Dil ve kültür konuları :
L Â T İ N C E N Î N D E Ğ E R İ
Prof. Dr. S A M Î M S İ N A N O Ğ L U
Bu yazımda ele almak istediğim konu, şüphesiz, Memleketimizin aydın
çevrelerinde açıklanması ve tartışılması gereken çok mühim dil ve kültür
konularından bidirir. Lâtincenin değeri, dilleri bu dilden feyiz almış Avrupa
memleketlerinde de, zaman zaman çetin çatışmalara yol açmış olan ve bu
gün de, eğitim programlarının tespitinde gençleri hayata en elverişli şekilde
yetiştirmek için üzerinde ihtimamla durulan bir mesele halindedir. Eğitimin
tekniğe ve ihtisasa istinat ettirilmesi gerektiği iddiasını ileri sürenlere karşı
ananevi klâsik eğitimin zarurî olduğunu savunanlar, konuyu organik olarak
ele almamakla beraber, çeşitli ihtiyaçların değişik ifadesi olan değişik fikirler
beyan etmişlerdir. Bilhassa öğrencilere faydalı olur temennisi ile—bu konu
daki düşüncelerimi, Memleketimizin kültür durumunu da göz önünde
tutarak, şu plâna göre kısaca açıklamıya çalışacağım: I) Lâtin dilinin öğ
renimi ile genel olarak eğitim alanında sağlanacak faydalar. II) Özellikle
ihtisas alanlarında sağlanacak faydalar. I I I ) Lâtincenin en büyük değeri.
I. Lâtin dilinin genel eğitim alanında faydaları :
Lâtince; çok mantıkî bir bünyeye, son derece işlenmiş bir gramere
sahip bulunması, ayrıca uzun asırlar boyunca batı âleminin edebiyat ve
ilim dili olarak yaşamış olması ve nihayet bütün Avrupa dillerine derin
bir şekilde tesir etmiş olması dolayısı ile bugün genel veya özel, her eğitim
alanında sağladığı faydalardan sarfı nazar edilemiyecek kıymette bir
dildir. Bu alanları şöyle sıralamak ve gruplandırmak mümkündür :
Genel olarak eğitim alanında :
1 — Lâtincenin sintaksi, düşüncenin mantıkî düzenini bütün ayrıntı
ve bağlanışları ile apaçık gösteren bir yapıya dayanır; her cümlenin anlaşıl
ması için analiz ve sintez ameliyelerine başvurmak zarureti vardır. Bu sebep
ten dolayı lâtincenin öğretimi öğrencinin muhakeme kabiliyetini geliştirmiye
son derece elverişlidir: matematik öğretimi gibi. Ancak şu farkla ki, mate
matikle uğraşan genç mücerret bir âleme dalar, lâtince ile meşgul olan ise
insanlığın manevî ve maddi hayat alanlarından ayrılmaz.
2 — Lâtince bugün ölü, yani bir topluluk tarafından kullanılmayan bir
dil olduğu için, kulak dolgunluğu ile veya pratik metodla öğretilemez; bu
dilin öğrenilmesi için sistemli bir gramer bilgisinden faydalanmak zarureti
vardır. Böyle bir öğretimden geçen öğrencinin dil duygusu incelir, dile
karşı sevgi ve itinası artar; bu durumdan anadilinin faydalanacağı şüphesiz-
94
SAMÎM SİNANOĞLU
dir. ister lâtince kökten gelmiş olsun ister olmasın, bütün Avrupa kültür
dilleri —var oluşlarını değil— gelişmelerini ve yüksek mertebeye erişmelerini,
lâtince bilen aydınlarının dil duygularına ve klâsik dillerde yazılmış ana
eserlerin stil mükemmelliğine özenerek anadillerini işleyip geliştirmek azim
lerine borçludurlar. Ancak her dilin, en gelişmiş ve oturmuş dilin dahî
daima değişmek, dağılmak, dökülmek istidadını göz önüne getirirsek, lâ-
tincenin bugünkü büyük kültür dillerinin eriştikleri seviyeleri muhafaza
hususunda da zarurî olduğunu kolayca anlarız.
Burada lâtincenin Türk dili bakımından taşıdığı hususî ehemmiyete
dikkati çekmek istiyorum. Türkçe bugün, arapça ve farsçanın tesirinden
kurtularak yepyeni bir gelişme çığırına girmiştir. Ancak dilin işlenmesi
görevi ile yükümlü bulunan aydınlarımız bu yolda sağlam adımlarla iler-
liyebilmek için gerekli olan örneklerden mahrumdurlar. Zira Arap ve Fars
klâsikleri artık terkedilmiş durumdadır; Arap ve Fars edebiyatlarının tesir
icra ettikleri devirden önceki zamanlardan kalma metinler de ne keyfiyet
ne kemiyet bakımından yeter ve elverişli sayılamaz. Bu durumda sağlam
bir dil duygusu ve gramer bilgisinin ne kadar ehemmiyetli rol oynıyacağı
aşikârdır. İşte bizlerin bu ihtiyacımızı, grameri asırlar boyunca bütün batı
âleminin bilginleri tarafından işlenmiş olan Lâtin dili sağlıyabilir, düşün
cesindeyim.
3 — Lâtincenin bilinmesi — G e r m a n ve Islav dilleri d a h i l — ekseri batı
dillerinin öğretimi ve öğreniminde sonsuz faydalar sağlar; çünki Avrupa'da
konuşulan dillerden bir kısmı, doğrudan doğruya lâtince köküne bağlı
olduklarından, lügat hazinesi, morfoloji, sintaks ve stilistikleri bakımından
lâtincenin sözlük ve gramerine doğrudan doğruya bağlıdırlar; ingilizce,
German köküne bağlı olmasına rağmen, lâtince (ve fransızcanın) bütün
lügat zenginliğini, birçok sintaks hususiyetlerini bünyesinde taşımakta ve
başlıca stil cereyanlarını en büyük eserlerinde aksettirmektedir. Batı mede
niyetinin temeli bilhassa Roma medeniyetine dayandığından, batılı mil
letlerle ne dil ve ne soy bakımından bir ilgisi olmıyan, fakat batı kültür
çevresine girmiş olan topluluklar için de ingilizce hakkında söylediklerim
— hiç olmazsa bir dereceye k a d a r — varittir.
Burada şunu da hatırlatmalıyım ki batılı şair, düşünür ve ilim adam
larının yarattıkları ve yazdıkları her çeşit eserde pek çok sayıda lâtince
deyim ve citation'lara. raslanır; müellifler bunları bilgiçlik taslamak için
değil, anlatmak istediklerini en kısa ve en müessir şekilde anlatabilmek için
kullanırlar: de iure, de facto, status quo, ab ovo, ad unguem, alea iacta est, aequo
animo, quousque tandem. . . gibi. Bunlara benzer yüzlerce sözün şu veya bu dile
tercüme edilmiş şekli bulunabilirse de, tercümeleri hiçbir zaman asıllarının
zihinlerde uyandırdığı çağırışımı uyandıramaz, böylece asıllarının yerini
tutamaz. Bu sebepten dolayı ünlü birçok lâtince sözler şu veya bu batı
diline kalıp halinde nakledilmiştir; meselâ Horatius'un aurea mediocritas sözü
(carm. II 10,5) bunlardan biridir: ingilizcede bu söz the golden mean keli-
LÂTİNCENİN DEĞERİ
95
meleri ile karşılanır. " K e l i m e " diyorum, çünki bu kelime dizisinin mânası
kendiliğinden kolay kolay çıkarılamaz: anlıyabilmek için, aslını bilmek,
kimin ne münasebet ve ne maksatla söylediğini hatırlamak lâzımdır. Daha
anlaşılabilir olmakla beraber türkçedeki " o r t a h a l " karşılığı da, aynı sebep
lerden dolayı yeter sayılmaz. İşte batılıların lâtince bilmesini gerektiren
küçük sebeplerden biri de budur. Batılıların eserlerini okuyup onları gerçek
ten anlamak ihtiyacını duyuyorsak, bizlerin de aynı yoldan geçip lâtince
öğrenmemiz lâzımdır.
I I . Lâtin dilinin ihtisas alanlarında faydaları:
Lâtincenin bilinmesi ihtisasa götüren üniversite eğitimi alanlarında
da fayda temin eder; bu alanlardan başlıcalarmı sıralıyorum :
1 — Botanik, zooloji, tıp ve eczacılık ilimlerinin terminolojisinin esası
lâtincedir; her kolda kullanılması zaruri olan binlerce terim vardır. Bu
alanlarda yetişmek istiyen öğrenciler, milletler arası literatürden istifade
edebilmek için, batı milletlerinin ortaklaşa kullandıkları terminolojiye vâkıf
olmak mecburiyetindedirler. Bu çeşit hususî kelimeleri mihaniki bir şekilde
hafızalarına nakşedecekleri yerde, üniversite öncesi öğrenimleri esnasında
lâtin dilini öğrenerek, terimlerin gerçek mânalarını kolayca anlamaları ve
gerektikçe, bunları ariyeten değil, kendi malları gibi kullanmaları elbette
tercihe şayandır. Avrupa'da durum budur; İtalya'da tıp fakültelerine
klâsik jimnaz-lise mezunu olmıyan, yani lâtince ve yunanca bilmiyen öğ
renci alınmaz.
2 — Lâtincenin bilinmesi manevi ilimler alanında daha da mühim
dir, çünki ekseri disiplinlerin temeli lâtince ve yunanca yazılmış eserlere
dayanmaktadır. Meselâ felsefe ve bilhassa hukuk kollarında yetişen bir bil
ginin orijinal etüdler yapabilmesi için son derece istidatlı olması bile çok
defa kâfi değildir; zira ileriye doğru sağlam adımların atılabilmesi için geride
bulunanın bilinmesi ve benimsenmesi ilmin ana kaidelerinden biridir.
3 — Tarih disiplininde de lâtincenin bilinmesi zaruridir; çünki klâsik
eski çağ, orta çağ ve kısmen yeni çağ hakkında tarihçiler için kaynak teşkil
eden eserlerin bir çoğu lâtince yazılmıştır. Osmanlı tarihini aydınlatacak
nice belgelerin lâtince yazılmış olduğu düşünülürse, konunun bizler için ne
kadar ilgi çekici olduğu hemen anlaşılır.
Burada arkeoloji disiplinini ve bilhassa epigrafi kolunu hatırlatmak
isterim: Memleketimizde klâsik sanat eserleri hiç değilse Yunanistan ve
İtalya'da bulunanlar kadar bol ve değerlidir. Bunların keşfini, incelen
mesini, değerlendirilmesini yabancı bilginlerin inhisarına bırakmak iste
miyorsak, lâtince (ve yunanca) öğreniminin zaruretinden şüphe edemeyiz.
4 — Batı ilim âleminde dil bilimi ve her türlü filoloji alanlarında da
lâtincenin bilinmesi zarurî addedilmektedir. Yunanca ile birlikte bütün
batılı bilginlerin çalışmaları sayesinde son derece ilerlemiş olan Hint-Avrupa
dilleri bilimi ve klâsik filoloji disiplinlerinin temelinde bulunan lâtincenin
96 SAMÎM SİNANOĞLU
öğrenimi bizler için bilhassa metodoloji bakımından ehemmiyetlidir: meselâ
bir arapça bilgini, eğer lâtince de bilirse, arapça metinlerin eski Avrupa
baskılarında mevcut önsözler ve şerhlerden istifadeyi temin etmiş olmaktan
başka, metot bakımından da faydalanmak imkânını elde etmiş olur. Batıda
meydana getirilmiş K u r ' a n tercümeleri, şüphesiz, yalnız din kültürülerine
ve arapça bilgilerine dayanan mütercimlerin eserlerinden çok daha sıh
hatlidir. Türkoloji alanında çığır açmış batılı bilginler, T ü r k dilini bizlerden
daha iyi bildikleri için değil, sağlam metotlara sahip oldukları için başarı
ile çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Nisbeten basit olan dil alanını da ele
alacak olursak, J. Deny'nin Türk dili gramerinin bugün de temel eserlerden
biri olduğunu görürüz.
Lâtincenin genel olarak eğitim alanında ve özellikle ihtisas kollarında
temin ettiği faydaları saydıktan sonra yine bu "ölmiyen" dilin teknik,
ilim ve sanat adamları tarafından milletler arası "yaşayan" bir dil haline
getirilmesi gerektiği tezinden bahsetmek istiyorum. Son olarak, 1956 eylü
lünde Avignon'da tertiplenen, benim de Ankara Üniversitesini temsilen
iştirak ettiğim "Yaşayan Lâtince" kongresinde bir "milletler arası dil"in
zaruretinden bahsedilmiş, lâtinceyi yaşayan bir dil haline getirmek fikri
tekrar tekrar ve ısrarla ortaya atılmış ve bu konuda bazı prensip kararları
da alınmıştır. Bilhassa tertip komitesini teşkil eden üyeler konuşulup yazılan
lâtincenin yayılmasını desteklemek için — zamanımıza hâkim olan faydacı
zihniyete uyarak ikna edici bir söz söylemiş olmak maksadı ile olacak —
lâtince bilmenin sağlıyacağı p r a t i k faydayı belirtmek istemişlerdir. Fikir
epeyce yaygın olmakla beraber, kanaatimce gerçekleşmek imkân ve ihtimal
lerinden mahrumdur.
I I I . Lâtincenin en büyük değeri:
Lâtincenin öğrenimi ile, yetişmekte olan gençlerde muhakeme kabili
yetinin gelişmesi, gramer bilgilerinin derinleşmesi ve dil duygularının incel
mesi, batı dillerini kolaylıkla öğrenmeleri ve vukuflarının artması, çeşitli
ihtisas alanlarında terminolojiye kolaylıkla hâkim olabilmeleri, kaynak
olan temel eserlere nüfuz edebilmeleri, hattâ zaruret karşısında meram an
latacak bir vasıtaya sahip olmaları gerçekten küçümsenecek avantajlardan
değildir. Çünki — Cicero'nun dediği gibi (Pro Archia, 1 5 ) — zayıf bir eğitim
gördükleri veya hiç eğitim görmedikleri halde, nice insanlar, sırf tabiatın
kendilerine bağışladığı kabiliyet sayesinde benzerleri arasında yüksele
bilmiş, daima anılacak eserler yaratmışlardır; hattâ, kabiliyet değerinin
eğitim değerinden üstün olduğu haklı olarak iddia edilebilir: eğitim
görmemiş de olsa, kabiliyetli bir insan, eğitim görmüş, fakat kabiliyetsiz
bir insana tercih edilir; ancak şunu unutmamak lâzımdır ki mükemmel,
üstün insanlar doğuştan kabiliyetli olup aynı zamanda sağlam bir eğitime
tâbi tutulmuş olan insanlardır. İşte bu sağlam eğitimin temelinde lâtince
öğreniminin çok geniş bir yer işgal etmesi lâtincenin fayda ve değerini
gösterir.
LATİNCENİN DEĞERİ 97
Ancak lâtincenin elle tutulmamakla beraber, üstün sayılması gereken
değeri lâtin dili ile yazılmış olan ve batı kültürünün doğrudan doğruya
dayandığı temeli teşkil eden Roma edebiyatının kapılarını açmasından
ileri gelmektedir.
Memleketimizde geniş bir aydın zümresi yabancı edebiyatların ve
bu arada Yunan ve Roma edebiyatlarının tanınması için tercüme eser
lerin yeter olduğu fikrindedirler. Benim düşünceme göre tercüme eser,
okuyucunun manevî hayat çevresini genişletmesine yarayan elverişli bir vası
ta olamaz. Okumak gerçi yaşamak demektir, ama bu yaşamanın "gerçek-
lik"i eserin canlılığı ile mütenasiptir: canlılık ise tercümenin mükemmelli
ğine, yani tesir etme kudretine bağlıdır. Tesir kudretini sanatkâr, sanki
içine doğan bir ilhamla, ifadesinin arılığında, konuya uygunluğunda ve
söz sanatının çeşitli vasıtalarında bulur: ifadesinin arılığını bozmamak için
yabancı veya bölge dillerine has veya eski yahut da fazlası ile yeni kelimeler
kullanmaktan kaçınır; dili gramer bakımından düzgündür; lügatleriproprie
yani"yerinde"kullanır; cümledeki kelimelerin yerleri, periyoddaki cümlelerin
sırası isabetlidir; üslûp ve eda bakımından ele aldığı konu ile ifadesi arasında
tam bir mutabakat ve ahenk vardır; allitterasyon, çeşitli mecazlar,kafiye
gibi ifadeye canlılık ve kıvraklık veren söz sanatı vasıtalarından istifade eder.
Halbuki mütercim ne kadar usta olursa olsun, orijinal metne bağlıdır,
y a r a t ı c ı sanatkârın taklitçisi olmaktan kurtulamaz. Neticede tercüme
eser, sanat değeri ve dolayısı ile c a n l ı l ı k bakımından, orijinal eserin çok
aşağısında kalan, güzel de olsa, güzelliği bir yapma çiçeğin güzelliğini
nadiren aşabilen bir varlıktır. Bu sebepten dolayı, yaratıcı sanatın gerçek
değerlerinden istifade etmek istiyenler eseri aslından okumalıdırlar.
O halde Roma edebiyatını okuyabilmek için lâtince bilmek şarttır.
Lâtince bilmekle sağlanılan bu faydanın değerini takdir etmek için de Roma
edebiyatının değerini göz önüne getirmek lâzımdır. Bu noktayı daha iyi
açıklıyabilmek maksadı ile, gelecek yazımda " R o m a edebiyatının değeri"
konusunu ele alacağım.
"YAŞAYAN LÂTİNCE" KONGRESİ
Prof. Dr. S A M İ M S Î N A N O Ğ L U
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesini temsilen
katıldığım milletler arası "Yaşayan Lâtince" kongresi 21 memleketten
gelen 150 kadar ilgilinin iştiraki ile 2 - 6 eylül 1956 günlerinde Avignon'da
cereyan etti.
Açılış merasiminden sonra Nancy üniversitesi eski rektörü J e a n Capelle
kongrenin gayelerini açıkladı. Prof. Capelle'e göre zamanımızda tekniğin
büyük gelişmesi ve bütün dünya milletlerinin biribirleri ile sıkı temasta
bulunmaları zarureti manevî ilimler, teknik, diplomasi ve ticaret alanlarında
çalışanlara, yabancı yayınları takip edebilmek için, ana dilleri ile — yayılma
alanı ne kadar geniş olursa olsun — yalnız bir yabancı dil bilmeleri yetme
mektedir; ilim adamı olsun, diplomat veya iş adamı olsun, böyleleri beş on
dil bilmek ihtiyacını hissetmektedirler. Milletler arası konferanslarda dört
beş dil kullanılmasından ileri gelen güçlükler meydandadır. Ancak, çok
gerilere gitmeden, tarihe bir göz atılırsa, Ortaçağda ve Uyanış devrinde
lâtincenin bütün filozof ve bilginler için paha biçilmez bir anlaşma vasıtası
olduğu; lâtincenin, bu mevkiini X V I I I . asrın başlangıcına kadar muhafaza
ettiği; X I X . asırda lâtincenin yerini fransızcanm aldığı görülür. Fakat bu
gün, büyük millî birliklerin kurulması ve kuvvetlenmesi neticesinde fransızca
da milletler arası dil vasfını kaybetmiştir; öyle ki "artık bugün ne milletler
arası görüşmeler, ne fikirlerin yayılması, ne ilmî veya teknik çalışma neti
celerinin ilânı için imtiyazlı bir dil mevcut değildir". "Babelisme moderne"
denilen bu durum, dünyanın bugün sahip olduğu teknik muhabere vasıta
larının azameti ile şidddetli bir tezat teşkil etmektedir. Millî dillerden
birinin dünyaşümul mahiyet kazanmasını beklemek abestir. O halde, bir
zamanlar olduğu gibi, lâtinceyi yaşayan bir dil haline getirmeyi düşünmek
pek elverişli bir hal çaresi olabilir. Lâtince modern metodlarla, daha kolay
şekilde fazla can sıkmadan öğretilebilir: böylelikle lâtince gelecek nesiller
için mükemmel bir anlaşma vasıtası ve dolayısı ile milletler arasında kudretli
bir terakki, kardeşlik ve barış faktörü olabilir.
Prof. Capelle, bundan sonra, 1952 yılında ortaya attığı fikrin ("L'E-
ducation Nationale", 23 ekim 1952) birçok memleketin aydınları arasında
müsbet yankılar uyandırdığına işaret etti ve Avignon kongresinde tatbik
edilecek çalışma programını bildirdi. Buna göre :
1 — Lâtince grameri öğretiminin sadeleştirilmesi,
2 — Lâtincenin pedagojisi,
3 — Lâtincenin telâffuzu ve
4 — Lâtincenin kelime hazinesi
100 SAMİM SİNANOĞLU
konuları üzerinde çeşitli memleket bilginlerinin hazırlamış oldukları raporlar
görüşülüp tartışılacaktı.
Prof. Capelle'in konu ve çalışma programı üzerindeki açıklamalarından
sonra çeşitli rapor ve tebliğlerin okunup tartışılmasına geçildi: raporların
özetleri ile en mühim tebliğlerin özetlerini veriyorum.
Lâtince gramerinin basitleştirilmesi hakkında, Roma'da kurulmuş
bulunan Ecole Française'in müdürü Prof. J e a n Bayet tarafından okunan
raporda ezcümle şöyle deniyordu: Her milletin, manevî ve tabiî bilimlerle
matematik ve fen alanlarında çalışan bilginlerinin yalnız bir dil vasıtası ile
muhabere etmeleri ve yazılarını hiç olmazsa bu dille özetlemelerini te
menni ediyoruz: gayeye en elverişli dil de lâtincedir. Fakat Roma dilinin
gramerinin kompleks oluşu, bu dilin kullanılmasını güçleştirmektedir.
Şu da var ki gramer olmaksızın vazıh bir ifade mümkün olamıyacağından
grameri — dilin klâsik düzenini bozmadan — sadeleştirmek zarureti vardır.
Morfoloji bahsinde değişiklik yapmak imkânı olamıyacağmdan, sadeleştir
me yoluna ancak sintaks bahsinde gidilebilir; güzel değil, doğru söylemiye
özenilirse, bu pek âlâ mümkündür.
Lâtincenin telâffuzu hakkında Kiel Üniversitesi profesörlerinden Erich
Burck'un okuduğu rapor şöyle özetlenebilir: Filologlar bundan aşağı yukarı
yüz yıl evvel lâtincenin klâsik çağ telâffuzunu araştırmıya başlamışlar ve
çeşitli yollara başvurarak elde ettikleri başarılı netice lâtincenin tarihî
telâffuzunun yayılması yönünde kuvvetli bir cereyan doğmasına sebep ol
muştur. Gerek çeşitli milletlere mensup kimselerin biribirleri ile konuşur
larken daha kolayca anlaşmalarını temin maksadı ile gerekse ilmî icap
olarak bugün lâtincenin tarihî telâffuzunun herkesçe kabulü ve uygunlan-
ması gerekmektedir.
Tarihî (klâsik) telâffuza esas olan
I. Umumî kaideler :
1 — Her sesli ve her sessiz bihakkın,
2 — Uzun ve kısa sesliler süre değerlerine göre telâffuz edilir.
3 — Modern dillerde perdelemenin değil, vurgunun esas olduğu dik
kate alınarak, lâtince kelimeler de vurgu esasına göre okunur.
I I . Hususî kaideler :
1 — Sesliler (a, e, i, o, u) italyanca ve almancada olduğu gibi,
2 — Diftonglara gelince, ae . . . . ay
oe . . . . oy
au . . . . au
eu . . . . eu okunur.
3 — Y ve V sesleri için j ve v işaretlerine lüzum yoktur; bu sesler,
klâsik çağda olduğu gibi, i ve u işaretleri ile gösterilir.
4 — c ve g işaretleri daima art damak sessizi olarak okunur.
"YAŞAYAN LÂTİNCE" KONGRESİ
5 —
6 —
7 —
8 —
9 —
ıo —
11 -
12 -
13 —
qu gurupu kv, yani k + hafifçe telâffuz edilen "yarı sessiz"
u ilâvesi ile okunur.
s sessizi lâtincede daima serttir.
sc grupu s + k olarak telâffuz edilir.
r daima dil ucundan yuvarlatılır.
h iki sesli arasında okunmaz, kelime başında hafifçe duyurulur.
ti grupu daima t + i okunur.
gn grupu g + n,
kh grupu k + h,
ph grupu p + h okunur.
Hartford'da, Trinity College profesörlerinden Goodwin Beach tara
fından "lâtincenin pedagojisi' hakkında okunan raporun özeti şudur:
Lâtince, ölü dil sayılmakta olmasına rağmen, ölmüş değildir; gerçi halk
arasında konuşulmaz, ama, aydınlar arasında — c a n çekişir halde olsa da-
hâlâ yaşamaktadır. Bundan başka katolik kilisesinin dili lâtincedir. Bü
yük ifade kabiliyeti olan bir dile ölü denemez. Lâtince bugün kullanılmı
yorsa, kabahat bu dili kullanmak imkânlarına sahip oldukları halde bunu
yapmıyan filolog ve öğretmenlerdedir.
Lâtincenin ölü dil olduğunu zihinlerden sökmek lâzımdır. Bu maksatla
lâtince metinler yalnız gözle okunmamalı, dille söylenip kulakla işi-
tilmelidir ki, öğrenmekte olanlar canlı bir dil karşısında bulunduklarını
anlasınlar. Aynı maksatla, öğrencilere kendilerinde ilgi ve zevk uyandıra
cak parçalar okutulmalıdır: bizler ise, Caesar'ın bugünki hayatla hiçbir
ilgisi olmıyan, konuşma dilini öğrenmiye hiç elvermiyen, hasılı hiçbir fayda
temin etmiyecek olan tarih eserlerini okutmakta direniyoruz. Ana dillerini
öğrenenlere ilkin tekerlemeler ve basit masallar, sonra keşif hikâyeleri
v.s. gösterdiğimiz halde, lâtince öğretiminde, derhal morfoloji bahsine
girişerek, budalaca cümlecikler kurmaktan çekinmiyoruz. Hümanist eğitim,
eğitimin ve medeniyetin başka çeşit eğitimle değiştirilmesi mümkün olmı
yan temelidir. Hümanist eğitim de lâtinceye dayanır. Bu muazzam
hedefe ulaşmak için tutulacak yolu tesbit için, "öğrencinin önüne nasıl
metinler koymalı?" meselesi üzerinde durulmalıdır. Çocukların hoşuna
gidecek birçok Ortaçağ masalları vardır; bunlar daha düzgün dille kaleme
alınabilir; meşhur çocuk romanı Pinocchio'nun lâtince tercümesi okutu-
labilir: bu çeşit kitaplarla öğrenciler günlük hayat için lâzım olan lâtinceyi
öğrenebilirler.
Roma'da Studi Romani Enstitüsü'nün Lâtince Dairesi müdürü Prof.
Guerino Pacitti tarafından hazırlanan ayrıntılı raporda lâtincenin kelime
haznesini zenginleştirme imkân ve çareleri konusu ele alınmıştır. Bu rapo
run özeti şudur: Lâtincenin kelime haznesi zannedildiğinden çok daha zen
gindir; böyle olmakla beraber, çağdaş dünyanın fikir ve ilim kavramlarını
101
102
SAMİM SİNANOĞLU
karşılayacak durumda olması beklenemez. O halde yeni kelimeler yapıl
masının gerekip gerekmediği meselesi ile karşılaşmak mukadder oluyor.
Bu ise çok eski bir meseledir; bizzat Roma edipleri arasında, sonra Hüma
nizm ve Uyanış devirlerinde çok tartışılmış bir konudur. Bugün de klâsik
lâtince kelime haznesine sadık kalanların yanında, yepyeni kelime ve deyim
kullanan şair ve yazarlar vardır. Bizzat Roma edebiyatında dillerinin arılığı
ve üslûplarının yüksekliği ile ün kazanmış yazarların. bile —zaruret
karşısında— yeni kelimeler kullandıkları veya icat ettikleri göz önünde
tutulacak olursa, hangi milletten olursa olsun herhangi bir kimse ile
kolayca anlaşmak istiyen bizler de yeni kelimeler ve deyimler kullanmanın
bugün yanlış bir yol olmadığı kanaatine varırız.
Eski ve yeni şair, yazar ve bilginlerin eser ve tecrübelerinden istifade
edilerek, yeni kelime yapımının aşağıda bildirilen kaidelere uyularak dü
zenlenmesi yerinde olur :
1 — Yeni kavramları karşılıyabilmek için mümkün mertebe eskiden
beri kullanılagelen lâtince kelimelere başvurulmalıdır;
2 — Zaruret karşısında, lâtincenin ve, icabında, yunancanm kelime
haznesinden istifade edilerek yeni kelimeler yaratılabilir; ancak eskiden beri
tutulagelen yollardan ayrılmamak şarttır;
3 — Gerek lâtince gerek yunanca köklerden bileşik kelimeler yapıla
bilir; melez bileşiklerden kaçınılmalıdır;
4 — Yansıma yolu ile yeni kelimeler yaratılabilir;
5 — Eskiden beri kullanılan kelimelere yeni anlamlar yüklenilebilir;
6 — Lâtincenin neo-lâtin dillere verdiği kelimelerden de istifade edil
melidir;
7 — İlmî konularda, bilhassa matematik alanında, î. s. XI. asırdan
itibaren kullanılmış olan kelimelere de yer verilmelidir;
8 — Gene ilmî konularda, bir kavramın birkaç kelime ile ifadesi yerine,
modern kültür dillerinde müştereken kullanılan kelimelere -ismuş ve -İsta
bitimleri eklenerek, bunlar lâtinleceleştirilebilir;
9 — Tamamen yabancı olan kelimeler de lâtincenin bünyesine intibak
ettirilmek şartı ile kullanılabilir;
10 — Hangi menşeden olursa olsun, yeni kelimeler lâtincenin çekim
lerine göre çekilmelidir. Lâtinceleşmesine hiçbir imkân bulunmıyan keli
melerin yabancı oluşu uygun bir ifade tarzı ile mutlaka belirtilmelidir.
Avignon kongresinde, raporlardan başka, ondan fazla tebliğ okun
muştur.
Roma Üniversitesi klâsik filoloji profesörü Riccardo Avallone, son
derece heyecanlı konuşmasında lâtince yazarken yalnız Cicero'yu örnek
"YAŞAYAN L Â T Î N C E " KONGRESİ 103
almanın doğru olmadığını, bütün ünlü Roma yazarlarına yer verilerek
karma bir dil, karma bir üslûp kullanılmak gerektiğini ileri sürmüş, örnek
ler arasına, hattâ hristiyan yazarların da alınmasını hararetle tavsiye et
miştir.
Kongrede okunan tebliğler arasında en çok dikkate değer bulduğum
tebliğ, Verviers Athenee'si profesörlerin Albert Grisart'ın tebliği, bunun
da bilhassa "Lâtincenin okutulmasını gerektiren gerçek sebepler" kısmı
olmuştur. Bunun için genişçe bir özetini veriyorum :
Roma edebiyatı ve lâtincenin öğrenimi öğrencinin ruh yetilerini
geliştirir, insanın doğru, iyi ve güzel konuşmasını, düşünmesini ve hareket
etmesini sağlar: bu umumiyetle kabul edilen bir gerçektir. Klâsik öğre
timin gayesi de budur; bu sebepten dolayı bu çeşit çalışmalara studia humani-
ora, humanitates, humanismus adı verilmiştir. Maksat öğrencinin bilgili değil,
kavrayışlı olmasıdır; onun için gence bilgi öğretilmez, bilgiye varmanın
imkânları verilir, yolu gösterilir; öğrencinin bilhassa muhakeme kabiliyeti
geliştirilir: böyle bir eğitime tâbi tutulan genç her fazilete sahip, tam
mânâsı ile insan olarak yetişir. Klâsik öğretimi takip eden öğrencinin eği
timinde fen ve edebiyat disiplinleri rol alır; fen dersleri matematik ve tabiî
ilimler kollarından, edebiyat ise klâsik edebiyat ile yeni edebiyat kollarından
ibarettir. Matematik sayesinde öğrenci muhakeme kabiliyetini geliştirir,
tabiî ilimler sayesinde müşehede etmiye alışır; R o m a ebediyatı sayesinde
vuzuhla, aydınlık bir şekilde düşünmeyi, Yunan edebiyatı sayesinde de
büyük bir seziş ve ustalıkla tartışma gücünü elde eder. Hulâsa, klâsik eği
timle güdülen maksat öğrenciye şu veya bu durumlarda faydalı olacak
bilgiler vermek değil, onu, bilhassa büyüdüğü zaman, kendisine daimî
yararlığı dokunacak umumî faziletlerle techiz etmektir. Herriot'nun meş
hur sözünü hatırlamak gerek: Öğrendiğini unuttuktan sonra insanda ne
kalırsa, işte kültür denilen şey odur. Kalan da faziletlerin ta kendisidir.
Gerçekten, eğitim ile elde edilen en mühim netice bu faziletler kümesidir.
Bunun yanında, klâsik eğitimin sağladığı ve umumiyetle daha çok bilindiği
halde, ehemmiyet bakımından beriki ile boy ölçüşemiyecek mahsuller de
var: bunca büyük adamların düşünceleri ile Batı âlemine kaynak olan iki
büyük medeniyetin tanınması. Ancak " t a n ı m a k " ile bilgi edinmek, bilmek
kastediliyorsa, böyle bir maksatla Yunan ve Roma eserlerini orijinal metin
lerinden okumaya lüzum yoktur; bu çeşit bilgiler tercüme eserler, hattâ
özetler vasıtası ile pek âlâ elde edilebilir.
Prof. Grisart, bundan sonra, lâtince öğreniminin modern neo-lâtin
dillerin öğrenilmesi için çok faydalı olduğu fikrini ele alarak, bu iddianın
temelsiz olduğunu ileri sürmektedir: yunanca ve lâtincenin öğrenilmesi
için senelerce sarfedilen gayretler bizzat ve doğrudan doğruya o dillerin
öğrenilmesine harcansa, ihtimal daha tatmin edici neticeler elde edilebilir.
Ayrıca, unutmamalı ki, fransızca veya italyanca gibi dillere geçen lâtince
kelimeler okullarda bilhassa okutulan klâsik R o m a yazar ve şairlerinin
104 SAMİM SÎNANOĞLU
eserlerinde geçen kelimeler değil, halk lâtincesinde kullanılmış olan keli
melerdir. Eğer lâtince, iddia edildiği gibi, yalnız bu maksatla okutulsa idi,
klâsik eserlerden çok kitabelerle halk ve köy lâtincesini aksettiren yazılan
ön plâna almak gerekirdi. Dillerinin aslı germanca olan milletler de haklı
olarak lâtincenin öğrenimine hiç yer vermezlerdi.
Neticede, lâtincenin teknik, bilim ve sanat adamları tarafından mil
letler arası bir dil olarak kullanılması gerektiği tezini açıklanma ve müda
faasını başkalarına bırakan prof. Grisart'a göre klâsik edebiyat öğrenci
lerin formasyonunda baş yeri işgal etmektedir; insanlar ve milletler
arasında kurulacak birlik te ifade vasıtasında değil, fikir ve zihniyette ol
malıdır.
Avignon kongresinde lâtincenin yaşayan bir dil haline getirilmesi için
gerekli düşüncelerin bildirilmesi maksadı ile okunmuş olan yirmiye yakın
rapor ve tebliğ arasında en mühim bulduklarımın geniş özetini verdim.
Bundan sonraki yazımda kongrenin gayesi, çalışmaları, vardığı neticeler
ve ilerisi için tasarlanan program hakkında şahsî düşüncelerimi bildireceğim.
Dostları ilə paylaş: |