ÂŞiklarin siniflandirilmasi iÇİnde son dönem âŞiklik geleneğİNİn yapilandirilmasi



Yüklə 47,18 Kb.
tarix16.08.2018
ölçüsü47,18 Kb.
#63504


ÂŞIKLARIN SINIFLANDIRILMASI İÇİNDE

SON DÖNEM ÂŞIKLIK GELENEĞİNİN YAPILANDIRILMASI

VE

BU GELENEKTE NESİMİ ÇİMEN’İN YERİ*



Yrd. Doç. Dr.Mehmet YARDIMCI**

Yüzyıllar boyunca Türk halkının sesi olagelmiş âşıklar ve onların oluşturduğu âşıklık geleneği, Türk halk edebiyatı içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu gelenek, zamanla Türk yaşayışının ve inançlarının bir aynası olma görevini üstlenmiştir.

Türk toplumu, Anadolu’yu yurt edinmesiyle birlikte yeni bir kültürel kimliğe bürünmüş, daha öncesinde halkın gözü, kulağı ve en önemlisi de sözcüsü durumunda olan ozanların yerini âşıklar, kopuzunun yerini de saz almıştır.

Anadolu’da şekillenen âşıklık geleneğinin son dönem âşıklık geleneğine kadarki serüvenini şu şekilde sınıflandırmak mümkündür.

Türk halk şiiri Orta Asya’dan başlayarak günümüze kadar gelişen süreci içinde üç öbekte ele alınmış ve işlenmiştir.

Bunlar:

1. Anonim Halk Şiiri

2. Dini ve Tasavvufi Halk Şiiri (Tekke Şiiri)

3. Saz Şiiri’dir.

Anonim halk şiiri; mâni, türkü, tekerleme, ağıt, destan gibi ilk sahipleri zamanla unutularak toplumun ortak malı olan ürünleri kapsar.

Dini ve Tasavvufi Halk Şiiri; İslâmiyetin kabulünden sonraki ilk dönemde, İslâmî kültüre rağmen, İslâmiyet öncesi yaşam biçimine özgü bağlar ve gelenek korunmuş, İslâmiyet öncesi şiirler yerini dini içerikli şiirlere bırakmış ya da bünyesine yeni öğeler alarak İslâmi bir yapıya bürünmüştür.

Saz şiiri, âşık kavramı üzerine yoğunlaşmaktadır. XV. yüzyıla kadar varlığını devam ettiren “ozan”ın1 yerine, XIII. yüzyıldan başlayarak yavaş yavaş yerleşen ve XVI. yüzyılda belirginleşen “âşık2 terimi XVI. yüzyıldan itibaren belli özelliklere sahip şairlerin genel adı haline gelmiştir.

Âşık şiiri, sözlü kültür ortamında ortaya çıkan bir gelenek olup, ozan-baksı geleneği ve tekke edebiyatı ile beslenmiş olmakla beraber kendine özgü kuralları ve uygulama geleneği olan bağımsız bir edebiyat konumundadır.

Âşıkların sınıflandırılması ile ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bunlar:



I. Âşıkların Eğitim Durumlarına Göre Sınıflandırılması

Fuad Köprülü “Saz Şairleri, Dün ve Bugün3 başlıklı yazısında âşıkları ikiye ayırır.

Bunlar:

1. Kalem şairleri; (Yüksek sınıfa mahsus şiirler yazan klâsik şairler.)

2. Meydan şâirleri; ( Halk toplantılarında irticâlen de şiirler tertip eden ve onları sazları ile çalıp söyleyen şairler” biçimindedir.

Bizim de katıldığımız bu görüşün ışığı altında âşıklar üç grupta incelenebilir:



a. Ümmi Âşıklar,

b. Okuma Yazma Bilen Âşıklar,

c. Kalem Şuarası.

Âşıkları her ne kadar böyle üç gruba ayırsak da, her üç gruptakilerin de bazı özellikleri ortak olarak gözükmektedir.

Her üçünde de kimileri saz çalmakta, kimileri çalmamaktadır. Her üçü de olaylara mümkün olduğu kadar objektif yaklaşırlar.

Ümmi âşıklar dışında diğerleri az çok tahsil görmüş kişilerdir.
II. Âşıkların Yetiştikleri Sosyal Çevrelere Göre Sınıflandırılması

Âşıkların Anadolu sahasında yetişme ve gelişme mekânları geleneğe bağlı olarak daha çok köy ve kasaba çevreleri olmuştur.

Âşıkların asıl kaynağı halktır. Doğdukları yer önemli değildir. Önemli olan yetiştikleri sosyal çevrelerdir.

Âşık, Köyde doğar şehre yerleşir, şehirde doğar fakat gezginci bir hayat sürüp köy köy dolaşır. Yaşadıkları ortama ilişkin konuları, yine yaşadıkları ortamdaki kültürel yapıyı çerçevesinde dile getirir.

Eflatun Cem Güney’in de belirttiği gibi “Doğdukları yerlerin de, gezip dolaştıkları yerlerin de izlerini taşırlar ama asıl ayırıcı nitelikleri yerleştikleri, yetiştikleri sosyal çevrelerden gelir. Daha çok o çevrenin, o zümrenin geleneklerine bağlanırlar; onların görüşlerini, duyuşlarını ifade ederler.”4

Yetiştikleri sosyal çevreler ve yetişme biçimleri nedeniyle âşıkları:



a. Din ve tasavvuf ortamında yetişen âşıklar

b. Köy ortamında yetişen âşıklar

c. Kasaba ve şehir ortamında yetişen âşıklar

ç. Asker ve Yeniçeri muhitinde yetişen âşıklar

d. Göçebe çevrelerde yetişen âşıklar

olarak da sınıflandırmak mümkündür.




a. Din ve Tasavvuf Ortamında Yetişen Âşıklar

İslâmiyet Türkler arasında yayılırken sanat ve sanatçılardan büyük ölçüde yararlanılmıştır. İslâmiyetin halk arasında geniş kitlelere yayılmasını isteyen dervişler, İslâmi kuralları şiir ve saz yoluyla daha anlaşılır ve sevilir bir biçimde dile getirmişlerdir. Bazı tarikatlarda saz ve şiir âyinlerin temeli olarak görülmüş ve usta âşıklarca işlene işlene tasavvuf felsefesi halka aşılanmağa çalışılmıştır. Halk şiirinin sazla beraber eskiden beri Türkler arasında yaşaya gelmiş olması, bunların yardımcılığı ile gelen dinin kolay benimsenmesini sağlamıştır.”5

Türkistan ve Horasan gibi Moğol akımlarının zulmüne uğramış yörelerden Anadolu’ya gelen mutasavvıfların ve dervişlerin görüşlerini halka sanatla (şiirle) iletmenin kolaylığı, Anadolu’da üst üste gelen savaşların doğurduğu bunalımdan bıkan halkın, mutasavvıfların sağladığı sevgi ve hoşgörülü bir çeşit avunma ortamını benimsemeleri, Ahmet Yesevi’nin hikmetlerini sevmeleri ve bu dönemde Yunus Emre’nin her gönüle bir ferahlık veren şiirlerini dilden dile yaymaları dini ve tasavvufi halk şiirinin oluşup gelişmesine yol açmıştır. Lirizmin yanı sıra öğretici bir özellik de taşıyan bu şiirlerde dünyanın fâniliği, Allah sevgisi, din ulularına sevgi ve saygı gibi konular işlenmiştir. Bu ortamda Yunus Emre’nin etkisinde kalan Sait Emre, Âşık Paşa, Muhyiddin Abdal, Seyyid Nizamoğlu, Ümmi Sinan gibi âşıklar yetişmiştir.

Yesevî, Hayderî, Kalenderî, Babaî, Edhemî, Şemsî, Câmî, Bektaşî, Mevlevî, İshakî, Kadirî ve Halvetî gibi tarikatlar Anadolu’da dini ve tasavvufi halk şiirinin yayılmasında büyük rol oynamışlardır.

Dini ve tasavvufi halk şiiri öğretme ve eğitme aracı olarak kullanıldığı için didaktiktir.

Günümüzde Alevi-Bektaşi cemlerinde zakirlik görevini yürüten âşıklar da bu gurup âşıklardandır.


b. Köy Ortamında Yetişen Âşıklar

Köy ortamında yetişen âşıklar tamamen köylü kültür ve edebiyat geleneğine bağlıdırlar. Köyde yaşayan âşıkların birçoğu şehirli âşıkların özelliklerini taşımalarına, gezgincilikleri nedeniyle pek çok kent görmelerine karşın yetiştikleri ve kısa süreli gezmeleri dışında yaşamlarını sürdürdükleri köy kültüründen fazla kopmamışlardır.

Halk şiiri geleneğinden hiç kopmayan ve bu geleneğe sıkı sıkıya bağlı kalanlar da bunlardır. Çünkü kendileri gibi hitap ettikleri çevre de köylüdür. Bunların koşmalarını dizip koştuğu dil, halkın konuştuğu dildir.

Eflatun Cem Güney, “Köylü halk şairleri, elleri kalem tutmadığı için, şiirlerini kendi içlerine doğduğu gibi, kendi dillerinin ucuna geldiği gibi söyler, bu yüzden de bunlara ‘meydan şâiri’ denilirdi.” diyerek meydan şairlerinin köy ve aşiret ortamında yetişen âşıklar olduğunu belirtmektedir.6 Köylü âşıklar, yaşadıkları ortamın görüntülerini ve sosyal içeriklerini dizelerinde kesitler halinde sergilemişler, bu âşıklar, köylünün yaşama bakışını, doğayla mücadelesini, aşk anlayışını geleneğe bağlı kalarak sazlarının tellerine dökmüşlerdir. Âşık Şenlik, Âşık Ruhsatî, Meslekî, Noksanî gibi âşıklar köy ortamında yetişenlerin önde gelenlerdendir.


c. Kasaba ve Şehir Ortamında Yetişen Âşıklar

Kasaba ve şehir ortamında yetişen âşıklar, âşık kahvelerinde saz ve söz meclislerinde küçük yaştan beri bulunma, çeşitli öğretim kurumlarında ya da medreselerde az da olsa bir eğitim alma fırsatını yakalamış âşıklardır. Bunlar kahvelerde, panayır yerlerinde halka seslenmiş, konaklara, zengin düğünlerine hatta saraylara çağırılmış, yüksek sınıf ve tabakanın kültürünü yakından tanımış, bunlardan etkilenmişlerdir. Bir tarafta âşık kahvelerindeki halk kültürü, bir tarafta medreselerde Arapça ve Farsça’nın etkisiyle yabancı kültürlerin karmaşık havası içinde yetişmeleri sonucu halk şairliğinden çok şey kaybettikleri gibi tam anlamıyla divan şairi konumuna da girememişlerdir. Bu durumları ile gerçekten divan şairlerinin kötü birer taklitçileri durumuna gelmişlerdir.

Kasaba ve şehir ortamında yetişen âşıkların büyük bölümü saz çalıp, meydan şairleri gibi doğmaca şiir söylemektedir. Bu âşıklar XIX. yüzyılda Erzurum, Kars, Zile, Konya, Karaman gibi Anadolu kentlerinde bulunan çalgılı kahvelerin dışında İstanbul Kuru Çeşme’deki Kâtip Mahmut’un çalgılı kahvesi, Aksaray’daki Kadayıfçı Ali’nin çalgılı kahvesi, Divanyolu’ndaki Arnavut Mehmet’in Çalgılı Kahvesi, Unkapanı’nda Halil Hoca’nın Çalgılı Kahvesi, Eyüp Defterdar İskelesi’nde Kâhya İsmail’in Çalgılı Kahvesi, Yüksek Kaldırımda Arap Hüseyin’in Çalgılı Kahvesi, Kasımpaşa’daki Midyeci Süleyman’ın çalgılı kahvesi, Beşiktaş Saman İskelesi’ndeki Zil İzzet’in çalgılı kahvesi7 gibi büyük kahveleri kendi aralarında şiir dünyalarının uygulama merkezleri haline getirmişlerdir. Gevherî, Âşık Ömer, Zileli Talibî, Tokatlı Gedaî, Zihnî, Seyranî, Emrah ve Dertli bu gurubun usta âşıkları arasında bilinenleridir.
ç. Asker Ocaklarında ve Yeniçeri Ortamında Yetişen Âşıklar

Uzun yıllar askerliği meslek edinip, ordu içinde bulunan bu ocakların yiğit havası içinde yetişen birtakım âşıklar halk şiiri geleneğine uygun ürünler ortaya koymuşlardır.

Gelenek, görenek ve biçimsel uygulamalar açısından diğer âşıklarla bir görülen bu âşıklar kendi özel yaşamlarına ait konuları şiirlerinde dile getirmeleriyle diğer âşıklardan farklılık gösterirler. Yanık türküler, uzun olayları hikâye eden destanlar asker ocaklarında yetişen âşıklar tarafından daha ustaca söylenmiştir. Asker ocaklarında ve yeniçeri ortamında yetişen âşıklar bir taraftan askerleri eğlendirip, yüreklendirip duygulandırırken bir yandan da katıldıkları savaşları, zaferleri, yenilgileri gerçekçi bir anlatımla yansıtırlar.

Bu âşıklar, kötü ve korkak kumandanları hicvetmekten, yiğit ve dürüst serdarları da övmekten geri kalmamışlardır.

Asker ocaklarında yetişen âşıklar arasında Bahşî, Armutlu, Çırpanlı, Kul Çulha, Geda Muslu ve Tamaşvarlı Âşık Hasan, Öksüz Dede gibi isimler önde gelir.
d. Göçebe Çevrelerde Yetişen Âşıklar

Göçebe boylardan olan ya da onlar arasında uzun süre kalan halk şairleri, şehirle ilişkileri az olduğundan şiirlerinde göçebe hayatın kesitlerini duygulu biçimde yansıtmışlardır. Göçebe çevrelerde yetişen önemli âşıklardan Dadaloğlu Osmanlı İmparatorluğu’ nun göçerleri yerleştirme hareketi sırasında meydana gelen siyasi olaylara karıştığından şiirlerinde epik bir karakter görülür.

Dadaloğlu, Deli Boran, Gündeşlioğlu, Karacaoğlan göçebe çevrelerde yetişen âşıkların önde gelenleridir.

III. Âşıkların Yüzyıllara Göre Sınıflandırılması

Anadolu sahasında âşıkların sosyal durumlarına ve yetiştikleri sosyal çevrelere göre sınıflandırılmaları dışında devirlere göre de bir sınıflandırma yapılabilmektedir.

Kaynaklar, Âşıkları 13. yüzyıldan başayarak 20. yüzyıla kadar üç dönemde göstermektedir. Bunlar:

I. Dönem: 13-15. yüzyıllar arası.

II. Dönem: 15-18. yüzyıllar arası.

III.Dönem: 19. yazyıldan günümüze kadar olan devredir.

Biz, üçüncü dönemi 19. Yüzyıl olarak gösterip, 20. Yüzyılı dördüncü dönem olarak ele alacağız.
1. Birinci Dönem

13. yüzyıl, Batı Türkçesi'nin Anadolu lehçesi halinde kökleştiği ve Türk edebiyatının Anadolu üzerinde gelişmeye başladığı bir zamandır.

13. yüzyılda varlığı bilinen fakat elde kaynak olmadığı için hakkında fazla bilgi bulunmayan halk şiiri 14. yüzyılda da aynı durumdadır. Elde sadece dini ve tasavvufi halk edebiyatına ait kaynaklar bulunmaktadır. 13.yüzyılda Ali adlı bir âşık tarafından 1223'te Batı Türkçesiyle yazılan fakat nerede yazıldığı henüz belli olmayan Kıssa-i Yusuf, Yesevî yolunda ve saz şiiri tarzında ilk büyük eser olarak bilinmektedir.

13. yüzyıl ile 15. yüzyıllar arasındaki devre kuruluş devresi olup şiirlerde genellikle dini konuların işlendiği dönemdir. “Yüzyıllarca etkisini gösteren, günümüzde bile söyleyiş gücü ve zenginliği bakımından yabancı kültürlerin de hayranlığını çeken Yunus Emre’nin sanatı, bu ilk dönemin itici gücü durumundadır. Halk dilini, sanat zevkini şiirine yansıtmayı başaran Yunus Emre, bu tarzın da en büyük ustası olmuştur.”8

13 ve 14. yüzyıllarda tekkelerde gelişen tasavvufi halk edebiyatı ile birlikte saz şiiri de gelişme göstermiş, âşıklar ordu içinde ve halkın toplu bulundukları yerlerde şiirler söylemişlerdir. Bu dönemin en önemli simaları arasında: 13. yüzyılda: Yunus Emre, 14. yüzyılda: Hacı Bayram Veli örnek gösterilebilir.
2. İkinci Dönem

Bu dönem 15-18. yüzyılları kapsayan dönemdir. 15. yüzyılda halk edebiyatı eski geleneğini devam ettirmiştir. 16. Yüzyıldan itibaren de halk edebiyatı ürünleri yazılı kaynaklara aktarılmaya başlamıştır.

Bu dönemde âşıkların en önde gelen özellikleri taassuba karşı tepkiyi temsil etmeleridir. Bu dönemdeki âşıkların önemli bir bölümü bağlı bulundukları sosyal çevrenin aynı zamanda inandıkları düşüncelerin ateşli savunucuları olmuşlardır.

Âşık olan ozanlar, kişi ve toplum yaşayışının çeşitli yönlerini şiirlerinde işlemişlerdir. Elimizde bulunan 15. yüzyıla ait ilk örnek olarak kabul edilen “Dâsıtân-ı Sukut-ı Kars” adlı bir destandan başka bu döneme ait örneklerden biri de Ozan isimli bir âşığa ait:



Gerçek âşık olanların

Yüreciği yanar olur

Her cânibden suriş ile

Şavkı odu kanar olur9

biçimindeki bir dörtlükle başlayan şiirdir.

Anadolu’da Alevi, Bektaşi, Bayramî, Nakşibendi gibi çeşitli tarikatlara bağlı tekkelerin yaygınlaştığı dönemde inançlar doğrultusunda konuların işlenişi halk şiirine ayrı bir hava getirmiştir.

16. yüzyıldan itibaren Anadolu Türkçesi işlek bir dil olmuş, kültür hayatı büyük kentlerde gelişme göstermiş, saz şiiri genişlemiş, Köroğlu, Hayalî, Kul Himmet gibi önemli âşıklar yetişmiş ve Köroğlu Destanı cinsinden büyük eserler verilmiştir.

Bu yüzyılda aşk, kahramanlık, doğa ve düşünceye özgü konuların yanı sıra yerleşik yaşama ait unsurlar da âşıklar tarafından kullanılmaya başlanmıştır.

17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu genişlemiş, Osmanlı kültürü ve uygarlığı ileri bir düzeye ulaşmış; büyük şehirlerde oluşan üst kültür, yeni bir yaşam tarzı geliştirmiş, kentli âşıklar bu tarzın etkisi altında kalırken kırsal kesimde, köylerde ve konar göçerler arasında alt kültür diyebileceğimiz kapalı bir kültür doğmuştur.

Bu şekilde âşıklar da kendi içinde gruplara ayrılmıştır.

17. yüzyılda Türk Edebiyatı daha çok yerlileşmek suretiyle gelişimini sürdürmüştür.

Bu yüzyılda âşık şiiri tarzında büyük gelişme ve genişleme görülmüş, Gevherî ve Karacaoğlan gibi Türk halk şiirinin önemli temsilcileri bu dönemde yetişmiştir.

17. Yüzyılda âşık edebiyatı gelişimini tamamlamış, olgun eserler vermiştir.

Bu yüzyılda Kerem ile Aslı cinsinden büyük aşk destanları konumundaki halk hikâyelerinin de en sevilenleri söylenmiştir.

17. yüzyılın ikinci yarısından sonra görülen Âşık Ömer, Gevherî ve Kâtibî gibi yüzyılın en büyük usta âşıkları daha çok büyük yerleşim merkezlerinde yaşadıkları, gerekli üst kültürü edindikleri, aruz ölçüsünü iyi bildikleri için divan şairlerinin yakınında bulunmuş, dolayısıyla divan şiirinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir.

Hatta divan tertip edecek kadar aruzlu şiirleri olması nedeniyle bunların kimilerini divan şairi sayanlar da bulunmaktadır. Gevherî’yi divan şairleri arasında gösterenlerin sayıları oldukça fazladır.

Bu etkileşim kentli âşıkların çoğunda görülmektedir.

17 ve 18. yüzyıllarda âşık şiirinin dil, estetik ve anlayış bakımından divan şiirine yaklaştığı, divan şiiri muhitinde yaşayan bazı devlet büyüklerinin de âşık şiirine büyük ilgi gösterdikleri ve bazı divan şairlerinin âşık şiiri tarzında şarkılar kaleme aldıkları da görülmektedir.

18. yüzyılda siyasal tarihimizde çok önemli olaylar olmasına karşın âşıklar sessiz kalmış, 17. Yüzyılda yetişen usta âşıkların gücüne ulaşamamışlardır.

Halk şiirinin ikinci dönemi dediğimiz 15-18. Yüzyıllar arasındaki bu dönemde yüzyıllarına göre en önemli simalar arasında:

15. yüzyılda: Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumi, ve İbrahim Tennurî

16. yüzyılda: Âşık Garip, Kazak Abdal, Pir Sultan Abdal, Öksüz Dede, Kul Himmet, Bahşî, Ozan, Kul Mehmet, Geda Muslu, Çırpanlı, Kul Çulha, Armudlu, Oğuz Ali, Hayalî, Hızıroğlu, Köroğlu.

17. yüzyılda: Âşık Ömer, Gevherî, Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Ercişli Emrah, Kâmilî, Kuloğlu, Karacaoğlan, Türabî, Zaifî, Piroğlu, Keşfî, Âşık Nevî, Benli Ali, Bursalı Halil, Öksüz Âşık, Sunî, Şahinoğlu, Üsküdarî, Yazıcı vb.

18. yüzyılda da: Âşık Kâmil, Şermî, Derûnî, Seferlioğlu, Nakdî, Kara Hamza, Abdî, Agâhî, Âşık Ali, Âşık Bağdadî, Hükmî, Levnî, Derunî, Kâtibı, Talibî* vb. örnek gösterilebilir.

Bunlar adeta o devrin bir edebiyat okulunun ustaları gibidir.



3. Üçüncü Dönem :

19. yüzyılı kapsayan, ve doğu karakterinden, modern batı karakterine geçişi hazırlayan dönemdir.

16. yüzyıldan beri gelişimini sürdüren âşık edebiyatı 19 yüzyılda daha büyük bir önem kazanmıştır. Bu dönem, Türk Halk Şiirinin altın çağıdır.

Bu yüzyıl başlarında âşık şiiri çok genişlemiş, çeşitli konulara el uzatan Erzurumlu Emrah, Zihni ve Dertli gibi önemli aşıklar yetişmiştir.

Bu dönemde divan edebiyatında mahallileşme akımı artarken, âşık şiiri divan edebiyatıyla biraz daha yakın ilgi kurması nedeniyle halktan ve halk zevkinden uzaklaşma eğilimi göstermeye başlamıştır.

Bu yüzyılın önde gelen âşıklarından Dertli, Zihnî, Şem’î, Gedaî, Erzurumlu Emrah, Ceyhunî gibi kentli âşıklar Âşık Ömer ve Gevherî’nin etkisi altında kalarak aruz ölçüsü ve divan şiirinin nazım şekillerini daha çok kullanmaya başlamışlar, heceli şiirlerinde de Arapça ve Farsça sözcüklere yer verdikleri görülmüştür.

19. yüzyılda, toplumun her kesiminde ve kurumlarda görülen köklü değişimlerden Tanzimat’ın ortaya çıkışı ile Batıya açılma, matbaanın yaygınlaşıp yazılı ortamın başlaması sözlü kültür ortamında yetişen âşıkları da önemli ölçüde etkilemiştir.

Bu yüzyılda İstanbul, âşık edebiyatının gelişmesi bakımından çok uygun bir çevre olmuştur. Bunda 2.Mahmut’un âşıkları korumasının payı büyüktür.

Bu dönemde âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı yeniden canlanmıştır. Yüzyılın sonlarında ise yeniçeri ocaklarının kapatılması, tekkelerin işlevlerini yerine getiremez duruma düşmesi ve daha sonra da kapatılması sonucu âşıkların yetişme kaynaklarının çoğunun ortadan kalkması âşık edebiyatını önemli ölçüde etkilemiştir.

19. yüzyıldan itibaren âşıkların ordudaki görevlerine son verilmesi, tekkelerin kapatılması âşıkları desteksiz bırakmıştır. Osmanlı döneminde devlet desteği gören âşıklar, II. Mahmut, Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinden sonra devlet desteği görememişlerdir.

19. yüzyıl sonunda dilde sade Türkçe hakim olmaya başlamış, nazımda aruz ölçüsü yerini hece ölçüsüne terk etmiş, gelişimine devam eden âşık şiiri kendisine doğru gelen yeni edebiyat içinde yerini almıştır.

Yalnız bu yüzyılın sonunda toplumun zevkindeki yeni gelişmelere bağlı olarak âşık şiiri önemli bir sarsıntı geçirmekle birlikte varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

19. yüzyılda pek çok önemli simadan söz etmek mümkündür. Bunlardan bazıları:

Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, Dertli, Seyranî, Tokatlı Nurî, Ruhsatî, Ceyhunî, Gedaî, Silleli Sürurî, Sümmanî, Posoflu Zülalî, Kemterî, Âşık Veli, Mesleki, Deli Boran, Figanî, Nigârî, Cevrî, Bezmî, Sabrî, Bayburtlu Celâlî, Tahirî, Muhibbî, Hengâmî, Pesendî, Bedrî, İkrarî, Pinhanî, Serdarî, Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Hızrî, Kâmilî, Kusurî, Minhacî vb.dir.

4. Dördüncü Dönem:

20. Yüzyılın başından günümüze kadar gelen dönemdir.

20. yüzyılda âşık şiiri eski önemini yitirmeye başlamış, maddi ve sosyal yaşamdaki değişmeler âşık kitlesini yaratan ve besleyen toplumsal koşulları da değiştirmiştir.

Toplumun sosyo-kültürel yapısı içinde oluşan serbest ve zorunlu kültür değişmeleri toplumsal dokuyu etkilemiş, sosyal değişim sonucu âşık şiiri de belirgin özelliklerini kaybetmiştir.

20. yüzyıldaki Eğlence sektörünün değişmesi, yeni iletişim araçlarının yaygınlaşması, kent kültüründeki önemli değişim âşıklık geleneği üzerinde olumsuz etkilerini göstermiş, kentlerde âşıklık geleneği tükenme noktasına varmış, kırsal kesimde ise varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Âşık şiiri, büyük ölçüde sözlü yaratılar olmaktan ve sözlü yayılır olmaktan çıkmıştır. Günümüzde doğaçlama şiir söyleyen âşıklar olmakla beraber, saz eşliğinde topluluk karşısında doğmaca şiirler söyleyen âşık tipinin yerini, yazan, saz çalmayı biliyorsa yazdığı şiiri sazla söyleyen âşık tipi almaya başlamıştır.10

1931’de Ahmet Kutsi Tecer’in, 1964’te İbrahim Aslanoğlu’nun, 1966’dan beri her yıl bir kez Konya’da Feyzi Halıcı’nın düzenlediği âşıklar Bayramı yeterli olamamıştır.

Günümüzde âşık tarzı şiir, kitap, gazete ve dergilerin yanı sıra radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarıyla yayılmaktadır.

Bu olgu sözlü geleneğe büyük ölçüde zarar vermiştir. Artık usta çırak geleneği kırsal kesimde varlığını zorlukla sürdürebilmektedir. Kent merkezlerinde bu gelenek bitme noktasına gelmiştir. “Âşıklarımız, geleneksel Türk müziğimizin temel direklerinden biridir. Bu direğin yıkılmasına izin verildiğinden beridir ki Türk halk müziğinin kalp atışları durma noktasına gelmiştir. Âşık müziği bestedir, türküdür, geleneksel müziğimizin yaratım kaynağıdır.”11

Âşıklarımız, yıllarca üzerinden pirim yapılan bir meta olarak görülmüş, çoğu zaman köy-kent dolaşılarak saptanan âşıkların deyişleri ellerinden alınarak notaya aktarılıp türkü formunda ya mahlası kaldırılarak anonimmiş gibi okunmuş, ya da derleyen kişi kendine mal edip okumuştur. Çok azı gerçek sahibinin adı ile seslendirilmiştir.

Âşık tarzı edebiyat, halkın edebiyatı olduğuna göre tamamen ortadan kalkması da söz konusu olamayacaktır. Âşıklar yeni özü ve biçimiyle teknolojiden de yararlanarak geleneği yaşatmaya devam edeceklerdir. Geleneği öğrenmek için çırak olup bir ustaya kapılanmanın yerini büyük şehirlerde saz ve bağlama kursları almıştır. “Bugün katılalım katılmayalım âşıklık geleneği yeni bir değişim ve dönüşüm içine girmiştir. Âşıklık geleneğinde çağın getirdiği yeni bir görenek başlamıştır.12

20. yüzyılın sonu ile 21. Yüzyılın başındaki bu değişim edebiyat tarihçilerine; âşıkların yüzyıllara göre sınıflandırılmasını gözden geçirmek ve günümüz âşıklarını kendi içinde sınıflandırma gereğini gözler önüne sermiştir.



Günümüz koşullarında gerek iletişim araçlarının gerekse ses, görüntü ve kayıt araçlarının sağladığı kolaylıklar, usta çırak ilişkisinde iletişim araçları çerçevesinde değişen koşullar ile tüm bunların âşıklık geleneğine yansıma ve etkileri nedeniyle son dönem âşıklık sınıflandırmasını yeniden yapmak zorunlu hale gelmiştir. Ozan, âşık, zakir ve kamber kavramlarının sınıflandırmaları ve tanımları yeniden yapılmalıdır.

Konu ile ilgili görüşünü sorduğumuz Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun yazılı gönderdiği görüşünü aktarmada yarar görüyorum:

“Piyasada, omzunda sazı, dilinde sözü dolaşıp gezen ve kendilerini âşık olarak takdim edenlerin bir grubu için değerlendirmem şöyledir:


  1. Eğer kişinin irticali yoksa, atışamıyorsa o bir kere doğrudan âşık sayılmamalıdır.

Ancak bu kişi kalem şairi gibi yazdığı şiirlerini saz eşliğinde okuyorsa ona bir ad vermemiz gerekir. Bu kişi ayrıca başkalarının şiirlerini okuyabilir. Sesinin güzel olması da önemlidir.

  1. Eğer kişinin az buçuk irticali varsa o zaman olaya farklı bir açıdan

bakmamız gerekecektir. Sesinin güzelliğinin yanında sazı da başarılı bir şekilde çalmalıdır.

Bu sanatkârlara âşık diyemeyeceğiz, ozan veya halk ozanı da… Aşıkça

veya ozanca deyişleri ise benzetme özelliğinden çok küçültme özelliğiyle görüldüğü için incitici olabilir. O halde…

Birinci gruptakilere söz eri, ikinci gruptakilere de saz eri diyebiliriz. Saz



şairi diyoruz da niçin bunu diyemeyelim? İki kelimeden oluşması hiç önemli değildir. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu”

Konuyu tartıştığımız Doç. Dr. Bayram Durbilmez’in de belirttiği gibi, “Sanatçılar arasında saz ustası olduğu hâlde sözde ustalaşmamış; söz ustası olduğu hâlde sazda ustalaşmamış, hatta saz çalamayan kimselerin bulunduğu da bilinmektedir. Saz ve söz ustası âşıklar yanında, yalnızca sazda ustalaşmış ama sözde ustalaşamamış saz ustaları ve sözde ustalaşmış fakat sazda ustalaşamamış söz ustaları da bulunmaktadır.” Halkın hepsine âşık demesi doğru değildir.

Sakaoğlu’nun öne sürdüğü gibi ister söz eri, ister saz eri olsun, bunların hepsi icracıdır. Bunları da kendi içinde sınıflandırmak gerekir. Toparlarsak, “eser üreten, kendi eserleri ve usta malı eserleri saz eşliğinde icra eden”, “eser üretmeyen saz eşliğinde sadece usta malı eser icra eden”, “eser üreten ama müzik ve saz bilgisi olmayan” gibi özellikler göz önünde bulundurularak şöyle bir sınıflandırmanın yapılması yerinde olacaktır kanısındayız:

20. Yüzyıl Başından Günümüze Kadar Gelen Âşıkların Sınıflandırılması

A. Geleneğe bağlı kalıp, Âşıklık Geleneklerini Yerine Getiren

usta âşıklar:

Bildiğimiz anlamda âşıklık tanımına uyan, hem kendisine ait eserleri, hem de usta malı eserleri ustalıkla icra edebilen, atışma vb. irticalen söz söyleme sanatına sahip olan ve aynı zamanda iyi derecede saz da çalabilen kişiler olup bunlar, icraları sırasında çok fazla sanatsal kaygı duymazlar. Onlar için asıl önemli olan eserlerindeki mesajın dinleyicilere tam ulaştırılmasıdır. Bu âşıklara: Âşık Veysel, Ali İzzet, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Hüseyin Çırakman, Kul Semaî, Âşık Ferrahî, Bayburtlu Hicranî, Davut Sularî, Efkârî, Posoflu Müdamî, Hasretî, İlhami Demir, Yaşar Reyhanî, Hasan Selmanî, Ali Gürbüz, Hacı Karakılçık, Âşık Sarıcakız vb. örnek gösterilebilir.*
B. Geleneği Tam Yürütmediği Halde Halk Arasında Âşık Olarak Bilinenler:

a. Söz Eri Üretici Sanatçılar:

Geleneği az çok uygulayan, hem kendilerine ait eserleri, hem de usta malı



eserleri sanatsal kaygı ile icra eden, ileri derecede ses ve saz yeteneğine sahip kişiler olup eserlerdeki mesajın iletilmesinin yanında saz ve ses ustalıklarını da sergileyen sanatçılardır. (Nesimi Çimen, Kenan Şahbudak, Kamber Nar, gibi)

b. Saz Eri Taşıyıcı Sanatçılar:

Kendilerine ait eserleri olmayıp, iyi derecedeki saz ve söz yeteneği ile

özellikle eski âşıklara ait usta malı eserlerle halkın ruhunu okşayan bazı türküleri okuyarak saz ve ses ustalıklarını sergilerleyen sanatçılardır. (Musa Eroğlu, Neşet Ertaş, Arif Sağ gibi)

Bunların dışında konu ile ilgili fikir alış verişinde bulunduğumuz bağlama ustası ve koro şefi Necdet Kurt’un bize yakın görüşlerine ek olarak Saz çalmayı bilmeyen, ancak güçlü ve geleneksel bir yazma yeteneğine sahip, eserlerini müzik eşliğinde değil de şiir olarak icra eden ve halk arasında kalemşör diye bilinen kalem şairleri” ni de katmamızın yerinde olacağı görüşünü ileri sürmektedir.

Yaptığımız sınıflandırma bizim görüşümüz olup, amacımız araştırmacıları ve âşık edebiyatı ile yakından ilgilenenlerin konuyla ilgili görüşlerini almak ve sağlıklı bir sınıflandırma yapmaktır.

Bu konuda konunun uzmanlarının katılacağı bir çalıştay yapmanın tam zamanıdır.

Bu sınıflandırmada Söz Eri Üretici Sanatçı diyebileceğimiz Nesimi

Çimen’i âşıklık geleneklerinin önemli bir bölümüne sahip âşıklar arasında görmekteyiz.

Âşıklık geleneklerinin en önemli unsuru olan sazın Nesimi Çimen’ce üst düzeyde kullanılır olması, Sazsız âşık kulpsuz testiye benzer diyen halk söyleyişine karşın, çok donanımlı olması nedeniyle bu âşığı çift kulplu özenle yapılmış testiye benzetmek gerekir.
Şifa istemem balından 
Bıɾak beni bu halımdan 
Razıyım açan gülünden 
Yeteɾ dikenin batmasın 

Gece gündüz bu hizmetin 


Şefaatin keɾametin 
Senin olsun hoş sohbetin 
Yeteɾ huzuɾum gitmesin 

Taşa değmesin ayağın 


Lale sümbül açsın bağın 
İstemem meth’eylediğin 
Yeteɾ aɾkamdan atmasın 

Kolay mı geɾçeğe eɾmek 


Dost bağından gülleɾ deɾmek 
Oɾda kalsın değeɾ veɾmek 
Yeteɾ ucuza satmasın 

Sonu yoktuɾ bu viɾdimin 


Deɾmanı yoktuɾ deɾdimin 
İstemem ilaç yaɾdımın 
Yeteɾ yakamdan tutmasın 

Nesimi’yem vay başıma 


Kanlaɾ kaɾıştı yaşıma 
Yağın geɾekmez aşıma 
Yeteɾ zehiɾin katmasın

deyişine baktığımızda, Âlevi-Bektaşi âşıklarının genel havasını hissetmek mümkündür.



Nesimi der ki ey füze yapanlar
Acımasız zalim cana kıyanlar
Bırak ey yaşasın bütün insanlar
Barıs güvercini uçsun dünyada

Kültürlerin bugününe ışık tutan bazı sanatkârları vardır. Bunlar sergiledikleri duruşlarıyla halkın ve savundukları felsefenin sesi olmuşlardır. Nesimi Çimen de yaşamındaki duruşuyla kültürümüze sade ama unutulmaz bir tablo olarak nakışlanmış, savunduğu düşüncenin gür sesi olmuş, Alevi-Bektaşi âşığıdır.

Nesimi Çimen, ardında hem müzik hem de edebî açıdan çok önemli eserler bırakmıştır. O, çağdaş âşıklarımız içinde toplumsal sorunlara  eğilmeyi, onları değerlendirmeyi, çoğu zaman yergiyi, taşlamayı ustaca dile ve tele döken bir görünüm sergilemiştir.

Mektup aldım dosttan gel diye

Bindim aşk atına koştum da geldim

Buyurmuş dost aman tez ol diye

Güvercin misali uçtum da geldim

deyişindeki rahatlık, Âşık Veysel’in:

“Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan

Gözletme yolları gel diye yazmış

Sivralan köyünden bizim diyardan

Dağlar mor menevşe gül diye yazmış”

deyişi ile önemli bir doku uyuşması sergilemektedir. Çünkü ikisi de doğal, ikisi de çevresinden kopamamış Anadolu âşığıdır.

Küçük yaşta türkü derlemeleri yapan Nesimi, topladığı değerli eserleri radyo arşivlerine kazandırmış, Hatayi ve Pir Sultan Abdal gibi Alevi-Bektaşi kültürünün usta âşıklarının nefeslerini kendine özgü tavrı içinde söyleyeɾek genç yaşta büyük bir üne kavuşmuştur.

Nesimi Çimen’in kendi yazdığı ve türkü formunda okuduğu toplam 14 şiiri bulunmakta olup bu şiirlerinde doğa, toplumsal ilişki, sevgi, keder, din ve dünya konuları ön plana çıkmıştır.

Nefeslerini, türkülerini, kendi yazdığı deyişlerini bağlama ile değil, büyük ustası olduğu cura eşliğinde söylemesi onu diğer âşıklardan farklı kılan özelliği olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
KAYNAKÇA

Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Ankara 2001.

İlhan Başgöz, İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1968.

Halit Bayrı, “Semai Kahveleri” Türk Folklor Araştırmaları, C.1, S.11, Haziran l950, s.163.

Eflatun Cem Güney, Folklor ve Halk Edebiyatı, İstanbul 1971.

Metin Karadağ, Türk Halk Şiiri, 2.bas. Balıkesir l996, s.136

Agâh Sırrı Levend, Edebiyat Tarihî Dersleri Tanzimata Kadar, 4. bas. İstanbul 1937.

Fuad Köprülü, “Ozan”, Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1966.

Fuad Köprülü, “Âşık Tarzının Menşei ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe”.

Saim Sakaoğlu, “Türk Saz Şiiri”, Türk Dünyası El Kitabı. C.III, Ankara l992.

A.Sarı, www.güncel müzik dergisi.com

Mehmet Yardımcı, Başlangıcından Günümüze Türk Halk Şiiri, Ürün Yay. Ankara, 2008









** 18 Haziran 2016’da Nesimi Çimen Anısına 7. Uluslar arası Halk Ozanları Hacıbektaş Buluşması Seminerinde Sunulmuştur.

**** Dokuz Eylül Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi

1 Fuad Köprülü, “Ozan”, Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1966, s.131-144

2 Fuad Köprülü, “Âşık Tarzının Menşei ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe”, a.g.e. s.l95-238

3 M. Fuad Köprülü, a. g. e. s.170-171

4 Eflatun Cem Güney, Folklor ve Halk Edebiyatı, İstanbul 1971, s.254-255

5 İlhan Başgöz, İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1968, s.9

6 Eflatun Cem Güney, Folklor ve Halk Edebiyatı, İstanbul 1971, s.256

7 Halit Bayrı, “Semai Kahveleri” Türk Folklor Araştırmaları, C.1, S.11, Haziran l950, s.163

8 Metin Karadağ, Türk Halk Şiiri, 2.bas. Balıkesir l996, s.136

9 Agâh Sırrı Levend, Edebiyat Tarihî Dersleri Tanzimata Kadar, 4. bas. İstanbul 1937, s.121

** Talibî’nin ölüm tarihî 1813 olduğu için kimi kaynaklar XIX. yüzyıl âşıkları arasında saymaktadır.

10 Erman Artun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Ankara 2001, s. 46

11 A.Sarı, www.güncel müzik dergisi.com

12 Prof. Dr. Erman Artun, Günümüzde Yaşayan Âşıklık Geleneği Üzerine Düşünceler.


** XVI-XX. yüzyıllar arasında yaşayan âşıkların kısa yaşam öyküleri için Bkz. Saim Sakaoğlu, “Türk Saz Şiiri”, Türk Dünyası El Kitabı. C.III, Ankara l992, s.292-304


Yüklə 47,18 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə