Kaos'un Kutsal Kitabı



Yüklə 357,37 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix30.12.2023
ölçüsü357,37 Kb.
#167890
albert-caraco-kaosun-kutsal-kitabi




� 
� 
düşünce - deneme 


Işık Ergüden 
1960 
lstanbul doğumlu. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi lngiliz 
Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Yayımlanmış cok sayıda çeviri kitabı 
vardır. Ayrıca, ağırlıklı olarak deneme türünde metinler de yazmaktadır. 


Kaos'un Kutsal Kitabı 
Albert Caraco 
Çeviri 
Işık Ergüden 
� 
� 


Versus Kitap (40) 
Kaos'un Kutsal Kitabı 
Albert Caraco 
Öz9ün Künye 
Breviaire du chaos, 
Collection Amers dirigee par le College du Revizor 
Editions l'Age d'Homme, Lausanne, Suisse, 
1999 
Yayına Hazırlayan 
Işık Ergüden 
Çeviri 
Işık Ergüden 
Kapak Tasarımı 
Bülent Arslan 
Sayfa Düzeni 
Bülent Arslan 
Baskı 
Can Matbaacılık 
0212 613 10 77 
ISBN: 978-9944-989-41-1 
VER SUS KIT AP Eylül 2007 
© 
Her hakkı mahfuzdur. 
Albay Faik Sözdener Sk. 
Bensen iş Merkezi No:21/2 
Kadıköy 

lstanbul 34710 
Tel: 

216 418 27 02 (pbx) Faks: 

216 414 34 42 
www.versuskltap.com 
versuskltap@versuskltap.com 


Kaos'un 
Kutsal Kitabı 



Bir Ahir Zaman Peygamberi, 
Sınıflandırılamaz Düşünür 
Al bert Caraco 
"Ahir zaman"; hem "yeni", "son" anlamında, hem 
de "dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere 
bulunduğu günler veya yıllar" anlamında bir ibare. 
Caraco bu iki anlama da denk düşen bir yazar, düşü­
nür. Keza, "sınıflandırılamaz"; tıpkı öncelleri gibi, 
bütün nihilist fikir ve düşünürler, Schopenhauer, 
Nietzsche, hatta Malthus, Cioran . . . nev-i şahsına 
münhasır şahsiyetler, düşünürler . . . İnsanlığın artık 
rastlamadığımız bir soyu . . .
Yaklaşık dört yüzyıldır Türkiye'de yaşayan Sefa­
rad bir ailenin oğlu olarak 10 Temmuz 1919'da -sür­
günler ve göçler zamanında- İstanbul'da doğmuş Al­
bert Caraco. Önce Orta Avrupa'ya (Viyana, Prag, Pa­
ris) göç etmiş Caraco ailesi, sonra İkinci Dünya Sava­
şı arifesinde, Nazi tehdidi karşısında Güney Ameri­
ka'ya. 
Albert Caraco'nun mutlak anlamda yazıya adan­
mış, münzevi yaşamında biyografinin ne kadar 
önem taşıdığı yine ancak eserlerine bakarak anlaşıla­
bilir. Ama savaş sonrası Paris'ine geri dönüşünün 


iV 
onda yarattığı yıkım ve felaket duygusunu, insanlığa 
dair umutsuzluğunu şahsi kararıyla ölçebiliriz: İnti­
har kesin ve tek sondur. Ancak ailesini üzmemek 
için, bunca yıkımın üzerine bir de bunu eklememek 
için erteler. Önce annesi ölür; "Bayan Anne"nin ölü­
münün hemen ardından yazdığı 
Post Mortem, 
doğ­
muş olmanın nafile ve telafisiz duygusunun -Türk­
çe ifadeyle "Batsın Bu Dünya!"nın- en yeğin ve yo­
ğun anlatılarından biridir: Anneden nefretin ve anne 
sevgisinin incelikli, ender anlatılarından biri. Sonra 
baba ölür; daha fazla bekleyecek hiçbir şey kalma­
mıştır: Albert Caraco, babasının ölümünden birkaç 
saat sonra intihar eder (Eylül 1971). 
Bu kadar rasyonel ve tartışmasız, kesin bir hayatın 
tartışmasızlığından geriye çok sayıda yayımlanmış 
(ve okuyucu bulamamış) ya da hiç yayımlanmamış 
sayısız eser kalmıştır; çünkü Caraco, yıllar önceden 
kararlaştırdığı intihar -ve ölüm- anını beklerken, tek 
iş olarak, düzenli ve sistematik olarak yazar, başka 
bir şey yapmaz, sadece yazar, her gün aynı saatlerde, 
altı saat yazar, tek bir düzeltme yapmadan yazar, in­
zivayı -ve dünyayı- yaşar. 
Hayatından anlayabiliriz; çok kültürlü, çok dilli 
biridir Caraco. Ama bir eseri sınıflandırılamaz yap­
maya bu kadarı yetmez elbette. Yirminci yüzyılın 
son peygamberi Caraco'nun eserinden rahatsız edici 



hakikatler birer havai fişek gibi fırlar ve patlar. Bu fi­
şeklerin soğukluğu, doğrudanlığı, berrak karamsarlı­
ğı az rast

anır türdendir; ne Nietzsche'de ne de Cio­
ran'da rastlarız böylesine. Caraco "acı gerçekler"i 
çarpar yüzümüze; hem de Klasik yazarlara özgü bir 
sadelik ve akıl gücüyle. O bir "nesnellik fanatiği"dir. 
Guy Debord'u andıran -doğru çıkan- bir kehanet gü­
cü vardır. Bedduası ve laneti "nesnel"dir: Ürememi­
ze, üretmemize ve tüketmemize itiraz eder; dünya­
nın sonunu hazırlayan şehirlerimize, üst üste koydu­
ğunuz beton yığınlarına, budala politikacılara ve yok 
olmaya mahkum kitlelere, sürüleredir onun laneti, 
böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara 
-bu yüzden de "doğru"dur. Kendini anarşistlere ve 
nihilistlere yakın hissetse de, geleceğe dair mutlak 
umutsuzluğu, felaket beklentisi onu geçmişe, "reak­
siyoner" -ikili anlamda: Tepkici ve gerici- tavra da 
yöneltir; kimi ibarelerini monarşi yanlısı, hatta ırkçı 
olarak görebiliriz, ama şimdiki zamana dair yaşadığı­
mız "acı gerçeği" burada ayırt etmemek imkansızdır. 
Dünyada en çok sevdiği şeyin, uygarlığın ihanetine 
uğramış birinin öfkesidir onunki. Sınıflandırılamaz­
lık, bu genelleşmiş nefretin ve nerede duracağı belli 
olmayan sorgulamanın insanda yarattığı tedirginli­
ğin de karşılığıdır. 
Cinsellikten Yahudi sorununa, sembolizmden fel­
sefi meselelere ve edebiyata dek her alanda yazmış, 


VI 
şu ana dek yirmi iki ciltlik eseri yayımlanmış bir ya­
zar olan, ancak pek az tanınan, pek az okunan, tanın­
mayı ve bilinmeyi ise hem içerik hem de biçim bakı -
mından hak eden Albert Caraco'nun eserinin en öz­
lü kısmı olan "Kaos'un Kutsal Kitabı" ideal bir saldı­
rı malzemesi, bir dinamit, bir tahrip kalıbıdır: Yo­
ğun, kısa, esinli, terörist, sert, kehanet dolu, provo­
katif, karanlık, gizli -ve yeterli . . .
İnsan katmanlarında gezinen aşırı ahlakçı Caraco 
bir kıyamet habercisidir; yıkım ve felaket kehanetin­
de bulunur. Nietzsche gibi o da "ebedi tekerrür"den 
söz eder; kaynağa geri dönüş, ona göre 
dişi 
ilke'nin 
egemen olmasıdır . .
_. 
Ama onu yeryüzüne bağlayan 
tek şey edebiyattır. Kelimenin tam anlamıyla bir Ay­
dınlanma düşünürü, bir Ansiklopedist, bir erüdit 
olan Caraco'nun "karanlık nihilizmi"nin ürünü olan 
kesinlikle karanlık, karamsar, insandan kaçan kitap­
ları, hiçbir umuda, hiçbir pozitifliğe yer vermez. Her 
türden ırkçılığın ve fanatizmin yükselişine tanık ol­
duğundan, her türden hümanizmanın imkansızlığını 
açıkça belirttiğinden dayanması 
·
güç, okunması güç 
-ama mükemmel bir dilde yazılmış- bu kitaplar, 
özellikle de "Kaos'un Kutsal Kitabı", felsefeden ziya­
de bir ahlak ve tarih kitabıdır; çağdaş dünyanın ka­
ranlık ve umutsuz, aynı zamanda peygamberce bir 
teşhisi, mutlak sonun kesin çağrısı olarak okunabilir. 


VII 
En sonuncu ve en radikal ahlakçının, öfkeli bed­
dualarla dolu, kısa fragmanlardan oluşan bu kitabı, 
bir tür kutsal kitap, kıyamet deyişi olarak okunabilir; 
ama daha ürkütücü, çünkü gerçekçidir -çünkü za­
mandışı bir yerden konuşur Caraco. Kendini herke­
sin, her şeyin, politikanın, çıkarın, zamanın dışına 
yerleştiren, başka bir yerden konuşan biri . . . 
Bu sesin karşılık bulmadığını söylemek için he­
nüz erken. Aykırı, irkiltici seslerin reddedildiğini, 
yok sayıldığını biliyoruz; Caraco'nun sesi de bize in­
san denen canlının doğa karşısındaki fuzuli varlığı­
nı, yokluğun un doğayı hiç "ilgilendirmeyeceğini", 
belki de "rahatlatacağını" hatırlatan, haddimizi bil­
meye, boyumuzun ölçüsüyle davranmaya davet 
eden ender metinlerden . . . İnsan, (büyük ya da küçük 
harfli) tanrı olmasa da edebini takınabilir, takınma­
lı . . . Az sayıda kişinin okuduğu metinlerde edep 
duygusu, insanlık kadar eski ve ezoterik bir bilgi hep 
saklıdır; "Kaos'un Kutsal Kitabı" da bunlardan biri. . .
"İyi okumalar" . . .
Işık Ergüden 



Ölüme doğru gidiyoruz, tıpkı okun hedefe doğru 
gitmesi gibi, asla ıskalamayacağımız da kesin, ölüm 
bizim tek kesinliğimiz, tek gerçeğimiz, öleceğimizi 
daima biliyoruz, herhangi bir zamanda, herhangi bir 
yerde, biçiminin bir önemi yok. Çünkü ebedi yaşam 
bir anlam·sızlıktır, ebediyet hayat değildir, ölüm öz­
lem duyduğumuz istirahattır, hayat ve ölüm birbiri­
ne bağlıdır, başka şey talep edenler imkansızı ister­
ler ve tek elde edecekleri, ödülleri ise duman olup 
gitmek olacaktır. Bizler, sözcüklerle yetinemeyenler, 
yok olmaya razıyız ve rıza göstermekte de haklıyız, 
doğmayı biz seçmedik ve bize verilmekten çok daya­
tılmış olan bu yaşama, kaygı ve acı dolu, neşesi so­
runsallı ya da kötü bu yaşama hiçbir yerde katlana­
madığımız için kendimizi mutlu addediyoruz. Bir 
insanın mutlu olması neyi kanıtlar? Mutluluk türe 
özgü bir durumdur, bizse cinsin yasalarına bakıyo­
ruz yalnızca, bu yasalardan yola çıkarak düşünüyo­
ruz, bu yasalar üzerine kafa yoruyor ve bu yasaları 
derinleştiriyoruz, mucize arayanları küçümsüyoruz, 
sonsuz mutluluğuna düşkün değiliz, bizim gerçekli­
ğimiz bize yeter, türümüzün üstünlüğü başka yeri 
kapsamaz. 



Her birimiz tek başımıza ölüyoruz ve bütünüyle 
ölüyoruz; bu iki hakikati çoğu kişi reddeder, çünkü 
çoğu insan yaşadığı süre boyunca uyuklar ve yok 
olacağı anda uyanmaktan çekinir. Yalnızlık, ölümün 
okullarından biridir, çoğunluk asla bu okula gire­
mez, bütünlük başka bir yerde elde edilemez, aynı 
zamanda yalnızlığın da odülüdür bütünlük. İnsanla­
rı birbirinden ayırt etmek gerekirse, insanlar üç takı­
ma ayrılır: Uyurgezerler, ki bunlar sürüyledir; aklı 
başında ve duyarlı olanlar iki düzlemde yaşarlar ve 
kendilerinde neyin eksik olduğunu bilerek, hiç bula­
madıkları şeyi aramaya çalışırlar; tinsel insanlar iki 
kez doğmuşlardır, tek başlarına ölmek ve bütünüyle 
ölmek için düzenli adımlarla ölüme doğru yürürler, 
ölüm anını, yerini ve tarzını tesadüfen de olsa seçe­
medikleri durumda, gündelik işleri küçümsedikleri­
ni belirtmenin tek yoludur bu onlar için. Uyurgezer­
ler putperesttir; aklı başında ve duyarlı olanlar mü­
mindir; iki kez doğmuş tinseller, uyurgezerlerin ha­
yal edemedikleri, ötekilerin ise tahayyül bile edeme­
diği şeye taparlar tinde, çünkü onlar kamil insanlar­
dır, dolayısıyla zaten elde etmiş oldukları şeyi ne 
aramaya kalkışırlar ne de ona taparlar, çünkü kendi­
leri odur zaten. 



İçinde yaşadığımız şehirler ölümün okullarıdır, 
çünkü gayri insanidirler. Bu şehirlerin her biri uğul­
tunun ve leş kokunun kesiştiği kavşal.dar halini al­
mıştır, her biri binalardan oluşan bir kaos olmuştur, 
bu şehirlerin içine milyonlarcamız yığılarak, yaşama 
nedenimizi yitirmekteyiz. Biz çaresiz bahtsızlar, 
kendimizi saçmalık labirentine iyi kötü girmiş hisse­
diyoruz ve buradan ancak ölümüz çıkacak, çünkü bi­
zim yazgımız daima çoğalmakta, tek amacımız da sa­
yısızca ölmekte. İçinde yaşadığımız şehirler, çarkın 
her dönüşünde birbiri ardına hissettirmeden ilerli­
yor, birbirleriyle kaynaşma özlemiyle yanıp tutuşa­
rak; bu yürüyüş mutlak kaosa doğru, uğultu ve leş 
kokusu içinde. Çarkın her dönüşünde arazi fiyatları 
artıyor, boş alanı yutan labirentin içinde plasman ge­
liri şehir duvarlarını günden güne yükseltiyor. Para­
nın para getirmesi ve içinde yaşadığımız şehirlerin 
ilerlemesi şart olduğundan, her kuşağın evlerinin iki 
misli yükselmesi ve iki günde bir suların kesilmesi 
de meşrudur. Mimarların tek özlemi, bize hazırla­
dıkları kaderden kaçıp kırda yaşamaya gitmektir. 



Dünya, Büyük Keşifler öncesi gibi, yine kapandı, 
1914 yılı ikinci Ortaçağ'ın gelişine işaret ediyor, ken­
dimizi yeniden Gnostiklerin tür hapishanesi dedik­
leri şeyin içinde, asla içinden çıkamayacağımız son­
lu evrende buluyoruz. Dört yüzyıl boyunca sayısız 
Avrupalıya nasip olmuş iyimserliğin sonucu bu; Ka­
der Tarih'e geri dönüyor ve birden bire nereye doğru 
yol aldığımızı, başımıza gelenin nedenini soruyoruz 
kendimize, giderek daha insani bir yaşama eşlik ede­
cek sınırsız bir ilerlemeye babalarımızın duyduğu 
boş güven demek ki uçup gitti: Çemberin içinde dö­
nüp duruyoruz, kendi eserlerimizi bile tahayyül ede­
miyoruz. Demek ki eserlerimiz bizi aştı geçti, insa­
nın dönüştürdüğü dünya bir kez daha insan zekasın­
dan kaçıyor, hiç olmadığı kadar ölümün gölgesinde 
inşa ediyoruz binalarımızı, ölüme bizim şatafatımız 
miras kalacak, çıplak olma vakti yaklaşıyor, gelenek­
lerimiz giysiler gibi birbiri ardına üzerimizden düşe­
rek bizi çıplak bırakacaklar, ancak o zaman yargıla­
nacağız, dışımız çıplak içimiz boş, ayaklarımızın al­
tında uçurum, başlarımızın üzerinde kaos. 



İnsanlar hem özgürdür hem bağlı, arzu ettiklerin­
den daha özgür, fark ettiklerinden daha bağlıdırlar, 
çünkü fani�er kitlesi uyurgezerlerden ibarettir ve on­
ların uykudan uyanması asla düzenin çıkarına değil­
dir, yönetilemez olurlar çünkü o zaman. Düzen in­
sanların dostu değildir, onları keyfince yönetmekle 
yetinir, ender olarak uygarlaştırmaya, daha da ender 
olarak insanileştirmeye çalışır. Düzen şaşmaz olma­
dığından, onun hatalarını günün birinde telafi ede­
cek olan şey savaştır, ve düzen bu hataları iyice ar­
tırdığı için savaşa gidiyoruz; savaş ile istikbal birbi­
rinden ayrılmaz gibiler. Tek kesinlik şudur: Ölüm, 
lek kelimeyle, her şeyin anlamıdır, insan ölüm karşı­
sında sıradan bir şeydir yalnızca, halklar da aynı; 
Tarih bir tutkudur, azaptır, kurbanları sürüyledir, 

.inde yaşadığımız dünya cehennemdir, hiçliğin 
ı 

ımlılaştırdığı bir cehennem. Bu cehennell?-de, ken­
dini 
tanımayı reddeden insan kendini feda etmeyi 
torcih eder, o çok kalabalık hayvan türleri gibi, çekir­
ı•o 
sürüleri, fare orduları gibi feda etmeyi tercih eder, 
içinde yaşadığı dünyayı yeniden düşünmektense 
yok 
olmanın daha yüce olduğunu, sayılamayacak ka­
dm 
çoklukla yok olmanın yüceliğini hayal eder. 



Gençliğimiz kendini mahkum edilmiş hissediyor, 
bu nedenle üniversiteler kaynıyor, gençlik haklı, biz 
haksızız, ona yeni bir savaş hazırlıyoruz. Düzen ve 
savaş birbirine bağlı, ahlakımız bunun gayet iyi far­
kında, büyük ahlakçıların öğretisine bakmak yeter: 
Tek kesinlik bu, müebbet barış durumunu hayal bile 
edemiyoruz, düzen buna katlanamaz. Gençliğimiz 
düzen ile savaşın uyuştuğu bu ilişkiyi kavradı, bizim 
değerlerimiz ile kendi bahtsızlıkları arasındaki bağ­
lantıyı anladı, bu artık karşı konulmaz bir keşif. Ama 
asıl paradoks, gençliğimizin haklıyken haksız olma­
sı, çünkü tekbiçimliliğin tehdidi altındaki bu evren­
de halklar birbirlerinin çağdaşı değil; gençliğin ken­
dini feda etmeye hazır olduğu yeterince ulus var ha.­
la. Gençlerimiz bu dünyada barış ilan etmenin dün­
yanın sizi dinlemesine yeteceğini mi sanıyorlar? Biz 
Cehennemdeyiz ve lanetli olmaktan, sürekli acı çek­
mekten başka tercihimiz yok, bir de bu azaptan so­
rumlu şeytanlar var. 



Yüzyıl ölümün yüzyılı, ölüm bizzat bize dönük,

her bir insanın kırk kez öldürülmesine yetecek kadar 
imkana sapibiz, silahlarımızla ne yapacağımızı şim­
diden bilemiyoruz, binalar artık bize yetmiyor, dağ­
ları oymaya başladık bile, ölüm araçlarımız toprağın 
derinliklerine yığılıyor. Bizim ökümenimiz sanki as­
keri cephanelik, on milyonlarca insan savaş için ça­
lışıyor, ahlak ile çıkarın ittifak yaptığı bu çözüm yo­
lunu bozmayı artık hayal bile etmiyoruz, gençliğimiz 
paradoksun bedelini yarın ödeyecek, o bunu hisse­
dip isyan ediyor, bizse ona mucize vaat edemiyoruz, 
yavan söylevler çekmeye bile cesaret edemiyoruz, 
çoktan mahkum edildiğini ve devrimlerle nasibinin 
değişmeyeceğinin farkındayız. Çok geç artık, Tarih 
durmuyor, bizi sürüklüyor, eğik düzlemlerinden [ya 
da tasarılarının eğiliminden] herhangi bir yavaşlama 
bekleyemeyiz, gezegen çapında felakete doğru gidi­
yoruz ve evren, düzenden kaçmak için bu felaketi ar­
zulayan, giderek de daha çok arzulayacak insanlarla 
dolu; giderek saçmalaşan bir düzen çünkü bu ve an­
cak tutarlılığın, dolayısıyla insanın insanlığının za­
rarına varlığını sürdürebiliyor. 



Ölüm için yaşıyor, Ölüm için seviyoruz, ölüm için 
doğurup çalışıyoruz, işlerimiz ve günlerimiz artık 
ölümün gölgesinde birbirini izliyor, uyduğumuz di­
siplin, koruduğumuz değerler ve yaptığımız projeler, 
hepsi tek bir sona karşılık veriyor: Ölüm. Ölüm bizi 
olgunlaşınca toplayacak, biz ölüm için olgunlaşıyo­
ruz ve küle dönmüş bu ökümen üzerinde olsa olsa 
bir avuç olacak torunlarımız bizim taptığımız her şe­
yi yakarak bize lanet okumaya devam edecekler. Biz 
yapmacık figürler kisvesi altındaki ölüme tapıyoruz 
ama onun ölüm olduğunu bilmiyoruz, bizim savaşla­
rımız övdüğümüz şeye kurban verme savaşı, ölümün 
şerefine kendimizi feda ediyoruz, bizim ahlakımız 
bir ölüm okulu, değer verdiğimiz erdemler ise ölü­
mün erdemleri yalnızca. Bunun dışına çıkamayız, 
dünyanın düzenini değiştiremeyiz, bizi parçalayıp 
dağıtan şeye dayanmaya, bizi ezen şeyi sırtımızda ta­
şımaya mahkumuz, bize kalan tek şey, -kendimiz de 
ölmeden önce ve sonuncu ölüler biz olmadan- ya 
yok olup gitmek ya da öldürmek; yüksek sesle söylü­
yorum, üçüncü bir yol imkansızdır. 



İçimizde taşıdığımız cehennem, şehirlerimizin ce­
hennemine karşılık geliyor, şehirlerimiz zihniyetle­
rimizin ölçüsü, ölüm istenci yaşama coşkusuna ön­
cülük ediyor ve hangisinin bize esin kaynağı olduğu­
nu ayırt edemiyoruz, tekrarlanıp duran işlere koştu­
ruyor ve doruklara yükselmekle övünüyoruz, ölçü­
süzlüğün elinde esiriz ve düşünüp taşınmadan sü­
rekli binalar inşa ediyoruz. Dünya bir süre sonra yal­
nızca bir şantiye olacak. Burada, beyazkarıncalar gi­
bi, milyarlarca kör, uğultunun ve leş kokusunun 
içinde otomatlar gibi didinip duracaktır soluksuz ka­
lana dek. Günün birinde, deli gibi uyanıp, bıkıp 
usanmadan birbirlerini boğazlamaya koyulacaklar. 
İçine gömüldüğümüz bu evrende delilik, yabancılaş­
mış insanın, cinli insanın, imkanlarının gerisinde 
kalmış ve eserlerinin kölesi olmuş insanın kendili­
ğindenliğinin alacağı biçimdir. Delilik artık elli katlı 
konutlarımızın altında kuluçkaya yatıyor. Deliliğin 
kökünü kazıma yönündeki aciliyetimize rağmen, ye­
ni tanrı odur, ona bir tür ibadette bulunsak bile ya­
tıştıramayız onu: Ölümümüzdür o; hiç durmadan 
her şeyi talep eder. 


1 0
Asıl tanrılarımızın kimler olduğu öğrenilmek iste­
niyorsa, bizi asla ilkelerimize göre değil eserlerimize 
göre değerlendirmek gerekir. O zaman cevap vermek 
zor olmaz ve söylemekten ve hatta düşünmekten ka­
çındığımız şey söylenebilir: -Onlar deliliğe ve ölü­
me tapıyorlardı-. Aslında, başka hiçbir şeye taptığı­
mız yok, ama buna her zaman ikna olamayız, çünkü 
delilik ve ölüm, vahyedilmiş dinlerin nihai tamam­
lanışıdır ve çünkü bu dinler en başta da Hıristiyan 
imanı delilik ile ölümü fiilen kapsamaktadır. Biz de­
liliği ve ölümü sunakların üzerine yerleştirdik, hem 
çılgınlığı hem de Yüce Tanrı'nın can çekiştiğini söy­
lüyorsak artık ne kalır geriye sorarım size? Paradok­
sun bedelini ödemek kalır ve bunun ödeneceğini ön­
görüyorum, vaktiyle oynadığımız fikirler şimdi in­
sanlarla oynamaya başlıyor ve insanlar ölçüsüzce tü­
ketecekler kendilerini. Hiçbir şeyden kaçamayacağız 
ve hiçbir şey bize artık lütufta bulunmayacak, sür­
dürdüğümüz düzen asla iyileşmeyecek, delilik ve 
ölüm bu düzenin temelleri olarak kalıyor, düzen on­
lara bağlı ve sağlıklı bir şekilde değişemeyeceğinden, 
biz istemesek de destekleyen şey öldürecek düzeni. 


