İslamoğlu Tef



Yüklə 208,5 Kb.
səhifə1/3
tarix12.10.2018
ölçüsü208,5 Kb.
#73906
  1   2   3

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (249-260) (18)

Euzübillahimineşşeytanirracim.”
Bismillahirrahmanirrahim”


Sevgili dostlar, Bakara suresinin 249. ayeti ile dersimize devam ediyoruz.
249-) Fe lemma fesale Talûtu Bil cunûdi, kale innAllahe mübteliyküm Bi neher* femen şeribe minhu feleyse minniy* vemen lem yat'amhü feinnehu minniy illâ menığterafe gurfeten Bi yedih* feşeribû minhu illâ kaliylen minhüm* felemma cavezehu huve velleziyne amenû meahu, kalu la takate lenel yevme Bi Calûte ve cunudih* kalelleziyne yezunnune ennehüm mulakullahi kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah* vAllahu meas Sabiriyn;
Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir." (Elmalı)
Talut, ordusuyla yola çıktığında (askerlerine) dedi ki: "Muhakkak Allâh sizi bir nehir ile sınayacaktır. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o da bendendir. Eliyle bir avuç kadar alan müstesna"... Fakat içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Ne zaman ki O ve beraberindekiler nehrin karşı yakasına geçtiler, "Calut ve ordusuna karşı savaşacak gücümüz kalmadı" dediler. Allâh'a kavuşacaklarını (imanları sebebiyle) özlerinden gelen (yakîn) ile bilenler ise: "Pek çok defa, az bir topluluk Allâh'ın izniyle (biiznillah), kendilerinden çok fazla topluluğu yenmiştir. Allâh dayananlar ile beraberdir" dediler. (A.Hulusi

Fe lemma fesale Talûtu Bil cunûdi, kale innAllahe mübteliyküm Bi neher Ve Talut ordusuyla harekete geçtiği zaman dedi ki ordusuna; “Allah sizi bir ırmakla sınayacak.”
Biliyorsunuz daha önceki dersimde de ima ettiğimi hatırlıyorum, Talut, Saul isimli, ismi Tevratta Saul olarak geçen bir İsrail oğulları komutanı, mümin, kamil bir insan. Allah’ın seçtiği bir komutan. Her komutan gibi ordusunda disiplin istiyor, ancak bu disiplin sadece keyfi bir disiplin değil. Üstlendikleri sorumluluğun bilincini taşıyan. Görevlerinin ne kadar ağır olduğunu fark eden. Allah’tan aldıkları mesajı insanlığa ulaştırmak için, Vahiyle insan arasındaki engeli kaldırmak isteyen bu insanların, yaptıkları işin ne kadar önemli olduğunu onlara bu sınavla anlatmak istemişti.
Aslında Talut’un ordusu ile Muhammed AS. Ordusu aynı ordu idi. Çünkü aynı gaye, aynı hedef, aynı merkezden yönlendiriliyorlar. Ve aynı amaca ulaşmak için çaba gösteriyorlardı. Onun için de Allah bu ayetlerin ilk muhatabı olan Muhammed AS. ve onun arkadaşları olan sahabelerine onu misal veriyordu. Tabii ki bu ayetlerin modern muhatapları olan bize de misal veriyordu.
femen şeribe minhu feleyse minniy Kim ondan içerse benden değildir. Talut ordusunu uyarıyor. Kim bu ırmaktan içerse benden değildir.
vemen lem yat'amhü feinnehu minniy illâ menığterafe gurfeten Bi yedih Bir avuç dışında kim de ondan tatmazsa, kana kana içmezse o bendendir.
Peki, bu uyarının ardından ne oldu? Onu da Kur’an haber veriyor. feşeribû minhu illâ kaliylen minhüm Çok azı müstesna hemen hepsi ondan kana kana içtiler. felemma cavezehu huve velleziyne amenû meahu Talut’un ordusu ve Talut, yani ona iman edenlerle birlikte nehri geçtikleri zaman beride kalanlar dediler ki;
kalu la takate lenel yevme Bi Calûte ve cunudih Bugün bizim düşmanımız olan Calut ve onun ordusuna karşı bir gücümüz yok, dermanımız kalmadı dediler. Aslında yukarıdaki İslam ordusu komutanı Talut’un verdiği talimatın hikmeti de burada anlaşılmış oldu. Nedir bu hikmet;
Tefsirlerin anlattıklarından öğreniyoruz ki Talut’un verdiği bu emri dinlemeyip te uzun bir çöl yolculuğunun ardından, çok uzun bir susuzluğun ardından ırmağa gelince ki bu ırmağın Ürdün ırmağı olduğunu söylüyor bazı müfessirler. Irmağa gelince kana su içenlerin dudaklarının morardığı, bacaklarının titremeye başladığı, takatsiz kesilip oldukları yere yığıldıkları aktarılır.
Aslında İslam ordusu komutanı Talut bu deneme ile iki şeyi amaçlıyordu
1 – Ordunun disiplinini ölçüyor, yani disiplinsiz bir ordunun ne kadar kalabalık olursa olsun başarılı olamayacağı gerçeğini görüyor ve orduda kaç disiplinli insan çıkacak onu bilmek istiyor.
2 Fiziki bir tehlikeye karşı ordusunu garantiye alıyordu. Çünkü uzun süre susuz yürüyen, susuz duran, çölü geçen bir insan aniden su içerse hep başına bu gelir. Bunu iyi biliyordu.
Çölde yaşayan bedeviler uzun süre çölde susuz kalmış insanı bulduklarında kesinlikle su içirmezlermiş. Önce derisine ıslak bezle masaj yaparlarmış. Sonra dudağına ıslak bezle yavaş yavaş, damla damla su damlatırlarmış. Yoksa sonu ölüme kadar varan bir takım sıkıntılar baş gösterebilirmiş. Onun için Talut’un bu emri aslında 2 vecheli, iki boyutlu bir uyarıydı.
Tabii bize ne var burada; Talut’un ordusuna bir uyarı. Ama onlar gittiler, bize ne kaldı? Bize bir şey kalmasaydı Kur’an bu yaklaşık 3.000 yıl önce yaşanmış hikayeyi bize niçin anlatsındı ki? Elbette bir sebebi var tabii. Aynı şey bizi de ilgilendiriyor.
Bu nokta da Allah yolunda disiplinli bir birliktelik oluşturmuş her cemaatin, her grubun, her İslami oluşumun mutlaka ve mutlaka uyması gereken bir disiplin kuralları, bir silsile olduğu gerçeği öğretiliyordu. Bunlar hikaye değildi. Ve bu ayetlerin ilk muhatabı olan ashab-ı kirama, Resulallah’a karşı nasıl davranmaları gerektiği öğretiliyordu.
Ve hepsinden öte öğretilen bir şey vardı o da şu; Kaç kişi olduğunuzu öğrenmek istiyorsanız daranızı düşürün. Darayı ana kilodan saymayın. Net le Brüt arasındaki farkı mutlaka öğrenin. Brüt çok çekebilir, ama brütten yola çıkarak hiçbir plan yapılmaz. Net nedir ona bakın.
İşte tüm dünyanın hareket adamlarına Kur’an ın verdiği müthiş ders bu. Gölgeleri hesaba katmayın, gölgeleri sayıya dahil etmeyin. Bir kendisi bir de gölgesi derseniz eğer siz yanılıyorsunuz. Ve yahut ta gölge gibi olan şahsiyet olamamış bireyleri hesaba katmayın. Kendi yüreği ile duymayan, kendi kafası ile düşünmeyen, kendi yüreği ile sevmeyen gölge şahsiyetleri hesaba katmayın. Onlar birin önündeki sıfır gibidirler. Sıfırdırlar. Hep sıfır çıkarlar. Çünkü birin önündedirler.
Disiplinleri de yoktur üstelik. Sıfır bile olsa eğer disipline girerde birin arkasına geçerse, yani yerini bilirse o zaman kendi de değer alır, bire de değer yükler. İşte bu disiplindir. Rakamların bile disiplini rakamlara değer yükler. İnsanların disiplini de insanlara değer yükler.
kalelleziyne yezunnune ennehüm mulakullahi Allah’a kavuşacaklarına kesin olarak inananlar dediler ki;
kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah* vAllahu meas Sabiriyn; Nice az topluluk vardır ki sayıca az topluluk, tarih boyunca sayıca çok kalabalık olan orduları yenmiştir. Galip gelmiştir onlara Allah, hiç kuşkunuz olması ki Allah direnenlerle beraberdir. Sabredenleri direnenler diye çevirdim.
Bu doğrudur. Sabrın karşılığı, ya da karşılıklarından en birincisi direnmedir. Onun için size biri sabret dediği zaman, diren demiştir. Çünkü direnecek bir şeyiniz yoksa, sabredecek bir şeyiniz yoksa, sabır da söz konusu olmaz. Bir yerde sabırdan söz edilmesi için, sabredilecek bir şeyin olması lazım. O nedenle sabır direniştir.
Ve burada tarihin en eskimez toplumsal bir yasası hatırlatılıyor. O da nedir? Tarihi değiştirenler, tarihin yatağını değiştirenler kalabalıklar değil, şuursuz yığınlar değil, cahil kitleler değil, tarihin yatağını insanlık tarihi boyunca değiştirenler tarihin edil gen nesneleri değil, etken özneleridir. Yani Ulul Elbab’dır. Az da olsalar. Onlar hiçbir zaman, hiçbir çağda çoğunluğu oluşturmadılar.
Hemen bu noktada hatırlamayacak mısınız 243. ayeti, geçen ders işlediğim ayeti, ekseranNasi oraya bir atıftır aslında bu. Geçen ders işlemiştim 243. ayette.
ekseranNasi ne demek, insanların çoğu ve 3 halde geldiğini duyurmuştum Kur’an da. İnsanların çoğu bilmez. İnsanların çoğu şükretmez, ekseranNasi la yeşkürun İnsanların çoğu iman etmez. La Yu’minun üç hal de birbirinin devamı, illeti ve sebebi olarak gelir demiştim hatırlayın. İşte adeta ona bir gönderme, bir atıftır. Çok olan değil, az ama samimi olan kazanır. Sayılara bakan sayılara inanmıştır. Siz kaliteye mi bakıyorsunuz kantite ye mi (sayısal değer, çokluk). Öze mi bakıyorsunuz, biçime mi. Bu bakışınız çok önemli.
Allah nereye bakıyor..! Allah hiçbir zaman nerde çok varsa ben oradayım demez. Onun için de Allah’ın ne dediğini iyi bilen insanlardan, yiğit insanlardan biri olan Abdullah İbn. Mes’ut sahabenin büyüklerinden; Cemaat nedir diye sorulduğunda aynen şu cevabı veriyor.
- El cemaat-u alel Hakk Velev kâne vahdet.
Cemaat hakikat üzere olandır, istersen tek ol. Evet Onun için burada da bir hakikat. İnsanlık tarihinin en büyük yasalarından biri hatırlatılıyor. Tarihsel dönüşüm kalabalıkların eliyle değil, şuurlu, bilinçli insanların eliyle gerçekleşir.
O halde bugün de insanımıza en büyük ders bu değil mi? Bu günün insanının bakış açısına baktığınızda ne kadar da benziyor değil mi..! Suyu içenlerin, kana kana içenlerin bakış açısına.
- Niçin oradasın arkadaş?
- Efendim herkes burada da ondan.
Çünkü Niçinine vereceği daha ciddi bir cevap yok. Orada kalabalık olduğu için orada. Çoğunluk orada olduğu için orada. Bu ne demektir? Bu “Kendi başıma bir değer ifade etmiyorum.” Demektir. Kendi bütünlüğümü kuramadım demektir. Kendi kemalimi oluşturamadım demektir. Kendi kendimi gerçekleştiren bir insan değilim demektir. Bu;
keennehüm huşubun musennedetun… (Münafıkun/4) Giydirilmiş kalaslar. Bu bir insanın çokluğu hakikate tercih etmesi, çok olanı az olana karşı az hakikate karşı çok yalanı tercih etmesi yenilmiş kalas olmanın itirafıdır.
Bu sebeple sevgili dostlar burada verilen şey aslında tarihin büyük bir yasasıdır.
250-) Ve lemma berezu liCalûte ve cunudihi kalu Rabbena efrığ aleyna sabren ve sebbit akdamena vansurna alel kavmil kâfiriyn;
Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!" (Elmalı)
Calut ve ordusunun karşısına çıktıklarında dua ettiler: "Rabbimiz dayanma kuvvesi ver, ayaklarımızı sâbitle, kaydırma ve inkârcılar topluluğuna karşı bize kazanma gücü ver." (A.Hulusi)
Ve lemma berezu liCalûte ve cunudihi kalu Rabbena efrığ aleyna sabren Calut’ ve ordusu karşı kıyıya geldiklerinde bu müminler dediler ki Rabbena efrığ aleyna sabren Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. ve sebbit akdamena ve ayaklarımızı sabit tut. Bizi sabit kadem eyle vansurna alel kavmil kâfiriyn; Ve bizi inkarda direnen şu topluma karşı muzaffer kıl diye dua ettiler.
Bakınız iki topluluk var. Bir topluluk emir dinlememiş, geride kalmış. Bir topluluk ise emri dinlemiş ve geçmiş. Geçenler Calut ve ordusuyla yani düşman ordusuyla karşı karşıya gelmişler. Harp hali almışlar. Savaş hali, mücadeleye tutuşacaklar. Karşı karşıya gelince şöyle dememişler, ey komutan, biz çıkarken çoktuk. Büyük bir kısmımız elendi, bizimse gücümüz yetmez dememişler. Ne demişler; Onlar sınavı verenler, onlar gücün, başarının sadece Allah’tan geldiğine inananlar. Onun için de adresi doğru tutmuşlar. Doğru adrese yönelmişler, doğrudan Allah’a yönelmişler.
Sayılarına bakmamışlar, kelleyi saymamışlar ve demişler ki Ya rabbi bizim üzerimize sabır yağdır, bize direnç ver. Direnecek bir güç ver ve bizim ayaklarımızı sabit tut, kaydırma. Ve bize, inkarında direnen bu düşmana karşı zafer ihsan et.
Düşmanlarına niçin düşman olduklarının da cevabını burada vermişler. Yani biz bunlarla başka şey için savaşmıyoruz, savaş açmadık. Bizim savaş açmamızın tek sebebi küfür de direnmeleri alel kavmil kâfiriyn;
Orada isim vermiyor, Calut ve ordusu demiyor. Sıfat veriyor. Onların küfürde direniyor olmaları, bizi onlarla savaşa mecbur etti demiş oluyorlar. Devam ediyor;
251-) Fehezemuhüm Bi iznillahi ve katele Davudu Calûte ve atahullahul Mülke vel Hikmete ve allemehu mimma yeşâ'* ve levla def'ullahin Nase ba'dahüm Bi ba'din le fesedetil Ardu ve lakinnAllahe zû fadlin alel alemiyn;
Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir. (elmalı)
Derken (biiznillah) nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ'sının elvermesiyle, onları hezimete uğrattılar. Davud, Calut'u öldürdü. Allâh (Davud'a) mülkü ve Hikmeti verdi ve dilediğini ona talim etti (programladı Esmâ'sıyla özünden gelen bir yolla). Eğer Allâh insanların (eliyle) diğer bir kısmını saf dışı etmeseydi, elbette arz bozulurdu (yaşanmaz olurdu). Fakat Allâh'ın fazlı âlemler üzerinedir. (A.Hulusi)

Fehezemuhüm Bi iznillahi Allah’ın izniyle, Bi iznillah, onları bozguna uğrattılar.
ve katele Davudu Calûte ve atahullahul Mülke vel Hikmete Bakınız ilginç bir yer. Davut, o ana kadar ismi yok ortalarda. Peygamber de değil. Sadece İslam ordusu komutanı Talut’un ordusunda bir asker. Sıradan bir asker. Davut, Calut’u, küfür ordusu Calut’u öldürdü. ve atahullahul Mülke Ve Allah ona mülkü verdi. Hükümranlık verdi. Yönetimi nasip etti. vel Hikmete Sadece yönetimi değil. Aslında yönetim bir promosyon. Asıl hikmeti verdi ona. Yani hakikatle hayat arasındaki sırrı bulacak bir keskin bakış verdi.
Afaki ayetlerle enfüsi ayetler arasında ki irtibatı keşfedecek harika bir feraset verdi, basiret verdi. Onun için de Vahiyle gelen hakikatleri, hayatın içinde ki hakikatlerle örtüştürdü. Hikmetin tanımlarını yapıyor bu size.
ve allemehu mimma yeşâ' Ve ona istediğini öğretti. Dilediği şeyleri ya da kimin dilediği; Davut’un dilediklerini mi, herhalde Allah’ın, Allah kendi dilediklerini, onun bilmesi gerekenleri de ona öğretti.
Burada verilmek istenen şey ne? Açık, siz Allah’a yardım edin ki Allah’ta size yardım etsin.
..in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm; Muhammed/7
Eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah’ta size yardım eder ve ayaklarınız üzerinde sabit kılar sizi.
Yukarıdaki ifadenin aynısı bakın. Bu aslında bu. Onun için bilgi de Allah’a ait. Bilgiye sahip olmak istiyorsanız, yine Salih amel işleyin. Allah size bilginin kapılarını da açacaktır.
ve levla def'ullahin Nase ba'dahüm Bi ba'din le fesedetil Ardu Eğer Allah insanların bazısını bazısına karşı savunmamış olsaydı, yeryüzü fesada giderdi. Çözülme başlardı. Toplumsal bozulma ve kokuşma olurdu.
Bazısını bazısına karşı savunmamış diye çevirdim, Def’u yine Nafi kıraatinde Difa’u diye de okunmuş. Tam savunma anlamına gelir. Ancak büyük dilci Sibevey, ikisinin aynı anlama geldiğini söylüyor ki bence bu doğru. Onun için savunmak diye karşıladım ben. İnsanların bazısını bazısına karşı savunmamış olsaydı, insanlık fesada giderdi yeryüzü.
Bu ne demek dostlar; Açık, zalimin biri çıkar zulmeder, yanına mı kalır? Allah’ın yasası gereği, Allah Zulmettiği insanları bir başkası ile savunur. O zalimin zulmettiği insanın belki kendisini savunacak gücü olmayabilir, mümkündür. Ama Allah daha başka bazılarını getirir, o zalime musallat eder, onu onlar savunur. Zulmedilenlere, mazlum olanları onlar savunur.
Eğer o savunanlar da zulmederse, ki mümkündür, o zaman o zalimlerin başına da bir başkalarını musallat eder ve adalet, ilahi adalet daima böyle gerçekleşir.
Ha..! Önceki zulme uğrayan mı, onun da bir sebebi vardır. Belki o da başkalarına zulmetmiştir, ve onun cezasını çekiyordur. Ve daha önce zulmettiklerine karşıda Allah, öbür zalimle onu savunuyordur.
Hadis diye nakledilen lakin hadisle alakası olmayıp bu ilahi hakikati güzel ifade eden meşhur bir söz vardır.
- Ez zalimu seyfullah yentakı nu bihi sümme yentakun
Zalim Allah’ın kılıcıdır, onunla intikam alır, döner ondan da intikam alır. Bu ilahi adalet yasasıdır.
ve lakinnAllahe zû fadlin alel alemiyn; Ve fakat Allah bütün varlıklara karşı sınırsız merhamet sahibidir.
252-) Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk* ve inneke le minel mürseliyn;
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana hakkıyla okuyoruz. Şüphesiz ki sen o gönderilen resullerdensin.(elmalı)
Bunlar Allâh işaretleri... Onları sana Hak olarak anlatıyoruz... Sen irsâl olan Rasûllerdensin. (A.Hulusi)
Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk işte bütün bu sana okuduğumuz, sana ilettiğimiz belgeler hakikati Allah’tan gelen belgeleridir. Biz sana bunların aslını, doğrusunu iletiyoruz.
Bu Bil Hakk var ya aşağıdaki, son satırdaki Bil Hakk o özel olarak gelir ve birçok ayette de, kıssaların anlatıldığı bir çok ayette vurgu yapılır. Neden? Bu Bil Hakk ifadesi ile pekiştirilince kıssalar, buradan şunu anlıyoruz. Bölge halkının bildiği bir hikaye anlatılıyor. Ancak efsaneye karışmış ve bozulmuş bir hikaye. Aslı anlatılıyor. Yani biz bunun sana doğrusunu anlatacağız. Bölgede bu kıssa biliniyor. Medine Yahudileri iyi biliyorlar Talut ve Calut kıssasını. Ancak doğru bilmiyorlar. Efsaneleşmiş, mitolojik bir tabiata dönüşmüş, onun için de doğrusu yalanla karışmış. O sebeple Bil Hakk diye geldiği zaman anlıyoruz ki Kur’an doğrusunu ifade ediyor. O kıssanın aslını bize bildiriyor. Niçin?
ve inneke le minel mürseliyn; Çünkü sen kendisine Risalet vazifesi verilenlerdensin.
Mürsel risale gönderilen, haber gönderilen, mesaj gönderilen kişi demektir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz, sen kendisine mesaj iletilenlerden birisin. Onun içinde biz, kendisine mesaj iletilen bir peygamber olarak sana bu hadiselerin hakikatini iletiyoruz.
Eğer öyle ise sen, kendisine mesaj iletilen Nebilerden, elçilerden biriysen şimdi dinle;
253-) Tilker Rusülü faddelna ba'dahüm alâ ba'd* minhüm men kellemAllahu ve refea ba'dahüm derecat* ve ateyna Iysebne Meryemel beyyinati ve eyyednahü Bi Ruh-ıl Kudüs* ve lev şaAllahu maktetelelleziyne min ba'dihim min ba'di ma caethümül beyyinatu ve lakinıhtelefû, feminhüm men amene ve minhüm men kefer* ve lev şaAllahu maktetelu, ve lakinnAllahe yef'alu ma yüriyd;
O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.(emalı)
İşte o Rasûllerden bazısını bazısından daha üst özellikli kıldık. Onlardan kimi Allâh kelâmına muhatap oldu, kimini de derecelerle daha yükseltti. Meryemoğlu İsa'ya da açık deliller verdik, varlığında açığa çıkan Ruh-ül Kuds (kutsal kuvveler) ile teyit ettik... Eğer Allâh dileseydi, onlardan sonraki toplumlar kendilerine açık deliller ulaştığı hâlde birbirlerini öldürmezdi.  Fakat fikir ayrılığına düştüler, kimi iman etti kimi de inkâr etti. Eğer Allâh dilemiş olsaydı birbirlerini öldürmezlerdi... Ne var ki Allâh dilediğini yapar. (A.Hulusi)

Tilker Rusülü faddelna ba'dahüm alâ ba'd Evet, seninde içinde olduğun bu peygamberler silsilesi var ya, söz konusu elçilerden her birine diğerinden farklı meziyetler bahşettik.
ba'dahüm alâ ba'd kalıbı, kalıp diyorum Arap dilinde bir kalıp bu. Farklı farklı çevirilere temel teşkil etmiş. Onun için de mealler bu konuda bir standart geliştirmemiş olabilirler. Lakin burada lafzen kelime olarak tercümesi, işte söz konusu elçilerin bazılarını bazılarına üstün kıldık diye çevrilebilir mi..!
Böyle bir çeviri, ayetin maksadını ifade etmez bizce. Çünkü efdaliyyet, peygamberler arasında efdaliyyet, kategorik bir efdaliyyet inancı Kur’an tarafından bizzat yasaklanır. Hatırlayın, hemen bu surenin 285. ayet ne diyor orada;
la nuferriku beyne ehadin min RusuliHİ.. Bak./285
Biz onun elçileri arasından hiç birini ayırmayız. Tabii bu ayırım aynı zamanda inkar etmeyiz manasına da gelir. Lakin, bundan başka ayetlerde var. Bakınız İsra suresinin 55. ayeti;
.. ve lekad faddalna ba'danNebiyyiyne alâ ba'din ve ateyna Davude Zebura; İsra/55
Bu ayet nasıl bitti bakınız, yine aynı form orada da geliyor, aynı form. ve lekad faddalna ba'danNebiyyiyne alâ ba'd Evet.
Biz peygamberlerden bazılarını bazıları üzerine tafdil ettik. Üstün kıldık manası verilebilir mi? Eğer burada aynı kategorik ayırıma delalet etseydi ayet, Davud’a da Zebur’u verdik diye bitmezdi. Yani burada söylenmek istenilen nedir? Şudur; Her bir elçiye ayrı ayrı meziyet verdik. Her birinin kendine has özelliği var, hususiyeti var. Ki örnekte verilmiş. Burada mesela demektir devamı ayetin. Örneğin, mesela men kellemAllahu ve refea ba'dahüm derecat Onlardan kimisiyle Allah konuştu, kimisini de kat kat derecelerle üstün kıldı, yükseltti.
Allah’ın konuştuğu kim? Hz. Musa, Kat kat derecelerle yükseltilen, Resulallah kastediliyor bu açık. İmaen Resulallah’ın kastedildiği tartışılmaz burada. Ama bazıları ifadesiyle Resulallah her halde olsa olsa Hz. İbrahim le burada eşleştiriliyor gibime geldi benim. Çünkü biraz sonra zaten söz oraya getirilecek.
ve ateyna Iysebne Meryemel beyyinati Ve Meryem’in oğlu İsa’ya da apaçık hakikati, apaçık belgelerini verdik. ve eyyednahü Bi Ruh-ıl Kudüs Mukaddes ruh ile onu destekledik. Biz Mukadder ruh, Bi Ruh-ıl Kudüs ibaresini daha önce işlemiştik.
ve lev şaAllahu maktetelelleziyne min ba'dihim min ba'di ma caethümül beyyinatu ve lakinıhtelefû Evet burada yine bir insanlık yasası ifade ediliyor. Yine bir insanlık yasası. Kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra
ve lev şaAllahu maktetelelleziyne min ba'dihim min ba'di ma caethümül beyyinatu Eğer Allah dileseydi kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi.
Allah bunu diledi mi? ve lakinıhtelefû Hayır, dilemedi. Yani insanların farklı farklı yaratılışını diledi. Allah kendine muhalefeti yok etmedi. Allah kendi muhalefetini bile yok etmemiş bakın. ve lakinıhtelefû Lakin ihtilaf ettiler. Çünkü Allah öbürünü dilememişti. Allah kendi muhalefetini yok etmezken ey siyasetçiler, ey insanlar, ey dünyayı çekip çevirenler muhaliflerinizi neden sürüm sürüm süründürüyorsunuz, yok etmeye çalışıyorsunuz ve bize de bir ders.
Dünyayı çiçek bahçesi etmek gibi bir ütopyaya sarılmayın. Daima karanlık ve aydınlık olacak. İyi ve kötü olacak, imanla küfür olacak. Onun için görevinizi yapın. Ütopyaya saplanmayın. Düş ülkelerde rüya görmeyin. Ayağınız yere değsin. Gerçeklerle hareket edin. Planınızı da gerçekçi bir biçimde yapın. Bunun verdiği ders bu.
Ve bir ima da yukarıya. Adeta peygamberlerin hepsi birbirinden farklı. Hepsinin kendine özgü meziyeti var. Ümmeti var. Derecesi var. Adeta burada söylenen bu hayatın tabiatı zaten. Hayatın doğasında var. Hayatın doğasında olan şey peygamberlerde niye olmasın. Onun için de onlar böyle sıra sıra aynı hizada dizilmiş şeyler değil. Hepsinin kendine has meziyeti var. Onun için peygamberler arasındaki farklılık ta, aslında hayatın doğasından gelen bu farklılığın bir tenevvuatı, yani zenginliği. Buradaki ihtilaf zenginlik anlamına da alınabilir.
feminhüm men amene ve minhüm men kefer Devam ediyor, onlardan kimi iman eder, etti, kimi de küfreder. İnkar etti.
Yüklə 208,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə