KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE KENT
“ANTİK SİTE’DEN DÜNYA KENTİNE”
Yusuf PUSTU
∗
GİRİŞ
Tarih boyunca kentler, kültür ve medeniyetlerin doğduğu, geliştiği ve
yayıldığı yerler olmuştur. Medeniyetlerin çoğu zaman kentlerde ortaya çıktığı
ve kentlerin çökmesi ile birlikte medeniyetlerin de çöktüğü görülmektedir.
İnsanoğlunun ilk kez yerleşik hayata geçişi ile birlikte medeniyetin
başladığı kabul edilir. Başlangıçta avcılıkla geçimini sağlayan insanoğlunun bu
dönemde sürekli yaşadığı mekânlar olmamıştır. Sonraki süreçte insanoğlunun
tarımsal faaliyetlerde bulunmaya başlaması, yerleşik hayata geçişin de
başlangıcını oluşturmuştur. Önceleri küçük birimler halinde yaşayan insanlar,
zamanla büyük topluluklar meydana getirerek kentleri oluşturdular. Kentlerin
oluşabilmesi için karmaşık sosyal organizasyonlar ilk kez Mezopotamya’da
ortaya çıkmış, modern anlamda ilk kentler M.Ö. 3500–4000 yıllarında bu
bölgede kurulmuştur.
Kentler ilk ortaya çıktıkları tarihten itibaren büyük bir değişim
geçirmişlerdir. Bu tarihsel gelişim süreci içinde kentler, site, polis, komün ve
kent devletleri gibi adlar alırken, kent kavramı ile beraber uygarlık da büyük
bir dönüşüm yaşamıştır. İlk çağlarda kurulan site devletleri (kent devletleri)
demokrasinin hayata geçirildiği kurumlar olarak bugünkü demokrasinin ilham
kaynağıdır. Kentlerin dönüşümü ile insanoğlunun dönüşümü içice ve birbirini
besleyen süreçler olmuş; kentler tarih boyunca kültür ve uygarlıkların
doğduğu, geliştiği ve çeşitli uygarlıkları da bu varlığı ile etkileyen yerleşim
mekanlarından öte vasıflar taşıyan merkezler (Kavruk, 2002: 25) olmuştur.
Dünyada özellikle 1990’dan sonra yaşanan hızlı değişim ve dönüşüm
sürecinin önemli sonuçları ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme kavramı ile ifade
edilen bu değişim ve dönüşüm sürecine, her şeyi değiştirme ve dönüştürme
gücü atfedilmektedir. Bu değişim sürecinde kentlerin ön plana çıkacağı ve
ulus-devletin fonksiyonunu yitireceği, anlamsal içeriğinin sığlaşacağı ve
geleceğin dünyasında kentlerin belirleyici olacağı ifade edilmektedir. Bir başka
∗ Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi
SAYIŞTAY DERGİSİ ● SAYI: 60
129
Küreselleşme Sürecinde Kent “Antik Site’den Dünya Kentine”
deyişle kentler, tarihsel misyonlarını sürdürmenin yanında, küreselleşme
sürecinin ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel boyutlarına yön veren temel
aktörler konumuna gelmektedir. Buradan hareketle bu makalede tarihsel
süreç içinde sosyo-kültürel, ekonomik ve toplumsal değişimin taşıyıcısı ve
belirleyicisi olarak kentin gelişimi ve küreselleşme sürecinde uğradığı
dönüşüm incelenecektir.
KENT KAVRAMI
Kent kavramının biri idari ve demografik, diğeri sosyo-ekonomik ve
kültürel olmak üzere iki ayrı boyutu söz konusudur. İdari ve demografik
açıdan kent; belli bir nüfus büyüklüğüne ulaşan yerleşim birimidir. Ancak
nüfus, bir kent kavramsallaştırmasında yeterli ölçüt olamaz. Max Weber’e
göre önemli olan kentin siyasal ve ekonomik örgütlenme biçimidir. Weber bir
yerleşim biçiminin kentsel topluluk olabilmesi için: a-Savunma amaçlı kalesi,
b- Pazarı, c- Mahkemesi ya da göreli otonom yasaları, d- Kısmi bir ekonomisi
ve özerkliği olması gerektiğini (2002: 86-87) belirtir. Weber’e göre bu
nitelikleri taşıyan kent siyasal bir birimdir.
Karl Marx, kenti üretim araçlarının, ticaret mallarının, gereksinimlerin
toplanmış olduğu, yüksek zevklerin temsil edildiği yer olarak tanımlarken;
Emile Durkheim kenti, işbölümü ve dayanışma kavramları ile ilişkili olarak ele
alır. Bunların yanında Sorokin, kenti çeşitli grupların kümeleşmesinden
meydana gelmiş bir bütün olarak mekânsal alana ve yoğunluğa dayalı olarak
ele alır. Bir diğer kent kuramcı Louis Wirth’e göre kenti, nüfus büyüklüğü,
yoğunluk ve heterojenlik karakterize eder. Rene Maunier’e göre ise kent,
nüfusuna oranla coğrafi temeli dar olan ve aileler, meslek grupları, sosyal
sınıflar, mezhepler vs. gibi çeşitli heterojen grupları içine alan karmaşık bir
yerleşme grubudur (Aktaran: Yörükan, 2006: 47).
Sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan kent; sosyal hayatın mesleklere,
işbölümüne, farklı kültür gruplarına göre organize edildiği, kurumlaşmaların
yoğunluk kazandığı, karmaşık insan ilişkilerinin bütün bir günlük yaşayışı
etkilediği yerleşme merkezi olarak (Keleş, 1997:19) tanımlanır.
Bir başka tanıma göre kent; sürekli toplumsal gelişme içerisinde
bulunan ve toplumun yerleşme, barınma, gidiş-geliş, çalışma, dinlenme gibi
ihtiyaçlarının karşılandığı, pek az kimsenin tarım kesiminde çalıştığı, köylere
bakarak nüfus yönünden daha yoğun olan ve komşuluk birimlerinden oluşan
yerleşme birimidir (TDK Kent Bilim Sözlüğü).
SAYIŞTAY DERGİSİ ● SAYI: 60
130
Küreselleşme Sürecinde Kent “Antik Site’den Dünya Kentine”
Bu tanımlardan hareketle, kentin üç temel özelliği olduğunu
söyleyebiliriz. Bunlar; nüfus yoğunluğu, yerleşmenin büyüklüğü ve heterojen
yapıdır. İnsanlık ilk çağlardan itibaren bir örgütün doğmasını sağlamıştır. Bu
örgüt başlangıçta kan ve akrabalık bağları ile kurulmuş, sonradan bunların
gelişmesi ile aile, kabile, aşiret, tribü, köy, kasaba, site, polis, komün ve kent
devletleri ortaya çıkmıştır (Okandan, 1959: 5). Daha sonraları bunlar devlete
dönüşmüştür. Fakat bu süreç dünyanın her yerinde aynı hızda ve biçimde
gerçekleşmemiştir.
KENTİN ORTAYA ÇIKIŞI
Günümüzde, kentlerin ortaya çıkışı konusunda farklı görüşler vardır.
Egemen görüş, şehir uygarlığının birkaç bin yıl önceden Akdeniz - Ortadoğu
havzasında, maden bilgisinin gelişmesi ve bazı coğrafi, ekonomik ve kültürel
şartların bir araya gelmesi (Yörükan, 2006: 33) ile doğduğu ve şehir yönetim-
lerinin ilk örneklerinin bu bölgede görüldüğü şeklindedir. Özellikle ilkçağların
Mısır ve Mezopotamya bölgesinde kurulan şehirlerin idari-ekonomik yapısı
uygarlık tarihinde en önemli aşamadır (Ortaylı, 1985: 9). Sjöberg’e göre; ilk
kent yerleşimlerinin görüldüğü yerler Mezopotamya ve Meso-Amerika’da,
İndüs ve Nil havzasında; önce Mezopotamya’da, M.Ö. 3500 – 4000 yılları
arası sonra Mısır’da ve sonrada Çin’de ortaya çıkmıştır (1965: 24-26). İlk kent
yerleşimlerinin farklı bölgelerde ortaya çıkmasının sebebi elverişli kültür,
ekonomik ve uygun çevre şartlarıdır (İsbir, 1986: 9).
Gordon Childe M.Ö. 3500-4000 yıllarında Mısır, Mezopotamya ve
İndüs vadisinde ortaya çıkan değişiklikleri “kentsel devrim” olarak
nitelendirmektedir (Bumin, 1998: 25). Childe’ye göre; bu bölgelerde, bu
tarihlerde oluşan yapılar, basit çiftliklerden oluşan küçük topluluklar değil,
çeşitli meslek ve sınıfları içeren kentlerdir. Kentlerin oluşabilmesi için gerekli
olan altyapı karmaşık sosyal organizasyonlar ve artık değer, M.Ö. 3500 – 4000
yıllarında Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölgede küçük yerleşimlerin
kasaba ve kentlere dönüşmesine yol açmıştır (McNeill, 2001: 20-21).
İnsanlık kentlerin ortaya çıkması ile ilkellikten uygarlığa, düzensiz
toplumdan düzenli topluma geçmiştir. Bu dönemlerde kenti karakterize eden
değer politiktir. Kenti devlet yaratmış, devlet temellerini kent üzerine
kurmuştur (Bumin, 1998: 26). Eskiçağda kent hem kurumsal ilişkilere hem de
toprağın örgütlenmesine egemendi.
SAYIŞTAY DERGİSİ ● SAYI: 60
131
Dostları ilə paylaş: |