1 1
Fikirler insanlardan daha canlı olduğundan, fikir­
lerle yaşar insanlar ve onlar için ölürler gıklarını çı­
karmadan: Oysa, tüm fikirlerimiz katildir, hiçbir fi­
kir nesnelliğin, ölçünün ve tutarlılığın yasasına uy­
maz, ve bizler, bu fikirleri sürdüren bizler, otomatlar 
gibi yürürüz ölüme. Önce gençlerimiz ölecek, onlar 
kendilerinin ritüel kurban olduklarını biliyorlar, on­
lar evreni anlamdan yoksun diye yargılıyorlar, onla­
rı onaylamazlık edemeyiz, giderek daha fazla kötü 
niyetli oluyoruz ve cevap verirken tökezliyoruz. Ar­
lık ne diyebiliriz ki onlara? Diyalog imkansız, çünkü 
onlar haklılar ve onlar da delilerle, sersemlerle ve 
yalancılarla aynı yazgının içine kapatılmışlar. Yeni 
Vahiy bize ne kadar gerekli 13elirse gelsin, öncelikle 
skandalın patlak vermesi gerek, canice fikirlerimizin 
kötücüllüklerini ortaya sererek çılgınlıklarını tüket­
ıneleri gerek biz felaketi es geçecek değiliz, felaket 
düzenin içinde ve biz de onun suç ortaklarıyız, fela­
keti reforma tercih ediyoruz, dünyayı yeniden dü­
şünmektense kendimizi feda etmeyi tercih ediyoruz; 
bu dünyayı ancak harabelerin ortasında yeniden dü­
şüneceğiz. 


12 
Yok olup gidecek olan için bir ölüm ezgisidir be­
nim söylediğim ve beş para etmez naiplerimiz karşı­
sında, kafalarına ayin başlığı geçirmiş düzenbazları­
mız karşısında ve çoğu olgunluğa bile erişmemiş bil­
ginlerimiz karşısında, ben, bir münzevi, meçhul biri, 
kendi kuşağımın kahini, yakılmak yerine sessizliğe 
canlı canlı kapanmış ben, yarın insanların koro ha­
linde terennüm edecekleri bu silinmez sözleri ben 
söylüyorum. Tek tesellim, bir dahaki sefere bu naip­
lerin, düzenbaz ve bilginlerin de bizimle birlikte öle­
cekleri, bu melunların felaketten kaçıp sığınabile­
cekleri bir yeraltı olmayacak, okyanusta onları kabul 
edebilecek ada kalmayacak, onları yutacak çöl de 
kalmayacak; onları, hazinelerini ve ailelerini. Karan­
lıkların içine hep birlikte geri dönüşsüzce yuvarla­
nacağız ve gölgeler kuyusu kabul edecek bizi; bizi ve 
saçma tanrılarımızı, bizi ve cani değerlerimizi, bizi 
ve gülünç türlerimizi. Ancak o zaman, yalnızca o za­
man adalet yerini bulacak ve bizi hiçbir gerekçeyle 
taklit edilmemesi gereken bir model olarak anımsa­
yacaklar, biz yükselen kuşaklar için uyarı olacağız ve 
gelip metropollerimizin çirkin kalıntılarını -düze­
nin yarattığı bu kaos evlatlarını!- seyredecekler. 


13 
Ustalarımız bizim daima düşmanlarımız oldular 
ve şimdi ustalarımız her zamankinden çok yanılgı 
içindeler! çünkü bizim bu kadar kalabalık olmamız 
onların hatası; yüzyıllardır ve hatta binlerce yıldır 
işe koşabilecekleri ve ölüme sürükleyebilecekleri 
astlarının çoğalmasını istiyorlar. Dünyanın parça-

landığı ve insanların toprak sıkıntısı çektiği günü­
müzde, doğan bu milyarların ihtiyaçlarını karşıla­
mak bahanesiyle, onların düşü elli katlı evler inşa et­
mek ve ökümen'i sanayileştirmek, çünkü onlara 
-kendi iddialarına rağmen- her zaman ve her zaman 
daha fazla canlı gerekiyor. İçinde tükendiğimiz Ce­
hennemi sistemli biçimde örgütlüyorlar, düşünme­
mizi engellemek için bize aptalca gösteriler öneri­
yorlar, duyarlılığımızı barbarlaştıran ve idrak gücü­
müzün sonunda yok olup gideceği gösteriler; hiçbir 
şatafattan kaçınmadan ve kendi manyaklıklarına yön 
vererek bu oyunları kutsayacaklar. Bizans sirkine ge­
ri 
dönüyor ve gerçek sorunlarımızı unutuyoruz, ama 

sorunlar bizi unutmuyor, yarın tekrar karşımıza çı­
kacaklar ve biz şimdiden biliyoruz, bu sorunlar çö­
zümsüz kaldığı sürece savaşa gideceğiz .



14 
Biz ne zaman korksak, bütün bu uyuşuk halimize 
rağmen gazeteciler kalkıp kaygılarımızı dağıtmaya 
çalışırlar; onların vaatlerinden bir Düzenbazlık An­
tolojisi yapabiliriz. Günün birinde kutupların suyu­
nu içeceğiz, buzullar ihtiyaçlarımızı karşılayacak; 
günün birinde elimizi attığımız her şey leziz yiye­
ceklere dönüşecek; günün birinde atıklar, okyanus­
ların dibindeki kırık çizgiler
_
ine yığıldıktan sonra 
toprağın derinlerine gömülecekler; günün birinde 
yaşamak için çalışmak zorunda kalmayacağız ve 
vaktimizi eğlenerek geçireceğiz; günün birinde geze­
genleri birbiri ardına kolonileştireceğiz. Ayakta uyu­
tan bu masalları, insan türünün dörtte üçü köpekle­
rimizden ve kedilerimizden bile daha berbat koşul­
larda yaşarken yayımlıyorlar; hem de sınırsız bolluk 
vaat edilen en kötü durumdaki dörtte birlik nüfusun 
kendi aşağılık durumlarından çıkma umudu yokken 
ve bu mucizelerin geçerliliğinden kuşku duyacak ge­
rekçesi varken yapıyorlar bunu. Çünkü, sonun, yer­
kürenin yüzeyine dalga dalga ve şimşek hızında ya­
yılması için, mutlak dehşetten hayatta kalanların ka­
dim yoksulluğun sultası altında acılar ve sıkıntılar 
çekerek sürünmesi için tek bir savaş yeterlidir. 


ıs 
Bir Tanrı varsa eğer kaos ve ölüm de O'nun sanla­
rı 
arasında yer alacaktır, eğer Tanrı yoksa, bu da ay­
nı 
anlama gelir, o zaman kaos ve ölüm kuşaklar tü­
kenene dek birbirlerine yeter. İstediğimiz kadar gün­
lük yakalım, belirsizliğe ve çürümeye mahkumuz, 
neye taparsak tapalım, kurtuluş yok, iyilerle kötüle­
rin yazgısı aynı, azizleri de canavarları da aynı uçu­
rum 
kucaklıyor, adil olma ve adaletsizlik fikri, görgü 
kuralları gereği bağlı kaldığımız bir sayıklamadan 
başka bir şey olmadı hiç. Aslında, dinsel ve ahl
kirlerin kaynağı insandadır, bunu insanın dışında 
aramak anlamsızlıktır, insan metafizik bir hayvandır 
vo evrenin yalnızca kendi için varolmasını ister, ama 
ovren insanı bilmez, farkında değildir ve insan bu ta­
nımazdan gelmeye teselli bulmak için uzamı tanrı­
larla, kendi imgesinden yarattığı tanrılarla doldurur. 
Böylece, içi boş gerekçelere tutunarak yaşamayı ba­
şarırız, ama bu gayet hoş ve teselli edici gerekçeler, 
lıizler gözlerimizi -kuşatması ve tehdidi altında ya­
şadığımız- ölüme ve kaosa açtığımızda hiçliğe dü­
şorler. İman, boş şeylerden biridir ve bu dünyanın 
doğası üzerine insanı aldatma sanatıdır. 


16 
Çünkü bu dünyanın doğasında mutlak ilgisizlik 
vardır ve bu dünyanın doğasına benzemek filozofun 
görevidir -ama elbette vazgeçemeyeceği insan olma­
yı sürdürerek: Tutarlılığın, ölçülülüğün ve nesnelli­
ğin bedeli budur. Bütün sorunlar nesnellik, ölçü ve 
tutarlılıkla çözümlenir, ama çoğu insan bunu yapa­
madığından bütün sorunlar çözümsüz kalıyor; salak­
lıkları ve delilikleri nedeniyle hak ettikleri felaket al­
çakların eğitileceği tek okuldur. Uyurgezerleri kahin 
yapamayacağımız gibi bu doğuştan körlere de ışığı 
sevdiremeyiz, düzenin yasası yitik kitlenin kurtarı­
lamayacağı yönündedir ve bu kitle, sürüyle çoğala­
rak ve bıkıp usanmadan sayısız kurban vererek so­
luksuz kalana dek üremeyi kendi yitiminin tesellisi 
kabul ediyor. Bizi bekleyen şeyi hayal meyal seçiyo­
ruz ve davranışımızı gözlerimizle gördüğümüz ve 
öğrendiğimiz şeye göre düzenliyoruz, ama ölümlüle­
rin çoğunun hiçbir şeyi fark etmediğini ve kendi 
düşlerinden ancak umutsuzluğa düşmek için çıktık­
larını hissediyoruz; onların tek yasası ancak işitme­
dikleri şeye tabi olmaktır. 


1 7
Duaların ve büyülerin vakti geçti; başımıza n e ge­
lirse gelsin ibadet vakti geçti. Dinlerimiz artık hiç 
işimize yaramıyor, müminlerin de varlık nedeni kal­
madı, çünkü dinler bize gerçekliğimizi yitirtiyor, 
rnüminlerse dünyayı tekrar düşünmeyecekler: Oysa, 
içinde yaşadığımız dünyayı yeniden düşünmezsek 
lınrada üç kuşak daha varlığını sürdüremeyecek, üç 
kuşak daha gerekliğini yitirmemeli. Artık kendimizi 
argılama imkanlarımız var, vahyedilmiş sistemleri­
miz 
bunlara baskın çıkamaz, düşünce zamanı müj­
doleniyor, meditasyon vakti başlıyor. Aslında, yitik 
kitleyi müminler oluşturuyor, müminler geleceğimiz 
llo kendimiz arasındaki fazlalıktır, bu yüzden ölüm 
onlara ödül olacak, bundan daha adili olamaz. Kör­
lurin bizi yönetmesi, hem de kör diye onurlandırıl­
ırwları doğru değil: Devlet başkanlarının kendi batıl 

nançlarını bir unvan haline getirmeleri ve bir ibade-
11 
n törenlerini bundan böyle kendi varlıklarıyla 
onurlandırmaları meşru değildir. Yaşadığımız yüz­
yılda insan adına layık biri hiçbir şeye inanmaz ve 
lıunu da övünç kaynağı yapar. 


18 
Yeni bir Vahye ihtiyacımız var, bu arada, önceki­
ler hükümsüz kaldı, hatta daha kötüsü, kargaşanın 
kaynağı bunlar. Bütün ahlaki otoritelerin desteğiyle 
ölüme gidiyoruz. Tüm dinsel otoritelerin onayı ve 
cezalandırmasıyla evrensel ölüme doğru gidiyoruz, 
hiçbir şey bunu engelleyemez, geleneklerimiz bizim 
ölüme yönelmemizi son derece onaylıyorlar, çıkarla­
rımızla denk olan değerlerimiz de bizi aynı yöne iti­
yor, bundan daha uyumlu bir onay asla görülmedi. 
Yeryüzü, kurban edilen insanların sunağı oldu; başı 
dönen, serseme dönmüş insanlık kendini feda etmek 
için bu sunağa çıkarken, düzenbazlığı duyuran bir 
avuç insanı ayakları altında çiğniyorlar. Çok geç ol­
duğunun farkındayız artık, ve bu dünyadaki her fe­
dakarlığın bir düzenbazlık olduğunu biliyoruz, hem 
de en dikkate değer düzenbazlık, ama bunu tam yok 
olacakken öğrendik. Yarın hayatta kalan insanları 
Yeni Vahiy kendini feda etmenin saçmalığı üzerine 
aydınlatacak, şimdiki kuşak çoktan mahkum edildi, 
geri dönüşü yok, insan kıyımlarının sunağından du­
manlar tütüyor ve türümüz bu dumanları besleye­
cek, hem de aşk çığlıklarıyla besleyecek, içinde bu­
lunduğu durumdan, gayri insani bu halinden kaçma 
umuduyla besleyecek. 


1 9
İman artık insanları kurtaramaz, ne kurtarması! 
Onları ölüme sürükler, iman oburluktan ve zinadan 
başka bir şey değildir, ama oburluk ve zina bize dü­
�ünmeyi öğretemez. Çünkü artık kendini adamanın 
bir 
önemi yok, işin kolayı olur bu; artık haç taşıma­
nın bir önemi yok, bu çok basit olur; böyle birini tak­
lit 
etmenin, hatta takip etmenin de hiç önemi yok, 
bu ancak bir kaçış olabilir: Artık dünyayı yeniden 
düşünme zamanı, gerçekliğimizi arşınlamamız, öl­
ı,:üp biçmemiz ve yeni temeller atmamız gerek, bu 
görevler diğerlerinin önüne geçiyor. Oysa, bu görev­
lor çoğu insanın uzağında kalır, dolayısıyla insanla­
rın çoğunluğu, bunları yerine getiremediğinden suç­
in 
olacaktır, suçlu ve cezalı; başlarına geleni anlama­
yacaklar bile. Yitik kitle kaosun eseridir, o kaostur 

kaosa 
geri döner, bu kitlenin ölümüne ağlayacak 
değiliz, çünkü o gölgeler ordusudur ve kavruk kal­
ını 
ş, 
gelişememiş gölgelerin ancak ikircilliğin bağ­

nda 
sahte bir yaşamı olabilir, hepsi bu: Dinler bu 

giilgeler için yapılmıştır, onların iğrençliklerine, aşa-
ı 
la 
nmışlıklarına tesellidir dinler, ama onlar bu iğ­
l'Onçliği sürdürmeye devam ediyorlar. 


20 
Gelecek kuşakların hangi tanrılara tapacağım bil­
miyoruz; bizim aramızda kaosun ve ölümün Babası 
olmuş Gökteki Peder'e ayırdığımız yeri dişil ilkenin 
alacağı bir düzenin kurulacağına inanıyoruz. Mer­
yem'in yükselişini onaylıyoruz: Dört İncil'de de bir 
hiç olan Meryem, sonunda Göğe çıkarak, iki bin yı­
lın sonunda hakimiyeti eline alır; o, dirilen Magna 
Mater'dir ve İsa yalnızca onun bir eklentisidir, ama 
Meryem'de de kendisinin bir yarısı daima eksiktir. 
Gelecek yüzyıllarda Tanrıça bütünlüğüne yeniden 
kavuşacaktır, çünkü onun Bakire ve Anne olması 
yetmez, aynı zamanda Fahişe de olması ve bütünsel­
liğin tamamlayıcısı olan Magdalena figürünü kapsa­
ması gerekir. O zaman ve yalnızca o zaman, Gökyü­
züyle Yeryüzünün evliliğini kutlayabiliriz, o zaman 
ve yalnızca o zaman kurban etme fikrinden vazgeçe­
riz, o zaman ve yalnızca o zaman barış kalıcı olur ve 
dişil ilke dünyanın mutlak hakimi olur -tıpkı Ta­
rih'ten önce olduğu gibi, o zaman ve yalnızca o za­
man hareketsizliğin hüküm sürmesi için hareket du­
rur, o zaman ve yalnızca o zaman merkez yeniden 
ele geçirilmiş ve uzam da bu merkezden yola çıkarak 
örgütlenmiş olur. 


2 1
J\ma daha önce hiçbir şey çözülemez, çünkü ölçü-
Uılük egemen olmadan ve skandal patlamadan ilke 
doğiştiremeyiz, iyi niyet geleceğin reddettiği ve bi­
·1.I 
rn 
gerçekliğimizi tüketerek varlığını sürdüren bir 
diiıeni korumaya yetmez; bu, ölüm düzenidir ve mi­
ı·ıısı 
kaosa kalacaktır. Felaketten kaçamayız, keza bu 
l'ıılrıketin kusursuz mantığından da kaçamayız, onun 

ınileri öngörülebilir kimileri öngörülemez evreleri-
11i11 tek tek akışına katlanmaya mahkumuz, bizi sil­
di 
kleyen 
hareketi durdurmayacağız: Erkekler dölle­
ıı 
ı 
oye devam edecek, kadınlar doğurmaya; ve yitik 
kil I 
eyi beslemek için her şey kullanılacak, gelecek 

potek 
altına alınacak. Şu anki insanlığın yalnızca 
küçücük bir parçası olacak soydaşlarımız, güzelliği 
lıi 

anıdan başka bir şey olmayan talan edilmiş bir 
dünyayı miras alacaklar, bunu onarmak yüzyılları 
bulacak, doğumu sınırlandıracaklar ki toprak din­
lıınsin, sular temizlensin, bu ökümen'i zorla kirlet­
ınoye ya da ökümen'in yasalarından tanrılar arama-
n niyetlenmeyeceklerdir, bu gerçekliği aşkınlığın 
ynnılsamasına kurban etmeyeceklerdir, Y eryüzü'ne 
ıındık kalacaklar ve Gökyüzü'nü onu onaylamaya 
mecbur edeceklerdir. 


22 
İşte bu nedenle ölüme yürüyoruz, sığınacak bir 
yer bulma umudumuz yok, deliyiz ve meczubuz, Ta­
rih bizi bağışlamıyor, bizi Kader'in ellerine teslim 
ediyor 
.
-bizim yüzümüzden gücü giderek artan Ka­
der'in. Artık çok geç, tek kesinlik bu, paramparçayız 
ve bir sentez tasarlamak bile elimizden gelmiyor, 
kendimizi tahayyül edemiyoruz, kendi sorumlulu­
ğumuzu üstlenemiyoruz, kendimizden kaçarak ken­
dimizi arıyoruz ve bu kaçışın içinde kendi tutarlılı­
ğımızdan kaçış sanatını buluyoruz. Artık hiç durma­
yan hareket bizi parçalara ayırıyor, dağıtıyor ve biz 
zevkle bu duruma rıza gösteriyoruz, üzülmüş gibi 
yaptığımız şeyi alttan alta onaylıyoruz, en despotik 
düzenin içine sızmış bu kaos bize zevk veriyor, 
amaçlarımızın hilafına, özgürlüklerimizi ölümden 
alıyoruz. İnsanlık, maruz kalacağı şeyi bütünüyle is­
ter, sahip olduğu şeydense feragat eder; biz onu ken­
dini yalanlamaya mecbur etmeyeceğiz, fark ettiği bi­
razcık şeyi de anlamayı reddediyor, kendisini uya­
ranlardan tiksiniyor, sivil ve dini iktidarın fikir bir­
liğiyle sessizliğe mahkum ediliyor bu uyaranlar, on­
lar sağırları harekete geçirerek körleri aldatan bir 
avuç insandır. 


23 
Tutarsızlık özgürlüğü diğer özgürlüklerin yerini 
ııldı, 
bundan da vazgeçmeyeceğiz, sanat bunu açıklı­
yor, 
edebiyat buna gönderme yapıyor, sadece bunlar 
nıı, 
bilim tutarsızlığı itiraf ediyor, en büyük bilginler 
lıllo 
sentez fikrinden vazgeçiyorlar. Oysa, sentez fik-
ı 

bir 
yana bırakıldığında tutarlılık imkansız olur ve 

lilmanizma da boş bir laftan başka bir şey olmaz; öl­
ı,:il 
lülük 
artık uzun süredir moda değil, kimse ölçülü­
li 
�ii 
korumayı düşünmüyor, ama onunla birlikte 
l lilmanizma ikinci öğesinden de mahrum kalmış 
ııl 
llyor; üçüncü kavram olan nesnellik karşısında ge­
ıt 
kon 
mesafeye sahip değiliz ve hiç olmadığı kadar 

ııc 
snel olan bilimlerden çıkan derse rağmen bugü­
ıılin 
insanları arasında öznelliğin zaferi de bir başka 

ıradokstur. İşte bu yüzden bizim gerçekliğimizin 
imgesi labirenttir, çünkü bize zamanın özetini ve­


şey 
labirent imgesidir, labirent sürüdür, artık 
kı 
ndimizle 
buluşamayız, ortak paydamız yoktur ar-

ık, 
biz gerçekdışıyız ve gerçekdışı olmayı onaylıyo­
ruz. 
Ortaklık sorun olmasaydı iletişim sözcüğü hiç 
ıııoda olur muydu? Aslında, biz bir yığın yalnızız, 
yine 
de 
karmakarışık bir halde yuvarlanıyoruz, bizi 
lıirbirimize katarak tek başımıza bırakmaya devam 
od 

şeyin kurbanıyız. 


24 
Ancak öfkemiz yardım ederse yanlıştan çıkarız, 
ama geri döndüğümüzde yeniden yanlışın içine dü­
şeriz; umutsuzluğa ve büyük öfkeye kapılmadan 
doğruya gidemediğimizden sahicilikten söz ediyo­
ruz, hala yalan söylediğimizi itiraf etmemek için. İki 
düzlemde yalan söylemeyi başardık ve nesnelliğin 
kendi haklarım koruduğuna kendimizi ikna etmek 
için bunları karşı karşıya getiriyoruz; hatta düzlem 
değiştirme anı geldiğinde diyalektikten bile söz edi­
yoruz, çabamızın püf noktası bizi harekete geçirmek 
yerine ajite etmesidir ve karşılaştırma yapmak yeri­
ne bizi bundan kurtarmasıdır. Böylece kapalı bir kü­
re içinde kaynayıp coşuyoruz, kendimizi gösteriye 
veriyoruz, boş laflar zafer kazanıyor her seferinde, 
ama bu küreyi taşıyan mukadderat halini almış ve 
bizim giderek daha az belirleyebildiğimiz bir Ta­
rih'tir; yaptığımız işlerin, biz istemesek de kesin bir 
itilim kazandırdığı ama fikirlerimizin hakim olama­
dığı bir kasırga. Artık kendimizi tahayyül edemiyo­
ruz, kendi sorumluluğumuzu üstlenemiyoruz ve ho­
şumuza giden bir durumun içine gömülüyoruz, bizi 
ancak bir felaket çıkarabilir bunun içinden, kendi 
gerçekliğimiz karşısında erkekliğimizi yitiriyoruz, 
yazgı karşısında kadınız. 


25 
Entelektüellerimizin tek bildiği oyun oynamak, 

inselcilerimizin tek 
·
bildiği de yalan söylemek, hiç­
biri dünyayı yeniden düşünmek üzerine kafa yormu­
yor, hiçbiri bize gerçekliği ölçüp biçme imkanı ver­
miyor, hepsi de kariyer peşinde; görgü kurallarını as­
in 
incitmeden birbirlerinin gözlerini oyma sanatın­
daki ustalıkları hayranlık verici! Giderek daha tutu­
cu oluyoruz, en yıpranmış ve en utanç verici köhne-

ikteki düşünceleri sürdürmeyi başarıyoruz, bizim 
devrimlerimiz yalnızca laftadır, şeyleri yeniden şe­
killendirdiğimiz yanılsamasını edinmemiz için söz­
c: 
ükleri değiştirmemiz yeter, her şeyden ve kendi­
mizden korkuyoruz, cesaretin ötesine geçerek cesa­
r tin içini boşaltmanın ve deliliği ifrata vardırarak 
delilikle uğraşmanın yolunu buluruz, hiçbir şeye 
karşı çıkmıyoruz ve her şeyin düşük yapmasına, ba­
�arısız kalmasına yol açıyoruz, güçsüzlüğe bağlı öl­
çüsüzlüğün zaferi bu. Bunlarla birlikte ölüme yürü­
yoruz; tekrar ediyorum, birkaç istisna hariç, herkesi 
kapsayacak ölüm, onu, Tarihi, sona erdirmekle gö­
revli. Geleneklerimiz bize bu durumu vahyettiğinde 
tutarlıdırlar, bizse onları gülünç hale getirdiğimizde 
kötü niyetliyizdir, geleneklerin haber verdiği şeye 
hiçbir güvence baskın çıkamaz ve hiçbir olasılık bu 
lacakları önleyemez. 


26 
Geleneklerimiz yalan söylememişti, çünkü onlar 
insaniydi ve bu dünya hakkındaki cehaletlerine rağ­
men insanı biliyorlardı; bizler, bu dünyayı iyi bilen 
bizler, hatta giderek daha fazla kötüye kullanacak ka­
dar iyi bilen bizler ise insanı bilmemeye başlıyoruz 
-imkanımız olmadığından değil, bizi kendimize da­
ir kör eden bir hüner gösterisi nedeniyle. İnsan aşıl­
mış olduğundan, acınacak bir halde ve sefil olmama­
sına imkan yoktur; ve biz bunu kabul etmek istemi­
yoruz, bu sefalet bizi rahatsız ediyor, niyetimizi aşı­
yor, onu kendimizden uzak tutuyoruz, ondan kaçı­
yoruz, geri püskürtüyoruz, çünkü bizim eserimizin 
iflasının habercisi bu. Bizim putumuz aşmak; artık 
tutarlılığı ona feda ediyoruz, ona olan sevgimizden 
dolayı sentez fikrinden vazgeçiyoruz, değerlerimizi 
ve yaşama nedenlerimizi birbiri ardına yakacağız, 
ama put doymak bilmez, sonunda bir insan kıyımına 
kalkışıp kendimizi sunmak zorunda kalacağız. 
Umutsuz gençliğimizin yapmayı öğrendiği şeyi ya­
rın milyonlarcamız yapacağız; en büyük

eylem so­
mutlaştırma olacak, burada delilik ile bilgelik, yüce 
bir aşma içerisinde, kendi sentezlerini gerekleştire­
cekler, böylelikle tek yaşayan ölüm olacak ve düzen 
simgelerini tek başına kaos üzerine geçirecek. 


27 
Kaynağa geri dönüş temel görevdir, insanın işi bu­
dm. 
Bu yüzden, düşünür adına layık ender kimseler, 
lıir 
metafizik oluşturmak amacıyla ontoloji ve etimo­
lojiyle ilgilenirlerken, modadan kopmamayı dert 
ı 
dinmiş kıt zekalılar, aşağı bir ayrıntı olan toplumsa­
lı seyrede seyrede yok olup gidiyorlar. Çünkü top­
lıım 
bir hiçtir, bir biçimdir, içeriği yitik kitleden iba-
11 

tir, 
sperma tik uyurgezerlerin dalaşıdır toplum, 
ı 
1111 
derece aşağılık bir şeydir, filozofu hiç ilgilendir-
1111 z. 
Tarih büyük adamların eseridir, seçkinlerin 
lıny 
ölçüştüğü kapalı alandır, yığınlar gösteriye ka­
l ıııl 
edilir ve yıkıma sürüklendiklerinde ise ölülerine 
ılı 
ı 

klerden daha fazla değer verilmez. Çağımızın 
ı
ıpına
l
a
rından biri Meçhul Asker Mezarı'nı doldur-
ııııış 
olmasıdır: Bunu yaparak, kaosun doğurdukları-
1111 
kalkan 
olan adsız sansızları bozguncuların en kö­

ı lı rine 
rehin verdik; kaosun bizim aramızda sunak­
lııı 
ı 
var 
ve 
bizler de şimdiden orada tapınıyoruz. Su-
1111 
l
nrı

kapıları adsız putlardandır ve kaos bu kapı­
l
ıı
ı
·
dıın 
geçerek girer meydana; kapılar açık kalacak ki 
I· 
ıını; 
her 
şeyi istila edebilsin. 


28 
Felaket şart, felaket arzu edilir, felaket meşru, fela­
ket tanrının lütfu, dünya daha ucuza yenilenmez ve 
eğer dünya yenilenmezse, kendisine mikrop bulaştı­
ran insanlarla birlikte yok olmak zorunda kalacak. 
İnsanlar evrene cüzam gibi yayıldılar ve çoğaldıkça 
evrenin doğasını bozuyorlar, çoğalarak tanrılarına 
hizmet ettiklerini sanıyorlar, tüccarları ve papazları 
onların doğurganlığını onaylıyor, tüccarlar bu sayede 
zenginleştikleri için, papazlar ise kendi saygınlıkları 
artıyor diye onaylıyorlar. Bilginler bize tehlikeyi be­
lirtiyor ama onların sesi neredeyse her zaman boğu­
luyor, ahlakın ve ticaretin çıkarları bozulmaz bir itti­
fak oluşturuyor, para ve tinsellik hareketin durması­
na tahammül edemezler, tacirler tüketici ister, pa­
pazlar aile ister; savaş onları nüfusun azalmasından 
daha az korkutuyor: Ölüm düzeninin en sağlam des­
tekleri tacirler ve papazlar. İnsanlık bu komployu ha­
tırlamak zorunda; ve facia gündelik yaşamın bir par­
çası olduğunda, yalnızca kendi yaşamları adına in­
sanlığı kaosa teslim edenleri cezalandırmalıdır. 


29 
Sefaletin tek çaresi sefil durumda olanların kısır-

ııştırılmasıdır, ama ölüm düzeni, tacirlerin ve pa­

uızların düzeni bu lafı ağzımıza almamıza bile izin 
Vllrmiyor. Tacirler ve papazlar zenginleşmek ve ta-

ııı 
kküm kurmak isterler, maddi kar ve manevi itibar 
ıtorler, bunları bizim salaklığımız sayesinde elde 
rn liyorlar, çünkü bizim gözümüzün açılması onların 
vı 
sefaletin 
sonu olacaktır. Geleneklerimizin zamanı 
ı 
ı ıı,:t 

ve 
onları savunanların, hırsız ursuz takımının, 
l ı
;,,o 
itaat 
vaaz edenlerin niyeti, bizi öldürmek paha­
ıı
ı ı
ı
ı

da 
olsa kendi kurumlarını ebedileştirmektir. 
ı 
J ı ı lıınn 
büyük saygı gösterdikleri şeye hakaret et- · 
ı ı ı ı ı k
görevdir, çünkü kutsallığa hakaret etmeden de-
l ı n
kök salamaz, değişmekte ne kadar gecikirsek 

t 111 O 
kleri ve ıstırapları o kadar fazla hissederiz. 

ı ı ı dl 
herkese sesleniyorum ve yüzü olmayan bir 
ı 
l ı ı k
oluşturmaya son vererek yitiminden kaçabi-
1 1 11 
ı 

l
ı ı

söylüyorum yitik kitleye; onun çıkarı artık 
l ııı y 
ti 
kaynaklarını kurutmaktadır, bu dünyada yak-
ı t i
11 

maktan 
başka bir kusur olmadığını anlamalı­
ı l ıı ,
lıı 

yoksul, bir başka yoksul doğurarak sefalete 
ı ı ı ı h
i

rehin 
verdiği andan itibaren suçlu olur. 


30 
Devrimlerimiz birbiri ardına başarısız kaldı ve bu 
da adildir, hiç kimse işin özüne temas etmeye cesa­
ret edemedi, kendi üzerine geri çekilerek, kaynağın 
içinde sönen bir geçmişin evrensel mirasçısı olma 
iddiasında herkes. Aslında eksen değiştirmemiz ge­
rekiyor, bunu felaketten sonra yapacağımız kesin, 
öncesinde aynı yanılgılı gidişatı tekrarlayacağız ve 
hep yeniden aşacağımız yolda bir adım bile ilerleye­
meyeceğiz. Günün birinde ailenin statüsünü tepe­
den tırnağa değiştireceğiz, çünkü tüm ahlakçıların 
övgü düzdüğü geleneksel aileler kalabalık nüfuslu­
dur. Bu ahlakçıların sözünü senet kabul ediyoruz ve 
üreme suç olduğundan, günün birinde, ailenin statü­
sünü altüst ederek bu suça karşı çok sert davranaca­
ğız. Kölelik okulunun kaynağının aileden başka yer 
olmamasını da buna eklemeli; zorbalar bu nedenle 
geleneksel aileleri severler, bu ailelerde kadın köle­
dir ve çocuklar teba, ama baba -müstehcen, gülünç 
ve sefil olsa bile- kendi evinde hakimdir ve bizim 
hükümdarların arketipidir, evet, tanrılarımızın ve 
krallarımızın yaşayan modeli babadır! Bu düzenle­
me fazla sürmüş olmalı ki, ardından yitik kitle orta­
ya çıktı. 


3 1
tuz bir çekenlerle ve oğlancılarla dolu bir dünya 
lıizimkinden daha 
.
az sefil olurdu, hakikat bu işte. 
l l
n
y
a
li bir görevi yerine getirdiğimiz ve zaman aşımı-
1111 
uğramış buyruklara uyduğumuz için sefiliz, ama 
ilrov 
bizi iğrenç durumumuzdan çekip çıkarmıyor 
vı 
buyruklar 
.bizi orada sebat etmeye zorluyor. Yirmi 
yil;ı:yıldır üzerimizde tahakküm süren ahlak düzeni 
ıııludını doldurdu bizse onun barbarlığını ölçüyoruz 
lı 
lfi, 

ayakta kalmaya çabalıyor biz ölüyoruz, hem 
ı l o
sayısızca, 
o düzen kurbanlarından daima reddet­
ı ı t l ş 
olduğu 
hoşgörüyü talep ediyor şimdi, kardeşlik 

ııız 
ediyor, 
kendi hiç aldırmamıştı oysa, başkalaş­
ıııııktan söz ediyor, o ki hareketsiz olmakla övünür­
ı l

eskimiş 
tulumlarına doldurmak için yenliklere 
ı ı l

ymak 
istiyor, gelmekte olandan tiksiniyor ve 
i t i
şeyi 
engelleyemediğinden, kendini gösteriyor 
vı 
lıize 
olmayacak vaatlerde bulunuyor. Oluşmasın­
ı l ıı 
lcıınel 
etken olduğu felaketten sonra, ahlak düze­
ı ı
do 
sırası 
geldiğinde kurban olacaktır; ama bu dü-
ı ı ııin 
kalıntıları korunacaktır ki, bizlerden biri canlı 

ı ı
1 ı 
rı;a 
onu 
kınama vesilesi olsun ve insanlar dünya-
1 1 1 1 1
kötülüğünün üzerinde toplandığı ve içinde da­
vıı ı 
ı ı 
k l
dık 
kazandığı insanlara çullanabilsinler diye. 


32 
Gecenin karanlığına giriyoruz ve buradan ancak 
cılız kalıntılarımız çıkacak, çok kalabalığız, daha da 
kalabalık olacağız ve giderek daha da kalabalıklaşa­
cağız, böylece sonunda kaos galip çıkacak ve ölüm 
karnını doyuracak. Efendilerimiz bizim düşmanları­
mızdır, tinselcilerimiz de bizi ayartanlar ve efendile­
rimizin suç ortaklarıdır, bizler öksüzüz ve bunu işit­
mek istemiyoruz, her yerde baba ve anne arıyoruz 
kendimize, Gökyüzünde bile bize bu vaat ediliyor ve 
bizler ahlak düzeninin bizi varlığımızı sürdürmeye 
mecbur ettiği bu uçurumların dibinden sesleniyoruz 
onlara. Gelecekteki evrende yitik · kitle olmayacak; 
insanların hepsi mutlu olacağı için değil, kitle olma­
yacağından. Yüz milyon insanla yeryüzü cennet 
olur; yeryüzünü kemirip duran ve pisleten milyar­
larla ise bir kutuptan diğerine uzanan bir cehennem 
olur, türün hapishanesi olur, evrensel işkence odası 
olur, kendi pislik ve süprüntüleri içinde hayatlarını 
sürdüren mistik delilerle dolu bir çirkef kuyusu olur. 
Kitle düzenin günahıdır, ahlakın ve imanın alt-ürü­
nüdür, düzeni, ahlakı ve imanı mahkum etmeye bu 
kadarı yeter, çünkü bunların tek yaptığı, insanları 
çoğaltmak ve onları böceğe çevirmek. 


33 
Ben kendi zamanımın peygamberlerinden biriyim 
vo 
söz 
hakkım olmadığından, söyleyeceğim şeyi ya-
1.ıyorum. Çevremde, delilik, aptallık ve cehalet, ya-

ın ve hesapla yer değiştiriyor, hepsi de aynı erdem­
loı·o 
dayanıyor, çünkü işin trajik yanı -ki ahlakçılar 
lııı konuda hemfikir değildir- dünyanın erdemden 

ırçalandığıdır, bence hiç bu kadar çok erdem gör­
ııınmiştir. Bunca erdeme rağmen kaosa doğru gidiyo­
ı 
m - ; , 
bunca erdem bizi evrensel ölümden kurtaramı­
yı ır; 
nesnelliğin ölçütü olan tutarlılık ile bizim ara­
ıııı:t.da erdemin bir fazlalık olup olmadığını sonunda 
k ı
ndime sorar hale geldim. Erdemler bizi düzenden 
k ıırlaramıyor ve düzen bizim yitimimiz için erdem­
l ı
relen yararlanıyor, bizler artık bir sistemin kandır­
d ıAt 
kurbanlarız, çıkarlarımız konusunda bizi aldatı­
yor 
ve 
bizi kendi çıkarlarına kurban ederken bunla­
ı 
ııı bizim de çıkarımız olduğu konusunda bizi ikna 
ı 
ı
l
iyor

Böylece hepimiz iyi bir şey yaptığımızı sanı­
yoruz 
ve birbirimizle yarışırcasına kanıyoruz, ödülü­
ıııüz delilik, içinde yaşadığımız atmosfer aptallık, bu 
ıılırıosferde birinci görevimiz cahillik sanki, böyle­
l i kle 
yalan ile hesabın eli kolu serbest kalacak. Biz­
lıır 
çocuk 
kaldık ve aile varlığını sürdürdükçe de ço­
ı · u k
kalacağız. 


34 
Aile günün birinde aşılması gerekecek bir kurum­
dur, \/arlık nedeni yoktur: Aile, çoğu durumda, kala­
balıktır, evren aşırı kalabalıktır, dahası, en tartışma­
lı fikirlerimizin kaynağı ailedir ve doğruluğu korku­
tan eserler arasında yanlış fikirleri sürdürme lüksü­
müz olamaz. Yalnızca öjenik ailelere hoşgörü göste­
rilebilir, bunların da az sayıda olduğunu biliyoruz, 
diğerleri sonunda bize arzu edilmez gelecektir ve 
yoksulluğun tehdit ettiği bir dünyada her yoksul ai­
le sefaleti arttırır, her yoksul aile, varlığı nedeniyle 
zaten kriminaldir. Şuna ikna olalım ki merhamet bir 
saçmalıktır, merhamet gösterilen kişileri bozar, ha­
yırsever ruhlara trapez olup merhametin kurbanı ol­
maktansa kendini yok etmek yeğdir. Muhtaç durum­
da olanların nasibi olan izdiham, hangi ülkede ve 
hangi çağda olunursa olunsun, dinsel ve ahlaki oto­
ritelerin sessizliğine rağmen, iğrençliğin zirvesidir: 
Oysa, elli yüzyıldır kimse bunu dert etmedi, çünkü 
düzen çare -kısırlık- bulmaktansa iğrençliği tercih 
eder. Düzen her zaman gayri insaniydi, ahlak düze­
ni tüm düzenlerin en gayri insanisidir. 


35 
Dünyayı ahlaksızlık kurtaracak; dinlenme ve gev-
oıne, 
-
her türden fedakarlığın reddi ve militan er­
ı loınlerin terk edilmesi, saygın olarak nitelediğimiz 
l
ı
ı r 
şeyin küçümsenmesi ve uçarılığa rıza göstermek 
ku rtaracak, erkekliğin bizi götürdüğü ve asla geri dö­
ııillmeyecek kabustan bizi dişilik kurtaracak, çünkü 
cırkok ölümün eşidir ve ölüm erkeğin yoluna yorda-
1 1 1 1 na öncülük eder. Savaş erkeğin iklimidir, erkek 
ı vnşa 
hazırlanır, savaş onun varlık nedenidir ve tıp­
k ı
Tarih'ten önce, kadının hem efendi hem rahibe ol­
dıı�u 
o zamanlarda olduğu gibi daimi barişa kavuş-
1111ış olsaydık, dünyevi iktidar ile manevi iktidar er­
� 
ı 
�in 
elinden düşmüş olurdu ve elli yüzyıl önce ol­
ı lıı�u 
gibi hiçliğe gömülürdü, ölümün onu çekip çı­
kıı rdığı 
hiçliğe gömülürdü: Ölüm, ahlak düzeni, sa­

ış 
ve 
militan erdemlerin gerekliliği, yasal barbarlık 
ııyf{ıtı ve sistematik gayri insaniliğin inşası. Erkek, 
lıılnketi örgütleyerek kendi üstünlüğünü meşrulaştır­
ııııık zorunda, kendini ancak bu bedelle vazgeçilmez 
ılıyor, ama bu bedeli biz daha ne kadar süre ödeye­
l ı l l

riz? 


36 
Aslında erkeğin derinliği, gönlü yoktur, onun 
merhameti bir temrinden başka bir şey olamaz, şid­
detkar olmamak için kendinin şiddet olması şart, er­
keğin inşa ettiği düzenin temellerinde cinayet var. 
Kadim halklar, Tarih'ten öncekiler, bizim gelenekle­
rimizi ve buyruklarımızı borçlu olduğumuz halklar­
dan daha sade ve daha yumuşaktılar, kadınlar tara­
fından yönetiliyorlardı ve biz onları ahlaksızlıkla 
damgalıyoruz, ama bu onları yenenlerin niteleyişidir 
ki biz de her zaman onlardan esin aldık. Erkek şim­
di yolun sonuna gelmiş gözüküyor ve onun acımasız 
buyrukları ölçüsüz imkanlarıyla elbirliği ettiğinden, 
ona kalan tek şey ökümenik insan kıyımına hazırlan­
mak; bu kıyım erkeğin eserlerinin tacı olacak yarın. 
Çünkü ancak bu tarihi tüketerek kendi Tarih'imiz­
den çıkabiliriz ve ancak kendimizi kurban ederek ta­
rihi tüketebiliriz, duyarlılık değişiminin baskın çık­
ması için tüm dünyanın mezarlık olması gerekecek; 
daha az feragat edecek değiliz, biz kendi bahtsızlığı­
mızı reformdan daha fazla seviyoruz ve elimizdeki 
silahlarla bunu kanıtlayacağız, bize ölümün yolunu 
öğretecek olanları izleyeceğiz daima ve onları izledi­
ğimiz için kendimizi değerli sayacağız. 


37 
İçinde yaşadığımız dünya serttir, soğuktur, karan­
lıktır, adaletsiz ve yöntemlidir, yöneticileri ya içli 
salaklard�r ya da derinlikli
· 
haytalar, kimse bu çağa 
denk değildir, biz aşıldık, ister küçük olalım ister 
büyük, meşruiyeti aklımız almıyor, iktidar bir oldu 
bitti iktidarıdır yalnızca, boyun eğilen bir ehveni şer. 
Tüm egemen sınıfları bir uçtan ötekine ortadan kal­
dırsak bile hiçbir şey değişmiş olmaz, elli yüzyıl ön­
ce kurulmuş düzenin kılı bile kıpırdamaz, ölüme 
doğru yürüyüş tek bir gün bile durmaz ve muzaffer 
isyancılara kalan tek seçenek eskimiş geleneklerin 
ve saçma buyrukların mirasçısı olmak olur. Komedi 
sona erdi, trajedi başlıyor, dünya giderek daha sert, 
daha soğuk, daha kasvetli ve daha adaletsiz olacak; 
her yanı istila eden kaosa rağmen giderek daha yön­
temli bir dünya olacak: Hatta bana kalırsa, dünyanın 
en az tartışmalı niteliği, sistem ruhu ile kargaşanın 
ittifakıdır, asla daha fazla disiplin ve daha fazla saç­
malık, daha fazla hesap ve daha fazla paradoks, so­
nuçta daha fazla çözülmüş sorun -ama katışıksız ka­
yıp olarak çözülmüş sorun- görülmeyecektir. 


38 
Her şeyin anlamı ölüm olduğundan, başlamış olan 
Tarih'in bitmesi gerektiğini varsaymak da mümkün­
dür. Tarih'ten önce bir dünya vardı ve Tarih'in, can­
lı bir şey olduğundan, sonsuzluk ayrıcalığına sahip 
olmadığı, bizim Tarih'imizin sona erdiği müjdesini 
veren Selamet olmadığı varsayılabilir. Çünkü Meta­
fizik Tarih'ten çok önce de vardı, insan öncelikle 
metafizik bir hayvandır, en azından yüz bin yıldır 
böyleydi, Tarih'in parantezi açıldığında ve tekrar ka­
pandığında, insan Tarihsiz, kendi nihai amaçlarıyla 
birlikte var olacaktır. O - zaman ve yalnızca o zaman 
Tarih biçimlenerek anlam edinmiş olacaktır ve bir 
bütün halini alarak, türün zamandışı meditasyonla­
rına konu olabilir ama bugün Tarih hakkında ancak 
kendimizi sorgulayabiliriz ve bizi kendi yitimimize 
götürdüğünü bilerek, ona kendi eserlerimizin dengi 
olarak maruz kalabiliriz. Gerçekten de giderek daha 
fazla eğilen bir düzlem boyunca ölüme doğru koşu­
yoruz, ölüme doğru kayıyor ve koşturuyoruz, sarho­
şuz ve razıyız, çünkü insanlar erkek olduğu ölçüde 
yok olmaktan da o denli az çekinirler ve ölüm onla­
ra yaşama nedenlerini de kapsayan bir şenlik gibi ge­
lir. Çünkü erdemlerimizin diyeti asla insan katlin­
den başka bir şey olmayacaktır. 
· 


39 
Şehirlerimizi ancak yok ederek değiştirebiliriz, 
hem de o şehirlerin içini dolduran insanlarla birlik­
te yok etmek gerekse bile . . . Bu insan kıyımını alkış­
layacağımız zaman da gelecektir. Artık o zaman hiç­
bir şey karşısında geri çekilmeyeceğiz ve en barbar 
şey olarak gözükse bile, bizler kaosun ve ölümün ra­
hipleri olacağız, düzen bizim kurbanımız olacak ve 
saçmalığın sona ermesi için düzeni feda edeceğiz, 
doğal felaketleri arttıracağız, kötülüğü misline çıkar­
tacağız. Böylece arzulanmadan doğanları ve daha 
fazla çoğalma umudu taşıyanları cezalandıracağız, 
onlara yaşamanın asla bir hak değil, bir suiistimal ol­
duğunu ve yok olmayı hak ettiklerini öğreteceğiz, 
çünkü aşırı kalabalık insanın bunalttığı dünyaya çir­
kinlik katarak fazla yer tutuyorlar. Biz onarmak isti­
yoruz ve bu nedenle yok etmeyi düşünüyoruz, uyu­
ma yeniden kavuşmak istiyoruz ve bu nedenle kao­
su sevgimizle silahlandırıyoruz, her şeyi yenilemek 
istiyoruz ve bu nedenle hiçbir şeyi affetmeyeceğiz. 
Çünkü eğer canlılar böcek olma ve karanlıklarda, 
uğultu ve pis koku içinde hızla üreyip çoğalma terci­
hinde bulunsa bile, biz onları engellemek ve İnsan'ı 
soyunu kurutarak kurtarmak için buradayız. 


40 
İnsanlar ölüm dışında çare olmadığını anladıkla­
rında, kendi kendilerini öldürmek zorunda bırakma­
dıkları için kendi katillerini kutsayacaklardır. Bizim 
bütün sorunlarımız çözümsüz olduğundan ve çöze­
mediğimiz sorunlara sürekli yenileri eklendiğinden, 
içinde tükendiğimiz yaşama öfkesinin yok olması ve 
bana bu dönemlerin utancı gibi gelen canice iyimser­
liğin yerini bunaltının alması gerekecektir. Çünkü 
zengin ülkelerin refahı, dünya mutlak bir felakete 
gömülürken, sonsuza dek sürecek değildir ve dünya­
yı bu felaketten çekip çıkarmak için çok geç oldu­
ğundan, zengin ülkelerin yoksulları yok etmek ya da 
kendilerinin de yoksul olması dışında bir tercihi ola­
mayacaktır, onlar da kaostan ve ölümden kaçamaya­
caklardır; tabii eğer en barbar çözümde karar kılma­
mışlarsa . . . Böylece, neye kalkışılırsa kalkışılsın, so­
nu yalnızca dehşete varacaktır, ve araçların ruhu bi­
ze iletilmediğinden, İkarus 'un peşinden pizim de 
düşeceğimiz ya da Phaeton'la birlikte uçuruma yu­
varlanacağımız kesindir; bilimin geleceğine artık 
inanmıyorum, insanın mutasyonu ikili bir kabus ol­
duğundan, bizim soyumuzdan gelenler de bizim yok 
olduğumuz kaosa ve ölüme kavuşacaklardır. 


41 
Dünya çirkin, giderek daha da çirkinleşecek, or­
manlar balta darbeleriyle yok oluyor, her yandan şe­
hirler her şeyi yutarak yükseliyorlar, çöller her yerde 
yayılıyor, çöller de insanın eseri. Toprağın ölümü şe­
hirlerin uzağa yansıyan gölgesidir, şimdi buna su­
yun ölümü de ekleniyor, sırada havanın ölümü var, 
ama dördüncü element olan ateş, diğerlerinin intika­
mını almak için varlığını sürdürecek; bizler, sıramız 
geldiğinde, ateşle öleceğiz. Evrensel ölüme doğru 
ilerliyoruz, en bilgili ve görgülü olanlar bunun far­
kındalar, insan eserlerinin zincirinden boşalttığı bu 
musibetlere çare olmadığını onlar biliyor, uçarı var­
lıklar arasında trajik bir halleri var onların, gevezele­
rin ortasında sessizliklerini koruyorlar, gevezelerin 
vaat ettiği şeyi uçanların ummasına izin veriyorlar, 
ne uçanları uyarmaya kalkışıyorlar ne de gevezele­
rin aklını karıştırmaya, dünyayı yok olmaya layık gö­
rüyorlar, bizden ancak yıkım pahasına uzak tutulabi­
lecek olan mutlak dehşet ile kusursuz çirkinlik için­
deki bu serpilip gelişmedense felaketi tercih edilir 
buluyorlar. Olsun artık şu yıkım ve tamamlansın yok 
olup gitme! Tekrar tekrar başlayan bir kavrukluk ve 
başarısızlık içinde hayatta kalmaktansa telafisi im­
kansız olan şeyi tercih ederiz biz. 


42 
Her şey parçalanıp birbirinden ayrılıyor, edinil­
miş kabul ettiğimiz kavramlar çözülüyor, büyük sar­
sıntının müjdesi geliyor ve babalarımızın kullandığı 
enstrümanları kırıyoruz hepimiz. Sansürün egemen 
olduğu ülkelerde gerçekliği inkar etmekten helak 
olunuyor; sansürün kalktığı ülkelerde herkes aklına 
geleni söylüyor. Farklılık önemsiz gelebilir, çünkü 
yalan söylemek ile kendini yitirmek aynı anlama ge­
liyor ve yalan söyleyenlerin de günün birinde kendi­
ni yitirenlere katılacakları varsayılır. Esin perileri 
yeryüzünü terk etti, güzel sanatlar öleli kaç kuşak ol­
du, dalavereciler alanı boş buluyor, daha inanılmazı 
asla yaşanmadı, ama en üzüntü veren şey onların da­
laverelerine karşı duranların bile bize hiçbir şey 
önermemeleri, boş laflardan başka bir şey etmemele­
ridir. Şehirlerimiz birer kabusa döndü, şehirliler ter­
mitlere benziyor artık, her inşa edilen şey iğrenç çir­
kinlikte, biz artık tapınaklar, saraylar ya da mezar­
lar, zafer alanları ya da amfiteatrlar inşa etmeyi bil­
miyoruz. Her adımda gözümüze hakaret ediliyor, ku­
lağımız sağıra çevriliyor ve koku duyumuz umutsuz­
luğa kapılıyor, yakında kendimize, düzen neye yarar 
diye sorar hale geleceğiz. 


43 
On bin fersah bizi bir adım bile ilerletmeyecek, 
dünya giderek aynılaşıyor, felaket farkıyla, uluslar 
arasına biraz fark koyan o. Yolculuk etmek neye ya­
rar? Kaçmak neye yarar? Burada bıraktığımız her şe­
yi arda tekrar bulacağız, hapishane kendi üzerine ka­
panıyor, bizim buradan ancak ölümüz çıkar; ne ay ne 
gezegenler yaşanabilir gibi. Çok sayıda cehennemin 
bulunduğu, hem alevlerin hem de buzların cehenne­
minin bulunduğu göğün iyiliğine inanmak mıdır ar­
tık tek çare? Hayatın bir gölge-fenomenden ve insa­
nın da kazadan başka bir şey olmadığı bu bilinçdışı 
yaratılış nedir? Binlerce başarısızlık binlerce can çe­
kişmenin habercisiyken tek bir başarının görüldüğü 
bu doğal düzen nedir? İyi, Güzel, Doğru ve hoş ola­
rak değerlendirdiğimiz şeyler, -heyhat!- hayali bir 
Tanrı'nın yansısı değildir, bunlar bizim içimizde, 
yalnızca bizden yola çıkarak doğan şeylerdir, bunla­
rın ne modelini ne amacını başka bir yerde aramalı­
yız, bunlar bizzat bizim yetkinliğimizin meyvesidir, 
aynı zamanda insanların eşit olamayacağının, kao­
sun imgesinden yapılmış ve daima yok olmaya layık 
yitik kitle ile ışığın ve düzenin barındığı seçilmişler 
arasında bir uçurum olduğunun da kanıtıdırlar. 


44 
Bilginlerimiz dünyayı pahalı oyuncaklarla doldu­
ruyorlar, onlar, doğayı bozarak, ona tecavüz ederek 
oyun oynayan koca oğlanlardır ve kimi zaman onla­
ra hak etmedikleri halde hayran oluyoruz, çünkü on­
ların bize verdiği hizmetler giderek daha sorunlu bir 
hal alıyor. Herhangi bir keşfin bizi nereye götürece­
ğini kimse öngöremez, bu keşifler insan soyunun de­
ğil Kaderin ilerlediği yollardır, kaynak ellerimizin 
arasından çıkıyor olsa da nehrin akışına hakim deği­
liz, dünya yeniden bilinemez oluyor ve bizler, fela­
ket değil mucize bekleyen sıradan insanların umu­
dunu kırma pahasına da olsa bunu kabul edemiyo­
ruz. Dünyayı yeniden düzene koymak artık imkan­
sız, dünya paramparça, daimi bir değişim bunca civ­
civliyken sentezi hayal edecek halimiz yok, yalnızca 
yöntemli bir geri çekilme amacıyla hareketi durdur­
mak gerekiyor: Oysa bizi sürükleyen akıntıyı durdu­
rabilecek kadar hakim değiliz, en bilgili insanlar ar­
tık çok geç olduğunun yıllardır farkındalar, biz kao­
sa gidiyoruz, ölüme gidiyoruz, tüm Tarih'in en bü­
yük felaketini hazırlıyoruz, Tarih'i sonlandıracak 
olan felaket bu; hayatta kalanlar yüzyıllar boyunca 
bunun damgasını taşıyacaklar. 


45 
Böceklerle dolu bir dünyadan nefret ediyoruz, bu 
böceklerin insan olduğuna yemin edenler yalan söy­
lüyorlar: !'.'itik kitle asla insanlardan değil, dışlan­
mışlardan, cehennemliklerden oluşmuştur. Ne za­
mandan beri benim komşum spermatik bir otomat 
oldu? Komşumun böyle olması şartsa eğer, komşu­
mun var olmadığını ve benim görevimin hiçbir bi­
çimde ona benzememek olduğunu söylüyorum. Mer­
hamet bir aldatmacadır, bana merhamet öğretenler 
benim düşmanlarımdır, merhamet böceklerle dolu 
bir dünyayı kurtarmaz, onların tek bildiği bu dünya­
yı yiyip bitirmek ve kendi pislikleriyle, çer çöpleriy­
le kirletmektir: Ne onlara yardım etmeliyiz ne de on­
ları kırıp geçiren hastalıkları önlemeye çalışmalıyız, 
bu hastalıklardan ne kadar çok kişi ölürse bizim için 
o kadar iyi olur, çünkü biz onların kökünü kazımak 
zorunda kalıyoruz. Barbar bir geleceğin kapısındayız 
ve bu gelecek kadar ölçüsüz olabilmek, onun tutar­
sızlığına direnebilmek için onun barbarlığıyla silah­
lanmamız gerekir, ya varlığımızı sürdüreceğiz ya fe­
ragat edeceğiz, ya egemen olacağız ya serbest bıraka­
cağız, yarın vuracak olanlara biz bugün vurmalıyız, 
oyunun kuralı budur ve bize yakaranlar, bir süre 
sonra bunu unuttuğumuz için bizi cezalandıracak­
lardır. 


46 
Kendimizi aldatmak neye yarar? Acımasız olaca­
ğız, toprağımız ve suyumuz olmayacak, belki hava­
mız da olmayacak ve varlığımızı sürdürmek için 
kendimizi yok edeceğiz, sonunda birbirimizi yiyece­
ğiz ve bizim tinsellerimiz de bu barbarlıkta bize eş­
lik edecekler, tanrı-yiyiciydik insan-yiyici olacağız, 
böylece biraz daha tamamlanmış olacağız. Dinleri­
mizin içindeki barbarlığı o zaman açık seçik görece­
ğiz; koşulsuz buyruklarımızın cisimleşmesi ve dog­
malarımızın gerçek varlığı olacak bu barbarlık, ürkü­
tücü gizlerimizin vahyi ve ceza yasalarımızdan yedi 
kat daha gayri insani olan efsanelerimizin uygulanı­
şı olacaktır. Sanatlar bu uğursuz ve kanlı dehşetleri 
bizden gizliyordu, yarın bu dehşeti tüm çıplaklığı 
içinde tadacağız, onlarla öleceğiz, hayatta kalan bir 
avuç insan ise onları güvenilir kılan ve sürdüren ca­
navarlarla birlikte yasaklayacak bu dehşetleri. Gele­
neklerimizin yanında en canice yöntemlerimiz nedir 
ki? Kendimizden çok bağlı kaldığımız bu gelenekler, 
artık onlarla boy ölçüşebilecek ve her şey tüketilebil­
sin diye ilk kez bizi kusmaya zorlayacak imkanlarla 
karşılaşırlar. 


47 
Zamanın sonundayız ve bu nedenle her şey çözü­
lüyor, geleceğimiz kargaşayı çoğaltarak başlıyor; Ta­
rih'ten aldığımız ders, değişimin bir bedeli olduğu­
dur, olabiİecek en yüksek bedel ise başkalaşımın be­
delidir; oysa, başkalaşım geçiriyoruz, hem de kendi­
mize rağmen, ne olacağımızı da bilmiyoruz, bizi ta­
nımlamaya yarayan sözcükler yarı yolda bırakıyor. 
Biçimler açılıyor ve içerikler kaçıyor, ağırlıklara ve 
ölçülere hile karıştı, en bilgili insanların bile yargısı­
na güven olmuyor artık ve niteliksizlik zafer kazanı­
yor, hem de ona değer veren dalaverecilerle birlikte, 
hiç cezalandırılmadan. Dillerimiz yozlaşıyor, en gü­
zel diller çirkinleşiyor, en iyi işitilenleri anlaşılmaz 
oluyor, şiir öldü, düzyazı kaos ile yavanlık arasında 
seçim yapma durumunda. Sanatlar yok olalı kaç ku­
şak geçti, en ünlü sanatçılarımız gelecekte küçümse­
necek hokkabazlara benziyorlar. Ne bir şey inşa et­
meyi biliyoruz ne heykel yapmayı ne de resmi; mü­
ziğimiz bir iğrençlik, bu nedenle eski anıtları yıkmak 
yerine restore ediyoruz ve bu nedenle bütün üslup­
ların koruyucusu kesiliyoruz -güçsüzlüğümüzün iki 
kez itirafı. 


48 
Üslupların eşzamanlılığı biçimlerin karışıklığına 
eklendiğinden, çağımız her şeyi seçmek istedi, bu 
nedenle biz hiçbir şey bulamadık, tıpkı can çekişen­
lere benziyoruz, tüm Tarih bize açılıyor, bizim güç­
süzlüğümüzü bize tükettiriyor. Aslında, tam da ken­
di gücümüze çok güvenirken can çekişir bulduk ken­
dimizi, çünkü kendinin farkına varamayan bir gücün 
sonu kaostur. Gelecek çiledir bizim için, ve bizi ha­
rekete geçiren öfkeye rağmen, tutarlılık yokluğu her­
hangi bir şeye varmamızı engelleyecektir, nihayetin­
de biz bu çemberin içinde dönüp duruyoruz, bizden 
daha özgür zihinsel içeriklere av oluyoruz. Biz zaten 
kaybettik, sentez fikrinden vazgeçerek sonunda dü­
zenle tutarsızlığın uyumunu varsayar hale geldik, 
bozguna uğradıktan sonra rahat rahat hayatta kalabi­
leceğimizi hayal ediyoruz, paramparçayız ve ilk sı­
navda bunu öğreneceğiz, bir daha kendimize gele­
meyeceğiz, dehşet kapıda, dile getirilebilir bir dehşet 
değil bu; geride, kavrayamayacağımız zamandışı öğe 
kalacak bir tek ayakta. Çünkü biz eserlerimizle bir­
likte ve eserlerimiz aracılığıyla öleceğiz. 


49 
Evrene dair bir ölüm şarkısı yükseliyor dudakla­
rımdan, içinde yaşadığımız dünyanın bizden önce 
gelen vı:ı bizimkiyle birlikte yok olsunlar diye bulup 
ortaya çıkardığımız bu dünyaların bir uçtan ötekine 
yok olacağını öngörüyorum. Evrenin bir ucundan 
öteki ucuna dirilttiğimiz yüz küsur ölü şehir bir kez 
daha ölecektir, hem de dirilme olasılığı olmadan, ha­
tıraları bile yok olacaktır, esin perilerimiz de, içle­
rinde barındırdıkları servetlerle birlikte yok olacak­
tır. Bütün milletler geçmişlerini kaybedecektir; önce 
şu koşul yerine gelmezse -herkes kendi bolluğunu, 
efsane ve umutlarını kurban etmeli- insan soyu ha­
yatta kalamaz. Kıyamet gününün anlamı budur; ya 
hiçliğe ya da yeni bir yaşama girmek için çırılçıplak 
ortaya çıkacağız ve gelenekleri tarafından bunca yüz­
yıldır sınava hazırlanan vahyedilmiş dinlerin mü­
minlerinin, mallarından mülklerinden iyi niyetle fe­
ragat etmek ve yükümlülüklerini karşılamak isteyip 
istemeyeceklerini görecek ve onların fedakarlık ru­
huna hayran kalacağız. Bir ölüm ezgisi yükseltiyo­
rum ve uçurumdan yükselen kaosu ve çağların de­
rinliğinden gelen kadim korkuyu selamlıyorum! 


50 
Ölümle birlikte kaosun türküsünü söylüyorum, 
ölüm ve kaos evliliklerini kutlayacaklar, ökümenin 
kor gibi yanışı onların düğünlerini aydınlatacak, şe­
hirlerimiz yok olacak ve evler oralarda oturan ve pis­
leten böceklerin mezarı olacak. Çünkü sorunlarımı­
zın çözümü ateştedir, yalnızca ateş bizi çözümsüz 
binlerce paradokstan kurtaracak ve anlaşılmazlığın 
kurbanı olarak içinde kımıldadığımız labirentin du­
varlarını yıkacaktır, umudumuz bundan böyle ateşte 
toplanıyor. Sadeliğe özlem duyuyoruz; kaos geçti­
ğinde, ölüm galebe çaldığında, tek bir insan kaldı­
ğında -ve içinde yüzlercesinin kaynaştığını gördü­
ğümüzde-, neredeyse bomboş kalmış yeryüzü bakir­
liğine geri döndüğünde, şehirlerin yanıp kavrulmuş 
kalıntısını ormanların yutacağı, suların yeniden do­
ğacağı ve yeniden berraklaşmış ırmakların akacağı 
mutlu zamanlarda, her kitle yitik kitle olduğundan 
kitle diye bir şeyin olmayacağı gelecek zamanlarda 
sadelik bize gelecektir. Bizi sadelikten ayıran kaos ve 
ölümdür, ama biz ne ölümden çekiniyoruz ne kaos­
tan, bu dünyadan tiksiniyor ve hiçbir koşulda iste­
miyoruz onu. 


5 1
Bugünkü dünyaya kaosu ve ölümü çağırıyoruz ve 
onların gelişini alkışlıyoruz, düzen sürdükçe berbat­
laşıyor, �ğer dağılıp yok olmazsa insanları böceğe çe­
virecek. Yitik kitle; işte düzenin günahı! Ve eğer kit­
le her şeyi istila etmişse, her şeyi kirletmiş, her şeyi 
bozmuşsa, her şeyi kokutmuş, her şeyjn üzedni ört­
müşse, her şeyi kaostan da berbat hale getirip kaosu 

bile arzu edilir kılmışsa, düzenin ona ihtiyacı oldu­
ğu içindir bu. Bizim hizmet ettiğimiz ve bizi işken­
ceye gönderen düzenin üreticilere ve tüketicilere ih­
tiyacı vardır, yoksa bütünlüklü insanlara değil, bü­
tünlüklü insanlar düzeni tedirgin eder, onlardansa 
başarısızları, eciş bücüşleri, uyurgezerleri ve otomat­
ları her zaman tercih edecektir, düzenin suçu bura­
dadır, düzen hem günahkar hem canidir, ona yalnız­
ca ateş borçluyuz, düzen ateşle yok olacaktır. Aziz, 
aziz, azizdir ateş, bizi canavardan ve canavarca işle­
rinden o kurtaracaktır! Ne sevimlidir, intikamcı ka­
os! Ne güzeldir ikinci ölüm! Ve ne mutlu bize ki 
bunları bekliyoruz ve de her ikisinin de kaçınılmaz­
lığını biliyoruz! Aslında bizler şimdiden yarınları­
mızın konformistleriyiz. 


52 
Düzen dayanıksız, hatta giderek daha da dayanık­
sızlaşıyor, çünkü kendi ölçüsüzlüğünü yansıtıyor ve 
kendi tutarsızlığını aşamıyor, düzen kendi ölümüne 
gebe, çünkü giderek daha kaotik bir hal alan ve ken­
di varlık nedeninden giderek daha da uzaklaşan ken­
di öznelliğini yansıtıyor. Gelecek felaketten sonra 
hayatta kalacak olanlar bu düzeni tersine dönmüş 
dünya diye adlandıracaklar; bizim yaşadığımız dün­
ya, kabul olunamaz bir düzene göre kendini düzen­
leyerek ve bizim nihai amaçlarımıza zarar verecek 
şekilde sürdürdüğümüz, giderek saçmalaşan bir 
dünya. Çünkü insan üretmek ve tüketmek için bu 
dünyada değildir, üretmek ve tüketmek daima yal­
nızca tali olabilir, var olmak ve var olduğunu hisset­
mektir önemli olan, gerisi bizi karıncalar, termitler 
ve arılar düzeyine indirir. Nasibimize sosyal böcek 
olmanın düşmesini reddediyoruz, moda ideolojiler 
bizi buna yöneltiyor, biz kaosu ve ölümü tercih edi­
yoruz, ve bunların ilerlemekte olduğunu biliyoruz, 
bizim ideolojilerimizin de şaşmaz bir biçimde ölüme 
ve kaosa doğru yürüdüklerini biliyoruz; o ideolojiler 
ise yeryüzü cennetini inşa etmekle övünüyorlar -ka­
yıp cennet; kitlelerin, yitik kitlelerin mezarı üzerin­
de kavuşacağımız cennet. 


53 
Şimdiden yaşayamayacak kadar kalabalığız; böcek 
gibi değil ama insan gibi yaşayamayacak kadar kala­
balığız; toprağı tüketip çölleri büyütüyoruz, ırmakla­
rımız birer batak, okyanuslar can çekişiyor, ama 
iman, ahlak, düzen ve maddi çıkar bizi ilkel toplu­
luklar halinde yaşamaya mahkum etmek için el bir­
liği ediyorlar: Dinlere mümin gerek, uluslara savuna­
cak insan, sariayicilere tüketici; bu demektir ki her­
kese çocuk gerek, yetişkin olunca ne olacaklarının 
bir önemi yok. Felaket karşısında güç durumdayız ve 
temellerimizi ancak ölüme giderken koruyabiliyo­
ruz, bundan daha trajik bir paradoks hiç görülmedi, 
daha belirgin bir saçmalık hiç görülmedi, bu evrenin 
tesadüfi bir yaratı olduğunun, hayatın bir gölge-feno­
men ve insanın da bir ilinek olduğunun kanıtı hiç bu 
kadar genel onay görmedi. Bizim hiçbir zaman Gök­
te Babamız olmadı, bizler öksüzüz, bunu anlaması 
gereken bizleriz, yetişkin olması gereken bizleriz, bi­
zi yolumuzdan şaşırtanlara itaati reddetmemiz gere­
kir, bizi uçuruma mahkum edenleri kurban etmesi 
gerekenler bizleriz, çünkü eğer biz kendimizi kurta­
ramazsak hiçbir şey bizi kurtaramaz. 


54 
Ama tinsel ayartıcılarının çoban değneğiyle ve 
efendilerinin sopası altında kaosa doğru sakin sakin 
yürüyen bu milyarlarca uyurg'ezere vaaz çekmek ne­
ye yarar? Onlar suçlu, çünkü çok sayıdalar, insanın 
yenilenip canlanmasının mümkün olabilmesi için 
yitik kitlenin ölmesi gerek. Komşum kör ve sağır bir 
böcek değildir, komşum spermatik bir otomat da de­
ğildir, komşum karanlık ve muğlak fikirlerin esiri ol­
muş adsız sansız biri asla olmayacaktır, bunlar insa­
nın çeşitli düşük halleridir; neşeleri de acıları kadar 
saçmadır ve geceleyin bunları diledikleri gibi birbi­
rine katabilirler. Bu kölelerin hiçliğinin ne önemi 
var bizim için? Onları ne kendilerinden ne de ger­
çeklikten kurtarabilecek bir şey olabilir, her şey on­
ları karanlıklara yöneltecek şekilde düzenlenmiştir, 
tesadüfi çiftleşmeler sonucu döllendiler, sonra ka­
lıplarından çıkan tuğlalar gibi doğdular ve işte, para­
lel diziler oluşturuyorlar ve yığınları bulutlara dek 
yükseliyor. Bunlar insan mı? Hayır. Yitik kitle asla 
insandan oluşmaz, çünkü insan ancak yığın beşerin 
mezarı olduğu andan itibaren başlar. 


55 
Evren yok olduğunda ve insanlara şeylerden daha 
ender rastlandığında ancak evreni yeniden oluştura­
biliriz. O zaman ve yalnızca o zaman bizim Hüma­
nizmamız sağırlar ve körler arasında boş bir laf ol­
maktan çıkacaktır, çünkü artık o zaman, fazla yer 
tutma korkusuyla kendimizi tahayyül etmemize izin 
verilmeyen günümüzde olduğu gibi işitmekten ve 
görmekten ölmeyiz. Yabancılaşma ilk görevdir, in­
san aşırı kalabalıklaşır; bu görevi kalabalıklar yerine 
getirir, onlar hem yabancılaşmıştır hem de rıza gös­
terendir, hem güçsüz hem de cinlidirler,. Yitik kitle­
lerin mezarı üzerinde evreni yeniden oluşturabiliriz, 
kaosun doğurduğu ve ölüme mahkum edilmiş bu kit­
leleri tüm kurtarıcılar bir araya gelse, sayıları binle 
çarpılsa bile uçurumdan kurtaramayacaktır, çünkü 
milyarlarca kişi gözünü kurtuluşa diktiğinde kurtu­
luşun bir anlamı kalmaz. Duvarın içindeki tuğla geri 
çıkmaz, düzen bir duvar kaosudur ve duvarlar artık 
bir labirent oluşturmaktadır. Labirentin içindeki in­
san kimdir? Yerine başkası konabilen, hem de hiç 
güçlük çekmeden konulabilen bir eleman, aynı ka­
lıptan çıkma ve birbiri yerine geçebilen yığınla ele­
mandan biri. 


56 
En kötü düşmanlarımız, bize umuttan söz edenler, 
sorunlarımızın çözüleceği ve arzularımızın karşıla­
nacağı, neşeli, aydınlık, çalışmanın ve barışın oldu­
ğu bir gelecek vaat edenlerdir. Vaatlerini yenileme­
nin onlara bir bedeli yoktur, ama onlara kulak ver­
mek bize çok pahalıya mal olur ve yalnızca yanlış fi­
kirler ediniriz, biz ne kadar ilerlersek bu fikirler de o 
kadar etkili olur ve muğlaklığın sultası altında 

öl­
çüde eziliriz; üç yüzyıldan beri bizim gözümüzü aç­
mış olan şeylerin hiçbirini hatırlamamamızı sağla­
yan ve bilimsel olduğu ileri sürülen bu anlaşılmaz 
ve muğlak kavramlar yığını altında bocalayıp duru­
yoruz .

Diyalektik denen boş sözler herhangi bir şeyi 
anın ihtiyaçlarına ve kanıtlayıcıların çıkarına göre 
kanıtlamayı sağlar, çünkü referans noktalarını dire­
niş olasılıklarıyla birlikte ortadan kaldırır: Kaos yap­
ma makinesidir bu ve düzen adına bile olsa, gerçek­
ten de saçmanın hizmetine verilmiş olan ve yok olu­
şun serbest alan bulduğu muhakeme gücümüzün 
son çabasıdır, elebaşıları en son yok olacaktır, her 
şeyi kurban ettikten sonra, hiçliğin içinde bir şey 
olarak kalma isteğiyle . . .


57 
Düzen, bize vaaz ettiği disipline uyarak kendini 
sistemli olarak tasfiye etmektedir; bilginler daha çok 
keşifte qulunuyor, deliliğin kucağına düşmüş düzen 
de bunları ele geçiriyor; nihayetinde her şey en kötü­
süne hazır ve biz, ahlak ve iman adına, bizi oraya gö­
türen yollarda sebatla yol alıyoruz; gelenekler dü­
zenbazlıkta birbirleriyle yarışırken, icatlar da kötü­
lükte yarışıyorlar, bu yarıştan da kaçamayacağız ve 
sonunda uçurum ağzını açmış durduğu uzlaşmaya 
düzen öncülük ediyor. Saçmanın kendi mantığı var 
ve biz onun evrelerine katılıyoruz, hatta hazırlıksız 
bir şeyler yaptığımıza inanıyoruz, oysa ki yaptığımız 
her şey -anlamadan- icra ettiğimiz bu genel plana 
gönderme yapıyor: Bu bir mekanizma ve binlerce 
çark binlerce kez, insanın özniteliği olarak gördükle­
ri bir özgürlük üzerine uzun uzun söylev çekiyorlar, 
düzen ise saçma bir şekilde bunu yankılamakla yeti­
niyor. Bizler görev gereği körüz ve düzene dayanıyo­
ruz, düzen bizden daha kör ama uzgörüşlü olduğuna 
kendini ikna ediyor, bu çift taraflı aldatmacanın tüm 
halklar için eşit olarak hazırladığı yıkımdan artık 
kimse kaçamaz. 


58 
Tarih'in dersleri belagat dolu, ama biz bu dersler 
tarafından aydınlatılmak istemiyoruz, Tarih'i redde­
diyoruz, tek amacı:ı;nız gerçekliği inkar edebilmek ve 
kendi yanılsamalarımız içinde ayak diremek, muci­
zeye inanıyoruz ve kendimizi yazgıya terk ederek bi­
le olsa, bizi sürükleyen şeye teslim oluyoruz, bir şey­
ler değişir umuduyla; ütopyaya duyduğumuz inanç 
dışında hiçbir şey doğrulamıyor oysa bu umudu. En 
soğuk, en matematik ve en sinik ruhları ele geçiren 
bir tür taşkınlıktır bu, onların idealizme ödedikleri 
diyettir; ama gelecek, karanlık ve muğlak fikirlerin 
insafına kalmış bu derin hesapçılarla ve bu sözde di­
yalektikçilerle alay edecektir. Bizim aramızdaki hiç­
bir sorumlunun felaketi öngörecek cesareti yoktur, 
itiraf edecek cesareti hiç yoktur; günümüzün koşul­
suz buyruğu iyimserliktir, dipsiz uçurumun kıyısın­
da bile iyimserliğimizi koruyoruz, sözlü büyüye geri 
döndük, duayla koruyoruz kendimizi ve şeytan çı­
kartıyoruz; işin tuhafı, davranışlarımızdaki gülünç­
lük artık düzen içinde görülüyor, devlet şeflerimiz 
keramet taslayanlardan başkası değiller ve biz de on­
ların egemenliğinde yaşarken, rıza gösteren kurban­
lardan başkası olamayız. 


59 
İletişimden söz ederek bizi bir labirente sürüklü­
yorlar, gelecekteki aşmanın ve nihai gelişmenin aşkı 
uğruna geri çekilmeye zorluyorlar. Düşünce ustaları­
mız boş sözlere batmış haldeler, anladığımız üç dü­
zine sözcüğün yerine üç düzine meçhul söz koyduk­
larında ve bunlar aracılığıyla kendi kullanacakları 
bir kod oluşturduklarında, yeni temeller attıklarını 
onlara hayranlık diyeti ödememiz gerektiğini söylü­
yorlar bize. Dünya hiç bu kadar sefilce açıklanma­
mıştı, ağırlıklar ve ölçüler yanlış, referans noktaları­
nın hepsi sorunsallı; ben terimlerin kabulünden söz 
etmiyorum, fikirlerin kaosuna giriyoruz ve sözcükle­
rin fahişeliği bizi buna sürüklüyor. Hiçbir şey oldu­
ğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddi­
asında, göründüğü gibi olmayı reddediyor; akıl al­
maz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle; yazar­
lar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bi­
lemez haldeler. Bunun sonucunda genel bir uyuşuk­
luk yayılıyor her tarafa; ve eğer Tarih'in dersine ku­
lak verseydik, uyuşukluktan sersemliğe giden yolun 
en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik. 


60 
Hangi alanda olursa olsun, aptallıkta birbirimizle 
yarışıyoruz, icatlarımız paradoksa çare bulamıyor. 
Giderek daha zekice imkanlara sahip olurken gide­
rek daha aptallaşıyoruz, biz bu imkanların yasasına 
ta.bi olacağız ve bu imkanlar da bize sahip olacak, biz 
hayal kırıklığına uğrarken devlet şeflerimiz imkanla­
rın ilk hizmetkarları olacaklar ve biz de sınırsız bir 
köleliğe bağlanacağız. İmkanlarımız bizi aşıyor -ka­
hinlerimizin bize vaat ettiği aşma bu işte; imkanları­
mızın serpilip geliştiğini şimdiden hissediyoruz -bu 
kahinlerin bize öngördüğü serpilip gelişme bu işte; 
biz bu imkanlara sahipken ortak bir dil yok artık, bu 
nedenle iletişim sözcüğü moda; imkanlarımız bizi 
sürüklüyor, nereye gittiğimizi bilmiyoruz, tesadüf 
yeni bir boyut kazanıyor ve zorunluluk da öyle, her 
ikisi de özgürlüğe zarar veriyor, belirsizlik özgürlü­
ğüyle çakışan özgürlüğe . . . velhasıl, bizler artık atala­
rımızdan daha donanımsızız ve terslikler denizinde 
boğulma tehdidi altındayız. En donanımlı tekneleri 
batırmaya birkaç kuşak yetti ve o teknelerin üzerine 
biz çullandık, yalnızca biz, Tarih'in fırtınaları değil. 


61 
Yok olma ruhu her şeyi istila edecek, zevkle gö­
mülüyoruz dehşete ve ilahi bir deliliğin vurgunuyla, 
inceleme programlarında hiç durmadan reform yapı­
yoruz, uzgörüşlülüğe basamak olmuş elementleri 
birbiri ardına kesip atıyoruz. Uzgörüşlülük yerine, 
kırıntılardan bir kaos sunuyoruz yükselen kuşağa; 
Tarih'in derslerini reddederek, sürekli yenilenmek 
istiyoruz, moda olabilmek için. Değişenle değişime 
ayak direyenin diyalektiğini reddediyoruz, ayak di­
reyeni değişime feda ediyoruz ve sonra da hiç refe­
rans noktamızın kalmamasına, kendimizi barbarla­
rın ortasında bulmamıza şaşırıyoruz. Çünkü tek bil­
diğimiz şey, eğitmek iddiasında olduklarımızı bar­
barlaştırmak, onları hayata hazırlar gibi yaparak ha­
yat karşısında silahsız bırakmak. Daimi değişimin 
içinde, ayak direyene her zamankinden daha fazla 
bağlanmamız gerek, Hümanizma'mızı hiç olmadığı 
kadar eğitmeli, Filoloji ile Tarih'i hiç olmadığı kadar 
düşünmeliyiz, referans noktalarımız, ağırlık ve 
uzunluk ölÇülerimiz hiç olmadığı kadar çok olmalı. 
Yarın bizleri, suçluları yutacak olan şeye şimdiden 
gömüldük. 


62 
Yitik kitleyi uygarlaştırmak isterken kendi temel­
lerimizi sarstık, her şeyi herkese iletmek isterken eli­
mizdeki yüzlerce çözümü yeniden problem haline 
getirdik; peki bizim ödülümüz ne olacak diye sorma­
mıza gerek var mı? Oyunu kaybettik, yitik kitle ken­
disini yükseltecek olanı kendi düzeyine indiriyor, 
kendi ekseni etrafında dönerken kendini beğenmişli­
ğimizle onun liyakatsizliğine bahşettiğimiz element­
leri, hatta kimi zaman bizi de peşinden sürüklüyor. 
Ayrıcalıklarımızın kırıntılarını korumak zahmetli 
oluyor ve gelecekteki meşruiyeti haksız yere aradığı­
mız bir derinlikte onları yeniden ele geçirmeye cesa­
ret edemiyoruz. Çünkü hiçbir meşruluk uçurumdan 
çıkmaz, ütopyacıların yanılgısı bizim yanılgımız ol­
du, ama sosyal lağım bu evreni ve kendini oraya at­
mayı düşünen azizleri günahlarından kurtaramaya­
cak. Onlar geri dönüş umudu olmadan orada kala­
caklar. Türün kurtuluşu kitleye karşı olacak, kitle in­
san yüzlü kaostur ve biz kitleyi gelecekteki eserleri­
nin uçurumuna iyice soktukça, geride insandan baş­
ka bir şey kalmayacak, yığınlar kötülüğü de beraber­
lerinde götürerek yok olup gitmiş olacak. 


63 
Sonuncu felaketten pek az insan sağ çıkacaktır; kö­
tülüğün doğurduğu ve kötülüğe adanmış, kötülükle 
eştözlü yitik kitle bu felakette yok olacaktır. Yarın in­
sanlık nadide bir kalıntı olacaktır ve her zaman ka­
lıntı olmak isteyecektir, ve o zaman kalabalığa, sayı­
ya duyulan batıl inanç yüzyıllar tükenene dek söne­
cektir ve Tarih'in bütün derslerine tercih edilen der­
si şu olacaktır: "Asla çoğalmayın ve kesinlikle artma­
yın, facianın kaynağı üremedir, yeryüzünün kaynak­
larını tüketmekten ve onun masum giysisini kirlet­
mekten çekinin, ateşin milyarlarcasını yok ettiği, çer 
çöpün ve pisliğin ortasında varlığını sürdüren ve 
kendi dışkılarını içen o eciş bücüş yaratıkları hatırla­
yın, tek bir ağacın bile bitmediği, uğultunun ve leş 
kokusunun istila ettiği bir sürü canavarca şehirde be­
şi altısı tek bir odada yaşıyordu onların. Babalarınız 
böyle insanlardı, onların iğrençliklerini hatırlayın ve 
onları sakın örnek almayın, aynı ölçüde iğrenç olan 
ahlaklarını aşağılayın, inançlarını bir kenara atın, on­
lar çocuk kaldıkları ve Gökte bir Baba aradıkları için 
cezalandırıldılar. Gök boştur ve sizler özgür insanlar 
olarak yaşamak ve ölmek için öksüz kalmalısınız. " 


64 
Ve şimdi Büyük Gece'ye giriyoruz, elimizde silah, 
bizler hem kurbanız hem cellat, hem deliyiz hem 
cinli, kaosun çocuklarıyız, ölümün şer ortakları. 
Çünkü önce milyonlarcamız ölecek, sonra milyarlar­
camız ve yitik kitle yok olup gidene dek, aşırı

kala­
balık insanların evreni kemiren cüzamından bu ev­
ren kurtulana dek ölmeye devam edeceğiz. Evren an­
cak bu bedelle değişmiş olur, ancak bu bedelle iki 
bin yıldan beri bize sözü edilen Kurtuluş bir varsa­
yım olmaktan çıkar ve hayatta kalmayı hak edenleri, 
insanlığın geri kalanını, bizim karanlık ve muğlak 
fi­
kirlerimizden kurtulmuş olanları ancak anıtlarıyla 
birlikte yok olmuş ulusların mezarı üzerinde canlan­
dırabiliriz. Aslında hiçbir şey daha kolay sonuçlana­
maz ve orada bizim geleneklerimiz artık eserlerimiz­
le buluşur, gelenekler de eserler de sonsuza dek ay­
nı uçurum içinde birbirlerine karşılık verirler, gele­
neklerimiz eserlerimizin etkisini meşrulaştırır, eser­
lerimiz geleneklerimize özgü ölçüsüzlüğü onaylar. 
Sentez eksikliğinden boşuna şikayet ediyoruz, onla­
rın gerçekliğini kanıtlamaya hizmet edeceğiz. 


65 
Eserlerimizin ortasında, deliliğe ve aptallığa mah­
kumuz, kullandığımız imkanların ruhuna asla sahip 
olamıyoruz, kendi aralarında uyuşmayan planlar 
üze�inde yaşıyoruz, birbirlerimizin çağdaşı bile de­
ğiliz. Ölçüsüzlük bizim ortak paydamız, tutarsızlık­
tan asla şaşmıyoruz, en hayranlık verici bahanelerle 
nesnelliğin içini boşaltıyoruz ve diyalektiğe başvura­
rak hakikatten gizleniyoruz, referans noktalarını 
keyfimizce çoğaltma ve ihtiyaçlarımıza göre bunları 
değiştirme sanatında mahiriz, sonunda bir labirent 
içinde dönüp durur hale geldik ve bizi sürükleyen 
hareket adına sentezi imkansız ilan ederek kendi 
müşkül durumumuzu meşrulaştırıyoruz. Artık her 
şeye izin var ve kimse sorumlu değil, şimdi bizler 
kendimizi insan olarak hissetmekten bizi korusun 
diye tanrılaştırdığımız kaderin özgürce suç ortağı 
otomatlarız, terk edilmekten zevk alıyoruz, manevi 
çöküşümüzün içine yan gelip uzanıyoruz, bizi sü­
rükleyen şeyden kopmayı reddederek kendi yitimi­
mize doğru yuvarlanıyoruz, büyülenmişiz, razıyız . . .


66 
Böylece uçurum uçurumu çağıracaktır, biz hakim 
olamadığımız ölüm iradesini kendi içimizde taşıyo­
ruz, yaşama tutkusunun bizi harekete geçirdiğini ha­
yal ederken aslında bu tutku karşıtının içinde karşı­
lık buluyor ve bu zincirinden boşanma bizi uçuruma 
sürüklüyor. Düzen kendi sandığından daha delidir, 
düzen hayal ettiğinden daha aptalcadır ve bizler, dü­
zeni destekleyen bizler, onun bize benzediğini hisse­
diyoruz, biz nasıl kendimizi tahayyül edemiyorsak o 
da bizi tahayyül edemiyor, o biz körleri peşinden sü­
rükleyen bir kördür. Hiçbir şey bu tablodan daha ür­
kütücü olamaz, ama bu tabloyu yalnızca gelecek za­
man seyredecektir, biz bunu asla kavrayamayacağız, 
biz görevimizi yerine getiriyoruz ve bundan zevk alı­
yoruz, mücadele ediyoruz ve uyuyoruz, bu anlaşma­
ya tek şaşıranlar ve düzenlemeyi reddedenler yalnız­
ca bizim anarşistlerdir, onlara kem küm etmeden eli­
mizi uzatacağız, düzen adamlarına karşı anarŞistler 
haklıdır. Düzen adamları sistem değiştiremez ve sis­
tem onları kaosa götürse bile, haksızlıklarını itiraf et­
mektense bu düzenin kurbanı olup ölmeyi tercih 
ederler. Zaten itiraf neye yarar ki, rakiplerinin önere­
cek hiçbir şeyi yokken? 


67 
füırkes haklı olduğunda her şey yitirilmiştir, her 
şey mubah ve mümkün olur, bu en trajik andır, bi­
zim anımız budur. Biz, iyi niyetli insanların ortasın­
dayız, ônlar davaları için kendilerini feda etmeyi ka­
bul ederek öleceklerdir, onların davasının çoğu du­
rumda bir yanlış anlama olduğunun farkındayız, 
ama bunu onlara anlatmak bir işe yaramaz, bize 
inanmayı reddedeceklerdir, üstelik yaşama nedenle­
ri buna sıkışıp kaldığından büyük bir kararlılıkla 
reddedeceklerdir. İdeal neredeyse her zaman muğ­
laklıklardan ibaret bir dokudur ve eğer karşıt-anla­
mın kökünü kazırsak, çoğu insanı anlamsızlığa mah­
kum ederiz, hakikat asla onlara göre değildir. Oysa, 
elimizdeki imkanlar, tekerin her dönüşünde hakika­
ti daha da güçlendirmektedir, bizse kendimizi bu ev­
renin içinde, sürekli insanileştirdiğimiz bu evrende 
giderek daha yersizyurtsuz hissediyoruz: Bu para­
doks öncekinden daha az trajik değildir ve bunun 
çözümü yoktur. Düzensizliğe kurban olmaya daha 
ne kadar devam edeceğiz? Düzensizlik sonsuza dek 
süremez, düzensizliğe tahammül edemeyen insan 
ruhu parçalanır. Bu durumda felaket tercih edilir ve 
insan, geleceği zorlamak umuduyla, felakete koş­
makta tereddüt etmez. 


68 
Ben zamanımızın peygamberlerinden biriyim, 
sessizlik kaplıyor üzerimi, benim söyleyecek sözüm 
olduğu hissedilince bunu öğrenmek istemediler, mo­
da olmuş usullerle bu sözden uzak duruluyor, beni 
canlı canlı gömmek istiyorlar ama bunun sonucu be­
nim yandaşlarımı günün birinde daha fanatik kılmak 
olacak. Ben kendime çizdiğim yolda ısrarlıyım, bu 
yol artık açıktır, burada uzun süre tek başıma yürü­
yecek değilim, benim fikirlerim bu dünyada yoktu 
ve bu fikirleri benimseyecek olanlar, düzen adamla­
rı ile anarşistler arasında yeni bir halk oluşturacak­
tır. Anarşistlere yakın olduğum söylenemez, düzen 
· 
adamları da anarşistler de beni aynı ölçüde dehşete 
düşürüyor, ben onların tartışmalarının üzerindeyim, 
yasallığa yeni bir eksen atfederek bu iki alternatiften 
kopuyorum, gelecekteki Site'nin oluşumuna dişi il­
kenin öncülük etmesini istiyorum ve bütün işaretle­
rin yerini değiştiriyorum, negatif olan artık negatif 
olmak zorunda değil ve henüz negatif olmayan mu­
hakkak ki negatif olacaktır, benim devrimim işte bu, 
gözlerimizin önünde başlıyor ve benim fikirlerim 
bunu yansıtıyor. Ben ütopya vaaz etmiyorum, bir ha­
kikati hayal meyal seçiyorum. 


69 
Bana yapıcı olmadığım söylenecek, felaketin üze­
rinde inşaat yapmakla ve felaketi bu evreni düzene 
koymaya elverişli görmekle suçlanacağım; bana sos­
yal olmadığım söylenecek, kitlelerin kurban edilme­
sini öngörmekle ve insanın düzelebilmesi için fela­
keti gerekli bulmakla suçlanacağım; benim gayri in­
sani olduğum söylenecek, çünkü milyarlarca böceğin 
yaşamı beni ilgilendirmiyor ve ben ökümen'in insan­
sızlaşmasını savunuyorum; benim ahlaksız olduğum 
söylenecek, çünkü ben değerler eksenini sarsıyorum 
ve işaretlerin sırasını değiştiriyorum. Haksızlıklarımı 
biliyorum, suçlu olduğumu kabul ediyorum, aynı 
yolda yürümekte ısrarlıyım: Gelecekteki düzene ina­
nıyorum, ben de o düzenin peygamberlerinden biri­
yim, soyumuzdan gelenler arkaik insanların savun­
muş oldukları şeyi o düzende bulacaklar. Ben dünya­
nın başlangıçtaki halini yeniden kuranlardan biri­
yim, kadınların düzeni bizim

itaat ettiğimiz düzen­
den çok daha eski, işte ben o düzenle bağ kuruyo­
rum, temellerimizi altüst ederken tek amacım bu te­
melleri taşıyan şeyi gün ışığına çıkarmak, ben bunun 
üzerinde zamandışı bir Site inşa edeceğim yarın. 


70 
Tarih aşılması gereken bir maceradır, Tarih elli 
yüzyıl önce başladı ve biz onunla birlikte ölmek is­
temiyoruz. Gelecekteki düzen Tarih'in mezarı ola­
caktır ve bizim türümüz ancak bu bedel pahasına 
varlığını sürdürecektir, Tarih'ten çıkmamız gereki­
yor ve yalnızca kadınlar aracılığıyla bundan çıkabi­
liriz, kadınların hakimiyeti bizi tarihin vesayetinden 
kurtaracak ve tarihin ipoteğini kaldıracaktır. Ancak 
ve ancak bu koşullarda zaman diye bir şey artık ol­
mayacaktır ve -zamanın olmasından önceki gibi­
her gün zamandışı olacaktır; ancak ve ancak bu ko­
şullarda Toprak 

ökle birleşecek ve Tanrısal birleş­
me Kurban Etme'nin yerini alacaktır; ancak ve ancak 
bu koşullarda içinde yaşadığımız dünyanın sonu 
varlık nedenine kavuşacak ve bundan çekinmemize 
hiç gerek kalmayacaktır. Felaketten kaçamayız, ama 
tohum ekebiliriz, bu evrenin çöküşü tohumların bü­
yümesini engellemeyecektir, her şekillenmiş niyetin 
ve görünüşte akla yatkın her projenin terk edilmesi­
ne umut bağlayabiliriz, çünkü elementleri doğuşun­
dan önce gelen ve bizim ölümümüzle son bulmaya­
cak bir durumun mantığına hiçbir şeyin baskın çıka­
mayacağını biliyoruz. 


7 1
Elimizde kalan biricik kesinlik niçin en kötüdür? 
Bunun iki nedeni vardır, birincisi, bizi sürükleyen 
hareketi frenlemenin imkansızlığıdır, ve ikincisi de 
bizzat bu hareketin doğasında yatar. Çünkü aslında 
bizi sürükleyen hareket bizden kaçmaktadır ve bizler 
güçsüzlüğe mahkum nesnelerden başka bir şey deği­
liz, bu hareket bir uçurumdur, biz kendimizi orada 
yitireceğiz, uçurumu ölçmek bir işe yaramaz, dahası 
o kendi kendinin varlık nedenidir, insanın anlayabi­
leceği hiçbir tasarıya itaat etmez ve -her olasılığa gö­
re- bu hareket artık saçmadır. Böylece saçmalık yaz­
gı olur, yazgısallık mantık; her şeyin bizi dağıtmak 
için el birliği ettiği ve kendimizi sorumsuz hissettiği­
miz bir zincirleniştir bu. En kötü olan, kesindir ve 
bizler onun suç ortaklarıyız; en kötü, ölümün şehve­
tiyken bir yaşama nedeni olmuştur. Böylece, kaçınıl­
maz olana doğru koştururuz, çok kalabalıklaşmış ve 
kendini kitle halinde yok etmekten başka bir şey dü­
şünmeyen o hayvanların dengiyiz; hem de bu yok 
oluş, yarın kafamıza aşılanacağı gibi, fedakarlık ya da 
maneviyattaki ruh aşırılığı nedeniyle olmayacaktır. 


72 
Yitik kitlenin bilinci yoktur ve asla da olmayacak­
tır, bilincin özü varlıkları tek başına bırakmaktır ve 
insanlar kendi bilinçlerinden kaçmak için bir araya 
gelirler, yitik kitle onların kaçış yoludur, başarısız 
yalnızlıkların kavşağıdır, her zaman suçludur, onun 
laneti daima düzenin içinde olacaktır, kendisini 
oluşturan değersiz ve başarısız yığını kendi yitimi 
içine katar. Sayı kötülüğün aletidir, kötülük insanla­
rın çoğalmasını ister, çünkü insanlar ne kadar artar­
sa insan o kadar değersizleşir, beşer insan olmak için 
gereken enderlikte asla olmayacaktır. Gerçekten de 
kitleler halinde ölüyoruz, kitleler bizi ölçüsüzlüğün 
ve tutarsızlığın uçurumlarına sürüklüyorlar, kurtu­
luş ile kitleler zıt kutuplarda yer alır, kurtulamayız, 
ne olursa olsun, bizler çok kalabalığız ve bizim ara­
mızdan kendini soyutlayıp tek kalabilenler evrenin 
yazgısını değiştiremeyecektir, yalnızca ötekilerin ne­
reye doğru yürüdüklerini göreceklerdir, körlerden ve 
sağırlardan daha umutsuz olacaklardır, uyurgezerler 
okyanusunun şaşmaz biçimde düzenli ve değişmez 
bir hareketle yuvarlandığı yüzsüz bir burgu ya cephe­
den bakacaklardır. 


73 
Evren arzunun bir araya getirip ölümün parçaladı­
ğı bir mekanizma olduğundan, yitik kitle bu evrenin 
durumunu en korkunç haliyle yansıtır, onun cisim­
leşmiş halidir ve bu nedenle bu kitleyi ne sevebiliriz 
ne de ona acıyabiliriz; yitik kitle çekirge sürüleriyle 
ve kemirgenler ordusuyla aynı yasalara itaat eder, 
milyonlarca kafası olan bir canavardır. Yitik kitlenin 
bir tanrıya tapmak istemesinin bu tanrının ona ben­
zemesi ve kitle aracılığıyla bu evrenin yansısı olabil­
mesi için yeterlidir, kitle tinin içini boşalttığından, 
bu tinin nerede tezahür edeceğinin önemi yoktur. 
Aslında tin kitleyi asla harekete geçirmez ve asla fi­
kirler kitlede kararlılık kazanmaz, kitle tini kabul 
edemez, fikirlerin tini işlemesine de katlanamaz, kit­
lenin derinlikleri öl
ü
d
ü
r ve buz tutmuştur, kitlenin 
gecesi ışığa baskın çıkar, Tarih, insanın boş bir laf ol­
duğu bu zamandışı denizin enginliği boyunca kaya­
caktır. Yüzsüz gölgeler arasında kurtuluştan söz 
eden de kim? İlerlemeden kim söz eder? Aşmadan 
kim söz eder? Çünkü insanlığın kurtuluşunun anla­
mı yoktur, ilerleme nereyi ısıracağını bilemez ve aş­
ma daha başlarken son nefesini verecektir. 


74 
Birkaç kişiyi kurtarabiliriz ama kitleyi kitle olarak 
asla kurtaramayız, akıl yürütebilir ve baştan soyutla­
yıp tecrit edebileceğimiz az sayıda insanı bilinçlen­
direbiliriz, ama bilimimizin katışıksız kayıp olarak 
çoğalttığı imkanların kullanımı bile yığınların payı­
na düşeni değiştirmeyecektir, yığınlar iyi niyetli ol­
duklarına inanarak bize yalan söylemeyi öğrenecek­
lerdir, karışıklık daha da ölümcül olacaktır ve buna 
çare bulmak için gözümüz çok geç açılacaktır. Ölçü 
korunmadığında, kurtuluşun, ilerlemenin ve aşma­
nın kabul edilemez fikirler olduğunu; milyarlarcası­
nın kemirdiği ve kirlettiği evrende ölçüd�n söz etme­
yi ancak kendimize zarar vererek öğreneceğiz. Aşırı 
sayıdaki insanların ölmesi için dünyanın yok olma­
sı gerekecektir, yeni doğanların suçlu doğduğunu za­
ten biliyoruz, onlar burada oldukları için suçlular, 
suç onları hiçliğe mahkum etmek değil, suç onları 
dünyaya getirq:ıekte. Canlılar hızla çoğaldığı andan 
itibaren hayat kutsal değildir, aşırı kalabalık insanla­
rın hayatı böceklerinkinden daha değerli değildir ve 
savaşta ölmüş askerler onları savaşa sürükleyenlerin 
gözünde de daha değerli değildir. 


75 
İnsanlar hiçbir umut taşımasa kaderleri aynı ol­
mazdı, insanlar hiçbir şeye inanmasa, durumları bel­
ki değişirdi: Dolayısıyla umut ve iman onların başla­
rındaki musibetin parçasıdır yalnızca, ama bunlar 
efendilerinin mutluluğudur ve tinselciler, ermişlik­
lerine rağmen, efendilerin bekçi köpekliğini yapma­
dan duramazlar. Kıyamet gününde ne umut ne iman 
bağışlanacak; son nefeslerini verene dek tohumlarını 
çoğaltmaya yönelttikleri can çekişenlerin ve ölenle­
rin müsebbibi onlardır. Erkekler hiçbir şeye umut 
bağlamasalardı kadınlar kısır ölürdü, erkekler hiçbir 
şeye inanmasalardı döllemektense ahlaksızlığı sever 
olurlardı, ahlaksızlıklar onları görevden daha az 
mutsuz ederdi, görev ahlaksızlıklardan daha kötü­
dür, görev musibetin içine yerleşmektir. Hakikat ni­
hayet çırılçıplak ortada ve hakikatin açığa çıkması 
her zaman cezalandırıldı, nedeni de malum, düze­
nin umuda ihtiyacı vardır ve umut düzen için tüke­
tilir, düzen imana daha fazla ihtiyaç duyar, iman 
yalnızca düzen için yaşar ve insanlar hayatı çoğalta­
rak yaşarlar . . .


76 
Umut ve iman geçmiş kuşakları aldattılar, gelecek 
kuşakları aldatacaklar ve yanlış fikirlerin ağırlığı art­
tıkça sefalet de bununla birlikte aktarılır; düzen çağ­
ların çökeltisine göz kulak olur ve aldatılan insanla­
rın ölümüyle yaşar. Ara sıra dünyada bir kurtarıcı 
belirir, ama bu kurtarıcının mesajı daima anlaşıl­
mazdır ve düzen bu mesajı kendi keyfine uydurmak­
ta tereddüt etmez. Okuduklarını anlayan ender kişi­
lerin karşısına, söze sığmaz bu lafların ortasında ye­
niden düzen çıkar, çünkü düzen peygamberlerin ko­
nuşmasına izin verir ve onlar konuşmalarını bitir­
diklerinde son sözü düzen söyler, hem umuda hem 
imana damgasını düzen basacaktır: Metinler bu ko­
şullarda kabul edilir ve onların esinleri yanılmaz 
olarak değerlendirilir, bu yöntem binlerce yıl geçmi­
şe uzanır ve çağlar tükenene dek de asla değişmeye­
cektir. Kurtarıcılar kuşakların dengi geçinirler ve dü­
zen kalır, onlara teslim olmuş gibidir ve onların eser­
leriyle silahlanmayı amaçlar, Tarih bize her kurtarı­
cıdan sonra düzenin daha güçlü olduğunu öğretir, 
bütün kurtarıcıları inanılır ve güvenilir kılmak için 
hizmet ettikleri umut ve imandan daha güçlü olur. 


77 
Umut ettiğimiz için ölüyoruz, inandığımız için 
ölüyoruz, aldatılan ve kendi kendilerini aldatan in­
sanların nasibine düşen budur, bu nasip değişmeye­
cektir, yalnızca felaket bizi bundan kurtarabilir ve fe­
laketten kaçamayacağımızı biliyoruz. Ölüme doğru 
gidiyoruz, umut ve iman bizi tavlıyor, umut ve iman 
ölümüne doğru gidiyoruz, onlarla birlikte ve onlar 
tarafından ölüyoruz, insanlığın geri kalanı bunlar­
dan sonra hayatta kalacaktır, insanlığın geri kalanı 
yaşayacaktır, ama tinde yaşayacaktır, imana karşı ko­
yan tinde, umuda ihtiyaç duymayan tinde. Aslında, 
yitik kitle bu dünyanın dengesini sarstığı sürece ti­
nin hÜkümranlığı olamaz, tinin egemenliğine ancak 
kitle hiçleştiğinde erişebiliriz. Derdin devası acıma­
sızdır, hastalık daha da acımasız, ya iyileşeceğiz ya 
da yok olacağız, bu tercihten kaçamayız, iyileşmemi­
zin bedeli en şaşırtıcı felaket olacaktır, geleceğin göl­
gesi şimdiden bizim üzerimizde olduğundan Tarih 
bu felaketi anımsamaktadır. Çünkü gelecekteki ölü­
mün gölgesinde ilerliyoruz, ölüm bizim varoluşu­
muzun aşırı miktardaki boyutudur, uçurum bizim 
üzerimizde asılı duruyor ve bizler sıra sıra uçuruma 
teslim ediyoruz kendimizi. 


78 
Bu dünyanın şimdiki halinde varlığımızı sürdüre­
meyiz, çünkü bu dünyanın şimdiki halinin geleceği 
yoktur, bizi şimdiki zaman öldürecek ve hayatta ka­
lacak olanlar -pek az olacaklardır!- bir başka dünya­
da bulacaklar kendilerini, bizim içinde yaşadığımız 
dünya bunun vaadi olamaz. Gelecek zaman şimdi 
maruz kaldığımız gerçeklikten kopacaktır, eğer bunu 
sürdürürse gelecek zaman olamayacaktır, bizimle ge­
leceğimiz arasında bir uçurum uzanmakta; bizim 
içinde yok olup gitmemiz gereken uçurum bu. Böy­
lece kaosa ve geceyle eştözlü eserlerimizle dolu olan 
ikinci ölüme gireceğiz, böylece bu eserlerin altına 
kendimizi daha iyi gömebileceğiz, böylece geçmiş 
yeniden ortaya çıkmasın diye daha da derinleştirece­
ğimiz karanlıklar içinde bizim peşimizden gelecek­
tir. Bizler Tarihi kapatmaya yazgılıyız, Tarih bizimle 
birlikte ölecek, parantezin sonuna değiyoruz, kaçı­
namayacağımız şeye rıza gösteriyoruz, hem de tama­
men ve hiçbir şey bizi daha fazla ürkütmüyor, en kö­
tüyü bekliyoruz, en kötüyü umuyoruz, umudu çok­
tan feda ettik, imana el çektirdik, özgürüz, hiç olma­
dığı kadar özgürüz, kendi ölümümüzde mevcuduz 
ve bizim için artık ölümün bile vekalet ettiği bu ya­
şama nedenleriyle birlikte varlığımızı sürdürüyoruz. 


79 
Uçuruma doğru yürüyüşü durduramayacağız, aşı­
rı kalabalık insanların ağırlığı bizi bağışlamayacak, 
başlarımızın uzerinde birikmiş yüzyıllar bizi dönüp 
durmaya zorlayacak ve bizi uçurumdan yuvarlaması 
için varlıklarını koruduğumuz yanlış fikirler kaosu 
aklımızı karıştıracak. Her şeyi yapabiliriz, geri çekil­
mek hariç, yolda sıkıntı bile çekmeyeceğiz, yolun bi­
zi neye hazırladığını biliyoruz. Çözümler birbiri ar­
dına geriliyor, bizi geride kalanlardan koparıyorlar, 
tekerleğin her dönüşünde paradokslar çeşitleniyor 
ve problemler karmaşıklaşıyor, çoğumuz bu prob­
lemleri önümüze koymaktan kaçınıyoruz, çoğumuz 
kendini tahayyül etmekten kaçınıyoruz ve en zekile­
rimiz tutarsızlığımızın meşruiyetini savunacaklar, 
en ünlü bilginlerimiz sentez savından vazgeçiyorlar, 
sonunda bu dünyanın imgesi parça parça oldu ve 
düşünürlerimiz dünyanın artık bu haliyle varlığını 
sürdüreceğini ileri sürüyorlar. Peki ne kadar zaman 
için? Çünkü hiçbir düzensizlik kendi düzensizliği 
içinde varlığını sürdüremez, yalnızca giderek daha 
fazla dağılabilir, türün yasasıdır bu, bizim kahinler 
bunu unutmak istiyorlar, bizse bunun hem kapsamı­
nı hem doğruluğunu hissedeceğiz. 


80 
Bir ülke Tarih yapıyorsa yirmiden fazlası Tarih'e 
maruz kalıyor ve bu yirmi ülkedeki her parti, hangi­
si olursa olsun, milliyetçi olduğunu ilan eden Ya­
bancı partisidir. Artık Tarih yapmayan uluslar, baş­
larına geleni anlamıyorlar, onların yazgısı kaos, ihti­
şamları onları bu kaostan koruyamaz, onların nasibi­
ne düşmüş olan uyuşukluk içindeki manevi çöküşe 
karşı erdemleri de onları uyaramayacak. Bağımsız 
kalmış az sayıdaki ulus dünyanın geleceğini başları­
nın üzerinde taşımayı üstleniyor, geçmişte daha ko­
lay yapabiliyorlardı, giderek daha zorlaşacak. Yazgı­
nın payı büyüyor; yazgının fırlattığı gölgedir uyu­
şukluk: Bir gün onlar da halkların çoğunluğuyla ay­
nı nasibi paylaşacaklar, güçleri hiçbir işlerine yara­
mayacak, ayrıcalıkları yalnızca hayali olacak, niha­
yet Tarih herkesin tutkusu olacak. Bizimle onlar ara­
sında kaç yıl var? Ne kadar süre sonra biz de kaçınıl­
maz olarak güçsüzlüğe mecbur hale geleceğiz -hem 
de birinciler en başta olmak üzere? O zaman en kötü 
kesinleşmiş olacak, düzenin dış görünüşünü boşuna 
koruyor olacağız, kaosa gideceğiz, iyi niyet gözümü­
zü kör etmiş olacak, giderek daha despotikleşecek 
düzen, ve giderek daha saçma bir geleneğin onayını 
almış olacak. 


81 
Milliyetçilik evrensel bir hastalıktır, ancak çılgın­
ların ölümüyle şifa bulur, bu kadar zararlı düşünce­
nin iyice daralttığı bir dünyada varlığımızı sürdüre­
meyiz; yok olacağız. Geleceğin tarihçisi, doğanın 
halklara baş döndürücü bir ruh musallat ederek 
halklardan öcünü aldığını ve Milliyetçiliğin çok ka­
labalıklaşmış hayvan topluluklarını ele geçirmiş ola­
na benzer bir çılgınlık olduğunu söyleyecektir. Biz 
çok kalabalığız ve ölmek istiyoruz, bize soylu bir ba­
hane gerekiyor ve işte bulduk: Sahip olma vı:ı yaban­
cılaşma huyu, 
_
hem de olabilecek en kusursuz haliy­
le. En aşağılık edimleri gerektiğinde çoğaltarak ken­
dimize itibar vermemizi sağlar, bizi kurban olmaya 
mecbur bırakarak kendi kendimize bakıp sarhoş ol­
mamızı sağlar, bizi tüm saflığımızla canavarlaştırır, 
erdemlerimizin bütün erdemsizliklerin sıfatıyla do­
nanmasını sağlar ve -en iyisi- arzuladığımız ama 
seçmeye cesaret edemediğimiz şeyi bizim için o se­
çecektir. Bizler adamakıllı hapı yuttuk, bu hastalık 
hiçbir ulusu esirgemez, bütün ülkeler onları birbirle­
rinin karşısına çıkartan ve boğaz boğaza gelecek den­
li harekete geçiren öfke türüne varana dek birbirine 
benzemektedirler. 


82 
Hiçbir ulus kendi tarihi olarak adlandırdığı şeyi 
unutmak istemediğinden ve çoğu zaman kendini Ta­
rih'ten ayırt edecek bir gerekçesi olmadığından, gü­
nün birinde hepsinin vazgeçmesi gerekecektir. Son 
galip, uzamı ve zamanı silahsızlandıracaktır, araçla­
ra ve fikirlere, iddialara ve anılara, biçim ve içerikle­
re el koyacaktır, kendini elli yüzyılın tek mirasçısı 
ilan edecektir, kendisinin insan türünün varlık ne­
deni olduğunu ve yüz halkın görevinin de her şey­
den feragat etmek olduğunu kanıtlayacaktır, kimile­
rinin kökünü kazıyacak, geri kalanların çoğunu süre­
cektir ve her yerde bir sürü insan görülecektir, tek 
efendisi de o olacaktır. Çünkü sadelik, gözlerimizin 
önünde çığ gibi büyüyen farklılıkların en azından 
bollaşmasıyla ve bu bollaşma sayesinde düşünülebi­
lir, gelecek sadeliktedir, bir düzensizlikten diğerine 
ilerleyerek nihai düzene doğru gidiyoruz, bir kıyım­
dan ötekine giderek ahlaki silahsızlanmaya gidiyo­
ruz, pek az kişi kurtulacak ve pek az kişi kurtulmuş 
olacak, yitik kitle ise bu arada yok olup gidecek, ken­
disiyle birlikte çözümsüz sorunları da uçuruma sü­
rükleyecek. Milliyetçilik, yalnızca bir kitle olan kit­
leyi teselli etme ve ona Narsissus'un aynasını sunma 
sanatıdır: Geleceğimiz bu aynayı parçalayacaktır. 


83 
Nezaketin alana ihtiyacı vardır ve dünyada en faz­
la eksikliği çekilecek olan şeydir alan, sıkışık bir 
dünJ'.aya doğru gidiyoruz, bunu hiç anlamadık, bizi 
abartan anılarımızdan feragat etmeliyiz, fazla yer 
kaplayan yanılsamalarımızdan feragat etmeliyiz. 
Ulusların bunu kendi rızalarıyla yapmayacağına ina-

nabiliriz, bu ret sayısız dehşetin habercisidir, son ga­
libin başının üzerinde yargıçlar olmayacak ve tek bir 
günde bir milyar insanın kökünü kazıdığında kimse 
onu eleştirmeyecek. Gelecekte verilecek kararlar üze­
rinde uzlaşma aranmayacak, gelecek kesip atacak, 
geleceğin sıfatları şiddet ve sadelik olacak, bu sıfatlar 
hakkında kendimizi aldatabiliriz, filozoflarımız bir­
birleriyle yarışırcasına mucize tahmininde bulunu­
yorlar, en iyi mantıklı zincirleri ve en kesin gerekçe­
ler karşısında bile asla bu kadar geri çekilmezler. Ke­
limelerden duyulan

korku büyüyor; demek ki onlara 
bir güç atfetmişiz ve bu güç olayların akışı içinde gün 
be gün yalanlanıyor, onlara yüklediğimiz anlama gü­
lüp eğip büküyoruz bu anlamları -açık seçik ve belir­
gin nedenler önünde titremek hariç. 


84 
Ciddiyetten uzaklaştık, ciddiyetsizlik hayra ala­
met değil, yargılarımız içimizi kemiren ve belki de 
başka çare kalmadığından yalan söylediğimiz korku­
nun izini taşıyor. Babalarımız kimi zaman trajik gö­
rünmeye cesaret ediyordu, çünkü bizim gibi ölümün 
gölgesinde yaşamıyorlardı, dünyanın sonundan söz 
ederken, bu sonla aralarında sayısız kuşak olduğunu 
hissediyorlardı -bizse yakınımızda kabul ediyoruz. 
Bizlerin görmeyi kabullendiğimiz şeyi babalarımız 
hayal ediyordu, onların hipotezi artık bizim tezimiz­
dir, onlar ölmekle yaşamak arasında tercih yapabilir­
lerdi, oysa ki bizler şimdiden hayatta kalmaya çaba­
lıyoruz. Tarih'in beş bin yılı aşkın bir süredir ilerle­
diği bu olay pek yakında sona erebilir ve bizi her tür­
lü gerçekliğin dışına sürükleyebilir; bizim kimliği­
miz pek yakında sona erebilir, öğle vakti alacakaran­
lık çökebilir, parantezin kapanabilir ve zamanlar ka­
rışıp zamandışına gelip dayanabilir ve aniden orada 
parçalanabilir. Ölüm orada olduğu için bizler ger­
çekliğimizden kurtulmaya çabalıyoruz; babalarımız 
ise yalnızca vaat arayıp müjde buluyorlardı. 


85 
Sağır olmayan herkesin işittiği derin ses bizi bek­
leyen şey konusunda uyarıyor, kötülüğün çaresi ol­
madığını ve mucizeye inanmanın kutsallığa saygı­
sızlık olduğunu biliyoruz, yokuşu çıkamayacağımızı 
ve görünüşte kabul edilebilir nedenlerle inişi onay­
layacağımızı biliyoruz, bir uçtan öteki uca parçala­
nacağımızı ve fikirlerimizin imkanlarımıza denk ola­
rak hazırladığı kıyamet içinde yok olacağımızı bili­
yoruz. Yakında ortak paydamız kaos olacak, kaosu 
kendi içimizde taşıyoruz ve onu aynı anda bin yerde 
bulacağız, her yerde düzenin geleceği kaos olacak, 
düzenin şimdiden bir anlamı kalmadı, boş bir meka­
nizmadan başka bir şey değil ve bizi telafisi imkan­
sız şeye mahkum etmesi için düzeni sürdürerek biz 
tükeniyoruz. Yazgı'ya bir tapınak yükseltiyoruz, kur­
banlar sunarak onu onurlandırıyoruz ve kendimizi 
de sunacağımız saat uzak değil, dünya, başkalarını 
da ölüme sürükleyerek ölmeyi hayal eden insanlarla 
dolu. Aşırı kalabalık insanlar, evrene yayılan ve ökü­
men'i yaşanmaz kılan bir zehri damıtıyor gibiler. Ce­
hennem, hiçlik olmak bir yana, varlıktır. 


86 
Çünkü ahlakın ve imanın bedeli, çok fazla çoğal­
mış ve insanın Ceherinem'i olmuş beşer varlığıdır. 
Bu bize ahlakıı:;ı hiçbir anlamı olmadığını ve imanın 
tanrısal olmadığını göstermektedir; her ikisi de efen­
dilerimizin hizmetindedir, bizim en berbat düşmanı­
mız bizi yöneten efendilerdir. Efendilere köle gere­
kir, köleler ne kadar çoksa efendiler de o kadar çok 
zenginleşir, yeter ki kadınlar doğursun ve çocuklar 
doğsun, gerisi vız gelir onlara, nüfusun azalması on­
ların yıkımı olacağından evrenin parçalanmasını ter­
cih ederler, -dünyayı kurtaracak olan- hareketin dur­
ması onların zararınadır. Bizler bu dünyada derimi­
zi yüzen soygunculara kanmışız ve Tanrı'ya itaat et­
tiğimizi sanırken aslında insanlara itaat ediyoruz, 
hem de bizi kaosa sürükleyen ve ölümden sakınma­
yan insanlara, cahil insanlara, güçsüz ama bize da­
yattıkları gelenekler adına ölüme zorlayan insanlara. 
Çünkü yetkililerimiz hiçbir şey bilmiyorlar, hiçbir 
şey yapamıyorlar, hiçbir değerleri yok, bizi hiçbir 
şeyden korumuyorlar, yalanlarla bizim beşiğimizi 
sallamak dışında hiçbir konuda hemfikir değiller, 
tek amaçları kazandıkları ayrıcalıkları korumak ve 
yerleşik düzenlerini sürdürmek. 


87 
Bizim sözde dini ve ahlaki yetkililerimiz, kendi 
gerçekliğimiz karşısında bizi silahsızlandırmaktan 
başka

bir işe yaramıyorlar, bizim imkanlarımızın ru­
hu onları hükümsüz kılacağından bu ruha karşı du­
ruyorlar, bizim yetişkin olmamızı istemiyorlar, onla­
ra saygınlık sağlayan hataları sürdürmekten başka bir 
şey düşünmüyorlar, bize itaat ve kafa karışıklığı vaaz 
ediyorlar, onların eseri olan her şey bu dünyanın fe­
laketine gelip ekleniyor. Eğer biz utanç içinde öle­
ceksek bu onların hatası, çünkü soluk alır gibi ihanet 
ediyorlar bize, onlar bizim ayakbağımız, bizse onları 
bize destek olan temel zannediyoruz, onların yok 
edilmesi bizi özgür kılardı ancak uygun zamanda on­
lardan kopmayı göze alamadık. Bu yüzden sadakati­
miz bizi lanetliyor ve itaatimiz bizi mahkum ediyor, 
artık çok geç ve hiçbir şeyi telafi edemeyeceğiz, fela­
ketten kaçamayacağız; bizim en büyük tesellimiz, 
yok olurken, bizi uçuruma sürükleyenlerin de ayak­
_larımızın altında yok olduğunu görmek olacak ve 
ölürken onların hem anısını hem de tohumlarını yok 
etmek için ayaklarımızın altında çiğneyeceğiz. Yarın, 
yalnızca kurbanlar olacak; Tarih'in adaleti budur. 


88 
Bizim dinlerimiz insan türünün kanseridir, ancak 
ölerek bu kanserden kurtulabiliriz, di
_
nlerimiz yok 
olsun diye ölüyoruz; felaket, rahipleri cemaatleriyle 
birlikte yutacaktır, harabelerin ortasında insanlıktan 
sağ kalacak olanlar, ayakta kalan taşlara saldıracak­
tır. Ulusların, evreni tekrar düşünmek gerekirken, 
büyük yapıların bakımını yapıp restore ettiğini gö­
rünce gülüyorum, onların tinsel ölümleri buradan 
doğacak; gelecek felaketin insafına kalmış yüzlerce 
halkın, hayali ya da gerçek antikçağlarını korumaya 
çalıştıklarını görmek güldürüyor beni; ayakta kala­
cak olan hiçlik olacakken tapınakların hiçlikten kur­
tarılmaya çalışılmasını görmek beni güldürüyor, ve 
ben her şeyin öleceğini söylüyorum, insanlarla taşlar 
arasında, taşlarla insanlar arasında fark olmayacak. 
Yarın ölümün kaosla düğünü kutlanacak ve biz şim­
diden onların sofrasını süslüyoruz, onların şenliği 
için çalışıyoruz; kurban edilmiş, dilim dilim kesil­
miş, haşlanmış ve kızartılmış halkların etlerinin or­
tasında nadide birer parça olarak yer alacak binaları­
mız; halkların en derin yeri Tanrı'nın inayeti karşı­
sında sevgiden titreyecek ve can çekişirken, tanrısal 
olduğunu hayal ettikleri boşluğu seyredecekler. 


89 
Bugüne dek boşluk genellikle başkalaşım geçirdi, 
boşluğun yerini tanrılar aldı. Artık ilk kez tanrılar 
l;ıoşluktan doğmuyor, boşluk neyse öyle kalıyor, in­
sanlar boşluğu bütünlüğü içinde seyredecekler, tüm 
dünya boşluğa benzeyecek ve boşluktan farklı olan 
şey yok olacak ki yalnızca boşluk var olabilsin. Bu, 
saflık anıdır, buna sevinmeliyiz, burada yalnızca 
kendi Tarih'imizi ve bu Tarih'e gönderme yapanları, 
yani bizim vahiyli dinlerimizi ve sözde ebedi olan 
ama aslında yalnızca tarihsel olmuş buyruklarımızı 
yitireceğiz. Kaybedeceğimiz Tarih var yalnızca, bir 
de Tarih'e bağlı olan her şey; boşluğu daha çok sevi­
yoruz ve onun yükselişini alkışlıyoruz, ölmemiz ge­
reken anda bizi aydınlatan sevinçtir boşluk. Böylece 
telafi edilemez olanı, en yüksek intikamcımızı onay­
lıyoruz, ulusların can çekişme bağırtısı bizim cenaze 
töreni müziğimizdir, düzen ve savunucuları gözü­
müzün önünde darmadağın oluyorlar, onlar küle 
döndüğünde biz de gözlerimizi kapatacağız, insanla­
rın en teskin edilmişi olarak öleceğiz, çünkü mümin­
leri besleyen yalanın eserlerini tek reddeden bizler 
olduk. 


90 
Taptığımız şeyi yakmadığımız için cezalandırıl­
dık, ama torunlarımızın çocukları, felaketten sonra, 
bizim yaktığımız her şeye tapacaklar. O zaman bizi 
kötü delilere benzetecekler, tanrılarımız canavarlara, 
dogmalarımız dehşete ve buyruklarımız kabusa ben­
zetilecek, bizim cinli olup olmadığımızı düşünecek­
ler haklı olarak, çünkü kendi tanrılaştırdığımız şeyin 
elini eteğini öpmek için cinli olmak gerek. Bizim gi­
zemlerimizin altında hastalık ve yalan yatıyor, efsa­
nelerimizin dokusunda sanki bir çılgınlık var; kir­
lenmiş ırmaklarımıza benzeyen bu tinsel gübrelik­
ten, bu pislikten şaşkına dönmeden çıkamayacağız, 
saflığın ardından kişneye kişneye saflığımızı yitir­
dik, yeniden insan kurban ediyoruz, yolumuzu öyle 
şaşırdık ki kendi edimlerimizi tahayyül edemiyoruz. 
Varlığımızı bu haliyle sürdürmekten daha kötü ne 
gelebilir başımıza? Suçlarımızın ölçüsü hala hiçlik 
midir, bu suçları yok etmeye yetmeyen bu ölüm mü 
bizim yeniden hakkımız? Boşluk iyidir, boşluk aziz­
dir, boşluğun kötülükle eştözlü olmasını isteyenler 
kötülüğün sürmesini ve yeryüzünde kötülük hakim­
ken kendi varlıklarının sürmesini arzulayanlardır. 


9 1
Pagan olmuş, pagan kalmış bir dünya doğayı ihlal 
etmezdi, Pagan görüşler doğayı kutsal kabul ediyor­
du, genellikle ağaçlara ve su kaynaklarına tapıyorlar­
dı; vahyedilmiş olduğu varsayılan dinlerin dogmala­
rının merkezine yerleştirdikleri zaman yerine, Pagan 
görüşlerin konusu uzamdı, ve, istisnalar hariç, ölçü­
yü aşkınlığa, uyumu da her şeye tercih ediyorlardı. 
Kendilerinin vahyedilmiş olduğunu söyleyen dinler 
bizim üzerimizde fanatizmi yerleştirdiler ve bu fana­
tizmi sonuna dek vardıran Hıristiyanlık deliliği tan­
rısallaştırdı, tutarsızlığı yüceltti ve daha büyük bir 
iyilik adına kargaşayı meşrulaştırdı. Bu ürkütücü 
tezler sonuçsuz imkanlara sahip olduğu sürece in­
sanlar buna uyum sağladılar, ama bizim eserlerimiz 
bı:ı tezlere denk düştüğünden beri, buyruklarımızın 
devasalığını, dahası saçmalığını hissediyoruz. Tanrı­
sal tecessüm fikri, en canavarca fikirdir ve bizim çö­
zümsüz paradokslarımızın en önemli nedeni gele­
cekte burada aranacaktır; bu fikrin vardığı yerlerden 
biri doğaya tecavüzdür, aşkınlık bizi buna hazırla­
maktadır ve bu dünyadan duyulan nefret bu tecavü­
zü meşrulaştırmaktadır: Şunu asla unutmamalı, 
Dünya, Ten ve Şeytan Hıristiyanların gözünde bir 
karşı-Üçlem oluşturmaktadır. 


92 
Modaya uyan Hıristiyanların benim belirttiğim 
tezleri benimsemeyi reddetmelerinin ve başta 

teo­
logları olmak üzere, bu tezlerin sonuçlarından kur­
tulmaya çalışmalarının bir önemi yok! Tek yaptıkla­
rı kargaşaya kargaşa katmak oluyor yalnızca ve tela­
fisi imkansız olan şeye çare bulmak isterken, para­
dokslarının labirenti içinde yollarını iyice kaybeder­
ler. Çaresizlik bir gerçektir, ölçüsüzlük ruhu, kilise­
nin ölçüsüzlüğü şu an dünyanın ruhudur, dogmala­
rın dikeyliği her yönde parçalandı ve uzam içinde 
birbirleriyle iletişime geçerek kendi boyutlarını de­
ğiştiriyorlar. Bu sarsıntıdan pek memnun kalacak 
düşünürler buldu kendine geçenlerde, hem de din 
adamları arasında, ve onlar yeni bir tinsellik umu­
duyla ökümen'e tecavüzü kutsadılar. Oysa, hayvan­
lığa doğru yol alıyoruz ve vardığımız yer gayri insa­
nilik; bıktırıcı ahlak öğütlerine ve iman bildirimleri­
ne rağmen, kendimizi haksız yere günahkar sanıyo­
ruz, oysa ki spermatik otomatlardan başka bir Şey de­
ğiliz: İnsan kilisenin bize öğrettiği şey değildir, hiç­
bir zaman da olmamıştır. Hem insanı yeniden tanım­
lamak hem de dünyayı yeniden düşünmek gereki­
yor, ama bunu hayal etmek için bile artık çok geç. 


93 

Felaketten sonra, şimdiki insanlığın küçücük bir 
bölümü olacak soydaşlarımız, su kaynaklarını ve 
ağaçları kutsayacaklar, toprağı gökle evlendirecekler, 
· 
kurban etme fikrini iğrenç bulacaklar ve aşkınlık fik­
rini kutsallığa hakaret sayacaklar, vahiyli dinlerin or­
tadan kaldırdığı her şeyi -kutsal fahişelik ile ritüel 
birlikteliği, üreme kültü ile sembollerine tapınmayı, 
kutsal evlilikler ile Saturnus şenliklerini- yeniden 
oluşturacaklardır. İnsanı, olması gereken şey değil, 
olmaktan vazgeçtiği şey olarak göreceklerdir, pey­
gamberlik yanılsamalarına yeniden düşmeyecekler­
dir, kusurlu bir otomatı kusursuz kılmaktan vazgeçe­
ceklerdir, tinselliğin çoğunluğun nasibi olmadığını 
ve sözde vahyedilmiş dinlerin yaptığı gibi, aynı öğre­
tiyi herkese iletmenin hata olduğunu kavrayacaklar­
dır. Çoğu kimsenin putperest kalması ve tenselliği 
benimsemesi daha iyidir; kötülük bizim onları kına­
dığımız ve kendilerine yalan söyleyerek bize de ya­
lan söylemeye onları zorladığımız andan itibaren 
başlar; sıradan insanların hazza da tövbeye de tanrı -
sallık katması ve Hıristiyanlar için kudas ayini neyse 

onlar için de orgazmın aynı şey olması en iyisidir. 


94 
Yüzyıllardır ve bin yıllardır yanlış yoldayız, artık 
bunun bedelini ödememiz gerekiyor, gözümüzün 
açılması bizi günahlarımızdan kurtarmaya yetmez 
ve kaybettiğimiz cenneti yeniden bulabilmemiz için, 
Cehennemin kaotikliğini ve karanlığını tüketmemiz 
gerekir. Şu an hala öyle körüz ki bizim yolumuzu şa­
şırtmakta ısrar edenleri aşkla seviyoruz, suçlarına ve 
hatalarına rağmen onları her zaman affediyoruz, on­
ların saçma eğitimlerine her zaman katılıyoruz ve 
sanki onlar çobanmış da biz de aşağılık hayvanlarmı­
şız gibi değnekleri altında yürüyoruz. Yine de bizim 
tanrı olarak ünlendirdiğimiz bu şaşmaz adamlar bizi 
uçuruma sürükleyecekler, onlar kaç kuşaktır yanılı­
yor ama biz bunu anlamayı reddediyoruz, kendi çı­
karlarımızı, onurumuza varana dek onlara feda edi­
yoruz, bir süre sonra kendi geleceğimizi de onlara fe­
da edeceğiz, Tarih bu kadar aşikar delilik pek az ta­
nımıştır. Son felaketten hayatta kalacak olanlar bi­
zim körlüğümüz üzerine düşüneceklerdir; bunu, 
mahkum olduğumuz sonun duyurusu olarak göre­
ceklerdir, buradaki mantığı fark edeceklerdir -orta­
daki kozun ne olduğu malumdur. 


95 
Çünkü biz bu mantığın dışına çıkmıyoruz ve görü­
nüşe bakılırsa giderek daha saçmalaşan bu evrende, 
kaçam<;ıyacağımız kaderi hak edip etmediğimizi artık 
kendimize sormuyoruz; bize bu kaderi hazırlayanlar 
geleneklerimizdir, bizi buna vakfedenler fikirleri­
mizdir, isyan ettikten sonra bizi yeniden bu yola so­
kan şey itaatkarlığımızdır, yarını olmayan bir tedir­
ginliğin ardından bizi bu kadere yeniden mahkum 
eden şey alışkanlıklarımızdır. Dolayı�ıyla, kendimi­
zi kavrayabildiğimiz ölçüde, istediğimiz şeyi istiyo­
ruz, ve efendilerimizin, bizim yerimize de olsa, iste­
dikleri şeyi istiyoruz. Çıkarımız bunu gerektirse de, 
hazırlıksız davranamayız; bizi dağıtan şeyin etrafın­
da, daha kararlı, toparlanıyoruz, bizi sürükleyen şey­
den kopmaya cesaret edemiyoruz ve kurban etmenin 
mucizeler yarattığını hayal ediyoruz. Kendimizi kur­
ban ettiğimizi mi söyleyeceğim? Kurallar şaşmaz, ye­
ri ve zamanı geldiğinde bundan kaçamayız, ölmüş 
tanrılarımız ve kurt yeniği putlarımız için kendimizi 
feda edeceğiz, bu edim bizi kendi gözümüzde önem­
li kılacaktır ve bir dava için kanımızı akıttığımız an­
dan itibaren, içeriğine bakmadan bu davaya itibar 
edeceğiz. 


96 
İdeal, içgüdünün yerini tutuyor; ve balıkları ve 
böcekleri, kemirgenleri ve gevişgetirenleri ele geçir­
miş olan kalabalıklar halinde ölme eğilimi bizi kan­
dırmakla görevli ideal sayesinde bizi de ele geçire­
cek. Kendimizi en saygın ve en çıkarsız hissettiğimiz 
anda, bizi sürükleyen şey için yandığımız ve ölüm­
süzlüğü hayal ettiğimiz anda bizi insan kılan şeyden 
yoksun kalır ve yokuş aşağı ini veririz. İşte, durumun 
trajikliği ve günün birinde bizi bulacak en yüce iğ­
rençlik; türün yasalarından kaçamayız ve bu yasalar 
da, sırası geldiğinde, hayvan topluluklarını yöneten 
yasalara gönderme yaparlar; davranışlarımızın anah­
tarını, asla başlarımızın üzerinde değil, ayaklarımı­
zın altındaki uçurumlarda buluveririz. İdeal, içgü­
dünün yansımasıdır, sanki onun taban tabana zıddı­
dır, idealin gücü yaratılışındaki iğrençliktedir, tıpkı 
kendimizi soylu bir bahaneyle eğilimlerimize teslim 
ederken hissettiğimiz zevkte olduğu gibi; idealin or- . 
gazını renklendirmesini ve orgazmın ardından gelen 
manevi çöküşü örtmesini istiyoruz. İnsan her şeyden 
zevk alır ve hatta yok edilmek için kendini sunmak­
tan bile. 


97 
Bizler mahkumuz ve içimizden bunu bilenler ses­
lerini duyuramıyorlar, duyurabildiklerinde ise sus­
kunluğu

korumayı tercih ediyorlar. Sağırlara vaaz 
vermek ve körlerin gözünü açmak neye yarar? Onla­
rı sürükleyip götüren hareketin içinde sebat göster­
melerini engelleyebilir miyiz? Dosdoğru en korkunç 
geleceğe doğru gidiyoruz, bu gelecek bugünden yarı­
na başlayabilir, daha biz başımıza geleni işitmeden 
kendimizi oraya gömülmüş bulacağız, içinde yaşa­
namayan evrende umutsuzca ölmekten başka bir se­
çenek kalmayacak bize. İnsanlar toprağa sahip olmak 
için
'
savaşıyorlardı, yarın suya sahip olmak için bir­
birlerini gırtlaklayacaklar, havamız kalmadı
ğ
ında, 
harabelerin ortasında soluk alabilmek için boğazla­
yacağız birbirimizi. Bilimden mucizeler gerçekleştir­
mesini bekliyoruz, yakında ondan imkansızı isteye­
ceğiz, ama bilim ihtiyaçlarımızın gerisinde kaldı ve 
asla ihtiyaçlarımıza yetmeyecek, yeryüzünde cenne­
ti isteyemeyecek kadar çoğuz, milyarlarcayız; bilimi­
miziiı yardımıyla, salak çobanlarımızın sultası altın­
da cehennemi kaçınılmaz kılıyoruz. Gelecekte, tek 
uzgörüşlülerin Anarşistler ve Nihilistler olduğu söy­
lenecektir. 


98 
İnsanın mutluluğa eriştiği, hastalıksız ve açlıksız, 
angaryasız ve korkusuz bir geleceği hayal meyal gör­
düğü bu yüzyılın eşiğinde, işte tam o anda telafi edi­
lemez olan şey meydana geldi ve geçmişin güçleri 
geri döndü, hem de hiç olmadığı kadar muzafferdi­
ler, aşırı kalabalık insan dalgaları tarafından taşını­
yorlardı. Dünya nüfusunun iki misli artması için iki 
kuşak yeterli olacaktı, üç misli artması için üç kuşak 
yetti, dördüncü kuşakta yedi kat artacaktır ve hazır­
lıksız yakalanan bizim dinsel ve ahlaki yetkilileri­
miz, problem metnimizi karmakarışık ederek saçma­
lamaktan ve zaman kazanmaya çalışmaktan başka 
bir şey bilmiyorlar: Onların bu suçları asla bağışlan­
mayacak, çünkü onlar gelecek karşısında suçlu ola­
caklar, onlar insan türünün mutluluğundansa kendi 
yerleşik kurumlarını tercih ettiler; ulusları kandıra­
bildiklerinde ve onlara bizim araçlarımızın ruhunu 
iletebildiklerinde, ulusların yolunu şaşırtmak ve on­
ları içler acısı bir şekilde silahsızlandırmak için bun­
ları öyle kullandılar ki, bundan böyle hiçbir şey bi­
zim güçsüzlüğümüzün dengi olamaz. Bu nedenle 
Anarşistler ve Nihilistler haklıdır, sözde ahlaki dü­
zenin, ahlak adına kaos için düzenin onları kustur­
ması haklıdır. 


99 
Bize, itaat ettiklerimizin hükümsüzlüğünü ilan 
edecek yeni bir Vahiy gerekiyor; ama bizim itaat et­
tiklerimiz burada, onlardaki ölüm ağırlığı bizi ezen 
Kaderie işbirliği yapıyor, düzen ve kaos parçalamayı 
başaramadığımız bir bütün oluşturuyor. Yürüyen sa­
ğırlar ile militanlık yapan körler arasındaki aklı ba­
şında ve duyarlı son insanlar Anarşistler ve Nihilist­
lerdir; ama bu yüzyılda akıllı olmak yetmez ya da 
değiştirmek için olacakları hissetmek yetmez, düze­
nin yerine düzensizlik değil düzen koymak gerekir, 
ahlakın yerine de ahlaksızlığı değil ahlakı koymak 
gerekir, tıpkı inancın yerine de yalnızca bir boşluğu 
değil inancı koymak gerektiği gibi, ölen tanrıların ye­
rine de doğan tanrılar koymak gerekir. Bizim ajitatör­
lere ihtiyacımız yok, peygamberlere ihtiyacımız var, 
bu zamana denk peygamberlere, eserlerimize denk 
dinsel dehalara ihtiyacımız var, çünkü anısına saygı 
ve hürmet gösterdiğimiz her şey -hem de hiç istisna­
sız- aşıldı, bunların hepsi aşıldı, kim ki hala onlara 
başvuruyor, onlara ihanet ediyor demektir. Hiçbir 
gelenek bizi geleceğe karşı korumuyor, çünkü gele­
ceğin öncesi yok ve evrenin sığınacağı bir yer yok. 


100 
İnsanların çoğu bebeklikten çıkamadığı için onla­
ra bir Vahiy gerekiyor, hem de yaşamlarının en ufak 
edimi için bile gerekli bu. Eğer doğurganlık türümü­
zün hayatta kalmasını tehdit ediyorsa son tahlilde 
onları doğurgan olmamaya teşvik etmesi gereken 
tanrılardır: 
Ne 
sivil iktidarlar ve de ünlü bilginlerle 
dolu akademiler, tanrıların tek başlarına kendilerin­
de topladıkları yetkiye sahip olamazlar. Oysa, bizim 
tanrılarımız ya perhiz ya da doğurganlık vaaz eder­
ler, biz ikisini de istemiyoruz; tenin ten olarak haz 
alma hakkı olsun ve bu haz insanlar kadar tanrıların 
da hoşuna gitsin istiyoruz; tanrıların hazza eşlik et­
mesini ve insanlar haz aldığında kendilerini onur­
lanmış saymalarını istiyoruz. Bize yeni bir Vahiy ge­
rekiyor, hem de yeni bir Paganlık için gerekiyor; ye­
ni bir Paganlık, sözde vahyedilmiş dinlerin kendi 
paradokslarının labirentinde 
·
yolunu şaşırttıkları 
dünyayı kurtaracaktır; bu paradoksların artık savu­
nulacak yanı kalmamıştır, artık gayri meşrudurlar, 
artık saçmadırlar. Evreni yok eden şey zina değil do­
ğurganlıktır, haz değil görevdir. 


101 
İnsanların erişkin olmasını beklemek yerine (za­
ten erişkin olmaya karar verirler mi bilmiyoruz); bil­
ginlerin ve akıl yürütücülerin çözemeyeceği çözüm­
süz problemler ve tanımlayamayacağı tanımsız para­
dokslar üzerinde onları aydınlatmaya çalışmak yeri­
ne; onlarda olmayan bu bilince çağrı yapmak yerine; 
bir fanatizmden başka bir şey olmayan bu iyi niyete 
çağırmak yerine; fanatizmden başka bir şey olmayan 
bu güzel inanca çağrı yapmak yerine; kabul görmüş 
bir sanrıdan başka bir şey olmayan bu güzel inanca 
çağrı yapmak yerine; mucize beklemek yerine -ki 
önceki her şey bu anlama gelmektedir-, her şeyin öl­
mesi gerekirmiş gibi hareket etmek gerekir, felaket­
ten sonra hayatta kalmaya hazırlanmak gerekir, yaşa­
namaz bu dünyada varlığını sürdürecek olan geride 
kalan insanları düşünmek gerekir, yitik kitleyi umar­
sızca kaybedilmiş kabul etmek ve onun geçici varlı­
ğını dikkate alarak akıl yürütmeye çalışmamak gere­
kir. Benim ileri sürdüğüm şey gayri insani gelebilir, 
ama asıl bu yüzyılın gayri insaniliği giderek artacak­
tır ve vaazlar da bu niteliği değiştiremeyecektir, in­
sanlar boş yere tapınaklara koşturuyorlar, ortak ölü­
mün gölgesinde, tapınaklar sonunda müminlerin ba­
şına çökecektir. 


102 
Yüzyıl her şeyi seçmek istiyor ve bu yüzden bizim 
bir üslubumuz yok, yüzyıl her şeyi anlamak istiyor 
ve bu nedenle labirentten çıkamıyor, yüzyıl yitik kit­
leyi bile kitle olarak insanlaştırmak istiyor ve bu 
yüzden gezegen çapında insan kıyımına gidiyoruz. 
İmkansızı istiyoruz ve ancak bir imkan kırıntısına 
sahip olacağız, Ay'a ayak basacağız ve orada kendi 
dışkılarımızı içeceğiz, çocuklarımız yarın iğrençlik­
leriyle bilinen şeyleri yiyor olacaklar, bizi bekleyen 
yaşam öyle saçma ve öyle dehşetli ki, en iyiler dü­
zendense ölümü, deliliği ve kaosu tercih edecekler; 
ikincil ölüm için bir düzen, sürekli delilik ve örgüt­
lü kaos. Gelecekteki düzen hiç görülmediği kadar 
gayri insani olacak; bize en büyük yalanları söyleye­
cek kadar bilgili, bizi en şaşmazcasına aldatacak ka­
dar kurnaz, ılık ve sistematik olarak biçimsiz bir ca­
navar, esrarengiz ve düz, kaçak ve despot, daima 
doymak bilmez, yakalanamaz olmayı elden bırakma­
yan bir düzen. En kötüsü, bizi tatlı umutlarla kandır­
dıktan sonra, mahvolmamızı engelleyemeyecek ol­
masıdır, çünkü bizim saflığımızdan yararlanabiliyor 
olsa da o hala zaafın ta kendisidir. 


103 
Bu düzenin suistimallerinden kaçamayacağız ve 
düzen bizden ne kaosu ne ölümü esirgeyecek, duru­
mun mantığı bu, elli yüzyılın bizi buna yazgılı kıldı­
ğını hissediyoruz. İnsanların en kötüleri bundan 
böyle en kaygısızlarıdır, bizim durumumuz onların 
adilleri, azizleri, bilginleri ve filozofları alaya alma­
sına imkan tanıyor, insanların en kötüleri hiç tartış­
masız zafer kazanıyor ve görünüşe bakılırsa, haksız 
bile değiller, parçalanan biçimlerle ve çözülen de­
ğerlerle rahat rahat alay edebiliyorlar, bir kargaşa ha­
linde istila ederek düzene yaslanabiliyorlar, her şe­
yin yok olma tehdidi altında olduğu bir vakitte her 
şeyin üzerine yükselebiliyorlar, karanlık yüzü seç­
miş oldukları ve şenliğin galiplerini öldürdükleri 
için kendilerini değerli sanabilirler, ödüllerini ala� 
caklardır. Kendimizi savunacak imkanımız yok, on­
lar uçuruma götüren akıntıyı izliyorlar, bizse geri 
çıkmak istiyoruz, suyun akışına karşı tek başımıza 
kürek çekiyoruz, düzene tek başımıza karşı koyuyo­
ruz ve bu dünyada onların dalaverelerinin kurbanı 
olan bir sürünün arasında kolaylık sağlayıcı bir aygıt 
olmayı reddederek tek başımı
.
za ayak diriyoruz. 


104 
Kimse bize hakikati söylemedi, hakikatin yeryü­
zünde savunucusu yok artık, tahminde bulunmak 
çok güç, giderek daha az sayıda insan hakikate ere­
cek. Yüzyıl, gayet belirgin fikirlerin ölümünü gördü, 
hiçbir şey üzerinde anlaşamıyoruz, imalar, görgü ku­
ralları ve çıkarlar hariç, başka her yerde muğlaklıkla­
ra serbestlik tanınmış. Hiçbir şey üzerinde anlaşamı­
yoruz, hatta hiçbir şeye inanamıyoruz, günümüzde 
bir şeylere inanmak için sanrılı biri olmak gerekiyor, 
bizim en yetkin zekalarımızın hali içler acısı, bu du­
rum onların hiç inancı olmadığını kanıtlıyor. Din bir 
düzen öğesinden başka bir şey değildir, daha da kö­
tüsü kaos ve ölüm düzeninin öğesidir, bu dini yaşa­
maya çabalayanlar yarının sapkınları olacaktır ve ya­
rın sapkınlık imanın yeniden samimileşmesine kanıt 
olacaktır, yüzlerce yerde sistemler parçalanıyor, ar­
dından da mezhepler karınca gibi çoğalıyor, ama bi­
zi ne birilerinin ateşli coşkusu ne de ötekilerin ken­
diliğindenliği kurtaracak. Şimdiden çok geç, burgaca 
girdik bile, bizi sürükleyen şeyden kaçamayacağız ve 
mahkum olduğumuzu biliyoruz. 


1 05 
Bizim sözde tinselcilerimizin yavan laflarının su­
ratımızda şakladığını işittiğimde ve insandan çok ge­
viş gı;ıtiren bir yığının bu budalalıklara kulak verdiği­
ni gördüğümde, serseme çevrildiğimizi ve bize ayrıl­
mış yazgıyı hak ettiğimizi hissediyorum. Bütün bu 
geviş getirenlerin kendi hayvanlık görevlerini yaptık­
larını, sabanı çektiklerini, aştıklarını, boynuzladıkla­
rını ve buzağıladıklarını biliy0rum; sütlerini ve kimi 
zaman da etlerini devlete verdiklerini biliyorum; ama 
sonunda insanlaşmak gerektiğinin farkına varmaları­
nı ve kendilerine öğretilen ya da vaaz edilen şeyin 
beş para etmediğini anlamalarını isterdim. Ayakta 
uyutan bu masal yığınlarına, alışkanlık gereği bile ol­
sa nasıl inanabiliyorlar? Burada olmaktan utanmıyor­
lar mı, onurlarını yitirdiklerini ve bu konulara neza­
ket göstermenin başarısızlıklarının itirafından başka 
bir şey olmadığını hissetmiyorlar mı? Onların aradık­
ları entelektüel konforu artık kimse
· 
bulamaz, hiçbir 
gelenek bun
.
u onlara sağlayamaz, yalnızca budalalık 
bize bu konforu verebilir. Bu kadar aşağıya mı düştük 
ki, meşruluk sıkıntısı çeken devlet başkanları sürüye 
karışıyor, otlamaya götürdükleri geviş getirenlerle 
birlikte komedi oynuyorlar? 


1 06 
İnsanların hiçbir şeyden umudu olmasaydı ve hiç­
bir şeye inanmasalardı, tohumlarını çoğaltmayı der­
hal reddederlerdi ve evrensel nüfus azalması yoluy­
la sorunlarımız bir ya da iki kuşak içinde çözülmüş 
olurdu. İleri sürdüğüm bu tezi yalnızca ben iddia 
ediyor değilim ama benim gibi düşünenler varsa da 
yazmaya ne kadar cesaret edecekler, bilemiyorum; 
dahası, bir kürsünün en tepesindeki profesör bu tezi 
bağıra bağıra duyurabilecek midir? Bu türden bir bil-

giye hangi hükümet hoşgörü gösterir? Hangi zırvalar­
la dolu din buna hoşgörü gösterir? Onlar ısrarla bi­
zim umut etmemizi ve inanmamızı istiyorlar, ne 
olursa olsun umut etmeliyiz, yeter ki umut edecek 
bir şey olsun, inanmamız gerekiyor, hem de neye 
olursa olsun, yeter ki bir şeye inanalım, beğenimize 
uygun saçmalıklar arasında tercih yapmakta özgü­
rüz, yeter ki aptalca olsunlar. Oysa, umudun üstlen­
diği tüm amaçların ve imanın konu edindiği tüm 
nesnelerin ortak bir varlığı vardır: Sonsuza dek salak 
olmak ve üstelik, şimdi bir de bağışlanamaz olmak, 
çünkü bizden daha fazla özgürleşmiş imkanların or­
tasında bir kuşak daha aptal aptal duramayız. 


1 07 
İnsanlar kendi çocuklarının onları doğuranlardan 
daha bahtsız olduğuna, torunlarının daha da mutsuz 
olac!'lğına ikna olduklarında, evrene çare olmadığına 
ikna olduklarında, bilimin mucize yapamayacağına 
ve göğün para keseleri kadar boş olduğuna ikna ol­
duklarında, tüm tinselcilerin üçkağıtçı olduğuna ve 
tüm yöneticilerin salak olduğuna, tüm dinlerin aşıl­
mış olduğuna, tüm politikaların güçsüz olduğuna 
ikna olduklarında, kendilerini umutsuzluğa terk 
edecekler ve zındıklık içinde sürüneceklerdir, ama 
kısır öleceklerdir. Kısırlaşma kurtuluşun aldığı bir 
biçime benziyor, ama umutsuzluk olmadan, zındık­
lık olmadan erkekler kısırlaşmaya asla razı olmaya­
caklardır, kadınlar hiç olmayacaktır; bizi öldüren 
iyimserliktir ve iyimserlik en büyük günahtır. Umut 
etmeyi reddetmek ve inanmayı reddetmek, kaçınıl­
maz biçimde doğurmanın reddine yol açar, inkar et­
meye çabalanan bir bağdır bu, hatta dünyanın nüfu­
sunu 
.
azaltmaya çalışanlar bile, bu ilişkiyi uygun bi­
çimde ileri sürmeye cesaret edene kadar çok geç ola­
caktır. İşte bu yüzden nedenlere hiçbir şeyin etkisi 
yok; yol açtıkları etkilere ve kaçınılmaz sonuçlara 
üzülünüyor yalnızca. 


108 
Yoksul halklar yoksulluklarını engelleyemeyecek­
tir ve hiçbir merhamet çağrısı onların sefaletine çare 
olmayacaktır; bahtsız halklar, tuzu kuru halkların 
yardımlarının buhar olup gittiği uçurumdur, yalnız­
ca nüfusun azalması -hangi yolla olursa olsun- on­
ları yoksulluktan kurtarır, ama ulusal gururları buna 
engel oluyor, bu hiçlik insanlarını 
hiilii 
yönetmek ge­
rekiyor ve bu insanlar, tüm taşkınlıklarıyla, güçsüz­
lüklerine rağmen hakları olduğunu düşünüyorlar. 
Aslında, beş para etmez bir tinsellik adına bu yanıl­
samalar içinde varlıklarını sürdürmeye onları teşvik 
edenler, kargaşaya kargaşa katıyorlar ve onlara en 
dehşetli geleceği hazırlıyorlar, açlıktan öleceklerin 
açlığın içine kapanıp kalacağını onlara şimdiden öğ­
retmek en iyisidir, ne kadar erken düşünülürse o ka­
dar iyidir, fazlalık yoksa iyi niyet telafi edemez, he­
nüz zenginliğini koruyan ülkelerde bile bu böyledir, 
t�krar söylüyorum, çünkü onların bolluğu bir sava­
şın insafına kalmıştır. Savaştan sonra hepimiz mah­
volacağız ve savaştan kaçınamayız, çünkü sürdürdü­
ğümüz düzen, ölümcül bir barışın içinde, buyrukla­
rında olduğu kadar varlık nedenlerinde de ayrışa­
caktır. 


109 
Hiçbir tinsellik biyolojiye ve ekolojiye baskın çı­
kamaz, tüm tinsel şahsiyetler aşıldı, büyücülerle ra­
hipler arasında hiç fark yok, birilerine gidip danış­
mamız da ötekilerine saygı göstermemiz de bizi aşa­
ğılık kılar. Doğanın yasaları cin kovmalarla olduğu 
kadar vaazlarla da alay eder; büyücüleri tanımayı da­
ha iyi öğrendiğimiz günümüzde, onları engelleyerek 
suç işliyoruz, hele ki rahiplere olan sevgiden dolayı 
yapıyorsak bunu suçumuz iki kat artıyor. Tanrılara 
kurban vermeyi ve rahipleri onurlandırmayı reddet­
mek aslında kimseyi öldürmez, ama ekoloji konu­
sunda cahil olmak ve biyolojiyi horgörmek, tüm in­
san türü için en trajik geleceği hazırlamaktadır. Bi­
zim dinlerimiz vebadır ve onları destekleyen iktidar­
lar, zehirleyici fesat çeteleridir, bizim tinselliğimiz 
zihinsel yetilerin mastürbasyonundan başka bir şey 
değildir, artık bütün güç ve kaynaklarımıza ihtiyacı­
mız var, dünyayı yeniden düşünmek istiyorsak, ha­
yatın ve ölümün tek hakiminin insan olduğu bir 
dünya düşünmek istiyorsak başka çaremiz yok; tek 
hakimi, diyorum, beni iyi dinleyin, çünkü metafizik . 
aldatmaca son soluğunu verdi artık, kendi güçsüzlü­
ğümüzün ardına sığınamayız. 


l 10 
Daha ne kadar aldatabiliriz kendimizi? Bütün 
mühletler doldu, insan sayısı fırtınaların patlayacağı 
bir deniz gibi şişiyor, tükenmiş toprakta çabalarımız 
tükeniyor, her yer susuz kalacak, hava şimdiden sey­
rekleşti, besinlere artık daha az güveniyoruz, ökü­
men'i artıklar dolduruyor, her şeyi zehirliyorlar. Ha­
kikat saati aynı zamanda can çekişme saati mi ola­
cak? Ölümümüzün karşısına ne çıkartacağız? Devlet 
şeflerimizin buyruklarını mı yoksa tinselcilerimizin 
vaazlarını mı? Bu parazitler ve bu kargaşa tezgahçı­
ları bizim ne işimize yarıyorlar? Birileri bizi çürüme­
ye götürüyor, ötekiler bizi yüreklendirerek onları 
kutsuyorlar ve bizi kutsayarak da onları yüreklendi­
riyorlar; düzenli adımlarla kaosa doğru gidiyoruz, 
kalbimiz umut dolu, yan gelip yatılan hayal ülkesi­
nin peşindeyiz, bilim bizim otuz milyar çocuğumu­
zu ve torunumuzu ödüllendirecek, yüz ulus tek bir 
halk olacak ve üç ırk tek olacak. İmkansızın gelece­
ğini umut ederek, gerçekliğimizi küçümseyerek daha 
ne kadar kandırabiliriz kendimizi? Çünkü insan, ne 
olursa olsun, aşılmış olmayacaktır. 


1 1 1
Şimdiden çok kalabalığız ve düzende mucizeler 
olmadığından, belki İKİ BİN yılında yedi milyar ola­
cak insanlara şu an için sağladığımızın yarısı bile 
belki verilemeyecektir: Bu fikir gayet açık seçik gö­
züküyor, ama günümüzde açık seçik fikirler artık 
moda değil, Avrupa ruhu tutarlılığıyla birlikte kes­
kinliğini de yitirdi, eserlerini insanlığın geri kalanı­
na iletirken kendisinin bu eserler ölçüsünde olmadı­
ğını kanıtladı. Afrikalılar ve Asyalılar bizden ödünç 
aldıkları sözlere aynı anlamı vermiyorlar ve onlar, 
bizim söz dağarımızı kullanarak, bizi kendimizden 
kuşkuya düşürmek suretiyle alıyorlar intikamlarını. 
Avrupa zengin ve zayıf, Tarih bize zenginin görevi­
nin ya yoksuldan daha güçlü olmak ya da en kötüsü­
ne hazırlıklı olmak olduğunu öğretiyor. Bizim tinsel­
cilerimiz ve entelektüellerimiz yine de bir suçluluk 
duygu hissediyorlar; bu öyle belirgin ki, cömertliğiy­
le onları sarhoş eden hatada ayak diriyorlar, gözleri­
nin açılması durumunda Irkçılığa düşmekten çekini­
yorlar. Gözümüzün çok geç açılacağına ve Irkçılığın 
geleceği olduğuna inanıyorum. 


1 1 2
Ne Açlıktan ne Irkçılıktan kaçabileceğiz, tersini 
ileri sürenler gerçekliği inkar ediyor ya da bizim ka­
famızı karıştırmaya çalışıyor. Sanayileşmenin sağla­
dığı mutluluk kırıntılarıyla -bu mutluluk geçici bile 
olsa- kendini tatmin olmuş gören ve giderek daha da 
ilgisizleşen sokaktaki insana kızmıyorum. Sokaktaki 
insana kızmıyorum; yönünü şaşırmış bu bahtsız, an­
cak bir kabusun tam ortasında uyanacaktır, benim 
kitabım ona hitap etmiyor: Ben genç insanlara konu­
şuyorum, onlar, üniversitelerde ahlaka ve düzene 
başkaldırıyorlar, bu gençler çok fazla insanı korkutu­
yorlar ve eğer savaş patlak verirse ilk önce onların 
öleceğini biliyoruz. Ben bu törensel kurbanlara ko­
nuşuyorum; ölüm düzeninin sonunda kurban ettiği, 
ahlak adına -kurban etmeyle şekillenen, kanla yeni­
den güç kazanan bir ahlak adına- kurban ettiği genç­
lerin isyan nedeni hakkında onları aydınlatıyorum 
ve hatta isyanı meşrulaştırıyorum, dolayısıyla onları 
onaylıyorum, bununla birlikte, son tahlilde onlara 
itaati öğütlüyorum, çünkü haklı olmak, gelecekteki 
tüm kuşaklar adına haklı olmak yetmez, şimdiki za­
manda da hayatta kalmaya ve geleceğin kendini du­
yuracağı ana dek varlığı sürdürmeye ihtiyaç vardır. 


1 1 3 
Birbirimizin hala çağdaşı olamadığımız bu dünya­
da çok erkenden haklı çıkmak iyi değildir; çok er­
kenden haklı çıkmak ve sonuç olarak utanç içinde 
öfmek iyi değildir. Afrikalılar ve 
_
Asyalılar
.
Milliyet­
çiliği keşfettiler, Irkçılık onlara yabancı değil, bu in­
sanlar bizim izimizde yürüyorlar ve eğer onların göz­
lerini açmalarını bekliyorsak, onların kölesi ya da 
kurbanı oluruz, karılarımız onların fahişesi olur ve 
mallarımızı onlar talan ederler. Onları aşağıladığı­
mız için bizi affetmeyeceklerdir, sonra da köklerini 
kazımadan, kendiliklerinden feragat etmeye onları 
zorladığımız için bizi affetmeyeceklerdir; bizi yenme 
umuduyla bizi yeneceklerdir, eğer çok erkenden 
haklı çıkarsak, hem bizim tinselcilerimizden -ökü­
menizmin gölgesinde- yararlanıyorlar, hem de nes­
nelcilik kisvesi altında entelektüellerimizden yarar­
lanıyorlar: Tuzağa düşersek yandık. Kardeşlikten söz 
ediyoruz, karşımızdakilerin dilenci ve intikamcı, 
çirkin, sağlıksız, ahlaksız, acımasız ve despotik ol­
duğunu unutuyoruz, bizlerin en berbatından daha 
kötü ve en kararlı safsatacılarımızdan daha yalancı 
olduklarını unutuyoruz. 


1 14 
Bu nedenle, tiksindiğimiz düzeni ve aşağıladığı­
mız ahlakı, bu hükümsüz düzen ile bu kabul oluna­
maz ahlakı, ne birinin ne diğerinin yerine bir şey ko­
yabilmişken, heyhat, bunları elde silah savunacağız, 
çünkü karşıdakiler, savunulamaz ahlak adına ve 
mahkum edilmiş düzenin sancakları altında bize sal­
dırmaya hazırlanıyorlar. Herkese soruyorum: Bu 
Barbarların karşısına ne çıkartacağız? Hoşgörü, hatta 
aşırı hoşgörü mü? Bizi alaya alıp ezerler bizi. Eğer 
onların ordularının karşısına çiçeklerle süslü ve elle­
rimiz çıplak, barış vaaz ederek çıkarsak, Ortaçağdaki 
Moğollar gibi yaparlar, otuz bin silahsız Budist hacı, 
yüreklerine seslenebilme umuduyla karşılarına çık­
tığında, bir anlık şaşkınlıktan sonra hepsini yok etti­
ler. Ama sonradan Moğolların Budist olduğunu söy­
lerseniz, ben de hacıların öldüğü cevabını veririm. 
Bizim ölmemiz gerektiğinde, boğazımızı uzatmaya­
lım ve aldatılmış duygularla ölmeyelim, karşıtları­
mıza yüreklilikte onlarla eşit olduğumuzu kanıtlaya­
lım, yenildiğimizde onların bize muamele edeceği 
gibi davranalım onlara. 


1 1 5 
Hiçbir konuda anlaşamayacağız, çünkü her şeyi­
miz eksik olacak, ne Açlıktan ne de Irkçılıktan kaçı­
nabileceğiz, kendimizi birine teslim ederek diğerin­
den kaçamayız, bir gün yemek yiyebilmek için Irkçı 
olacağız, sözcüğün aldığı en kötü anlamda ihtiyaç 
insanı olacağız, hem Materyalist hem Irkçı olacağız, 
bu iki ilke birleşecek, tıpkı günümüzde Milliyetçilik 
ile Sosyalizmin birleşmesi gibi. Çünkü şu an fikirler 
sersemleşmiş insanlarla oynuyor, insanlar seçtikleri­
ni sanıyorlar ama seçtikleri şey onlara önceden bil­
dirilmişti, halklar kendi fikirlerinin oyuncağından 
ve imkanlarının nesnesinden başka bir şey değil, hiç 
bu kadar köle olmamışlardı, asla daha cinli ya da da­
ha deli olmamışlardı, onları peşlerinden sürükleyen 
deruni kinikler geviş getiren tebalarından daha az 
aptal değildir. Kimse açık seçik bir şey görmüyor, 
çünkü açık seçik fikir yok, felakete gidiyoruz ve bü­
tün yollar bizi oraya götürüyor, artık paradokslardan 
her zamankinden daha fazla bıkmışız, sadeliği arıyo­
ruz ama bunu ancak ölümde bulacağız ve bu yüzden 
yarın ölümle karşılaşmak kimseyi geriletmeyecek. 


1 1 6 
Efendilerimiz şamatacı ya da mülagatacı, cin ko­
vucu ya da uyutucu, kaostan ve ölümden zaman ka­
zanmaya çalışıyorlar, ama telafi edilemez olanı en­
gelleyemiyorlar ve dosdoğru felakete gidiyoruz. En 
canice fikirler yolun üzerinde bizi bekliyor ve biz 
onları atlatacak durumda bile değiliz, ihtiyaçlar ya­
kamıza yapışıp bizi vahşi hayvana döndürdükçe o 
kaçınılmaz kıyıya yaklaşıyoruz ve orada karşı karşı­
ya geldiğimizde, tüm insancıl yanılsamalarımızdan 
feragat edip rakiplerimizi uçuruma yuvarlayacağız. 
Kökünü kazıma geleceğin politikalarının ortak pay­
dası olacak, üstelik doğa da işin içine karışarak öfke­
sini bizimkine katacak. Yüzyılın sonu Ölümün Zafe­
ri'ni görecek, insandan bunalmış dünya aşırı kalaba­
lık canlıların yükünden kurtulacak, kudretlilerin bi­
ze hazırladıkları genel cehennemden saklanabile­
cekleri ada kalmayacak ve onların can çekişmemele­
rini seyretmek yanlış yola saptırdıkları halkların te­
sellisi olacak. Gelecekteki düzen yenilgilerimizin ev­
rensel vasisi olacak ve peygamberler, bizim harabe­
lerimizin ortasında, hayatta kalanları bir araya topla­
yacaklar. 


1 1 7 
Başımıza gelen her şey uzun süredir öngörülmüş­
tü ve Geleneğin yabancısı olmayanlar bu dünyanın 
mahkum olduğunu zaten biliyorlardı, ama kendileri­
ni işit�cek kulak bulamıyorlardı. İnsanın kalbi değiş­
medi, insanın kalbi derin ve karanlık denize benzer, 
değişimler yalnızca duyarlılığımızın i.şığı yansıttığı 
yüzeyde oluyor, ama biz derine indiğimizde olmuş 
olanı ve olacak olanı görürüz: Felsefe buraya pek nü­
fuz etmez ve yalnızca teoloji uçurumun zarlarını 
elinde tutar. Bizim teolojimiz sapmaların en yetkini 
oldu, biz onun suçlarının ve günahlarının kefaretini 
ödüyoruz: O doğayı kustu ve doğa intikamını aldı, 
bizler fizik-karşıtıyız ve sözde vahyedilmiş dinleri­
miz insan türünün mezarını inşa etmekten başka bir 
şey yapamadılar. Çarmıh deliliği artık insanın delili­
ğidir, kurban etme şehveti eserlerimizin sonuncusu­
dur, ölüm zevki fikirlerimizin sonu olacaktır. İçine 
gömüldüğümüz kaosta, düzende -yüzyıllardır ken­
dimizi onayladığımız ve bizim otomatik adımlarımız 
altında parçalanan ölüm düzeninde- olduğundan 
daha fazla mantık vardır. 


1 1 8 
Her şeyin parçalandığı gecenin içine giriyoruz, ar­
tık geriye bakamayız, aydınlıklar sonunda söndü 
orada; fikirlerimiz ve eserlerimizle tek başımızayız, 
bunların ortak ölçüsüzlüklerinin insafına kalmışız. 
Yine de yürümeliyiz, duracak kadar hakim değiliz 
kendimize, yolu kaybettik, ne zaman acı çeksek yol 
bizi götürüyor. Aslında, tam da dünyayı yeniden dü­
şünmediğimiz için cezalandırıldık, dünyayı insani­
leştirdiğimiz anda dünya bizden kaçıyor, bizden ka­
çıyor çünkü kendimizi tahayyül edemiyoruz ve artık 
hiç tahayyül edemiyoruz, hala saygı gösterdiğimiz 
şeye hakarette bulunmaktan çekiniyoruz. Kutsallığa 
hakaret etmek bizi kurtarırdı, bizim en özlü kısmı­
mız olmuş entelektüel cesaret yazgıya engel olabilir­
di: Anarşistler ve Nihilistler her şeyi kökünden sü­
pürmek istiyorlardı ve gelecek onlara hak verecektir, 
ama düzen var olduğu sürece onları eziyor ve eze­
cek, yıkıcılıktan bizi koruyan ve koruyacak düzen, 
ama kaosun ya da ölümün yıkıcılığından değil, kao­
s·a ve ölüme doğru safları sıklaştırarak yürümemizi 
emrediyor bize, yan yana, görev adımlarıyla ve ya­
kında kana bulayacağımız gecenin içinde. 


1 1 9 
Gençler dünyayı kurtaramaz, dünya artık kurtarı­
lamaz, kurtuluş fikri yanlış bir fikir, sayısız hataları­
mızın bedelini ödememiz gerekiyor, artık hiçbir şeyi 
telafi edemeyiz, çok geç, telafi vakti bitti, reform vak­
ti sona erdi. En mutlular dövüşerek ölecekler ve en 
sefiller mahzenlerin dibine yıkılıp kalacaklar ya da 
korlar arasında çiftleşecekler, orgazmın yardımıyla 
can çekişmeyi aldatabilmek için. Dünya acının ve 
vecdin çığlıklarıyla dolacak, insanların en safları 
kendilerini aşağılamamak için birbirlerini boğazla­
r_naktan başka çare bulamayacaklar. Can çekişme ter­
cihi bize kalan son tercih olacak, sanılandan daha 
çabuk geleceğiz bu hale, bugünden yarına uçuruma 
yuvarlanmış olacağız ve orada, uyanacağız, son solu­
ğumuzu verdiğimizi hissedecek kadar kısa bir süre 
için bile olsa. O zaman Yeni Dünya Fatihleri'nin gör­
dükleri şeyi göreceğiz: Onlar yaklaştıkça, bütün ka­
bileler dağların tepesinden kendilerini fırlatıyorlar­
dı, kaçınılmaz dehşeti önlemekti tek amaç, dehşetle 
birlikte ölümü de kandırarak .. .


1 20 
Ne mutludur ölüler! Deliliğe kapılarak doğuranlar 
üç kez daha fazla mutsuz! Ne mutludur hadımlar! 
Ne mutludur kısırlar! Döllemektense sefahati tercih 
edenler de mutludur! Çünkü şu an için Otuz Bir Çe­
kenler ve Oğlancılar aile babalarından ve anaların­
dan daha az suçlu, çünkü onlar kendi kendilerini 
yok ederken, diğerleri gereksiz ağızları çoğalta çoğal­
ta dünyayı yok edecekler. Kendilerine saygı göster­
meye bizi mecbur eden ve bize akıldışına çıkmayı 
öğreten tinselciler utansın! Eğer onlar hiç olmasaydı 
daha az sefil ve daha az gülünç olurduk, bu hayal va­
azcıları ve beş para etmez teselliciler artık hiçbir işi­
mize yaramıyorlar; yalnızca kendimize dair, onlara 
dair ve gerçekliğimize dair bizi aldatmaya yaradılar. 
Kalpazanlar cezalandırılıyor ama yanlış fikirlere iti­
bar kazandırarak yaşayanlar esirgeniyor, öyle mi? 
Hoşgörü bir aldatmacadır ve saygı bir sayıklama, bu­
nu işitmek için para alıyor ve para ödüyoruz, cehen­
nem ateşine gömülmeden önce bizi ölüme götürenle­
ri ölüme yollayacağız, bizden esirgemedikleri yolla­
rı düzleştireceğiz, sonra son olacak. 



Yüklə 357,37 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə