Konferans-1



Yüklə 23,89 Kb.
tarix07.12.2017
ölçüsü23,89 Kb.
#14322

Konferans-1

Mehmet Zihni Sungur

Psikoterapide Alarmlar ve KDT’nin Budizm Yanısıra Sufizmden Öğrenebilecekleri

Psikiyatrik uygulamaların karşı karşıya olduğu bir problem müşterilerine mana sunabilecek kadar yeterli teorik bir çerçeveden yoksun olmalarıdır. Sıklıkla uygulayıcılarına da bu manayı sunmakta başarısızdır. Bunun aksine, doğu disiplinleri manaya odaklanmıştır ve akıl ve mantığın merkezi veya temel olmadığı bir strateji kullanırlar. Öte yandan, modern batılılar kendi zaman ve kültürlerine özgü teknik araçlara ihtiyaç duymaktadır. İşte tam da bu nokta sufi yaklaşımının resme katıldığı yerdir.

Sufizm herhangi mistik bir din değildir. Aslında belirli bir bilgiyi sunan bir bilimdir ve belirli amaç ve sonuçları vardır. Tüm aktivitelerimizin altında yatan şey, çabalarımıza mana ve yön veren amaçlarımızdır. Mevlevi geleneğindeki “Sema” töreni nefsi terk ederek, doğruyu bulma ve olgunluğa ulaşmış birisi olarak ruhani yolculuktan dönmeyi sembolize eder. Sonsuz bir amaç olmaksızın semazenlerin sürekli dönemeyecekleri gibi eğer amaç hayattan çıkarılırsa aktiviteler de sönecektir. Sufiler insan yaşamının amacını sorgularken, psikologlar da girişimlerinin amacını sorgularlar. Eğer mental sıkıntıları azaltmak ve ruh sağlığını geliştirmek temel hedeflerse: bu hedeflerimizin ilk kısmıyla gayet iyi uğraştığımız söylenebilir ancak ruh sağlığını geliştirmek için atmamız gereken hangi adımlar daha var acaba ?

Çağdaş bilgilerimizin, mananın kendisiyle ilgili söyleyebilecekleri çok azdır. İnsanların manayı empoze ettiği ancak keşfetmediğinin ötesinde bir şey söylememektedir. Bu yaklaşımın psikopatoloji üretimi ve yatıştırılmasındaki rolü hayati önem taşıyor olabilir. Sufi yaklaşımına göre insan yaşamının amacı sıradan bir insanın algısal yelpazesinin dışında olabilir ve sufizm bu yelpazeyi genişleterek bir görüş ve farkındalık sağlamayı hedeflemiştir. Sufizm otomatik düşüncenin, koşullu bağlantıların ve telkin edilmiş değerlerin insan algısını ve yenilikçiliğini kısıtladığını belirtir.


Konferans-2

Tammie Ronen
Doğrudan Çocuklarla Yapılan ve Çocuğa Yönelik Terapiler: Bir Bilişsel-Gelişimsel Terapi Modeli
Bu sunum bilişsel davranışçı terapileri çocuklar ile uygulamanın yeni entegretif bir modelini konu almıştır. Bu model gelişimsel değerlendirmeleri, sosyal ve emosyonel gelişimi, çocukların bilgi işlemleme doğasını ve aile özelliklerini tek bir girişim çatısı altında birleştirmektedir. Yetişkin KDT’sinde temel bileşenler düşünce, duygu ve davranışlar arasındaki bağlantıları keşfetmek ve bireyin değişim oluşturabilme becerisini anlamak üzerine kurulmuşken çocuk KDT’sinde ana bileşen beceri kazanılmasıdır. Bu modelin altında yatan temel varsayım değişimi sağlayabilmek için çocukların uygun beceriler konusunda eğitilmeleri ve bu becerileri uygulamaları gerektiği şeklindedir. Yeni becerilerin uygulanması (tedaviyi çocuğun anlama, kabullenme ve değişime becerilerini yönlendirebilmek için) sözel ve sözel olmayan terapilere gereksinim duyar. Bu sunum bu çocuklara uygulanacak bir kognitif girişimde anahtar bileşenleri bir araya getirmektedir.
Konferans-3

Mark Freeston
KDT Uygulamalrında Kapasite Geliştirme: Eğitim ve Süpervizyonda Kritik Noktalar
Resmen algılanişi bir tarafa, KDT’de eğitim ve süpervizyon genellikle klinik, akademik ve profesyonel sistemlerin birleşmesiyle oluşmuş bir klinik/eğitim sistemidir. Eğitim verenler bu sistemlerin en azından birine ve hatta çoğunlukla aynı anda biredn fazlasına aittirler. Ancak, bitin sistemler sınırlı kaynaklara sahiptir ve anahtar bit kaynak yavaşça geliştiğinde, o sistemin gelişmesi ve genişlemesi aöısından hız belirleyici basamak oluverir. Eğitim sistemleri açısından süpervizyon aşamasına gelinceye kadarki tipik ilerleme belirli bir zaman alacağından terapi provizyonunun gelişmesinde süpervizyona geçiş hız kısıtlayıcı basamak olabilir. KDT’de eğitimin hızı görece hızlandırılabilirken süpervizyon bileşeni tipik olarak sabit kalır. Bir süpervizyon modeline uyarlayacak olursak, büyümeyi sürdürmek için verilen her hangi bir eğitim sistemi sistematik olarak süpervizyon kaynaklarını planlamalı ve geliştirmelidir. Sistemlerin terapist ve süpervizör yetiştirme hızlarını, süpervizör sisteminin üzerindeki dirençleri ve sürdürülebilir büyümeden emin olabilmek için atılması gereken adımları göstermek için eğitim sistemlerinin olgu örnekleri kullanılacaktır. Açık mekanizmalarla süpervizör geliştirmeyi hızlandıran net ve proaktif startejiler terapi verilmesinde gerekli ve kaliteden emin olunarak KDT’nin sürdürülebilir genişlemesini sağlayacaktır.

Konferans-4

Michael Rosenbaum
İnsanları Mutlu Etme Eğitimi: KDT Uygulamalarından Öğrenilebilecekler
Konuşmacı tarafından geliştirilmiş olan “Öznel iyilik halinin beceri modeli” sunulacaktır. Bu model, anksiyete, depresyon, agresyon ve bunlarla birlikte öznel iyilik hali gibi psikolojik sendromları sosyal koşullar ve insanın eğilimlerinin ortak bir etkileşimi olduğunu varsaymaktadır. Yani insanlar acımasız hayat olaylarının veya kendi kişilik zayıflıklarının kurbanı değildirler. İnsanlar, yaşamları boyunca olumsuz koşullarda yeterli düzeyde işlevsellik göstermelerine ve iyi hissetmelerine olanak sağlayacak bir çok psikolojik beceri kazanırlar. Psikolojik beceri, belirli bir hedefe ulaşmak için gerekli olan davranışlar, kognisyonlar ve emosyonların oluşturduğu bir küme olarak tanımlanabilir. Çalışmamız bireysel iyilik halini sürdürmek için gerekli bir takım çekirdek becerileri tanımlamıştır. Bunlar, kognitif yeniden çerçeveleme gibi özdenetim becerileri (düşünceler ve cümleler) yanı sıra problem çözme, farkındalık ve kabul becerilerini içermektedir. Bu temel özdenetim becerileri önemli diğer becerileri (sosyal, akademik ve evlilik becerileri gibi) gelişmesi için gereklidir. Bu sunumda, psikolojik iyilik haliyle ne kastedildiğini ve otonom becerilerle nasıl kazanıldığı ve sürdürüldüğünü açıklayacağım. Yaklaşımımız insan davranışının çeşitli patolojik modellerinin aksine yükselmekte olan pozitif psikolojik alanla aynı doğrultudadır.
Konferans-5

Raymond W. Novaco
Ağır Psikiyatrik Hastalığı Olan Kişilerde Öfke Denetimsizliği ve Tedavisi
Klinik bozukluklar veya ciddi vahşette görülen öfkenin temel problemi olan özelliği kontrol edilemeyişi, bir başka deyişle denetimsizliğidir (örneğin harekete geçmesi, ifadesi ve etkileri uygun kontrolden yoksun olarak oluşur) ve tedavi girişimlerine olanak sağlayan bilişsel-davranışçı sistemlere siper olmasıdır. Klinisyenler, hastalar ve hatta araştırmacılar genellikle öfkeyi anlık durumlara var olan düşüncelere ve süreğen inançlara bağlama eğilimindedirler. Sistemler-oryantasyonlu düşünce öfkeye bağlamsal ve dinamik bir fenomen olarak birbiriyle bağlantılı kişilerarası ve çevresel sistemler içerisine gömülmüş kişisel yatkınlıklar olarak yaklaşır. Tekrarlayan öfke ve şiddet işlevsellikleri ve köklü sembolik yapıları yanısıra inhibitör kontrollerin ve nötralize edici etkilerin görece olmayışı ile varlığını sürdürür. Bir sistem içine öfke ne kadar gömülmüşse o kadar kalıcı veya değişime dirençli olacaktır. Ciddi öfke güçlükleri yaşayan insanlar için öfke tartışmasız tehdit algısıyla iç içe geçmiştir ve aktivasyonu otomatik ve inatçı oluşuyla karakterizedir.

