Kapitalist üretimin doğuşu



Yüklə 70,86 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix29.10.2017
ölçüsü70,86 Kb.
#7570


71

Kapitalist üretimin doğuşu

Özgür Öztürk 

Merhabalar. Ben öncelikle, Kapital’in Almanca aslından Türkçe’ye ka-

zandırılmasında  emeği  geçen  herkese  teşekkür  ediyorum,  hepimiz  adına, 

bir  kez  daha.  İkinci  olarak,  böyle  bir  organizasyonu  düzenleyen  Yordam 

Yayınları’na ve sayın Hayri Erdoğan beye de teşekkür ediyorum. Bu dua-

yen hocalarımızın yanında bizlere de yer verdikleri için ayrıca onur duydu-

ğumu belirtmek istiyorum.

Şimdi  benim  konuşmam  kapitalist  üretimin  doğuşu  üzerine  olacak. 

Biraz tarihsel bir konu. Bildiğimiz gibi Kapital esas olarak kapitalist üretim 

sisteminin  temel  işleyiş  özelliklerini,  hareket  yasalarını  ortaya  koyan  bir 

metin. Gelgelelim bu üretim sisteminin nasıl ortaya çıktığına, nasıl doğdu-

ğuna dair de epey malzeme buluyoruz Kapital’de, uzun uzun duruyor bunun 

üzerinde. Yani kapitalist üretime geçiş meselesi üzerinde de epey duruyor. 

Özellikle Türkiye gibi kapitalist sistemle geç tanışmış ülkeler açısından bir 

özelliği de var bunun. Zira, aslında Kapital’de ortaya konan şema, özellikle 

birinci ciltte ortaya konan şema, birebir uymuyor aslında Türkiye gibi ülke-

lere. Bunu Marx’ın kendisi de teslim ediyor. 1870’lerde, o dönemin ilk, en 

erken Marksistleri olan Rus Marksistleri ile yazışırken, Vera Zasoulich’le 

bir mektuplaşmasında... Zasoulich Marx’a şunu soruyor: Rusya’nın kapita-




72

Devrimci Marksizm

lizme hiç uğramadan doğrudan doğruya sosyalizme geçiş yapması mümkün 

müdür  gibi  bir  soru  soruyor.  Marx  buna  yanıt  vermekte  epey  zorlanıyor. 

Bunu da birkaç taslak hazırlamasından anlıyoruz, yanıt göndermeden önce. 

En sonunda kısa bir mektup gönderiyor yanıt olarak. Burada, kapitalizmin, 

kapitalist sistemin doğuşu üzerine Kapital’de yazdıklarının esasen sadece 

Batı Avrupa ile sınırlı olduğunu, Rusya için bir şey söyleyemeyeceğini as-

lında söylüyor.

Şimdi  ben  Marx’ın  bu  konuyu,  yani  kapitalist  üretimin  doğuşu-

nu  Kapital’de  nasıl  ele  aldığına  dair  birkaç  bir  şey  söyleyeceğim  kısaca. 

Ardından da Türkiye gibi ülkeler açısından neler söyleyebiliriz, yine kısa 

bazı yorumlar getirmeye çalışacağım.

Bir tespitle başlamak istiyorum. İlginç bulduğum bir şey ama. Kapital’de 

kapitalizm kelimesi hiç geçmiyor hemen hemen. Yani biz günlük yaşamda 

kapitalizm kelimesini çok kullanıyoruz. Hep kapitalizm kelimesini kullanı-

yoruz. Kapitalizm şöyle bir sistemdir, kapitalizm kötüdür, şu tarihte orta-

ya çıkmıştır vesaire gibi. Oysa Kapital’de bu kelime yok. Bu birinci cildi, 

yeni  çeviriyi  okurken  özellikle  ona  baktım.  Birkaç  yerde,  beş-altı  yerde, 

‘kapitalizme  özgü  üretim’  ifadesi  geçiyor.  Yani  kelime  olarak  kapitalizm 

birkaç  yerde  geçiyor,  her birinde  de  yanında bir  ‘üretim’  ibaresi  mutlaka 

var. Bunun aksine, Marx’ın en çok kullandığı ifade, yani döne döne kullan-

dığı, ‘kapitalist üretim’, ‘kapitalist üretim tarzı’, ‘özgül kapitalist üretim bi-

çimi’ vesaire gibi, hep kapitalist üretimi vurgulayan bir tercihi var Marx’ın. 

Bu neden? Yani Marx niye kapitalizm deyip geçmiyor da ısrarla kapitalist 

üretim ifadesini, kavramını kullanıyor diye düşünebiliriz. Yani üzerinde dü-

şünmeye değer bir sorudur.

Bunun aslında basit bir nedeni olabilir, beklentimizin aksine. Çünkü ke-

lime olarak kapitalizm daha geç kullanıma girmiş bir şey. Yani kapital, kapi-

talist gibi kavramlar kullanımdayken, bilindiği kadarıyla kapitalizm kelime 

olarak ilk kez 1854 yılında kullanılmış. Yani Marx da Kapital’i 1860’larda, 

60’ların ilk yarısında yazdığına göre, o dönemde çok geniş kullanımda ol-

mayabilir de aslında.

Belki de, daha muhtemel bir neden, Marx’ın aslında kapitalizmi bir üre-

tim sistemi olarak görmesi, kavraması. Bu şekilde analiz etmek istemesi. 

Yani Kapital’in temel meselesi, kapitalist üretim ve bu üretim sisteminin bir 

bütün olarak işleyişidir diyebiliriz de. Yani Marx bilinçli olarak yapmıştır 

diye de düşünebiliriz.

Şimdi Marx’ın yöntemine genel olarak baktığımızda, nasıl ele almış-

tır peki diye sorsak, yöntemine genel olarak baktığımızda, ikili bir bakışı 




73

Kapitalist üretimin doğuşu

var, sık sık karşımıza çıkıyor, çok sistematik bir ayrım tercihi var. Özellikle 

Kapital’de.  Ele  aldığı  olguyu  veya  konuları,  genellikle  bir  maddi  içeriği 

yönünden  inceliyor.  Bir  de  toplumsal  biçimi  açısından  inceliyor.  Yani  iki 

yönlü bir analiz tarzı var Marx’ın. Ama bu iki yön birbirine kopmaz biçim-

de bağlı. Bunu sık sık vurguluyor. Ayrıca, bir vurgusu da şu, yani bunlar 

örtük olarak tabii tespit ettiğimiz şeyler, genellikle maddi içerik toplumsal 

biçimin altında, ya da toplumsal biçimin belirlenimlerine tâbi olarak, onun 

yönetimi  altında,  onun  egemenliği  altında  sunuluyor  Marx’ta.  Marx  bize 

bunu bu şekilde anlatıyor.

Örnek verirsek galiba daha iyi olacak. Mesela, daha ilk başta, Kapital’in 

ilk sayfalarında metâı anlatırken bize, Marx bunun bir kullanım değerinin 

olduğunu  bir  de  mübadele  değerinin,  değişim  değerinin  olduğunu  söylü-

yor,  biliyoruz  hepimiz.  Yani  kullanım  değeri,  metânın  insan  ihtiyaçlarını 

karşılama  özelliğidir,  maddi  içeriğini  anlatır,  maddi  yönünü  anlatır  bize. 

Mübadele değeri ise, ya da değişim değeri ise metânın diğer metâlar kar-

şısındaki konumunu, dolayısıyla metâda içerilen emeğin, o metâda içerilen 

emeğin diğer metâlarda içerilen emekler karşısındaki konumunu, yani as-

lında insanlar arasındaki toplumsal ilişkiyi, piyasa dolayımıyla gerçekleşen 

toplumsal ilişkiyi anlatıyor. Yani bir toplumsal biçim, bir de maddi içerik 

var. Gelgelelim bu maddi içerik, bu toplumsal biçimin egemenliği altında, 

yönetimi altında, onun hükmü altında diyebiliriz. Zira kapitalist üretim, ya 

da metâ üretimi genel olarak, kullanım değeri üretimi değil, daha doğrusu 

özel olarak kullanım değeri üretimi değil; kullanım değerleri sadece değişim 

değerlerinin üretilmesi için bir araç Marx’a göre. Yani, hepimiz biliyoruz 

yani, bugün de insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmek kapitalistlerin 

esas amacı. Demek ki tüm süreç aslında mübadele değerinin egemenliğinde 

cereyan ediyor.

Marx’ın iki yönlü analiz tarzını kapitalist üretim sürecini analizinde de 

görmekteyiz. Marx’a göre kapitalist üretim süreci hem bir emek sürecidir, 

yani  kullanım  değerlerinin  üretildiği  bir  süreçtir.  Hem  de  bir  değerlenme 

sürecidir, yani artık değerin üretildiği, sermayenin kendisini büyüttüğü bir 

süreçtir. Bu bütünlük içinde yönlendirici ya da belirleyici olan, değerlen-

me sürecidir, ya da artık-değer üretimidir. Nasıl ki bir metanın üretiminde 

kullanım değeri yalnızca değişim değerinin üretilmesi için bir araçsa, genel 

olarak kapitalist üretimde de emek süreci yalnızca artık-değer üretiminin bir 

aracıdır. Emek süreci artık değer üretimine tâbidir.

Şimdi bir anlamda, biraz da basitleştirerek, emek süreci insanın doğa 

ile etkileşimini, insan-doğa ilişkisini konu alır diyebiliriz. Öte yandan, de-



74

Devrimci Marksizm

ğerlenme ya da artık-değer üretimi süreci insan-insan ilişkilerine işaret eder. 

Emek süreci, emeğin emek nesneleri ve emek araçları ile kurduğu ilişkileri 

anlatır. Emeğin üretim araçları, hammaddeler, el aletleri gibi nesnelerle kur-

duğu üretici ilişkiyi ifade eder. Buna karşılık değerlenme ya da artık-değer 

üretimi, ücretli emek sermaye ilişkisini ve bu temelde gerçekleşen sömürü-

yü ifade eder. Emek süreci açısından, işçi üretim araçlarını kullanır. Oysa 

değerlenme süreci açısından, üretim araçları işçiyi kullanır.

Peki kapitalist üretim nasıl ortaya çıktı? Marx kapitalist üretimi iki yön-

lü olarak ele aldığına göre bunun doğuşunu da her iki yönden ele almasını 

bekleriz. Ve gerçekten de böyledir. Kapital’in birinci cildinin geniş bir bö-

lümü kapitalist üretimin doğuşuna ve gelişimine ayrılmıştır. Ama maddi ve 

toplumsal yönler ayrı ayrı bölümlerdedir. Yani bir emek süreci olarak kapi-

talist üretimin doğuşu birinci cildin ortalarında incelenmekte, toplumsal bir 

sistem olarak ortaya çıkışı ise ‘ilkel birikim’ başlığı altında sonlara doğru 

ele alınmaktadır.

Emek süreci açısından, özgül kapitalist üretimin çıkış noktası el birliği-

dir. Bu çok sayıda işçinin aynı emek sürecinde bir arada çalıştırılmasıdır. Bu 

evrede kapitalist sistem henüz mevcut üretim tekniğini değiştirmemiş, nasıl 

bulduysa öyle almıştır. Ama ölçeğini genişletmiştir.

El birliği aşamasının ardından, manifaktür evresi gelir. Bu uzun bir dö-

neme  yayılmıştır,  kabaca  16.  yüzyılın  ortalarından  18.  yüzyılın  sonlarına 

kadar devam etmiştir. Temelde, bir geçiş evresidir. Manifaktür özünde ge-

nişletilmiş atölye üretimi demektir. Çok sayıda işçinin bir arada çalışması 

burada da temeldir. İşçi manifaktürde bir zanaatkârdır, ama tek bir işte uz-

manlaşır, parça işçidir. Çok sayıda işçinin bir arada çalışması ile teknik bir 

iş bölümü ve buna bağlı olarak da üretkenlik artışı söz konusudur. Marx, 

manifaktürün organları insanlar olan bir üretim mekanizması olduğunu vur-

gular. Yani esas olan yine insan unsurudur. Bununla birlikte, ürün artık bi-

reysel bir ürün değil, toplumsal ya da kolektif bir ürüne dönüşmüştür.

Manifaktür, iç evrimiyle makineleşmeye giden yolu açmıştır. Bu süreç 

zamanla makineli üretimi, en sonunda da makine sistemleri olarak fabrika-

ları yaratmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte 18. yüzyıl sonlarından itibaren 

artık  özgül  kapitalist  üretim  söz  konusudur.  Üretim,  artık  insan  unsuruna 

dayanmayan, nesnel bir organizasyona dönüşmüştür. İşçi, makinenin bir ek-

lentisi haline gelmiştir.

Makineleşmenin bazı sonuçları olmuştur. İlk olarak, makine, kol gücü-

nü gerekli olmaktan çıkardığı ölçüde, kadın ve çocuk emeğinin kullanımı-

nı başlatmıştır. İkincisi, makine emeğe olan göreli ihtiyacı da azaltmakta, 




75

Kapitalist üretimin doğuşu

işsizlik  yaratmaktadır.  Bir  diğer  konu,  işçinin  giderek  vasıfsızlaşmasıdır. 

Daha doğrusu, sadece tek bir işte uzmanlaşan parça işçinin yerine, her işe 

kolayca uyum sağlaması beklenen modern birey işçi geçmektedir. Kısacası, 

kapitalist emek süreci el birliğinden manifaktüre ve oradan makineli üreti-

me doğru kendi iç mantığı uyarınca evrilmiştir. Bu süreçte üretkenlik artmış, 

üretim ve emek toplumsallaşmıştır. Bu kapitalizmin tarihsel misyonudur.

Emek  süreci  açısından,  kapitalist  üretimin  çıkış  noktası  el  birliği  idi. 

Ama artık-değer üretimi açısından, kapitalist üretimin çıkış noktası ilk bi-

rikimdir. İlk birikim, özünde doğrudan üreticilerin üretim araçlarından ko-

partıldığı ve işçi haline gelmek zorunda bırakıldığı evredir. Sürecin temeli, 

köylünün topraktan kopartılması ve işçileşmesidir. Marx bu evrede piyasa 

dışı zor kullanımının kural olduğunu, üreticilerin devlet aracılığıyla zorla 

mülksüzleştirildiğini belirtir. Ama piyasa egemenliği bir kez kurulduğunda, 

artık bu tarz “ekonomi dışı” zorlamalara gerek kalmaz ve emekçiler üzerin-

deki baskı piyasanın kendi işleyişi ile halledilir.

Marx ilk birikimin sağlanmasında dünya piyasasının oluşumuna ve sö-

mürgeci pratiklere de dikkat çeker. Büyük ölçekli kapitalist üretim, gerek 

büyük miktarda hammadde temini için, gerekse üretilen çok sayıda malın 

satılması  için  dünya  pazarının  oluşumunu  beraberinde  getirmiştir.  Ama 

temel mesele, doğrudan üreticilerin, yani büyük ölçüde köylülerin üretim 

araçlarından, yani topraktan kopartılması ve zorla işçi haline getirilmesidir.

Demek ki, kapitalist üretimin doğuşu bir anlamda belirli bir evrim ser-

gilemiştir.  Dereceli  olarak  ilerlemiştir  diyebiliriz.  Hem  emek  süreci  açı-

sından,  el  birliğinden  manifaktüre  ve  oradan  makineli  üretime  ve  fabrika 

sistemine giden süreç. Hem de artık-değer üretimi açısından, ücretli emek 

sermaye  ilişkisinin  zorla  kurulması.  Peki  Türkiye  gibi  ülkelerdeki  durum 

nedir? Kapitalist üretimin doğuşu Türkiye’de benzer bir sıra izlemiş midir? 

Bu sorunun yanıtı “hayır”dır. Çünkü kapitalist üretim bir kez belli bir yer-

de ortaya çıktığında tüm dünyayı kaplayan yeni bir iş bölümü yaratmıştır. 

Kapitalist sanayi toplumları ile pre-kapitalist tarım toplumlarından oluşan 

bir uluslararası iş bölümü ortaya çıkmıştır.

Makineli üretim, kendi ülkesinde el zanaatlarını yıktığı gibi, Osmanlı 

gibi  pre-kapitalist  toplumlarda  da  el  emeğine  dayalı  üretim  sistemlerini 

yıkmıştır. Osmanlı’nın dünya kapitalist sistemi ile temas etmesi, el zanaatı 

tipi üretimin ve atölyelerin yıkımına yol açmıştır. Benzer bir durum örne-

ğin  Hindistan’da  da  görülmüştür.  Bu  ülkelerin  Batı  Avrupa  ülkelerindeki 

gelişme sırasını aynen izlemesi olanaksız hale gelmiş, çünkü daha sürecin 

başında üretim yapıları dağılmıştır. Bunun bir sonucu, Türkiye gibi ülkeler-




76

Devrimci Marksizm

de kapitalist üretime geçişin zorlaşmış olmasıdır. Nitekim bu ülkelerde ka-

pitalist üretimin başlaması ancak uluslararası iş bölümündeki dönüşümlerle 

gündeme gelmiştir. Ağırlıklı olarak da İkinci Dünya Savaşı sonrasında. Öte 

yandan,  bu  ülkeler  Batı  Avrupa’daki  gelişimi  aynen  izleyemedikleri  için 

süreç  son  aşamadan,  yani  doğrudan  doğruya  fabrikalarla  başlamıştır.  Bir 

başka  deyişle  sıçramalı  bir  gelişim  söz  konusudur.  Bu  sıçramayı  gerçek-

leştirme zorluğu, tek tek sermayeler açısından baktığımızda, bu sıçramayı 

gerçekleştirebilenlere avantajlar da yaratmıştır.

Türkiye’de bu geçişin tarihi olarak 1950’li yılları vermek gerekir. Yani 

Türkiye’de özgül kapitalist üretim ancak 1950’lerde başlamıştır. 1950’li ve 

60’lı yıllar, Türkiye’de köylü nüfusun önemli bir kısmının kentlere göç ede-

rek işçileşmesine tanık olmuştur. Bunun öncesindeki yüz yıllık dönem bir 

geçiş, ya da ilk birikim evresidir. Demek ki Türkiye’nin 19. yüzyıl başların-

dan itibaren kapitalistleşme yoluna girdiğini, ama ancak 1950’lerde kapita-

list üretime geçiş yaptığını söyleyebiliriz.

Türkiye  gibi  ülkelerde,  kapitalist  üretime  geçiş  Marx’ın  analiz  ettiği 

Batı Avrupa toplumlarına kıyasla bazı özgüllükler taşır. Ama geçiş bir kez 

yapıldıktan sonra, kapitalist üretimin yasaları kendilerini ortaya koymaya 

da başlamıştır diyebiliriz.

Ben burada keseyim, vaktimi aşıyorum. Teşekkür ederim.



Sorulara cevaplar

Koray’ın sorusu ile başlıyayım. Ticari kapitalizm ya da merkantilizm 

gibi terimler beni de rahatsız ediyor aslında. Demiştim hani, kapitalist üre-

tim  sürecini  iki  yönlü  kavradığı  için  onun  doğuşunu  da  iki  yönlü  olarak 

aktarıyor Marx. Mesela manifaktürü falan zaten kapitalist bir biçim olarak 

anlatıyor bize. Bir alıntı yapayım kısaca hemen: “İşbölümüne dayanan el 

birliği, klasik şekline manifaktürde bürünür. Kapitalist üretim sürecinin ka-

rakteristik biçimi olarak kabaca 16. yüzyılın ortalarından başlayıp 18. yüz-

yılın son otuz yılına kadar süren asıl manifaktür dönemi boyunca egemen 

biçim olmaya devam eder.”

Burada, sunumun başlarında bir şey getirmeye çalışmıştım. Kapitalizm 

ve kapitalist üretim arasında sanki bir ayrım gözetebilir miyiz gibi, sesli dü-

şündüğüm bir şey aslında. Özgül kapitalist üretim tarzı ise, Marx’ta, benim 

anladığım kadarıyla, spesifik olarak gerçekten de büyük sanayinin kuruldu-

ğu evreyi, yani Sanayi Devrimi sonrası, manifaktür sonrası evreyi, fabrikayı 

anlatıyor. Öyle algılıyorum ben. Çünkü onu ısrarla ‘özgül kapitalist üretim 




77

Kapitalist üretimin doğuşu

tarzı’ diye niteliyor. Makinelerin makinelerle üretilmeye başlanmasıyla be-

raber, bu üretim tarzı manifaktüre özgü dar teknik temelden, şundan bun-

dan kurtuluyor, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi temellerini kendisi 

üretebilen gerçek bir sisteme dönüşüyor. Buna Marx özgül kapitalist üretim 

tarzı diyor. Bunun öncesinde de kapitalizmin doğuşu, geçişi, onu da kapita-

list olarak niteliyor, burada bir sıkıntısı yok. Türkiye’de de mesela, 1950’ler, 

60’lar dediğim özgül kapitalist üretim tarzına denk geliyor. Sonuçta hepimi-

zin bildiği gibi Osmanlı toplumu, 19. yüzyıldan itibaren, 18. yüzyılın sonla-

rından itibaren hattâ, dünya sistemi ile bir bütünleşme içerisinde. Burada ti-

cari bir sermaye birikimi başlıyor, ticari burjuvazinin aracılık yaptığı. Bu bir 

ticari birikim dönemi. Yani bunu nasıl adlandıracağız bilmiyorum ama. Yani 

bir  birikim  var  burada  da,  ilk  birikim  var,  arkadaşımızın  hatırlattığı,  beni 

düzelttiği gibi. Gerçekten burada da bir ilk birikim dönemi var. Ama sanki 

biraz kavramsal bir netliğe ihtiyacımız var, benimkisi sadece bir öneriydi. 

Yani özgül kapitalist üretim tarzı sanayi temelli genellikle. İşte, kapitalizm 

ve kapitalist üretim ayrımı gibi bir şey gözetebiliriz sanki, ama tam beni de 

tatmin etmiyor. Sanıyorum, arkadaşımıza da bir şey söylemiş oluyorum. İlk 

birikimi şüphesiz atlamıyorum.



Kapital,  kapitalizmin  sınırlarını  gösteriyor  mu?  Şüphesiz  gösteriyor. 

Yani, emek açısından gösteriyor. En son, Lebowitz’in Kapital’in Ötesi ki-

tabında dikkat çektiği bir şey vardı. Sermayenin kendi içinde, engel ve sı-

nır tartışması yapıyor. Sermayenin engeli kendisidir, ama onu sürekli aşar, 

filan, ama sınırı, yani gerçekten sermaye ya da kapitalizmin sınırı varsa bu 

emektir. Bir yandan da doğadır, doğayı da ekliyor Lebowitz. Doğa kısmını 

açıkçası çok fazla görmüyoruz Kapital’de. Ama tabii ki emek kısmını, yani 

sermayenin sınırı olarak emek kısmını uzun uzun anlatıyor.

Son olarak da şu tekelci kapitalizmin Kapital’le olan ilişkisine çok kı-

saca  değinip  bu  ilk  birikime  dair  bir-iki  şey  daha  söyleyip  tamamlayaca-

ğım.  Sanırım  çok  fazla  aşmıyorum  süremi.  Tekelci  kapitalizm  teorisinin 

Kapital’le  ilişkisi  ne  düzeydedir  diye  soruyorsunuz,  yani  doğrudan  ona 

dayandığını  düşünüyorum.  Birtakım,  bazı  tartışılması  gereken,  tartışılabi-

lecek noktaları olabilir. Ama burada ne anlıyoruz o da önemli. Tekelci ka-

pitalizmi Sweezy ve Baran’ın kitabı açısından düşünüyorsak, doğrudan ona 

dayanıyor.  Yalnız  kavramsal  bazı  farklılıklar  var.  Artığın  artması  eğilimi 

diye Sweezy ve Baran ifade ederler bunu, yani artık-değerden ziyade artık 

kavramına  geçerler.  Genelleştirirler.  Marx’ın  kavramsal  çerçevesini  biraz 

değiştirirler.  Gelgelelim  mantık  olarak  ona  dayanır  gene  de,  yani  artığın 

artması eğilimi aslında artık-değerin kendine kârlı yatırım olanakları bula-



78

Devrimci Marksizm

maması durumunu ifade eder. Mesela, David Harvey’in en son kitabı, The 

Enigma of Capital, aşağı yukarı benzer bir perspektifi sürdürür. Yani Tekelci 

Kapitalizm kitabında Sweezy ile Baran’ın 50 yıl önce ortaya koydukları... 

Sürdürür çünkü Harvey de aslında Kapital’in o teorik çerçevesini az çok 

izlemeye çalışan biridir. Ama bu çok hakim olduğum bir konu değil.

Ben sadece bu ilk birikim meselesine bir-iki cümle daha eklemek isti-

yorum. Sizin de dediğiniz, ilk birikimin sürekliliği, “mülksüzleştirme yo-

luyla birikim” diyor buna Harvey, bu tartışılan bir konu. Ben birkaç yıl önce 

bir yazı da yazmıştım, bunu eleştirmiştim, bu doğru değildir diye düşünü-

yordum o zamanlar. Gelgelelim şimdi biraz daha yakın hissediyorum kendi-

mi, yani sürekli mülksüzleştirme kavramına biraz daha yakın hissediyorum. 

Çünkü  Türkiye’de  gerçekten  de  bunu  somut  olarak  gözlemliyoruz.  Bunu 

örnekleyip bitireyim.

Aynı zamanda bu bize şeyi de sanki anlatacak. Yani Kapital’in analiz 

çerçevesinin bazı bakımlardan yazıldığı döneme kıyasla bugün daha da ge-

çerli olduğunu sanki gösterecek diye düşünüyorum. Bir tanesi, işçileşme. 

Yani 50’lerde, 60’larda Türkiye’de sanayinin kurulmasıyla beraber bir işçi-

leşme dalgası başlamıştı. Gelgelelim son yirmi yıldır, son yirmi-otuz yıldır, 

bu  neoliberal  dalgayla  beraber  yeni  bir  işçileşme  dalgası  yaşanıyor.  Yani 

köylerde,  köylü  nüfusun  hızla  şehirlere  aktığını,  oralarda  işçileştiğini,  ya 

da işsizleştiğini işin doğrusu, görüyoruz. Niye? Çünkü yeni bir mülksüz-

leştirme dalgası yaşanıyor neoliberal politikalarla beraber. 90’ların başında 

Türkiye’de köylü nüfusun genele oranı yüzde 50 civarında imiş, bir kuşak 

sonra bugün bu dörtte bire inmiş durumda aşağı yukarı. Yani bir kuşak içeri-

sinde köylü nüfusun payı yarıdan, nüfusun yarısından nüfusun aşağı yukarı 

dörtte birine inmiş durumda. Bu her şeyden önce çok büyük bir demografik 

dönüşüm.

Ama  sadece  köylü  nüfusu  da  değil.  Meselâ  eskiden  bağımsız  olarak 

çalışan küçük mülk sahibi kesimler, bakkal, kasap, manav gibi küçük mülk 

sahipleri,  esnaf  diyegeldiğimiz  mülkçüler  mülk  sahipleri,  bunlar  da  hızla 

proleterleşiyorlar çünkü bu perakende ticaret alanı sermaye tarafından, bü-

yük sermaye tarafından ele geçiriliyor. On binlerce bakkal kapandı meselâ 

Türkiye’de,  son  on  yılda  on  binlerce  bakkal  kapandı.  Sadece  2000-2004 

arasında  60  bin  tane  bakkal  kapanmış,  yani  toplam  sayı  150  bin  civarın-

da. Yani bu şeyin büyüklüğünü buradan anlayabiliriz. Manav, kasap vesaire 

bunlar da o esnaflığı bırakıp marketlerde reyonlarda çalışmaya başlıyorlar, 

işçileşiyorlar. Sadece onlar da değil. Ulaştırma esnafı diyebileceğimiz, tak-

sici gibi, kamyoncu gibi insanların çoğu da aslında şu an ücretli işçi haline 




79

Kapitalist üretimin doğuşu

geliyorlar. Bağımsız tüccar diye bir meslek vardı eskiden, benim küçüklü-

ğümde vardı. Mesleğin nedir diye sorulduğunda “tüccarım” diye, ticaretle 

uğraşıyorum diye cevap verebilirdi insanlar. Şimdi öyle insanlar yok, çünkü 

bunlar ücretli işçi oldular. Pazarlama departmanında çalışıyorlar veya satın 

alma departmanında çalışıyorlar. Bir firmanın ücretli işçisi olarak çalışıyor-

lar.


Yani ne görüyoruz? Hızlı bir işçileşme süreci var. Nüfus, nüfus bileşimi, 

Türkiye’de bile görüyoruz bunu. Dünyada da buna benzer bir şey var. Nüfus 

bileşimi bir yanda sermaye sahiplerinin, kapitalistlerin, azınlığın, bir yan-

da da onların hesabına çalışan çoğunluğun bulunduğu basit bir ikili yapıya 

evriliyor. Bu Marx’ın Kapital’de bize anlatmaya çalıştığı şey aslında. Yani, 

orada üçlü bir model söylüyor aslında. Toprak sahipleri var aslında. Ama bu 

kalıntı bir şey aslında, sınıf, toprak sahipleri. Bunlar aslında kapitalist sını-

fın içinde eriyecek. Nüfus giderek basit bir yapıya evrilecek Marx’a göre. 

Sosyal bilimler içerisinden Marx’a yıllarca getirilen en büyük eleştirilerden 

bir tanesi buydu. Yani Marx bu iki sınıfı görüyor, halbuki bunların içinde 

geniş bir orta sınıf var, büyüyen bir orta sınıf var, bunu görmüyor, Marx’ın 

analizi hatalıdır deniyordu. Tersine bugün geldiğimiz noktada Marx’ın ana-

lizinin ampirik olarak da ve dünya genelinde, sadece Türkiye’de de değil 

dünya genelinde, her gün bir kez daha doğrulandığını görüyoruz. Yani ya-

zıldığı döneme kıyasla bugün daha geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yani, 

krizler vesaire zaten bunu her seferinde sermayenin sözcülerine de, kafala-

rına vura vura artık, gösteriyor. “Acaba Marx haklı mıydı?” diye soruyor-

lar. Marx haklıydı. Burada, esas itibariyle herhangi bir şeyimizin olmaması 

lazım. Ben teşekkür edeyim. Yalnız son bir şeyle bitireyim. Bir de Marx’ın 

büyük öngörüsü var biliyoruz. Yani kapitalist üretim tarzının aşılacağına ve 

daha eşitlikçi, özgürlükçü bir yeni toplumun kurulacağına dair bir öngörüsü 

de var. Bundan hiçbir şüphem yok, yani bu öngörünün de geçerli olacağına, 



kendini gerçekleyeceğine dair şüphemizin olmaması lazım. Teşekkür ede-

rim.

Yüklə 70,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə