Seçim Sistemleri ve Siyasî Çoğulculuk
Demokratik Meşruluk Açısından Bir Değerlendirme
Prof. Dr. Levent KÖKER
*
I
Modern devlet düzeninde, devletin hem örgütlenme ve işleyiş tarzını
belirleyen ve hem de, kapsamı ve biçimleri benimsenen anayasal hukuk
düzeninin niteliğine bağlı olarak değişebilmekle birlikte, yerine getirmesi
gerektiği kabul edilmiş olan işlevlerini meşrû bir temel üzerinde gerçekleş‐
tirmesini sağlayan temel yönetim biçimi demokrasidir. Demokrasinin mo‐
dern biçimlerinin ise, “halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” diye bili‐
nen klâsik formülünde içkin olan “özgürlük, eşitlik, katılımcılık” değerlerini,
halkın doğrudan doğruya değil de, kendi belirlediği “temsilciler” aracılı‐
ğıyla, dolaylı olarak gerçekleştirebildiği bir yönetim tarzı olduğu sıkça vur‐
gulanmış bir tesbittir.
1
Siyâset teorisinin önde gelen bâzı isimlerini, demokrasiyi basitçe bir
yönetim tekniğine indirgeyip, “demokrasi halk tarafından onaylanan yöne‐
timdir” türünde “gerçekçi” bir gözlemi takdim ediyormuşçasına “bilimsel”
açıklamalara
2
yönelten bu durum, yâni modern demokrasinin dolaylı,
temslilî olma zorunluluğu, bir önemli hususu ihmâl etmemize yol açmakta‐
dır. Bu husus, modern devlet yönetiminde demokrasinin, bir meşrûluk te‐
meli oluşturmak bakımından zorunlu olduğudur. Şöyle ki: (1) Modern dev‐
let düzeninde bireyler, insan olarak dokunulmaz temel haklarla güvence
*
Prof. Dr., Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk
Fakültesi öğretim üyesi.
1
Bkz. Robert Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri (çev. Levent Köker), Ankara: Türk Siyasi
İlimler Dreneği ve Türk Demokrasi Vakfı yay., 1993.
2
Örneğin Joseph Schumpeter’in, Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi adlı ünlü eserinde
savundugu bu yaklaşım ve eleştirisi için bkz. Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve
Demokrasi, İstanbul: İletişim yay., 2005.
Anayasa Yargısı 23 (2006)
200
altına alınmış kendi özerk alanlarını diledikleri gibi düzenleme serbestliğine
sâhiptirler. (2) Bu serbestliği gerçek kılabilmek için de, bireylerin yuraş olma
sıfatıyla siyâsî karar alma süreçlerini belirlemeleri, yâni öncelik yasamada
olmak üzere, yürütme yargı da dâhil, devlet yönetimini kendi kamusal be‐
lirleyiciliklerine tâbi kılabilmeleri gerekmektedir.
3
Kısaca belirtmek gerekirse: Modern devletin meşrû yönetim tarzı de‐
mokrasi, demokrasinin modern versiyonu ise zorunlu olarak doğrudan değil,
dolaylıdır. Dolaylı demokrasinin bilinen biçimi ise “temsilî” olduğuna göre,
seçim, çoğu kez sanıldığı ve bilinçsizce kabûllenildiği üzere, sâdece yöneticileri
tercih etme veyâ yönetime onay verme eyleminden ibâret sayılamaz. Seçimin
sâhici bir seçim olması, demokrasinin varlığı açısından elzemdir ki böylece dev‐
let (ve dolayısıyla hukuk) düzeni de meşrû olabilmektedir
4
.
Modern demokratik devlet düzeni açısından seçimin kaçınılmazlığı ve aynı
zamanda da sahiciliği böylece ortaya konulduktan sonra, şimdi, seçimin modern
demokrasilerdeki anlaşılış biçimlerine geçebiliriz. Genel olarak siyâset bilimi ve
kamu hukuku, daha özel olarak da anayasa hukuku alanında, modern demokra‐
silerdeki seçim olgusu ile ilgili gözlem, değerlendirme ve düzenlemeler, “seçim
sistemleri” başlığı altında ele alınmakta; seçim sistemleri de biri dar, diğeri geniş
iki anlamda ortaya konulmaktadır: Geniş anlamda seçim sistemi, seçme ve seçilme
yeterliliği, adaylık, oy verme ve oy sayım usûlleri, seçimlerin yönetimi ve deneti‐
mi gibi doğrudan doğruya seçimlerle ilgili hemen her hususu kapsamaktadır. Dar
anlamda seçim sistemi ise, seçmen oylarını parlâmento sandalyelerine dönüştürme
usûlünü anlatmaktadır ki, çoğunlukçu ve nisbî temsil gibi ve bunların değişik,
basit veyâ karmaşık, barajlı veyâ barajlı olmayan gibi, çok sayıda türlerini kapsa‐
maktadır.
5
3
İnsanın birey olarak kendi özel alanındaki özerkliği ile yurttaş olarak sâhip bulundu‐
ğu siyâsî özerklik arasındaki ayrım ve aynı zamanda da zorunlu brlikteliğin demokra‐
tik meşrûluk bakımından taşıdığı anlam ile ilgili olarak bkz. Jürgen Habermas,
“Postscript (1994)”, Between Facts and Norms, Contributions to a Discourse Theory of Law
and Democracy, Boston, Mass.: The MIT Press, 1996 içinde, s.447‐462.
4
Modern devlet düzeninin hukukla olan zorunlu bağlantısı hakkında doyurucu bir
izâh için bkz. Gianfranco Poggi, Modern Devletin Gelişimi, Sosyolojik Bir Yaklaşım, 2.
baskı (çev. Binnaz Toprak ve Şule Kut), İstanbul: Bilgi Üniv. Yay., 2002, s. 116‐129.
5
Bkz. Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 5. baskı, Ankara: Yetkin yay., 1998, s. 230‐
244. Ayrıca bkz. Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa: Ekin Kitabevi
yay., 2000, s. 215‐236, özellikle 8.232, dipnotu 47’de belirtilen kaynaklar.
Levent KÖKER Seçim Sistemleri ve Siyasî Çoğulculuk
201
II
Hangi anlamda alınırsa alınsın, seçim sistemleri ile siyâsî çoğulculuk
arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Demokratik temsilin gereği gibi
gerçekleşebilmesi, yâni yurttaşların demokratik kararların üretilmesine aktif
ve belirleyici bir biçimde katılabilmelerinin sağlanması, seçim sisteminin
geniş ve dar anlamlarıyla, çoğulcu bir oluşuma izin vermesini gerektirmek‐
tedir. Seçme ve seçilme yeterliliği, seçimlerin hangi dönemlerde yapılacağı,
seçimlerin genel yönetim ve denetimi ile ilgili hususlar, seçimlerin tâbi
oldğu, serbestlik, genel ve eşit oy, tek derecelilik, oyların gizli, sayımın alenî
olması, adaylık kavramı ve daha spesifik olarak seçimlerde kullanılan oyla‐
rın geçerli ve parlâmento sandalyelerinin siyâsî partilere nasıl bölüştürüle‐
ceğinin belirlenmesinde hangi usûllerin izleneceği gibi hususlar, siyâsî ço‐
ğulculuğun da niteliğini belirlemektedir.
Çoğulculuk kavramına gelince: Medenî (bir devlet düzenine) toplumların
hemen hemen hepsi, aynı zamanda karmaşık toplumlardır. Karmaşıklık, top‐
lumsal cinsiyete, işbölümü esasına göre belirlenen statülere, üretim araçlarına
göre tâyin edilen sınıf esasına, etnik veyâ dinî kimlik mensûbiyetlerine, bu fark‐
lılıkların yalın yâhut birbirini kesen, birbirleriyle örtüşen dinamik bileşkeleri
temeline dayanan çoklu toplumsal katmanlaşmanın ifâdesidir ve modern top‐
lumlarda târihî olarak en üst seviyesine vardığı söylenebilir. “Çoğulculuk,”
modern toplumun bu çoklu karmaşık yapısı içinde oluşan farklı çıkar ve dolayı‐
sıyla taleplerin kamusal ifâdesine, buradan da siyâsî karar alma süreçlerine
aktarılmasına imkân veren (ve bu imkânın verilmesi gerektiğini, devlet ve hu‐
kuk düzeninin normatif ilkesi olarak kabûl eden) bir kavramdır. Târihî olarak
kent‐devletleri, imparatorluklar, ulus‐devletler de, dâhil, bir çok toplumda bir
“vakıâ” olan “çokluk” (plurality) ile “çoğulculuk” (pluralism) farkı bu noktada,
yani farklılıkların kamusal‐siyâsî ifadesinin mümkün olması gerektiğinin kabû‐
lünde karşımıza çıkmaktadır.
Böyle anlaşıldığında da, çoğulculuk, siyâsî sistemin kuruluşunda ve iş‐
leyişinde muhalefetin varlığı ve niteliği ile yakından ilgili olmaktadır. Çünkü
muhalefet, iktidar sâhiplerinden farklı bir kamusal ifâdelendirme imkânının
somutlaşması demektir. Farklılık olmada çoğulculuk olmayacağına göre, mu‐
halefetin varlığı, çoğulculuğun varlığı için, çoğulculuğun varlığı da seçimin ve
dolayısıyla siyâsî sistemin demokratikliği, bu da devlet düzeninin meşrûluğu
için zorunlu olmaktadır. Bu akıl yürütme tarzı geçerliyse, o zaman, sesçim
sistemi ile çoğulculuk ilişkisini kavramsal düzeyde kurmak ve buradan somut
bir durumun değerlendirmesine geçmek gerekmektedir. Birinciyi. Yâni seçim
sistemi ile çoğulculuk ilişkisini kavramsal düzeyde kurabilmek için de, muha‐
lefet nosyonunu açıklamak gerekmektedir.
Anayasa Yargısı 23 (2006)
202
Bu yazının başında değinildiği üzere, demokrasiyi basitçe bir yasama‐yü‐
rütme‐yargı fonksiyonlarını yerine getirmek üzere kullanılan bir teknik diye anla‐
yan, bu anlayış içinde de demokrasiyi “halk tarafından onaylanan yönetim” diye
gören yaklaşım, muhalefeti, çok dar bir anlamda, toplumda fiilen yönetim erkini
elinde tutan grubun dışında kalan ve yönetim erkini ele geçirmeye aday bir veyâ
birden fazla siyâsî grupla sınırlı tutmaktadır. Siyâset bilimi literatüründe “demok‐
ratik elitizm” diye adlandırılan bu yaklaşım
6
, muhalefeti de dar bir kavrayış için‐
de, “mutlak iktidarı sınırlandırma” fonksiyonundan ibâret bir nosyona indirge‐
mektedir ki, böyle bir daraltma içinde anlaşıldığı takdirde muhalefetin varlığı, ço‐
ğulculuğu ve dolayısıyla demokratikliği gerektirmemekte, pekâlâ bir demokratik
olmayan düzenlerde de görülebilen bir durum olmaktadır.
7
Buna karşılık, daha geniş ve demokratik siyâsî düzenler bakımından bir nor‐
matif meşrûluk ilkesi olarak çoğulculuğun gerçekleşebilmesi bakımından zorunlu
olan muhalefet ise, sahici siyaset alternatifleri ortaya koymak demektir ki, bu im‐
kânın varlığı da çoğulculuğun varlığının bir ölçüsü olmaktadır. Böyle yaklaşıldı‐
ğında, sahici siyâsî alternatif ortaya koyabilme imkânı olarak muhalefetin varlığı,
seçim sistemlerinin yanısıra, toplumun sosyo‐ekonomik yapı özelliklerine ve “si‐
yâsî kültür”ün niteliklerine de bağlı bulunmaktadır. Siyâsî sistemin istikrarına
önem veren yaklaşımlar bakımından, demokratik siyâsî kültürün yeterince geliş‐
kin olmadığı toplumlarda muhalefet, toplumun sistemi yıkıcı taleplerinin ifâdesi
olabildiği oranda sınırlandırılmalı; demokratik sistemin yerleşiklik kazandığı
düşünülen toplumlarda da muhalefet (ve dolayısıyla çoğulculuk), ekonomik çıkar
ve baskı grupları arasındaki bir “pazarlık süreci”ne çekilerek siyâsî sistem içinde
tutulabilmelidir.
8
Bu durum göstermektedir ki, muhalefetin ve çoğulculuğun varlığı, seçimin
gerçekliği ve böylece siyâsî sistemin demokratikliği ile devletin meşruluğu,
6
Bkz. Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara: Bilgi yay., 16. basım, 2004, s. 119‐
123. Bu yaklaşımın muteber bir örneği için ise bkz. Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisi‐
ne Geri Dönüş (çev. Turçer Karamustafaoğlu ve Mehmet Turhan), Ankara: Türk Siyasi
İlimler Derneği yay., 1993.
7
Muhalefet kavramının bu dar ve diğer, daha geniş anlamları hakkında bkz. Şerif Mar‐
din, “Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol,” M. Türköne (der.), Türk Modernleşmesi, Maka‐
leler 4, İstanbul: İletişim yay., 1991, s. 176‐193.
8
Modern toplumlardaki demokrasi kavrayışının liberal‐demokrasiyi bir tür
korporatizme dönüştüren, bu bağlamda modern olmayan (geçiş) toplumlarındaki
demokrasiyi (veyâ demokratikleşme sürecini) de siyâsî sistemin istikrarı ile sınırlan‐
dırmaya çalışan gizil otoriteryanizminin iliştirileri hakkında bkz. Köker, Modernleşme,
Kemalizm ve Demokrasi, s. 34 vd. Ve Levent Köker, “Liberal Demokrasi ve Eleştirileri, ”
L. Köker, Demokrasi Üzerine Yazılar, Ankara: İmge Kit. yay., 1992.
Levent KÖKER Seçim Sistemleri ve Siyasî Çoğulculuk
203
siyâsî sistemin bir öğesi olarak seçimlerin düzenlenişine ilişkin tercihleri yön‐
lendiren anlayışlara tâbî ve bunlarla sınırlı bulunmaktadır. Bir diğer deyişle,
geniş ve dar anlamlarıyla seçim sistemlerinin nasıl bir düzenlemeye tâbi kılına‐
cakları konusunda, seçim sistemlerinin nasıl bir siyâsî iktidar‐muhalefet örüntü‐
süyle neticelenmesi gerektiğine dâir tercihler belirleyici olmaktadır. Bu tercihler
de, aslında, siyâset kavramının nasıl anlaşıldığına bağlı bir biçimde, sâdece ge‐
niş anlamda muhalif alternatiflerin varlığının sınırlarını değil, daha dar anlam‐
da yasama organındaki sandalye dağılımlarına da etki edecek düzenlemeler
yoluyla siyâsî temsilin sınırlarını da belirlemektedir.
III
Modern devletin bur demokratik hukuk devleti olma süreci içinde, si‐
yâset kavramının iki farklı anlaşılış biçiminin etkili olduğu, Poggi tarafından
gâyet açık ve iknâ edici bir biçimde gösterilmektedir. Buna göre, modern dev‐
letin târihî gelişim süreçlerini anlamamızı mümkün kılan bir kavramsal araç
olarak siyâsetin iki farklı anlaşılış biçimini dikkâte almak gerekmektedir.
Modern devletin târihi gelişiminin belirli evrelerini izâh edebilecek olan
siyâset kavramının bir anlaşılış biçimi, Carl Schmitt’e âittir.
9
Bu siyâset ve
hukuk felsefecisine göre siyâset, “siyasal içerikli karar verme” süreçlerini
anlatmaktadır. Siyâsetin anlaşılması için, dolayısıyla, hangi kararların siyâsî
olduğunu bilmemizi mümkün kılacak olan bir kritere ihtiyacımız vardır. Bir
karar, örneğin ahlâkî olması hâlinde “iyi‐kötü”, estetik ile ilgili olması hâ‐
linde “güzel‐çirkin”, ekonomik olması hâlinde ise “kârlı‐kârsız”, hukukî
olması hâlinde “yasal‐yasal olmayan” ayrımlarınca belirlenmektedir. O hâl‐
de, siyâseti anlayabilmek için de siyâsî olanı belirleyen kriteri ortaya koy‐
mamız gerekmektedir. Bu kriter de, Schmitt’e göre, “biz‐onlar” ayrımı üze‐
rine inşâ edilen “dost‐düşman” kriteridir.
Burada dikkât edilmesi gereken husus, Schmitt’in siyâsî olanla ilgili kriteri,
bir “topluluk” temeline dayandırmasıdır. “Biz” bir topluluktur, “biz”in dışın‐
dakiler de “öteki” topluluklardır ve öteki topluluklar “biz”in düşmanı veyâ
dostu olabilirler. İşte siyâsî karar, “biz” ve dolayısıyla “onlar”ın (ötekilerin)
kimliğini belirleme anlamında bir topluluk sınırı çizme ve bu sınırı muhafaza
etme, onu “düşman”dan koruma, bunun için de dostları tâyin etme kararıdır.
Yine Schmitt’e göre, böyle bir siyâsî karar olmadan, herhangi bir hukuk düzeni
de olamayacaktır. Dolayısıyla, bir hukuk düzenini var eden, bu nedenle de o‐
nun yapıcısı olan “devlet,” önce kendisini var eden bir siyâsî karara, bu kararın
9
Carl Schmitt’in görüşleri burada Poggi, Modern Devletin Gelişimi, s. 19‐23’ten özetlen‐
miştir. Konuyla ilgili bir inceleme için bkz. Bünyamin Bezci, Carl Schmitt’in Politik Fel‐
sefesi, Modern Devletin Savunusu, İstanbul: Paradigma yay., 2006.
Anayasa Yargısı 23 (2006)
204
oluşturduğu bir topluluğa (yâni, modern dünyâda, “ulus”a) ihtiyâç duyacak ve
onunla özdeşleşecektir. Bu bakımdan da siyasî karar, çoğulcu değil, tekçi (mo‐
nist) bir temelde alınacaktır. Bu siyâset anlayışı uyarınca, (1) ya muhalefete hiç
yer yoktur; (2) ya da ancak modern ulus‐devletin temel siyâsî kararının belirle‐
yiciliği içinde muhalefet olabilir.
Nazi Almanyası dönemine denk gelen bu görüşleri, kendisinin Nazi yöne‐
timiyle işbirliği yapmasına da bağlı olarak sonradan itibar kaybetmesine bağlı
bir biçimde gözden düşmüşse de, Schmitt’in temel siyâset anlayışının 1949 Bonn
Anayasası’nda dikkate alınmış olduğu söylenebilmektedir. Şöyle ki, anılan siyâ‐
sî karar formülâsyonu üzerinde, bir anayasal devlet düzeninin temelini belirle‐
yen niteliklerin “meşrû” değişiklik imkânının dışına itmiş olan Schmitt’in görüş‐
lerinin 1949 Anayasası’nda değiştirilemez nitelikte hükümler getirilmesinde
etkili olduğu kabûl edilmektedir.
10
Böylece, bu kavrayış uyarınca siyâsî çoğulcu‐
luk, devletin hukuk sistemini önceleyen temel siyâsî kararın nitelikleri ile sınırlı
olmaktadır. Buna göre de, geniş ve dar anlamlarıyla seçim sistemini ve dolayı‐
sıyla muhalefetin siyâsî ifâde imkânını, siyâsî‐hukukî sistemin bağlı bulunduğu
devleti muhafaza etme sınırı belirlemektedir.
Siyâsetin ikinci anlaşılış biçimi ise, çağdaş siyâset bilimi literatüründe
daha sık olarak ve yaygın kabûl görmeye devâm eden bir yaklaşım olarak,
siyâsî davranış ve siyâsî sistem teorisinin kurucusu olan David Easton’dan
hareketle ortaya konulmaktadır. Buna göre siyâset, toplumdaki değerlerin
otoriteye dayalı olarak dağıtılması sürecini anlatan bir kavramdır. Bu kav‐
ram açısından bakıldığında siyâset, değerlerin dağıtılması sürecinde otori‐
teyi eline geçirmek veyâ etkilemek suretiyle kendi çıkarını gerçekleştirmeye
çalışan ve bu yüzden de birbirleriyle çatışmacı bir ilişki içinde bulunan top‐
lumsal gruplar arasında bir pazarlık (çatışma ve uzlaşma) sürecini anlat‐
maktadır. Siyâset, “belli bir coğrafyada” bu pazarlık mekanizmasını kurum‐
sallaştırmakla belirlenmektedir ki, modern devlet bağlamında bunu, bir ulus
devletin ülkesi içinde varolan toplumsal grupların çatışan taleplerinin ifâde‐
sine ve gerçekleşmesine, siyâsî sistemi kalıcı (istikrarlı) kılacak biçimde im‐
kân verebilmek olarak da özetlenebilir.
11
Easton’ın siyâset tanımı bağla‐
mında muhalefet ve çoğulculuk da “siyâsî sistem içi” taleplerin örgütlen‐
mesi, ifâde edilmesi, karşılanması, bu bağlamda çatışma‐uzlaşma dinamiği‐
10
Bu yorum için bkz. Karl Doehring, Genel Devlet Kuramı (Genel Kamu Hukuku) (çev.
Ahmet Mumcu), İstanbul: İnkılâp kit., 2002, s. 157‐162.
11
Poggi, Modern Devletin Gelişimi, s. 15‐19. Yeni politika biliminin oluşmasında, siyâsî iktida‐
rın toplumsal değerlerin bölüşümü ile ilgili bir biçimde anlaşılmasının rolü ve bu bağlam‐
da David Easton ile ilgili olarak ayrıca bkz. Kapani, Politika Bilimine Giriş, s. 24‐32.
Levent KÖKER Seçim Sistemleri ve Siyasî Çoğulculuk
205
nin sistemin istikrarı ile birlikte gerçekleşmesinin sağlanması gibi hedeflere
bağlı olarak belirlenmektedir.
Özetle, Carl Schmitt’e âit birinci siyâset yaklaşımı ulus‐devletin varlı‐
ğını korumayı, Easton yaklaşımı ile bildiğimiz ikinci siyâset tanımı ise, verili
ulus‐devletin siyâsî sisteminin istikrarı içinde değerlerin dağıtılmasına iliş‐
kin bir çatışma‐uzlaşmayı öngörmekte olup, muhalefet dolayısıyla çoğul‐
culuk için mümkün siyâsî ifâde ortamını yaratacak olan seçim sistemi
dolayımıyla demokratik devlet düzeninin meşrûluğunun da sınırlarını çiz‐
miş olmaktadırlar.
12
IV
Bu bağlam içinde, Türkiye’deki seçim sistemleri ile siyâsî çoğulculuk ara‐
sındaki ilişkiye gelirsek, şu tesbitlerde ve değerlendirmelerde bulunabiliriz.
Önce tesbitler: Birinci tesbit, Türkiye’de siyâsî hayatın çoğulcu demokrasinin
erensel ilke ve özelliklerine uygun dönemler (örneğin 1908‐1913; 1919‐1923;
1950‐1957; 1961‐1971 gibi
13
) geçirmiş olmasına rağmen, nitelik itibâriyle çoğulcu‐
luğu istemeyen bir zihniyet örüntüsü ile belirlenmiş olduğudur. Çoğulculuğu
kabûl etmeyen zihniyetin genel bir kültürel öğe olmanın ötesine geçerek, Cum‐
huriyet’in temel bir ilkesine neredeyse dönüştürüldüğünü dahi söyleyebiliriz.
Nitekim, (1) farklı siyâsî partilerin Batı dünyasındaki varlığını sınıfların varlığı‐
na dayandıran; (2) Türkiye’de sınıfların olmadığı bir toplumsal yapının bulun‐
duğunu ileri süren; (3) bu yapıya uygun sistemin “imtiyazsız ve sınıfsız, kay‐
naşmış bir kitle” olarak halkın tek‐partide temsil edileceğini öngören; (4) nihâ‐
yet bunu, “bu milletin siyâsî fırkalardan çok canı yanmıştır”
14
yargısıyla takviye
eden, devletin kurucu ideolojisi Kemalizm ile çoğulcu demokrasiyi bağdaştır‐
mak da pek mümkün görünmemektedir. Pek mümkün değildir çünkü, bâzı
yorumlara göre Kemalizm, demokratik çoğulculuğu nihâi olarak reddetmeyen
bir ideolojidir. Ancak, bu yorumlara göre bile burada bir “vesâyet” söz konusu‐
dur ki bunun da, Türk siyâsî hayatının tek‐parti döneminden sonraki evrelerde
12
Birbiriyle çatışır gibi görünen bu iki siyâset kavramının uyumlaştırılması hakkında
ayrıca bkz. Poggi, Modern Devletin Gelişimi, s. 25‐27.
13
Türkiye’deki siyâsî hayatın demokratik çoğulculuk açısından değerlendirilmesi ile
ilgili olarak bkz. Mete Tunçay, “Siyasal Gelişmenin Evreleri,” Eleştirel Tarihsel Yazıları,
Ankara: Liberte yay., 2005, s. 52‐98.
14
Atatürk’ün Söyle ve Demeçleri, Cilt II (1906‐1938), Ankara: Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü
yay.:1, 1952, s. 96‐97’den aktaran Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, s. 146.
Anayasa Yargısı 23 (2006)
206
çoğulculuk üzerinde ne denli demokratik olmayan sınırlamalara müncer oldu‐
ğu bilinmektedir.
15
İkinci tesbit, birinci tesbitteki çoğulculuğu reddeden anlayışın 12 Eylül
1980 askerî darbesinden sonraki siyâsî‐hukukî örgütlenmeye de damgasını
urmuş olduğudur. 1982 Anayasası’nda öngörülen (ve Anayasa Mahkemesi
tarafından daha sonra iptâl edilen) seçim çevresi barajı ile genel ülke barajı‐
nın arkasındaki gerekçe, siyâsî çoğulculuğu, biri iktidar diğeri muhalefet
olan, biri biraz devletçi, diğeri biraz liberal (yani serbest piyasa ekonomisin‐
den yana), yâni aralarındaki farklılıklar ekonomik politika tercihlerine inhi‐
sar ettirilmek istenilen sınırlar içinde tutmaktır. “Bu milletin siyâsî fırkalar‐
dan çok canı yanmıştır” ifâdesinin 1980’lerdeki ifâdesi gibi de okunabilecek
olan ve bu kez “koalisyonlardan çok çektik, bize iki parti yeter” diye özetle‐
nen bu gerekçe, aslında siyâsî çoğulculuğun nasıl istenmeyen bir şey oldu‐
ğunu da açıkça göstermektedir.
Üçüncü tesbit, temel siyâsî özgürlüklerin ve dolayısıyla siyâsî muhalefet im‐
kânı düzerinde çoğulcuğun ve demokratik düzenin yargısal güvence makamı
olarak kavranan Anayasa Mahkemesi’nin de “siyasal alanı Anayasa ideolojisine
aykırı akımlara kapatma”, devleti ve anayasal düzeni koruma teorisini Anayasa
ile kurmak suretiyle Schmittçi bir “politik anayasa” anlayışına dayanarak bu ço‐
ğulculuğu istemeyen zihniyetle özdeş bir yaklaşım içine girdiğidir.
16
Dördüncü tesbit, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından gelen Anayasa
yapımı süreci ile yeni dönemdeki siyâsî hayâtı çerçeveleyen kuralların oluş‐
turulmasında, aslında 1970’lerin sonlarındaki seçim sistemi tartışmalarında
dile getirilen görüşlerden birinin belirleyici olduğudur. 1961 Anayasası’nın
getirdiği özgürlükçü düzenin Türkiye’nin toplumsal bünyesine uymadığı,
“bu Anayasa ile devlet yönetilmez” görüşünün ağırlık kazandığı çevreler,
1971‐1973 Anayasa değişikliklerini dahi yeterli bulmamışlardır ve Türki‐
ye’nin yeni ve anılan değerlendirmeler uyarınca daha otoriter bir anayasaya
ihtiyacı olduğunu kamusal tartışma gündemine taşımışlardır. Bu sürecin
15
Kemalizmin vesâyetçi ideoloji ve pratik olarak yorumları ve eleştirileri için bkz.
Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, s. 11‐23 ve 211‐229.
16
Bu tesbitin ana dayanağı için bkz. Bakır Çağlar, “Parlamentolar ve Anayasa Mahke‐
meleri. Teori ve Pratikte Anayasa Yargısının Sınırları Problemi. Sentetik Bir Deneme
İçin Notlar,” Anayasa Yargısı, Cilt: 3, 1986, s. 165 ve 166. Anayasa Mahkemesi’nin bu
tarz bir “politik anayasa” değerlendirmesine bağlı kalmayıp, “’parti politikası’ karşı‐
sında ‘judicial self‐restraint’in örneklerini vermesi” (aynı kaynak, s.168) Anayasa
Mahkemesi’nin konjonktürel değişimlere açık olarak karar ürettiği yargısına temel o‐
luşturmaktadır . Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nin çoğulculuğu kabul etmeme yö‐
nündeki devlet felsefesinden ayrıldığını söylemek de mümkün görünmemektedir.
Levent KÖKER Seçim Sistemleri ve Siyasî Çoğulculuk
207
önemli aktörlerinden biri olan Tercüman Gazetesi’nin düzenlediği Anayasa
ve Seçim Sistemi Semineri’nde “Yaşadığımız Kriz ve Anayasanın Değiştiril‐
mesi” konulu bir konuşma yapan, 1982 Anayasası’nın mimarlarından Orhan
Aldıkaçtı, seçim sistemi ile ilgili değerlendirmelerinde, siyâsî çoğulculuğun
önüne siyâsî istikrarı geçirecek bir konuşma yapmıştır:
17
“…ne olursa olsun seçimlerde bir partinin parlamentonun salt çoğun‐
luğunu elde ederek bir seçim devresi iktidarda kalmasının büyük yararları
olduğu da tartışılmaz. Böyle bir çoğunluğun sağlanamadığı hallerde koalis‐
yonlar oluşturulur. Eğer koalisyon kurulması çok güçleşiyor, mümkün ola‐
mıyorsa, durum toplumda devlet birliğine olan inancın sarsıldığını, toplumun
kaderde, tasada ve kıvançta ortak bir bütün olmaktan çıktığını gösterir; yani toplum
hastalanmıştır. Bu durumda temsilcilerden kurulu parlamentonun toplumun
minyatür bir örneğini teşkil etmelidir diye savunmuş olduğum fikir önemini
yitirir. Herşeyden önce Anayasanın çizdiği sınırlar içinde bir iktidar oluşturacak
bir seçim sisteminin kurulması zorunluluğu belirir.”
18
Şimdi bir ara değerlendirme yaparak diyebiliriz ki, Türkiye Cumhuri‐
yeti’ni kuran temel felsefe siyasal çoğulculuğu makbûl görmemekte; Cum‐
huriyet’in son “kurucu iktidarı” da aynı ölçü içinde ama biraz daha esnek
olarak sınırlı bir çok partili hayatı kabûllenebilmekte; devletin temel faaliyeti
olan yasama faaliyetinin Anayasa’ya uygunluğunu sağlama fonksiyonunu
üstlenmiş bağımsız Anayasa yargısı da aynı yaklaşımı — konjonktürel dal‐
galanmalara bağlı da olsa — paylaşmakta; Cumhuriyet’in son dönem anaya‐
sal ve siyasal hukuk düzeninin mimarları da aynı yönde tercih yapmış ol‐
maktadırlar. Böylece, Türkiye’de seçim sistemi ile siyasal çoğulculuk arasın‐
daki ilişkinin birinci biçimi, Schmittçi bir siyaset anlayışına kolayca eklemle‐
nen, çoğulculuktan önce devletin varlığını koruma ilkesine bağlanan siyâsî
istikrar hedefine kilitlenmiş bir tercih ortaya koymaktadır.
Şimdi beşinci tesbit: 1982 Anayasası ile getirilen siyâsî‐hukukî düzen i‐
çinde demokratik çoğulculuğun tamamen yokedilmesi bile, son derece dar
sınırlar içine hapsedilmesi, birçok rahatsızlıklara neden olmuş, bunun bir
neticesi olarak da, 1982 Anayasası’nın 67. maddesine, 1995 yılındaki deği‐
17
Orhan Aldıkaçtı, Yaşadığımız Kriz ve Anayasanın Değiştirilmesi,” Tercüman Anayasa
ve Seçim Sistemi Semineri (Tarabya, 19 Nisan 1980) İstanbul: Tercüman Gazetesi yay.,
1980, s. 19 (İtalikler eklenmiştir‐LK).
18
Anayasa Hukuku Profesörü Orhan Aldıkaçtı, bu konuşmadan bir süre önce yayınla‐
nan kitabında da Alman meslekdaşı Carl Schmitt’in yukarıda özetlenen siyâset kav‐
ramını çağrıştıran bir yaklaşım sergilemektedir: Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumu‐
zun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul: İÜHF yay., 1978, 297‐299.
Anayasa Yargısı 23 (2006)
208
şiklikle eklenen bir fıkra ile, “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde
istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” hükmü getirilmiştir. Bu
değişikliğin siyâsî parti politikasında varolan ve partilerin siyâsî iktidarı ele
geçirme ve elde tutma kaygılarıyla mı yoksa siyâsî çoğulculuğa daha geniş
bir yer açmak amacıyla mı yapıldığının ayrıntılarına girmeksizin söyleyelim
ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ilk defa seçim kanunları ile ilgili bir
ilkenin böylece yerleştirilmiş olması, seçim sistemleri‐siyâsî çoğulculuk iliş‐
kisine ilişkin yeni yaklaşımların daha açıkça ortaya konulmasını sağlayan bir
kamusal tartışma sürecini de başlatmış bulunmaktadır.
Bu tartışmalara katılanlardan biri olan Seyfettin Gürsel, Schmittçi değil,
Eastoncı diyebileceğimiz bir siyaset anlayışı ekseninde değerlendirmeler
yapmaktadır. “Toplumsal tercih Kuramı Çerçevesinde Anayasa’nın 67.
Maddesinde Yer Alan Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar İlkelerinin
Değerlendirilmesi” başlıklı incelemesinde Gürsel’in yaklaşımı, “pazarlık
gücü,” “etkin icraat yeteneği,” “ittifak bloğu,” seçmen desteğinin alınma‐
sürdürülme “ihtimalleri,” gibi, David Easton’ın siyaseti toplumsal kesimle‐
rin otoriteye dayalı değer dağıtım sürecindeki çatışma‐pazarlık‐uzlaşma
terimleriyle belirlenen sisteme ilişkin bir nitelik olarak belirlemesinin terim‐
leriyle büyük ölçüde uyuşmaktadır.
Gürsel’in yaklaşımında, “mevcut seçim sisteminde temsilde adaleti garan‐
tileyecek kolay ve anlaşılır değişiklikler yapmak olanaklıdır. Ancak, bu değişikliklerin
yönetim istikrarına olumlu bir katkı yapmayacakları açıktır. . . . [K]üçük partilerin artan
pazarlık gücü, hükümetlerin etkin icraat yeteneğini daha da zayıflatacaktır.”
19
Burada, görüldüğü gibi, yönetimde istikrar için, yani sistemin ve dola‐
yısıyla devlet düzeninin varlığının korunması için çoğulculuğu ve dolayı‐
sıyla gerçek anlamda bir çok partililiği siyâsî sistemden dışlamaya yönelen
1982 Anayasası ile bu anayasayı vücuda etiren devlet felsefesinden farklı
olarak, daha adaletli bir siyâsî sistem arayan Gürsel, toplumsal tercih ku‐
ramı içinde, pazarlık ve etkin icraat terimlerinin oluşturduğu bir zeminde
yönetimde istikrar arayışına yönelmiş olmaktadır. Gürsel’in bu inceleme‐
sinde “yönetimde istikrar” hedefini öne çıkardığı başka değerlendirmeleri
de bulunmaktadır. Örneğin, toplumsal tercih kuramının kurucu isimlerin‐
den Arrow’a atfen, “biliyoruz ki, ‘en çok tercih edilen’ seçeneği belirleyecek
bir tercih fonksiyonu mekanizması oluşturmak, eğer esas olarak demokrasi
19
Seyfettin Gürsel, “Toplumsal Tercih Kuramı Çerçevesinde Anayasa’nın 67. Madde‐
sinde Yer Alan Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar İlkelerinin Değerlendirilmesi,”
Anayasa Yargısı, Cilt: 16, 1999, s. 46.
Levent KÖKER Seçim Sistemleri ve Siyasî Çoğulculuk
209
amaç ise olanaksızdır” dedikten
20
sonra, “nisbî takviyeli iki turlu dar bölge
önerisini” savunusunu “yönetimin istikrarının sağlanması büyük ölçüde
kolaylaşmaktadır” gerekçesine dayandırmaktadır
21
Gürsel’in, Aldıkaçtı’dan ve 1982 Anayasası’nı yapan irâdenin sâhip ol‐
duğu devlet felsefesinden ve buna bağlı olarak Schmittçi olarak nitelendi‐
rilmesinde isabet bulunan siyaset anlayışından farkı, yönetimde istikrarı
temellendirirken Easton tarafından formüle edilen ve siyâseti bir anlamda
bir “işletme yönetimi işi”ne, bir “pazarlık (negtiation)” sürecine, bu sürecin
terimleri içinde yer bulduğu biçimiyle istikrar yönelimine ve bu temelde
siyâseti sosyo‐ekonomik reformlara yönelik, adetâ bir sosyal devlet pratiği
ile birlikte düşünme eğilimi içinde düşünmektedir. Schmittçi ve Eastoncı
siyaset kavrayışlarının, demokratik siyaseti “ulus‐devletin bütünlüğü içinde
bir çatışma uzlaşma sistemi” anlamında sentezlenebileceğini öngören
Poggi’nin modern devlet izahı ile bu sentezlenmenin de en iyi bir biçimde
yerleşik demokrasilerde ortaya konulduğunu, Türkiye’nin henüz bu geliş‐
mişlik düzeyinde olmadığını kabûl eden modernleşmeci paradigmanın te‐
mel öncüllerini imâ edercesine değerlendirmelerde bulunan Gürsel, Tür‐
kiye’deki siyasal parçalanma düzeyinden duyduğu rahatsızlığı istikrar ara‐
yışına gerekçe yapmak suretiyle, Aldıkaçtı ve 12 Eylülcü devletin bütünlü‐
ğünün önceliği felsefesine yakınlaşmış olmaktadır. Gürsel’e göre
“[s]iyasal parçalanma mevcut düzeyini koruduğu sürece, hem adaletli hem
de istikrara yönelik bir seçim sistemi tasarlamak imkânsızdır. Ancak, kimi
olgun demokrasilere sahip ülkelerde (Danimarka, Hollanda gibi) son derece adaletli
sistemler sonucunda 3‐4‐5 partili koalisyonlar kurulsa, üstelik koalisyonların
ömürleri çok uzun olmasa bile, yani dar anlamda yönetim istikrarı olmasa
bile, geniş anlamda siyasal istikrar sağlanabilmekte ve ekonomik ve sosyal alan‐
larda kritik reformlar yapılabilmektedir.”
22
V
Toparlayıcı bir değerlendirme ile belirtmek gerekirse Türkiye’de seçim sistemle‐
ri ile siyâsî çoğulculuk arasındaki ilişki, biri tümüyle Schmittçi siyâset anlayışını
temsil eden ulus‐devleti korumacı, diğeri Eastoncı siyâset anlayışını temsil eden
ve fakat bunu modernleşmeci bir paradigma içinde Schmittçi öğelerden çok da
uzaklaşmayarak ortaya koyan, siyâsî istikrar hedefinin belirleyiciliği altındadır.
Bu durumda, siyâsî istikrar kaygısı, zâten târihî müktesebâtı ve Cumhuriyet’in
20
Aynı kaynak, s. 46 — italikler eklenmiştir.
21
Aynı kaynak, s. 62.
22
Aynı kaynak, s. 66.
Anayasa Yargısı 23 (2006)
210
siyâsî çoğulculuğa kapalı kurucu felsefesi itibâriyle demokratikleşmekte önemli
handikaplarla karşı karşıya bulunan Türkiye’nin, meşrû demokratik siyâsetin
kurucu değerlerini konjonktürel dalgalanmalara terkeden otoriteryanizmini orta‐
dan kaldırma imkânı bulunmayacaktır.
Bu bağlamda, modern demokrasinin temelinde yer alan değerleri ve il‐
keleri yeniden inşâ etmeye yönelen farklı bir siyâset anlayışının öne çıktığı bir
yeni paradigmatik çerçeveyi diktâte almak gerekmektedir. Öncülüğünü Jürgen
Habermas’ın yaptığı bu çerçevenin mantığı şöyle özetlenebilir: (1) Modern dev‐
let iktidarı, her iktidar gibi meşrûluk ihtiyacı duymaktadır. (2) Modern devlet
iktidarının meşruluğu, bu iktidarın buyrukları olarak hukuk kurallarının özerk
birey‐yurttaşlar tarafından yapılmasını gerektirir. (3) Modern devlette insanlar,
devlet iktidarının tecavüz edemeyeceği, hukuken güvence altına alınmış özerk‐
lik alanlarında kendi kaderlerini kendilerini tâyin etme özgürlüğüne sâhip bi‐
reyler olarak ve bu anlamda eşitlik içinde varolurlar. (4) Bu birey olma özerkli‐
ğinin güvencesi ise, bu özerkliği temin edecek hukuk kurallarının yapıcısı olma
anlamında bireylerin yurttaş olabilmeleri, yâni siyâsî özerkliğe de eşit biçimde
ve birlikte, bir irâdî yurttaşlar topluluğunun mensupları olarak siyâsî alanda yer
alabilmeleridir. (5) Birey‐yurttaşların, kendi tâbi oldukları hukuku kendileri
yapan özneler olarak özgürleşmeleri ise, engellenmemiş, çarpıtılmamış ve fark‐
lılıkları dışlamayan, kapsayıcı ve eşitlikçi bir siyâsî kamu alanının oluşturulma‐
sını gerektirmektedir.
23
Egemen ulus‐devletlere dayalı bir sistem olarak uluslararası ilişkilerin
ve uluslararası hukukun bireyleri ve devle‐dışı örgüleri de hukuk öznesi
olarak kabûl etmeye yöneldiği bir dünyada, özellikle de Avrupa Birliği gibi
ulus‐devlet üstü bir yeni oluşumun eşiğinde bulunulan bir dönemde, siyâsî
çoğulculuğun Scmhittçi ulus‐devlet ve Eastoncı pazarlıkçı siyaset mantığı ile
düşünülüp kurumsallaştırılması, modern demokratik devletin meşrûluk
ihtiyacını karşılayamaz. Dolayısıyla, devletin bütünlüklü varlığı ile istikrarlı
yönetim değerlerine uyarlanmış sınırlı çoğulculuğun terkedilerek, sahici
siyâsî alternatifler üretebilen muhalefetin varolabildiği meşrû demokratik
süreci pekiştirecek olan açılımlara yönelmek, bunun için de, sınırlandırıl‐
mamış bir siyâsî kamu alanı ile barajsız ve tam temsil adâleti sağlayan bir
seçim sistemi benimsenerek, sahici demokratik çoğulculuğun gerçekleştiril‐
mesini amaçlamak gerekmektedir.
23
Bu görüşlerin ayrıntılı izahı ve temellendirilmesi, Jürgen Habermas, Between Facts and
Norms, Contributions to a Discourse Theory of Law and Democracy (Boston, Mass.: The
MIT Press, 1996) adlı eserde yer almaktadır.
Dostları ilə paylaş: |