Öfkenin değerlendirilmesi ve tedavisine bağlamsal olarak yaklaşmak gerekir. Bir çok diğer sıkıntı verici duyguların içerisine gömülü olmasından ve “delilik” ve “kötülük” ile sembolik bağlarının olmasından dolayı öfkenin değerlendirilmesi daha az doğrudan olmalıdır. Hastanelerde ve toplumda klinik popülasyonla yapılmış olan “ample” araştırma öfkeyi yaşamları içinde “salient” bir faktör ve şiddet davranışları için ise önemli bir risk faktörü olarak ortaya koymuştur. Bununla birlikte, öfkenin değerlendirilmesi reaktiviteye açıktır. Psikiyatrik hastane ve adli kurumlarda bulunan şiddetli hastalığı olan yüksek öfkeli saldırgan kişilerden elde edilen verilerle ortaya konmuş çeşitli değerlendirme yöntemleri sunulacaktır.

Bilişsel-davranışçı öfke tedavisi öfke-denetimi mekanizmalarını güçlendirir ve bunu hem birey odaklı hem de çevresel girişimlerle yapar. Kronik öfkenin sosyal uzaklaştırıcı etkisi ve diğer insanların öfkeli kişilere karşı geliştirdikleri olumsuz beklentiler (tedavi ekibi de dahil) terapötik değişim çabalarını olumsuz etkilediği gibi tedavi etkilerini tersine de çevirebilir.

Şiddetli öfke problemi (PTSB, psikoz ve entelektüel güçlük gibi klinik durumlardaki) olan hastalarla yapılmış bir grup tedavi tedavi sonucu çalışması hem bireysel hem de grup şeklinde yapılmış olan öfke tedavisiyle ilişkili anlamlı kazanımlar bulmuştur.

Yüksek düzeyde sıkıntıları olan ve kompleks ihtiyaçları olan hastalarla bile tedavi kazanımlarına ulaşıldığına göre öfke kontrolünü sağlamakta zorlanan ve psikolojik ve fiziksel problemleri için klinik yardım arayışı içinde olan birçok kişi için çok daha fazla ümitvar olabiliriz.
Konferans-6

Dominic Lam
Bipolar Bozuklukta KDT: Bir Sonraki Adım Ne?
Bipolar bozukluk önemli suisid riski ve yüksek sosyal maliyetiyle birlikte ciddi bir hastalıktır. Bipolar bozukluğun geleneksel tedavisi ağırlıklı olarak farmakoterapi olmuştur. Ancak klasik bipolar bozukluğu olan hastaların önemli bir kısmı relaps yaşamaktadırlar. Son yıllar bipolar bozuklukta psikolojik tedavilerin hızlı bir gelişimine şahitlik etmiştir (aile odaklı terapi, psikoeğitim ve kişilerarası sosyal ritim terapisi gibi).

Yüzden fazla bipolar hastanın katıldığı duygudurum dengeleyicilerine eklenmiş kognitif terapi (kombine tedavi) ile duygudurum dengeleyicilerini karşılaştıran randomize kontrollü bir çalışma yaptık. Bu çalışmada kombine tedavinin yalnız duygudurum dengeleyici tedavisine üstünlüğü gösterildi (Lam ve ark. 2003, 2005). Sağlık ekonomisi verileri kombine tedavinin maliyet etkinliğini göstermiştir. Ancak, Scott ve ark. (2005) gerek akut fazda gerekse relaps önlenmesinde KDT’nin yaralı olmadığını bildirmişlerdir. Öte yandan Miklowitz ve ark. (2007) tarafından yayınlanan bir makalede bipolar depresyonda KDT’nin anlamlı faydalarını bildirmiştir. Bu sunumda, bipolar bozuklukta kullanılan psikolojik terapilerin etkilerini gösteren bir meta-analiz de sunulacaktır. Anlamlı bir fayda bulmamış olan çalışmalar başarılı girişimlerle karşılaştırılarak aralarındaki farklar vurgulanacaktır.


Konferans-7

Antonio Pinto
Şizofrenide KDT Uygulamaları: Çağdaş Yaklaşımlar
Şizofrenisi olan bireylerde yeti yitimine yol açan sosyal, kognitif, affektif ve günlük işlevsellikteki bozulmalar her bir hastanın ihtiyacına göre uyarlanmış farmakoterapi, psikososyal ve psikoterapötik girişimleri gerekli kılmaktadır.

Son yıllarda, antipsikotik ilaçlarla tedavi çabalarına rağmen psikotik semptomlar yaşayan psikoz hastaları için gelişmekte olan kognitif davranışçı terapilere artan bir ilgi olmuştur. Şizofreni tanısı olanların dörtte birinin, hatta bazen yarısının delüzyonlar veya halüsinasyonlar gibi işlevsellikte bozulmaya neden olan ilaca dirençli süreğen semptomlarının olduğu tahmin edilebilir. Bir çok hastanın hoş olmayan yan etkilerden dolayı uzun dönem ilaç tedavisine isteksiz oluşundan ve ayrıca ilaç tedavisine uyum sağlasa bile hastalarda relapsların sıkça görülmesinden dolayı psikotik semptomlara yönelik etkili bir psikolojik bir girişime ihtiyaç vardır.

1940’larda ve 1950’lerde şizofreninin psikolojik tedavileri psikodinamik teoriler ve aile teorileri temelliydi (davranışsal ve iletişimsel örüntüler “hasta ailelerde” başkalaşmıştır-Fromm Reichmann). Bu görüşlerin hiç birisinin etkinliği gösterilememiştir.

1970’lerde ise aile ortamının doğasının hastaneden taburculuk sonrası relapsları öngördüğü gösterilmiştir (Brown, Vaughn).

Aile atmosferinin iyileştirilmesi, sosyal beceri kazanılması ile relaps riskinin azalması arasındaki bağlantıları gösteren ilk klinik çalışmalar vurgulanmıştır (Bellack, Hogarty, Lieberman). Bu çalışmaların sonuçları olumlu ve cesaret verici olmuştur.

Şizofreninin KDT’si Beck’in emosyonel hastalıklar için geliştirdiği teorisinden alınmıştır. Genel teorik model problem odaklı geniş bir teknikler yelpazesi üzerine kurulmuştur. Kişinin kendisi, dünya ve gelecekle ilgili varsayımlarını düzenlemeyi ve yaşadığı olaylarla ilgili hatalı veya taraflı kognisyonlarını değiştirmeyi hedefler (Beck, 1976).

Bu noktada önemli bir katkı “stres yatkınlık modeli” ile Carlo Perris tarafından gelmiştir. Onun “metakognitif” çerçevesi şizofrenideki KDT’nin temel özelliğini içgörünün desteklenmesi şeklinde tarifler. İyileşmiş içgörü, hastalığın zararlarının algılanmasına paralel olarak, terapinin faydalarının daha iyi anlaşılması ihtimaline kapı aralar.

Bu son hedefler, hastaların hem tedavi ekibiyle daha güçlü işbirliği kurmalarını hem de topluma başarılı bir şekilde adaptasyonlarını sağlamak açısından kayda değer önemdedir.



Randomize kontrollü çalışmalar, şizofreni hastalarının genel semptomatolojisinde ve uzun dönem tedavilerinde KDT ile daha iyi sonuçlara ulaşıldığını göstermiştir. Bu aslında şaşırtıcı değildir çünkü KDT’nin bir çok tekniği delüzyonlar, halüsinasyonlar ve onların davranışsal sonuçlarını hedef alır.

Gelecek yıllarda yapılacak araştırmalardaki güçlükler; kanıta dayalı tedavileri Mc Gorry’nin grubunca belirtildiği gibi erken evre psikozda önleyici stratejilere yaygınlaştırmak ve tedaviye dirençli semptomların tedavisi için spesifik girişimleri keşfetmek olacaktır. Bununla birlikte, çeşitli nöropsikolojik eksikliklerle psikoz arasında bir ilişki olduğunu gösteren önemli kanıtlar vardır. Bu eksiklikler ilk epizot psikoz hastalarında bile belirgindir. Nörobilişsel işlevselliğin tedavisi muhtemelen tedavideki kilit hedef olacaktır.
Yüklə 23,89 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə