KüLTÜrel değİŞİmde modernleşme ve çAĞDAŞLAŞma yuvali, Abdullah TÜRKİYE/турция özet



Yüklə 51,73 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix04.11.2017
ölçüsü51,73 Kb.
#8484


 

 

 



863 

 

 



 

 

KÜLTÜREL DEĞİŞİMDE 



MODERNLEŞME VE ÇAĞDAŞLAŞMA 

YUVALI, Abdullah 

TÜRKİYE/ТУРЦИЯ 



ÖZET 

Tarihî  süreçte  insanı  ilgilendiren,  soyut  ve  somut  her  şey  kültür  terimi  ile 

açıklanabilir. Bu nedenle kültür tıpkı canlılar gibi doğar, gelişme zeminine bağlı 

olarak,  hızlı  veya  ağır  ama  mutlaka  gelişir,  gelişirken  değişir  veya  ölür,  yerini 

başka bir kültür alır.  

Kültürlerdeki  yaşama,  değişim  olayında  iki  kavram  üzerinde  durmak 

istiyoruz.  Zira  bu  iki  kavram,  birbirine  yakın  hatta  çoğu  zaman  biri  diğerinin 

yerine kullanılmış, kullanılmakta olan “Modernleşme ve Çağdaşlaşma” olayını 

ele  almak  istiyoruz.  Çağdaşlaşma  olayı  Rönesans  ile  ilgili  olup,  batı 

dünyasındaki  antik  çağın  bilim,  sanat  ve  düşüncesinin  XV.  yüzyıl  insanın 

ihtiyacına  cevap  verecek  biçimde,  XV.  yüzyıl  bilgi  ve  teknolojisi  ile  dizayn 

edilip  yaşanır  konuma  getirilmesidir.  Batı  dünyasındaki  kültürel  değişme  ve 

gelişme, Rönesans ve dolayısıyla çağdaşlaşma temeli üzerinde cereyan etmiştir. 

Modernleşme  ise,  çağdaş  konuma  gelebilen  kültürel  unsur  ve  değerlerin  bir 

başka topluma “Modernleşme” olarak yansımış ve yansıtılmaktadır.  

Tebliğimizde  “Modernleşme”  ve  “Çağdaşlaşma”  kavramlarını  tarihî  süreç 

içerisinde  ele  almak  suretiyle  zaman  zaman  kültür  hayatımızdaki  kavram 

kargaşasına  açıklık  getirmek  ve  özellikle  de  Büyük  Atatürk’ün  “Çağdaş 

Medeniyet” sözünden hareketle konuyu incelemek istiyoruz.  

Anahtar Kelimeler: Kültür, değişme gelişme, modernleşme, çağdaşlaşma.  

--- 


Günlük  hayatımızda  sıkça  kullanmış  olduğumuz  “çağdaşlaşma”  ve 

“modernleşme” 

kelimeleri 

bilim 


ve 

kültür 


hayatımızı 

yakından 

ilgilendirmektedir.  Farklı  meslek  grupları  ve  yaşlardaki  insanlarla  yapmış 

olduğumuz  görüşmelerde  söz  konusu  terimlerin  gerçek  manalarından  farklı 

yerlerde kullanılmakta olduğunu gördük.  

Toplumların,  kendi  değerlerini,  kurumlarını  geliştirmek  ve  hayata 

kazandırmak  yerine  kendisine  sunulan  değerleri  benimseme,  kabullenme  ve 

yaşama  eğilimi  vardır.  Burada  bireyler  hızlı  hareket  ve  değişim  içerisinde 

birbirlerine  benzeme  yarışı  içerisine  sürüklenmiştir.  Modernleşme  sürecinde 

nereden,  ne  zaman  ve  nasıl  geldiği  belli  olmayan  değerler  bir  rüzgâr  hızıyla 

toplumları ve dolayısıyla bireyleri sürüklemektedir. Bu rüzgârın yönü, kaynağı 



 

 

864 



ve  şiddeti  sürekli  değişebilmektedir.  Modernleşmede,  toplumların  kendi 

entelektüelini yetiştirememesinin yanı sıra, kendi değerlerini koruma eğilimi ile 

değişimden yana oluşu arasında açık veya gizli bir mücadele söz konusudur. Bu 

durumda, toplumun kültürel değerlerini koruma ve yaşatma konusundaki ısrarcı 

tutumu  muhafazakârlık  sözü  ile  ifade  edilir  olmuştur.  Ancak  iletişim 

araçlarındaki değişime paralel olarak toplumlar ve insanlar arasındaki ilişkilerin 

yoğunlaştığı bir dönemde koruma yani muhafazakârlık zaman zaman tutuculuğa 

ve  hatta  bağnazlığa  dönüşmektedir.  Zira  değerlerini,  çağın  değişimlerine  ve 

gelişmelerine karşı muhafaza etme direnci tutuculuğa dönüşmektedir.  

Çağdaşlaşmanın Tarihî Boyutu 

Tarih boyunca insanı ilgilendiren hemen her şey maddi olsun manevi olsun 

kültür terimi ile izah edilmiştir. Şu hâlde insanlık tarihi ile varolan ve bugünde 

devam  eden  kültür  bir  canlı  varlık  gibi  doğar,  büyür,  gelişme  zemini  bulursa 

hızla  veya  ağır  ağır  ama  mutlaka  gelişir,  gelişirken  değişir  hatta  zemin  ve 

zamana  göre  ölür,  onun  yerine de  bir  başkası  gelir.  Bu  tanımla  kültürün  canlı 

olduğunu  ifade  etmek  istiyoruz.  Kültür  ve  toplum  hayatındaki  değişme  olayı, 

kendi  içerisinde  yani  çağdaşlaşma  veya  başat  toplumların  çağdaş  konuma 

ulaştırmış  olduğu  değerleri  modernleşme  adı  altında  benimseme  şeklinde 

olabilir.  Bize  göre  kültürde  değişme  ve  gelişmenin  çağdaşlaşma  biçiminde 

olması toplumların yaşamasını ne ölçüde olumlu etkiliyorsa, modernleşmede o 

ölçüde olumsuz etkilemiştir. Günümüzden  geriye doğru gidecek olursak  müze 

ve arşivlerdeki ölü kültürler, yaşama gücünü kaybetmiş yani çağdaşlaşamamış 

modernleşme  sürecinde  kendi  değerlerini  yaşatamadıkları  için  tarihteki  ölü 

kültürler  mezarlığına  terk  edilmişlerdir.  Kültürü  yaşama  şansını  kaybetmiş 

toplumlar da ölü milletler mezarlığında yerlerini almışlardır.  

Konuyu tarihî süreç içerisinde ele alacak olursak, Batı dünyasında kilisenin 

taassubu  altında  insanı  ilgilendiren  hemen  her  konunun  kilisenin  iznine  bağlı 

olarak  yaşandığı  dönem  yaklaşık  XV.  yüzyılına  kadar  devam  etmiştir.  Antik 

çağdan  Rönesans  hareketine  uzanan  zaman  çizgisinde  batıda  akıl  yerine  dinî 

kurallar  hâkim  olmuştur.  Aynı  yüzyıllar  içerisinde  yani  XVI.  yüzyılına 

gelinceye  kadar  Türk-İslâm  âleminde  ise  akıl,  din  ve  bilim  uyum  hâlinde 

olmuştur.  Batı  Rönesans  ve  reform  hareketlerini  gerçekleştirirken,  Türk-İslâm 

dünyası;  akıl,  bilim  ve  düşünceyi  ihmal  etmiş,  dinî  kuralların  çözüm  için 

anahtar  olması  yönünde  değişime  uğramıştır.oysaki  Batı’da  Reform  ve 

Rönesans  hareketinin  öncüleri  kendi  dünyalarına,  Türk-İslâm  dünyasının  o 

yüzyıldaki modeli olarak gördükleri Osmanlı’yı örnek göstermişlerdir. Nitekim 

Reform  hareketinin  öncüsü  Martin  Luther’in  “Ey  Almanlar,  bırakınız  Türkler 

Almanya’yı  istila  etsinler.  Hakkın,  adaletin  ne  olduğunu  Türkler  size 

öğretecektir.”    Aynı  şekilde  Rönesans  hareketinin  öncülerinden  İtalyan  T. 

Campanella’nın Güneş Ülkesi adlı eserinde “Ben bir güneş ülkesinin hasretini 

çekiyorum.  Bu  ülkede  gece  olmasın  ve  insanlar  karanlık  mefhumunu  orada 

tanımasın.  Güneş  Ülke’yi yeryüzünde  bulmak  mümkün  mü?  Fikir  hürriyetine, 

vicdan  hürriyetine,  lisan  hürriyetine  ilişmeyen  Türklerin  varlığı  hiç  olmasa 




 

 

865 



yarın,  bana  böyle  bir  ülkenin  olacağını  zannettiriyor.  Mademki  düşünceyi 

zindana  koymayan,  hakikat  sevgisini  zincire  vurmayan  bir  millet,  O  cesur  ve 

adil Türkler var…” sözleri anılan yüzyılda Batı ve Türk-İslâm âleminin insana 

ve  insanı  insan  yapan  değerlere  bakışını  açıkça  göstermektedir.  Ancak  XXI. 

yüzyılda aynı özlemin batı dünyasının hayata geçirmiş olduğu insanî değerlerde 

mevcut olduğu da bir gerçektir.  

Osmanlı  Devleti’nin  XVI.  yüzyıldan  sonra  hemen  her  konuda  “değişme” 

yerine mevcudu “muhafaza” etme duygusuna kapılmıştır. Bir yönüyle Osmanlı 

kültür  klasiszmini  yapmış,  kalıplaşmış  ve  kaideleşmiştir.oysaki  Osmanlı 

Devleti, mevcut değerleri muhafaza dönemine girdiğinde batı dünyası Rönesans 

ve reformu başlatmıştır.  

Çağdaşlaşma  hadisesi  insanlık  tarihi  ile  eş  zamanlıdır.  Zira  toplumlar 

çağdaşlaşmasaydı  yaşadıkları  dönemde  sabit  kalırlar  veya  bir  başka  toplumun 

fikrî-fiili baskısıyla yeni bir döneme geçebilirlerdi. İşte bu geçiş hadisesi, başka 

toplumların geliştirmiş olduğu değer, teknik ve hayat tarzını aynen kabul ederek 

modernleşme  veyahut  da  kendi  kültürel  değerlerini  ve  kurumlarını  çağın 

ihtiyacına cevap verecek bir biçimde, bilim ve teknolojiyi kullanmak suretiyle, 

geliştirmeleri  hâlinde  mümkün  olmaktadır.  Tarih  boyunca  bir  toplumun 

çağdaşlaştırdığı  değerler  diğer  toplumlar  için  modernlik  olmuştur.  Modernliğe 

bağımlı olan toplumlar önce kültürel, sonra ekonomik ve daha sonra da  siyasi 

manada sömürge olmaktan kurtulamazlar.  

Batı  dünyasındaki  Rönesans,  bir  çağdaşlaşma  hadisesidir.  Çünkü,  Batı 

toplumunun antik çağındaki bilgi, düşünce ve sanatının XVI. yüzyılın insanının 

ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden dizayn edilerek hizmete sunulmasıdır. 

Çağdaşlaşmanın  temel  şartlarından  birisi  de  birey  olabilmektir.  Batı 

dünyasındaki çağdaşlaşma, uzun bir tekâmülden sonra tebaanın ihtiyacına cevap 

bulma şeklinde gelişirken, Osmanlı toplumunda mevcut değerler ihtiyaca cevap 

veremediği  için  batı  toplumunun  çağdaş  değer  ve  kurumları  tebaanın  adına 

tepeden,  yönetimden,  modernlik  hâlinde  Tanzimat,  Islahat  ve  yenilikler  adı 

altında  uygulanmaya  konmuştur.  Modernlik  sürecinde  Osmanlı  ve  diğer     

Türk-İslâm  toplumları  entelektüellerini  yetiştirememenin  sıkıntısından 

kurtulamamıştır.  Daha  başka  bir  ifade ile Türk-İslâm  dünyasında çağdaşlaşma 

yerine modernleşme telkin edilmiştir. Bu yüzden kendi değerlerini, kurumlarını 

geliştirme,  hayata  geçirme  yerine  reform,  ıslahat  adı  altında  kendisine 

sunulanları yani başka toplumların çağdaşlaştırmış olduğu değerleri benimseme 

ve  hayat  tarzı  Hâline  getirme  yönünde  adımlar  atılmış  ve  bu  tür  değişimlerin 

başına modern sözü eklenmiştir.  

Batı dünyasındaki Rönesans, Reform ve Aydınlanma Dönemi’nin sonundaki 

uluslaşma  ulus  devlet  çağdaşlaşması  olarak  tanımlanabilir.  Batı  dünyasının 

sahip  olduğu  ortak  değerler  çağdaşlaşmanın  ürünü  olarak  gelişme  ve 

değişmesini  sürdürürken  çağımızdaki  değişme  ve  gelişmelerin  dışında  kalmış 



 

 

866 



olan toplumlarda ise değerler ve kurumlar modern, modernlik ve modernleşme 

ile tanımlanmıştır.  

Konuyu  günlük  hayatımıza  indirgeyecek  olursak;  müzik,  giyim-kuşam, 

yeme-içme,  eğitim,  mimari  hayatımızı  ilgilendiren  hemen  her  konuda 

çağdaşlaşma  ve  modernleşme  bir  kavram  kargaşası  hâlinde  tanımlanmaktadır. 

Oysaki  kendi  kültürel  değerlerini  çağdaşlaştıramayan  toplumlar  modernlik  adı 

altında  başka  toplumların  değer  hükümlerini  hayata  geçirirler.  Tarihte  kendi 

değerlerini  çağın  ihtiyacına  cevap  verecek  şekilde  geliştirerek  toplumun 

hizmetine sunamamış olan milletler ölü milletler mezarlığına yani müze, arşiv 

ve  kütüphanelerdeki  yerlerini  almışlardır.  Konuyu  biraz  daha  açacak  olursak, 

kendi  musikini  çağın  ihtiyacına  cevap  verecek  biçimde  geliştiremeyen  yani 

çağdaşlaştıramayan  toplumların  gençleri  başka  toplumların  müziklerini 

benimser,  zaman  içersinde  kendi  musikiniz  gelişme  ve  değişmedeki  yerini 

alamayınca müzelik olur.  

Şehirlerimizdeki  yapılanmada,  çağdaşlaşmanın  yerini  modernleşme  aldığı 

için  modernlik  adına  şehirlerimiz  beton  yığınlarına  dönüştürülmüştür.  Yapılan 

modern  binaların  hangi  unsurunda  kültürümüz  temsil  edilmektedir?  Şu  hâlde 

modernlik adına maddi kültürümüz ulusal değerlerimizden uzaklaştırılmaktadır. 

Sülaymaniye’yi  Selimiye’yi  yaratan  bir  milletin  çocukları,  günümüzde 

modernleşme  uğruna  Türk  şehirlerini  çirkinleştiren  beton  yığınlarına  karşı 

çıkmalı,  aynı teknik  ve  malzeme  ile  çağının  en  güzel  mimari  eserlerini  ortaya 

koyabilmelidir.  Aksi  takdirde  uzak  değil  50  yıl  sonra  Anadolu  şehirlerindeki 

fizikî  yapılanlar  hangi  unsur  ve  yönleri  ile  bizim  şehirlerimiz  olduğunu 

nesillerimize nasıl anlatabiliriz? Büyük Atatürk’ün döneminde Anadolu’da inşa 

edilmiş  olan  “Neoklasiszm”  olarak  adlandırdığımız  Cumhuriyet  döneminde 

çağdaş  Türk  mimarisini  temsil  eden  eserler  takibeden  dönemlerde  modernlik 

uğruna terkedilmiştir. Öyleki fizikî yapılanmaya paralel olarak iş yerlerimizin, 

üretmiş  olduğumuz  sanayi  ürünlerinin  adları  modernlik  uğruna  bizim 

toplumumuzun  kültürünü  yansıtmamaktadır.  Bu  modern  olma  uğruna  kültürel 

kirlenmedir.  

Atatürk  döneminde  Başlatılmış  olan  Uluslaşma  (Milletleşme)  bir 

çağdaşlaşma hareketidir. Ancak daha sonraki devirlerde dünyamızı etkisi altına 

almış  olan  birtakım  izmler  (Hümanizm,  Sosyalizm,  Faşizm,  Kominizim, 

Globalizm  vb.)  uluslaşma  sürecini  olumsuz  yönde  etkilemiştir.  Çünkü  Batı 

dünyasında  Uluslaşma  Rönesans,  Reform  ve  Aydınlanma  Çağı’nın  eseri  olup, 

onun mimarları da söz konusu devirlerin fikir bilim ve sanat adamları olmuştur. 

Ancak  Atatürk  sonrası  Türkiye  ‘de  bilim,  sanat  ve  fikir  adamlarının  birtakım 

“izmlere”  kapılıp  dünyaya  izmlerin  penceresinden  bakmaları  uluslaşma  yani 

çağdaşlaşma sürecini olumsuz yönde etkilemiştir.  

Atatürk,  Cumhuriyet’in  10.yılı  konuşmasında  “Millî  kültürümüzü  çağdaş 

uygarlık  düzeyinin  üzerine  çıkaracağız.”    veciz  sözleri  modernleşmeyi  değil 

çağdaşlaşmayı  hedef  olarak  göstermiştir.  Kültürel  alanda  tarihî  köklerimizden 




 

 

867 



beslenerek  uluslaşmamız,  çağdaşlaşarak  dünyaya  açılma  ve  geleceğe  güvenle 

bakma yoludur. Konunun uzmanlarından merhum Mümtaz Turhan çağdaşlaşma 

ile ilgili olarak “Kültür olarak batı kültürünü benimsememiz imkânsızdır. Fakat 

batı  medeniyetinin  esas  unsurlarını  benimsememiz  mümkündür.”    ifadesini 

kullanmıştır.  

Eğitimde modernlik uğruna atılmış olan adımlar, nesillerimize verilmiş olan 

eğitim,  ülke  ve  içerisinde  yaşadığımız  dünyanın  gerçeklerini  kavramaya, 

çözümler  üretmeye  ve  geleceğe  taşımaya  yetmemektedir.  1739  sayılı  Türk 



Millî  Eğitim  Kanunu’nun  2.  maddesi  “Türk  milletinin  bütün  fertlerini  Türk 

milletinin  kültürel  değerlerini  benimseyen  koruyan  ve  geliştiren  yurttaşlar 

olarak yetiştirmektir.”  demektedir. Yıllardan beri bu kanun sözle ifade edilmiş, 

ağrılıklı olarak yabancı uzmanlara itibar eden programlar hazırlanmak suretiyle 

çağdaşlaşma  yerine  sunulan  sözde  modern  uygulamalara  itibar  edilmiş  ve 

edilmektedir.  Eğitimde  sadece  okumayı  sökme  değil,  okuma,  yazma,  güzel 

yazma ve okuma sevgisi aşılanmalıdır. Ayrıca, bilginin yanı sıra, çocuklarımıza 

sanat ve spor ağırlıklı olarak yeteneklerini geliştirebilmeleri konusunda ön ayak 

olunmalıdır. Bu süreç içerisinde okuma sevgisi ve alışkanlığının kazandırılması, 

yeteneğinin  keşfi  ve  özellikle  1739  sayılı  Türk  Millî  Eğitim  Temel 



Kanunu’nun  ruhuna  uygun  çağdaş  manada  bir  eğitim  verilmesinin  sadece 

özlemini  çekmiyoruz,  ülkemizi  çağın  ötesine  taşıyacağına  inandığımız 

gençlerimizin  yaşamakta  olduğu  karamsar  tablonun  içerisinden  çıkartılması 

gereğine de inanıyoruz.  

Büyük  Atatürk’ün  “Muassır  milletler  seviyesinin  üzerine  çıkma”,  millî 

şairimiz  Mehmet  Akif  Ersoy’un  “asrın  icabı”  olarak  tanımlamış  oldukları 

düşünce,  asla  ve  asla  modernleşme  olmayıp  çağdaşlaşmadır.  Çağdaşlaşma 

hareketini  de  Türk  milletinin  kültürel  değerlerinin,  kurumlarının  çağın 

ihtiyaçlarına  cevap  verecek  biçimde  ve  çağımızdaki  bilgi  ve  teknolojiden 

yararlanılarak  yeniden  dizayn  edilmesi  yani  ihtiyaca  cevap  verecek  konuma 

getirilerek  hizmete  sunulması  olarak  tanımlıyoruz.  İçerisinde  yaşadığımız 

yüzyılda,  toplumların  çağdaşlaşma  ile  ulusal  değerlerini  ve  buna  bağlı  olarak 

varlıklarını koruyabilecekleri ve geleceğe taşıyabilecekleri tarihî bir gerçektir.  

KAYNAKÇA 

Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları, 1972.  

Güngör, Erol, Kültür Değişmesi, İstanbul 1989.  

Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, 5. Baskı, İstanbul 1988.  

Kaplan,  Mehmet,  “Kültür  ve  Kültürü  Meydana  Getiren  Unsurlar”,  Türk 

Kültürü ve Medeniyeti, C. I, 1976.  

Ögel,  Bahaeddin,  Dünden  Bugüne  Türk  Kültürünün  Gelişme  Çağları

İstanbul 1988, s. 32-438.  

Tural, Sadık Kemal, Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler, Ankara 1988.  




 

 

868 



Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1972.  

Türkdoğan, Orhan, Değişme, Kültür ve Sosyal Çözülme, İstanbul 1996.  

Yuvalı,  Abdulkadir,  “Tarih  Araştırmalarında  Folklor  ve  Etnografyanın 

Yeri”,  Erciyes  Yöresi  I.  Folklor,  Halk  Edebiyatı  Sempozyumu  Bildirileri



Kayseri 1991, s. 117-122.  

Yüklə 51,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə