Kapitalizm Norman Barry



Yüklə 44,79 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix29.10.2017
ölçüsü44,79 Kb.
#7567


Kapitalizm 

Norman Barry 

 

Kapitalizm, üretim araçlarına bireylerin sahip olduğu ve şahısların işgüçlerini gayri şahsi 



piyasa  tarafından  belirlenen  bir  fiyattan  satmakta  serbest  olduğu  ekonomik 

organizasyon  biçimidir.  Üretilen  eşyalar  ve  hizmetler  (otonom  olduğu  kabul  edilen) 

tüketicilerin  arzularını  yansıtır  ve  üreticiler  tüketicilerin  arzularını  karşılamaya  bu 

alanda  yapacakları  yatırımın  kendilerine  bir  kazanç  getireceği  düşüncesi  tarafından 

sevkedilirler.  Laissez-faire  (bırakınız  yapsınlar),  kapitalizm  ile,  laissez-faire  ilkesinin 

hakim  olduğu  yerde  rekabet  sürecinin  sonuçlarına  müdahale  etmeye  yönelik  devlet 

müdahalesinin  ya  hiç  olmayacağı  ya  da  çok  az  olacağı  anlamıyla  birlikte  düşünülür. 

Kapitalist  sistem  üç  üretim  faktörüne  sahiptir:  Sermaye,  işgücü  ve  toprak.  Sermaye, 

(yatırıma döndüğü vakit) faiz kazanacak fonlardan oluşur; işgücü marjinal ürününe eşit 

ücret  kazanır;  toprak,  kıtlık  derecesine  bağlı  bir  kira  geliri  elde  eder.  Müteşebbislik, 

kapitalist piyasa sisteminin hayatî bir unsuru olmasına rağmen, iktisatta tasnifi zor bir 

unsur  olagelmiştir.  Teorik  olarak  müteşebbislik  (girişimcilik)  kâr  fırsatına  (yani  fiyat 

farklılığına) hassaslıktır ve sermaye sahipliğine dayanmaz. Müteşebbisliğin ödülü kârdır 

ve kâr sermayeye ödenen faizden farklıdır. 

Kapitalist  toplum  bazen  toprak  sahipleri,  kapitalistler  ve  işçiler  olarak 

adlandırılan  üç  sınıflı  bir  toplum  olarak  tasvir  edilir.  Fakat  bu  tasvir  çok  yanıltıcıdır. 

Meselâ,  işçiler  sadece  satabilecekleri  bir  işgücüne  sahip  değildir;  aynı  zamanda  evler, 

sigorta poliçeleri, kişisel tasarruflar ve başka  biçimlerde  “sermaye” sahibidirler. Birçok 

küçük işte (esnaflıkta), mülkiyet sahipleri bir maaştan (ücretten) birazcık fazla bir selir 

elde edebilir. 

İktisatta, sermaye teorisi özellikle müşkül ve muğlaktır. Avusturya  İktisat Okulu 

tarafından ve bilhassa Böhm-Bawerk’in çalışmalarıyla geliştirilmiştir, Böhm-Bawerk bir 

üretim  faktörü  olarak  sermayenin  üretken  olduğunu,  yani  yatırıma  aktarılan 

sermayedeki  dönüşümün,  işgücü  girdisinin  değerine  indirgenemeyeceğini  gösterdi. 

Sermaye  esasında  “zaman”dır.  Eşyaları  nihaî  tüketim  safhasına  getirmek  zaman 

alacağından,  bireyler,  yatırım  için  kullanılabilecek  fonların  ortaya  çıkmasını  sağlamak 

için  tüketimden  imtina  etmelidir.  Bu  yüzden  kapitalizm  “dolambaçlı”  (roundabout) 



üretim  teknikleri  gerektirir.  Bu  teknikler  “beklemeyi”  zaruri  kılar,  fakat  uzun  vadede 

daha  fazla  tüketim  malının  ortaya  çıkmasını  sağlar.  O  zaman,  teorik  anlamda,  temel 

tüketimin  üstünde  ve  daha  sonra  yatırıma  dönüştürülen  bir  fazlalık  üreten  (meydana 

getiren)  bütün  sistemler,  sahiplik  tarzları  ne  olursa  olsun,  kapitalist  özelliklere  sahip 

olacaktır. 

Konvansiyonel  kapitalist  sistemin  ekonomik  gelişmenin  belirli  (normal  olarak 

post-feodal) bir safhası veya periyodu ile ilişkilendirilmesine rağmen kapitalist ekonomi 

biçimleri  tarihin  bütün  dönemlerinde  mevcut  olmuştur,  özel  mülkiyet  ve  ticaretin  ilk 

biçimleri  kadim  dünyada  ve  Orta  Çağ’da  vardı.  Amerika’da  kapitalizm  kendiliğinden 

gelişti  ve  bir  feodal  çağın  ardından  gelmedi.  Amerikan  kapitalizmi  bazı  tarihî 

süreçlerden  ziyade  özgürlüğün  ve  sınırlı  devletin  mahsulüydü.  Kapitalizmin  değişik 

türleri  vardır:  Ticarî  ve  finansal  kapitalizm  (kredi  ve  finans  araçlarının  özel  ellerde 

olduğu  sistem),  endüstriyel  kapitalizm  (çok  gelişmiş  bir  işbölümüne  dayanan  büyük 

ölçekli  (fabrika  çapında  girişimlerin-şirketlerin  özel mülkiyete  tâbi  olması)  ve  devletin 

piyasaya yoğun biçimde müdahale ettiği devlet ve refah kapitalizmi. 

Sosyologların  ve  iktisatçıların  en  fazla  aşina  olduğu,  endüstriyel  kapitalizmdir. 

Endüstriyel  kapitalizm  önce  İngiltere’de  18.  yüzyılın  sonunda  gelişti.  Çok  önemli  bir 

nokta,  bunun  Adam  Smith’in  Milletlerin  Zenginliği’nde  ele  aldığı  türden  bir  toplum 

olmamasıydı.  Bir  zamanlar  iktisat  tarihçilerinin  endüstriyel  kapitalizmin  gelişmesinin 

kitlelere  fakirlik  ve  şehir  hayatının  sefaletini  getirdiğini  iddia  etmiş  olmasına  rağmen, 

endüstriyel  kapitalizm  aslında  çalışan  sınıfın  hayat  şartlarında  devamlı  bir  iyileşme 

meydana getirdiğine dair deliller artık daha ağır basmaktadır. 

Marx’ın endüstriyel kapitalizm tasviri ve eleştirisi özel teşebbüse dayanan piyasa 

ekonomisine  günümüzde  yöneltilen  tenkitlerin  ana  kaynağı  olmaya  devam  etmektedir. 

Oysa  Marx  sadece  piyasa  sisteminde  sermayenin  rolünü  incelemeyi  tercih  etmiş  ve 

bildiğimiz  anlamda  kapitalizm  (özel  teşebbüse  dayanan  piyasa  ekonomisi)  hakkında 

nadiren  yazmıştır.  Yine  de,  Marksist  olmayanlar  bile  Marx’in  ekonomik  sistemlerin 

gelişmesiyle 

ilgili 

anlatımında 



kullandığı 

kategorilere 

dayanarak 

konuşmaktadır/düşünmektedir. 

Marx’a  göre,  kapitalist  üretim  tarzının  tarihi  bir  kategori  olarak  anlaşılması 

gereklidir.  Piyasa  ekonomisi  kanunları  insanın  tabiatıyla  ilgili  evrensel  olarak  doğru 

önermelerden yapılan çıkarsamalar değildir, ancak belirli tarihi kategoriler çerçevesinde 



anlamları  vardır.  Politik  ekonominin  işi,  bir  üretim  tarzından  ötekine  geçişi  açıklayan 

tarih kanunlarını bulup ortaya çıkarmaktır. Böylece, kapitalizm feodal sistemden, feodal 

sistemin sosyal yapısı özel mülkiyete, işgücünün serbest hareketine, ticarî işlemlere ve 

diğerlerine  sınırlamalar  koyan/onlar  tarafından  sınırlanan  sosyal  yapısı  teknolojik 

gelişmenin,  özellikle  işbölümündeki  genişlemenin  ve  fabrika  organizasyonunun 

büyümesinin baskısına artık dayanamaz hale geldiğinde ortaya çıkar. 

Kapitalizm,  mülkiyet  sahipliğine  dayanan  sınıflara  bölünmüş  bir  toplum  olarak 

tasvir  edilir.  Kapitalistler  üretim  araçlarına  sahiptir  ve  işçilerinse  satmak  için  yalnızca 

işgüçleri  vardır.  Sermaye  (üretim  araçlarından  müteşekkildir)  üretken  değildir:  Esas 

itibariyle  yığılmış  (biriktirilmiş)  işgücünden  oluşur.  Bu  yüzden  kapitalist,  işçiden  fazla 

değer  (surplus-artık  değer)  sökerek  (alarak)  “kâr”!  garantiler.  İşçilere  ödenen  ücretin 

çalışma gücünün yeniden üretilebilmesi (işçinin hayatta kalabilmesi) için gerekli  emek 

miktarının  (iş  zamanının)  değerine  (ve  işçileri  eğitmenin  maliyetine)  eşit  olduğu 

söylenir.  Oysa,  işgücü  tarafından  yaratılan  değer  onu  aşar;  böylece  işçi  kapitalist 

tarafından gasbedilen bir artı değer üretir. Ücret ödemeleri “değişken” sermayeyi, ham 

maddeler,  fabrika  ve  ekipmanlar  “sabit”  sermayeyi  teşkil  eder.  Sabit  sermaye  miktarı 

arttıkça kâr oranı düşer ve artan sermaye temerküzü bir “yedek işsizler ordusu” yaratır. 

Bu,  ücretleri  işçilerin  ancak  varlıklarını  sürdürmelerine  yetecek  seviyeye  doğru  iter. 

Kapitalizmin  böylesine  kötü  bir  tablosunu  çizmesine  rağmen  Marx,  kapitalist  sisteme 

üretici  güçlerinden  dolayı  hatırı  sayılır  övgüler  yağdırır.  Gerçekten  de  onun  faraziyesi, 

kapitalizmin müstakbel sosyalist sistem için bir bolluk dünyasını miras bırakacağıdır. 

Ancak Marx’ın kapitalizmin geleceğine ilişkin kehanetleri gerçekleşmedi. Liberal 

fikir  adamları,  daima,  sermaye  kendi  başına  üretken  olduğundan  sermaye  sahiplerine 

ödenen  payın  (sermayenin  gelirinin)  tüketimden  uzak  kalmanın  (tüketmemenin) 

mükâfatı olduğunu ve bu yüzden işgücünün sömürülmesiyle ilgisinin bulunmadığını ileri 

sürdüler.  Kapitalizmin  yarattığı  artan  verimlilik,  işgücüne  talebi,  işsizliğin,  rekabetçi 

sürecin  kaçınılmaz  bir  sonucu  değil,  fakat  daha  büyük  bir  ihtimalle  işgücü  fiyatını 

emeğin  piyasada  doğan  (market-clearing)  fiyatının  üzerinde  tutan  işçi  sendikalarının 

eseri olacak şekilde yüksektir. 

Kapitalizm  hakkında  yorum  yapan  diğer  bazı  kimseler,  Marx’ın  kehaneti 

çizgisinde  çökmemesi  mümkün  olmakla  beraber,  kapitalizmin  yine  de  laissez-faire 

doktrininde  tasvir  edilen  rekabetçi  modelin  uzağına  düşecek  şekilde  gelişme  eğilimi 




gösterdiğini iddia etti. Bu yüzden, büyük ölçekli girişimlerin (işletmelerin) büyümesinin 

“monopol  kapitalizmine”,  belirli  endüstrilerin,  “ölçeğe  göre  artan  getiriler”  yüzünden, 

neredeyse  rekabetten  muaflığı/bağışıklığı  fenomenine  yol  verdiği  söylenmektedir. 

Kısmen  (nominal)  liberalizme  sempati  duyan  bir  yazar  olan  Joseph  Schumpeter  dahi, 

modern endüstrinin bürokratik organizasyonunun merkezî planlamadan farkının pek az 

olduğunu, sosyalizmin gerçekte küçük ölçekli üreticinin yok olması yüzünden barışçıl bir 

şekilde hayat bulacağını ileri sürdü. 

Liberaller her zaman kapitalizmin kendiliğinden, eleştirenlerin imâ ettiği şekilde 

gelişeceği  iddialarını  reddettiler  ve  monopol  iddiasına  dayanan  “refah  kaybı”  tezine 

karşı  çıktılar.  Bir  monopol,  devlet  tarafından  kendine  bir  imtiyaz  verilmemesi  (ki  bu 

fiiliyatta  çoğu  monopolün  kaynağıdır)  halinde  monopol  kârı  yükseldikçe  rekabet 

baskısına  maruz  kalacaktır.  Liberaller  aynı  zamanda  modern  teşebbüs  (enterprise) 

ekonomisinin  büyük  firmalar  tarafından  kaplanan  miktarıyla  ilgili  iddialara  da  karşı 

çıktılar.  Bütün  Batı  ekonomilerinde  işçilerin  büyük  bir  çoğunluğu  geleneksel  küçük 

işletmelerde  istihdam  edilmektedir.  Hakikaten,  günümüzün  teknolojilerinin  çoğunun 

(pahalı  araştırma  bölümlerine  rağmen)  büyük  şirketlerden  ziyade,  bu  küçük 

işletmelerde keşfedildiği söylenmektedir. 

Kapitalizme  yöneltilen,  Marksist  olmayan  bir  başka  eleştiri  ise,  kapitalizmin 

gelişmesinin  tekerrür  eden  bolluk  ve  depresyon  dönemlerine  (trade  cycles)  tâbi 

olduğudur. En büyük depresyon, bütün Batı ekonomilerinde, özellikle ABD’de istihdam 

ve  üretimin  düştüğü  1930’lardaki  daralmaydı.  Keynes  regüle  edilmemiş  kapitalizmin 

yaygın bir şekilde zorunlu işsizliğe sebep olacak bir talep yetersizliği doğuracağını ileri 

sürdü.  Bu  sorun,  ancak  yüksek  miktarda  devlet  harcamasıyla  çözülebilirdi.  Batı 

ekonomileri,  Batı  Almanya  dikkat  çekici  örneği  hariç,  savaş  sonrası  dönemde  bu  tür 

yöntemlerle devlet tarafından düzenlendi. 

Liberal iktisatçılar her zaman anti-Keynesyen fikre sahip olmuşlardır. Onlara göre 

kapitalizmin  krizleri  haricî  sebeplerle,  esas  itibariyle  devletin  para  arz  ve  talebini 

kontrol etmesi yüzünden patlamaktadır. 

Milton  Friedman’a  göre,  Büyük  Amerikan  Bunalımı’nın  sebebi,  para  arzında 

büyük  bir  düşüşün olmasıdır  ve  bu  hatayı  yapan  Amerikan  Federal  Reserve  Board’dır. 

Liberal görüşte, para az çok istikrarlıysa, kapitalist ekonomi fiyat mekanizması yoluyla 

kendi  kendisini  düzenler.  Bu  istikrar  en  iyi  Altın  Standardı  veya  siyasî  baskıya  bağışık 




(immune) olan bazı para kurallarıyla sağlanır. Savaş sonrası yıllarda kapitalist sistemde 

meydana gelen problemler enflasyondan kaynaklanmaktadır. Bu (enflasyon), ekonomiyi 

talebi manipüle ederek idare etmeye yönelik Keynesyen teşebbüslerin sonucuydu. 

Liberal  dünya  görüşünde  kapitalizm,  bireyler  arasındaki  işlemlerden 

kendiliğinden  doğar.  Bir  bakıma,  mübadeleye  müsaade  eden  bütün  toplumlar 

kapitalizmden  izler  taşımaktadır.  Kapitalizm,  sadece  nispeten  önemsiz  olan 

mübadelenin  kendisinin  özgürlüğün  bir  ifadesi  olması  anlamında  değil,  fakat  aynı 

zamanda  (kapitalizmin)  devletten  bağımsız  ekonomik  merkezlerin  (birimlerin) 

gelişmesine izin vermesi anlamında da özgürlükle en iyi bağdaşan ekonomik sistemdir. 

Ayrıca kapitalizm aynı zamanda demokrasiyle de en iyi uyan ekonomik sistemdir, çünkü 

siyasetteki  tercih  ekonomideki  tercihlerin  doğal  karşılığıdır.  Mamafih,  son  yıllarda 

liberal  kamu  tercihi  iktisatçıları  (bilhassa  Buchanan  ve  Tullock)  sınırsız  çoğunluk 

kuralının ekonomik özgürlük üzerindeki olumsuz etkisini yoğun biçimde eleştirmiştir. 

Geleneksel  muhafazakârlar  ise  kapitalizme  daima  ihtiyatlı  bakmışlardır. 

Muhafazakârlık  kapitalist  ekonomik  kurumlardan  daha  önce  ortaya  çıkmıştır  ve 

muhafazakârlara  göre  kapitalizmin  kurumları  her  zaman  toplumun  çıkarlarına  tabi 

olmalıdır. Zaptolunmamış (pervasız) kâr arayışının toplumsal bakımdan ille de erdemli 

olarak  görülmesi  gerekmez  ve  muhafazakârlar  egoist  ekonomik  rekabetin  kurbanı 

olarak görünen kimselere karşı her zaman paternalist bir tavır takınırlar. Milliyetçiliğe 

dayanan  sebeplerle  muhafazakârlar  sınırsız  uluslararası  ticareti  tenkit  ettiler.  Bilhassa 

İngiltere’de  muhafazakârlar  tarihî  olarak  topraktan  çıkarı  olanlarIa  beraber  olmuştur. 

Gerçekten,  19.  yüzyılda  İngiliz  toplumunda  bölünmeler  sermaye  ve  işgücü  arasında 

olmaktan  ziyade  toprak  ve  ticaret  erbabı  arasındaydı.  Tahıl  yasalarını  kaldıranın  bir 

muhafazakâr  hükümet  olmasına  rağmen  tarımı  himaye  her  zaman  muhafazakâr 

ekonomi politikasının temeli olmuştur. 

Bununla  beraber,  20.  yüzyılda  nominal  liberal  partiler  kapitalizmi  savunan 

partiler  olmaktan  çıktı.  Sosyalizmin  yükselmesinden  itibaren  ticarî  çıkarlar  kaçınılmaz 

olarak  muhafazakârlıkla  ilişkilendirilir  oldu.  Fakat  muhafazakârlar  uzun  zaman 

Keynesyen “managed kapitalizmi” (yönlendirilen kapitalizm) ve onun sosyal ortağı olan 

Devlet  kapitalizmini  benimsedi.  Kapitalizmin  hakiki  destekleyicileri,  mesela  Hayek, 

kapitalizmin  hayatiyetini  muhafaza  etme  teşebbüsünde  siyasî  partilerden  ziyade 

kanaatleri etkilemeyi daha yararlı ve daha mümkün buldu. 




Son zamanlarda Batı’daki muhafazakârların Hayek ve Friedman tarafından ortaya 

konan  kapitalizm  felsefesini  benimsemesine  rağmen,  bu  benimsemenin  muhtemelen 

entelektüel  olmaktan  ziyade  taktiksel  olmasının  önemli  bir  nedeni  vardır.  Kapitalist 

toplum  daimî  değişime  mevzudur,  servetler  piyasanın  kaprislerine  bağlı  olarak  artar, 

azalır  ve  bireyler  sadece  fiyat  bağı  tarafından  birarada  tutulur  görünür.  Geleneksel 

muhafazakâr  toplum  anlayışı,  bir  düzenlenmiş  hiyerarşidir.  Devlet  bu  hiyerarşiyi 

muhafaza etmek mükellefiyetiyle yükümlüdür ve bu mükellefiyet bir kapitalist düzenin 

açıklık ve hareketliliğiyle çatışır. O zaman, mufazakâr  sosyal düzen görüşü sosyalizmle 

bir  ortak  noktaya  sahiptir.  Kapitalist  sistemi,  iddia  edilen  anonimliği  yüzünden  ve 

kuralsız/değer tanımayan bireyler ortaya çıkarıyor diye sosyalizm gibi kınamaya istekli 

olmak…  Belki  bu  yüzden  muhafazakârlar  20.  yüzyılda  kapitalizmin  devlet  tarafından 

regüle edilmesini kabul etti.  



 

 

Yüklə 44,79 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə