Microsoft Word kip\307aklar



Yüklə 0,83 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/34
tarix19.07.2018
ölçüsü0,83 Mb.
#57002
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34


KIPÇAKLAR

 

Türklerin ve Büyük Bozkırın Eski Târihi 



Murad ACİ

 

Çev. Fahri UNAN 



İ

ÇİNDEKİLER 

Giriş

 

Millet Nedir?



 

Niçin Böyle Konuşuyoruz?

 

Yüzyılların Kalın Perdesi



 

Sessiz Odada Yapılmış Keşif

 

Taşlar Neyi Anlatıyorlardı?



 

Altay’dan İlk Göç

 

Eski Altayı Nasıl Keşfettiler



 

Çam Bayramı

 

Eski Alday’daki Resimler



 

Bir Üstün Keşfi Nasıl Yaptılar?

 

İ

skitler –Esrârengiz Bir Halk mı?



 

Hediye Edici Tengri

 

Gök Tanrı



 

Türkler Hindistan’da

 

Türkler İran’da



 

Ünlü Han Erke

 

Bozkırdaki Yollar



 

Büyük Kavimler Göçü

 

Han Aktaş



 

İ

dil



 

Kafkas


 

Türkler ve Hristiyanlık

 

Avrupa Mâbedleri Üzerindeki Haç



 

Türkler ve Bizans

 



İ

mparator Konstantin’in İhâneti

 

Don Nehri İçin Savaş



 

Türkler Avrupa’da

 

Roma’nın İkiyüzlülüğü



 

Avrupa Altay’da Başladı

 

 

Attila – Türklerin Başbuğu



 

 

Bizanslı Prisk’in Gözleriyle Türkler



 

 

Birleşik Avrupa Ordusuyla Meydan Savaşı



 

Attila’nın Ölümü

 

 

Yeni Deşt-i Kıpçak



 

 

Ek 



 

GİRİŞ


 

Çok sayıda –milyarlarca– insan, Türk diliyle konuştu ve konuşuyor. Karlı Yakutistan’dan Orta 

Avrupa’ya, Sibirya’dan sıcak Hindistan’a kadar. Hattâ, Afrika’da bile Türk dilinin çınladığı 

yerleşim yerleri vardır. 

Türk  dünyâsı,  büyük  ve  olağanüstü.  Bu  dünyâ  içinde  en  kalabalık  olanlar  ‘Türkler’.  Onlar, 

dünyânın her köşesinde tanınan büyük bir ülkede, Türkiye’de yaşıyorlar. Kendi halkıyla, eski 

töreleriyle,  yüksek  ve  emsâlsiz  kültürüyle.  Bu  millet  hakkında  binlerce  kitap  ve  makâle 

yazıldı. 

Tamâmı birkaç yüz kişiden ibâret olan Tofalar hakkında ise, aksine, çok şey anlatamazsın. 

Onlar çok az tanınıyorlar. Issız ve sık Sibir taygasında, iki-üç köyde yaşıyorlar. Buna karşılık, 

en eski ve en temiz Türk dilini, belki, asıl Tofalar muhâfaza ettiler. Onların hayatları, 

yüzyıllarca, diğer kavimlerle hemen hemen hiç temas olmaksızın akıp gitti. Dillerini hiçbir şey 

kirletmedi. 

Gerçekten de, Türk dünyâsı büyüktür... Çok muammâlı... Bu dünyâ, bir pırlanta gibi; onun 

her yüzü, her kenârı bir millet. Âzerbaycanlılar, Altaylılar, Balkarlar, Başkırlar, Gagauzlar, 

Kazaklar, Karaimler, Karaçaylılar, Kırgızlar, Kırım Tatarları, Kumuklar, Tatarlar, Tuvalılar, 

Türkmenler, Uygurlar, Özbekler, Hakaslar, Çuvaşlar, Şorlar, Yâkutlar; hepsini bir anda 

hatırlamak mümkün değil. 

Türk dünyâsı onlarca halkı birleştiriyor; hepsi aynı kökten ve hepsi kendilerine özgüdürler. 

Farklı nüanslı sesleri ve mânâlarıyla, dilleri kendilerine özgü. Bâzan aynı kelime, farklı 

topluluklarda, tamâmiyle başka bir mânâya geliyor. Bu da normal! Çünkü, bunda Türk dilinin 

sonsuzluğu, onun hayret verici sâdeliği ve eskiliği bulunuyor.   

Fakat her zaman böyle olmadı. Vaktiyle, çok eski zamanlarda, Türkler, herkesçe anlaşılan, 

tek bir dille konuşuyorlardı. Takrîben iki bin yıl önce, dilleri –sâdece kendilerinin anladıkları– 

lehçelere (diyalektlere) ayrılmaya başladı. Fakat, umûmî dil, uzun süre unutulmadı. Çok çok 

uzaklardan gelen tüccarların toplandıkları pazarlarda ve fuarlarda, eskiden olduğu gibi, 

onunla görüştüler.   

Bu umûmî dil, edebiyat diline başlangıç verdi. Şâirler ve masalcılar / hikâyeciler, bütün Türk 




dünyâsının zevk alması için, her kelimeyi, eserlerinde iyice işlediler. Asker toplayan, vergi 

tahsil eden devlet memurları, hâlâ umûmî dili konuşuyorlardı... Bütün devletler, o sıralar, 

Türkçe konuşuyorlar ve yazıyorlardı!   

Bir Türk milletini diğerinden ayıran şey, esas dil midir? “Türk dünyâsı” diye isimlendirilen o 

pırlantanın sırrı, dillerin çok çeşitliliğinde değil midir? 

Heyhat! Her şey çok karmaşık, çok çetrefilli. 

Görülüyor ki, yeryüzünde, bugün Türk olduklarını bile bilmeyen kavimler vardır. Bu husustan 

şüphe edilmiyor... Düşmanlar, onları esir aldılar ve ölümle tehdit ederek ana dilde konuşmayı 

yasakladılar. Böylece insanlar dillerini unuttular. Bunun netîcesi olarak da, atalarını ve 

eskiden olan her şeyi unuttular... Hâfızasız kavimler olarak kaldılar; kendileri, kendilerinin 

gerçek geçmişleri hakkında bilgi sâhibi olmadan yaşıyorlar. 

Ne yazık ki, dünyâ târihinde hep böyle olageldi. 

Onlar, bu insanlar, tabiî ki, eski zamanlardaki gibi, yüz olarak, atalarına benziyorlar (başka 

türlü olması mümkün değildi). Avusturyalılar ve Bavyeralılar, Bulgarlar ve Bosnalılar, 

Macarlar ve Litvanyalılar, Lehler ve Saksonlar, Sırplar ve Ukraynalılar, Çekler ve Hırvatlar, 

Burgundlar ve Katalonlar... tam böyledirler. Onların yarısından çoğu, mâvi gözlü, açık / sarı 

saçlıdırlar (eski Türkler gibi!) ve hiçbir şeyi hatırlamıyorlar. Bayağı şaşırtıcı.   

Amerikalılar, İngilizler, Ermeniler, Gürcüler, İspanyollar, İtalyanlar arasında, akrabâ 

olduklarını unutan Türkler hiç de az değildir. Ve bilhassa İranlılar, Ruslar ve Fransızlar 

arasında. Onlar da eski Türklerin dış görünüşlerini pek güzel muhâfaza etmiş ve dahi her 

şeyi tamâmen unutmuşlardır. 

Hüzünlü bir târih. Ne yazık ki, onu, asıl böyle yaptılar; hüzünlü, daha doğrusu, ayrıntısız, 

tam aydınlatılmamış. 

Kazaklar (Ukraynalılar) bu hususta ayrılıyorlar; millet desen millet değil, kabile desen kabile 

değil. Anlayamazsın. Yerine bir masal uydurarak, onların da gerçek târihlerini gizliyorlar. 

Ukraynalıların, zamânın yol ayrımında bir yerde, sanki kayboldukları, işte böyle çıktı: 

Kendilerini Slav asıllı sayıyorlar; fakat, hâlâ ana dil Türkçe’yi unutmadılar. Bâzı Kazaçik 

köylerinde, eskiden olduğu gibi, asıl onunla konuşuyorlar (gavaryat: gutoryat, balakayut). 

Gerçekten, kurnazca bir şekilde, onu “ana” dil olarak değil, “ev” dili olarak isimlendiriyorlar.   

Ben, uzun süre, Türk dünyâsının bu kadar az bilinmesinin sebebini anlamaya çalıştım. Bu, bir 

tesâdüf eseri miydi?.. Hiçbir dil, Türkçe gibi, bu kadar ayrıntıya, nüansa ve lehçeye 

(diyalekte) sâhip değildir: İnsanların kanları aynı, ataları aynı, târihleri aynı, fakat dilleri 

farklı ise, kendileri de farklı milletler oluyorlar. Niçin? 

Cevâbı, asıl târihte, yüzyılların sisli derinliklerinde buldum. Kıpçaklar, veya Türklerin Eski 

Târihi kitâbı, hikâyenin başlangıcı. Onu, diğer iki kitap –Oğuzlar, veya Türklerin Ortaçağlar 

Târihi ve Türklerin Yeni Târihi– tâkip edecek. 

MİLLET NEDİR?

 

Gezegenimizde çok farklı kavimler yaşıyor. Gerçekten ne kadar? Belli değil. Bir görüşe göre, 



dört bin; bir diğerine göre, iki katı. Saymak güç. Hemen hemen imkânsız. Çünkü, bugüne 

kadar “kavim-millet” nedir, tesbit edilmemiştir. Kimleri böyle adlandırmak mümkün? Farklı 

görüşler var. 

İnsanlar sâdece ilk bakışta benzer görünüyorlar; fakat bu gerçekte böyle değil. Onlar 




Yüklə 0,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə