı sadece Irving'e mahsus değildir. Bu konuda yazan Batılı yazarların çoğunca işlenen bir konudur. Belli bir dereceye kadar görüş farklılıkları görülse bile benzer bir görüş açısı fark edilebilir. İslam'ı bütünüyle determinist bir din olarak görmektedirler. Ayrılık, bir grubun, Müslümanların gerilemesinde determinizm inancının etkin olmadığını söylemesi ve fakat diğer gruplarca bu inancın ana faktör olarak görülmesinden ortaya çıkıyor.

Medeniyet Tarihi" kitabında Will Dourant, İlahî irade ve İlahi Bilgiyle ilgili bazı ayetlerde geçen kavramları belirttikten sonra determinizmin İslam ideolojisinin gereklerinden biri olduğunu söyler. Buna ilaveten; “Bu inanç dolayısıyla inananlar bin bir güçlüğe sabırla katlanabilmişlerdir. Fakat yakın tarihte bu inanç Arap gelişmesini engelleyen ve bireylerin beynini felce uğratan bir etkide bulunmuştur.” der. (Medeniyet Tarihi, cilt,2 s. 42)

Başlangıçta, Müslümanların yükselişi ve düşüşü ile ilgili bütün konuları kitabın giriş bölümünde anlatmayı düşünmüştüm ama sonra kararımı değiştirdim. Bu konuyla ilgili bütün konuları ayrı bir kitapta toplamaya karar verdim. Gerekli bütün detayların yazılması halinde giriş bölümünün asıl kitaptan uzun olacağını gördüğüm için bu kadarlık bir girişle yetinmeyi uygun buldum.

Kitapta başlıca amacımız Müslümanların gerilemesinde kaza ve kadere olan inancın etkisini araştırmak olduğu için kaza ve kaderle ilgili olan tüm konular tartışılmamıştır, bu konuyla ilgili olmayan mevzular gözardı edilmiştir.

Kader konusu Müslümanlar arasında en baştan beri irdelenmiş bir bahis olmuştur. Müfessirler, Vaizler, Filozoflar, Sofiler hatta Şair ve Kalem ehli tarafından tartışılmış bir konudur. Çok farklı ilgi alanları tarafından irdelenen bu konunun irdelenme sürecini anlatmak bile ayrı bir kitap konusu olabilecek boyuttadır. Ayrıca, bu konuyla ilgili ayetlerin ve nakillerin çokluğu da bu konuya İslam ideolojisinde verilen önemi göstermesi bakımından iyi bir örnektir. İslam öncesi Yunan felsefecileriyle kıyaslanmayacak şekilde İslam filozofları için ayet ve nakiller yol gösterici olmuş ve İlahi İslam Felsefesini zenginleştirip, ona yeni bir soluk vermişlerdir. Bu ayet ve nakillerin incelenmesi uzun ve ilginç bir çalışma olacaktır.

Bundan başka İslam’da bu konuyla ilgili başka bahisler der mevcuttur. Bir yanda mantıklı düşünme kaidelerini diğer yanda nakil çalışmalarını göz önünde tutmak kolay açıklanamaz. Mesela, Kadir Gecesi yüce Kur'an'da çok açık bir Şekilde belirtilmiş, hem Şia ve hem de Sünniler, üzerinde ittifak etmişlerdir. "Tekvin" meselesi de Şia'nın Kur an orijinli bir inancıdır.

Determinizm fikri; hür irade, insanın özgürlüğü ve çok çeşitli psikolojik, ahlakî, felsefî ve toplumsal yönleri üzerinde durulacak olursa bir hayli yer tutacak bir konu olacaktır.

Takdir edileceği gibi bu kitapta irdelenmesi teklif edilen konular çok kalın bir kitap oluşturmayı gerekli kılmaktadır ve "Müslümanların Gerileyiş Sebepleri" ismiyle de çok fazla uyuşmayacaktır.

Kitap bu konudâki otoritelerin ilgisini çeker ve tamamlanması gereken yerler bulunursa bu ekler sonraki baskılarda, İnşallah yer alacâktır.

Allah'ın selam ve rahmeti üzerimize olsun

Tahran, 23/Ferverdin 1345

Murtaza Mutahhari


Yüklə 303,51 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə