TariHÇİLİĞİMİZİn kurumsallaşmasi ve bir küLTÜr miLLİyetçİSİ ahmed zeki veliDİ togan



Yüklə 92,48 Kb.
səhifə1/3
tarix07.08.2018
ölçüsü92,48 Kb.
#60968
növüYazı
  1   2   3

TARİHÇİLİĞİMİZİN KURUMSALLAŞMASI

VE

BİR KÜLTÜR MİLLİYETÇİSİ AHMED ZEKİ VELİDİ TOGAN

Öğr. Gör. Dr. Fahri ÖZTEKE*



Öz

Altay Dağlarının eteklerine dikilmiş yazıtlarla başlamış Türk tarihçiliği İslamiyet’in kabulünden sonra Arap ve Farslıların gölgesinde kalarak gelişmiştir. Osmanlı Devleti’nde XVII. yüzyılda vakanüvisliğin tesisi ile tarihçiliğimiz kurumsal bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Baskın unsur Türkler olmasına rağmen Osmanlı Devleti zamanında milli bir tarih anlayışından söz etmek mümkün olmamıştır. Çağdaşlaşma tarihimizde kırılma anı sayılan II. Meşrutiyet Dönemi’nde tarihçiliğimiz daha yerli ve daha bilimsel bir kimlik kazanmaya başladı. Batılı devletlerle kıyaslandığında geç kalınmış sayılsa da Türk tarihçiliğinin milli bir anlayışla bilimsel olarak kurumsallaşması Atatürk Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Atatürk’ün kurdurduğu Türk Tarih Kurumu, 1200 yıldan fazla geçmişe sahip tarihçiliğimizi temsil eden çatı bir yapı olmayı başarmıştır. Asılsız biçimde, çağdaşlaşma hamleleri ve Türk Tarih Kurumu ile muhalifmiş gibi gösterilse de A. Zeki Velidi Togan XX. yüzyılda tarihçiliğimizin ileriye götürülmesinde en fazla uğraş vermiş birkaç isimden birisidir.

Anahtar Kelimeler: Vakanüvislik, Türk Tarih Kurumu, II. Meşrutiyet, Atatürk

Institutionalization Of Our Historiography And A Cultural Nationalist

Ahmed Zeki Velidi Togan

Abstract

Turkish historiography, which began with the inscriptions planted on the skirts of the Altai Mountains, grew up in the shadow of Arabs and Persians after the acceptance of Islam. In the Ottoman State XVII. foundation of the historiographership and our history began to gain an institutional identity. Despite the fact that the dominant element was the Turks, it was not possible to talk about a national understanding of history during the Ottoman period. In our contemporaryization history, the time of breaking II. During the Second Constitutional Period, our historiography began to acquire a more domestic and more scientific identity. Although it is considered late compared to the Western countries, the scientific institutionalization of Turkish historiography with a national understanding took place in the period of Ataturk. The Turkish Historical Society established by Atatürk has managed to become a roofing structure representing our historiography with a history of more than 1200 years. Although it seems unfounded as contradictory movements and opposition to the Turkish Historical Society, A. Zeki Velidi Togan XX. It is one of the few names that have made the most of the century's advancement of our history

Keywords: Historiographership, Turkish Historical Society, Second Constitutional, Atatürk.

1. Osmanlı Devleti’nden Önce Türklerde Tarihçiliğin Genel Olarak Değerlendirilmesi


Tarihsel düşüncenin ilk olarak eski Yunan’da ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Eski Yunan’da Heredotos ve Thukydides, Roma İmparatorluğu zamanında Livius, Tacitus ve Plutarkhos tarihçilikle ilgili önemli çalışmalar yapmışlardır1. Çoğu Asya milletleri gibi Türklerde de tarihçilik, olayların kronolojik olarak kaydedilmesi ve hükümdar ile sülalesinin isimlerinin listelenmesi türünden etkinliklerle ortaya çıkmıştır. Doğu milletlerinin çoğunda ilk tarihçilik faaliyetleri siyasal hiyerarşik düzenin tesirinden kalınarak yapılmıştır. Her kültür bir eğitim sistemine sahiptir2. Eski Türklerde de “milli harsa” uygun biçimde tarihçilik faaliyetleri başlamıştır. Bu bağlamda sözlü kültürün ürünleri hariç Türklerin meydana getirdiği ilk tarih metinleri gündelik yaşamlarında önemli bir yer tutan “nasihat” türünden yazılardan meydana gelmiştir. İnsanlık tarihinin en önemli kitabelerinden biri olan “Orhun Kitabeleri”3 sosyal ve siyasi tarih açısından önemli bir konuma sahip olduğu kadar eski Türklerde milli tarih bilincinin izlerini göstermesi yönüyle de mühim yapıtlardır4. Ancak zamanla Türklerde milli hisleri yansıtan tarihçilik anlayışı kaybolmuştur. Bu durumun ortaya çıkmasında geniş coğrafi alana yayılmanın doğurduğu sonuçlar, İslam dinine girilmesiyle Arap kültüründen etkilenilmesi ve devlet idaresinde gayri Türk unsurların vazife almaya başlaması etkili olmuştur.

Her millette olduğu gibi Türklerde de tarihçilik belirli evrelerden geçerek ilerleme göstermiştir. İslamiyet’in kabulünden sonra kurulmuş Türk devletlerinin birçoğunda resmi tarih yazıcılığı birimi var olmuştur. Doğulu milletlere bu uygulama eski Yunanlılardan geçmiştir5. Ortaçağ İslam dünyasında tarihçiliğin merkezine yerleştirilmiş ve tarih yazımında asabiyete ayrıca yer ayırmış olan İbni Haldun, Müslümanlardaki geleneksel tarih yazarlığına ciddi eleştiriler getirmiştir6. Türkler Müslüman Araplarla kurdukları ilişkilerin neticesinde resmi tarih yazıcılığı tesis etmişlerdir. X. yüzyıldan itibaren Türklerde tarihçilik İslami ölçülerde gelişme göstermiştir. Büyük Selçuklular (bu dönemde Türk kökenli tek tarihçi yetişmemiştir)7, Harzemşahlar ve Timurlular devletleri zamanlarında tarih yazıcılığına önem verilse de tarihçilerin menşei itibarıyla dikkat çektikleri bir gerçektir. Bu devletler zamanında tarih yazmanları ekseriyetle Fars ve Tacik kökenlerinden oluşmuştur8. Moğollarda tarih yazarlarının büyük bölümü Uygur Türkü olsa da İlhanlılar zamanında ise resmi tarih yazarlarının çoğu Fars menşeliydi9. Bazı disiplinli tarihçilik çalışmaları10 ortaya konulmasına rağmen Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde milli tarih bilincinin var olduğundan bahsetmek çok zordur. Bu dönemde Türk-İslam devletlerindeki tarih yazıcılığında Arap ve Fars hegemonyasının var olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu yüzden Türk Tarihi ile ilgili çoğu eser Arapça ve Farsça yazılmıştır. Oysa büyük Türk tarihçisi A. Zeki Velidi Togan, Türklerin geçmişinin iyi anlaşılması için Arapça ve Farsçanın yanında Çince, Hindce, Slav milletlerinin dilleri, Moğolca, Latince ve eski Yunancanın da öğrenilmesi gerektiğini savunmuştur11. Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde tarihçilikle ilgili yapılanların neticesinde Türklerde resmi tarih yazarlığının, XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti tarafından vakanüvislik meydana getirilmeden önce de bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Türklerde ilk zamanlar kendini belli etmiş olan milli tarih algısının bu dönemde kaybolduğu görülmektedir.

Beylikler ve Anadolu Selçuklular dönemlerinde Anadolu’da canlı bir kültür ortamı mevcuttu. XII. yüzyılda Artukoğulları’nın yönetiminde bulunan yalnızca Diyarbakır’da 14.000 cilt kitap bulunması kültür hayatının gelişmişliğinin anlaşılması bakımından önemli bir göstergedir12. Bu süreçte Anadolu’da birçok bilgin yetişmiştir. Özellikle Orta ve Doğu Anadolu bilginler için adeta üs konumundaki yerleşim merkezleri olmuştur. Beylikler ve Anadolu Selçuklu zamanlarında Sultanların bilim insanlarına değer vermesi saray merkezli bir kültür çevresinin oluşmasına imkân tanımıştır. Bu süreçte medreseler önemli bilimsel çalışmaların gerçekleştirildiği kültür şubeleri idi. Fakat tıp, astronomi, coğrafya ve matematiğe gösterilmiş ilgi tarih bilimine gösterilmemiştir13. Tarih ilminin arka plana itilmiş olması milli bilincinin canlanmasını da sekteye uğratmıştır. Resmi tarih yazıcılığı bu dönemlerde de bir şekilde devam etmiştir. Genel görüntüsü itibarıyla Anadolu’daki ilk tarihçilik etkinlikleri “İrani” tesirden kurtulamamıştır. Sayıları az olmakla beraber Türkçe yazılmış tarih kitapları da mevcuttur. Türkçe kaleme alınmış eserlerde yer alan bilgiler olayların kronolojik sıralamasından ibaret kalmıştır. İlk Türkçe tarih kitaplarında ağırlıklı olarak Hazreti Muhammed’in yaşamı ve Battal Gazi gibi İslam büyüklerinin kahramanlıklarına yer verilmekteydi14. Bu kitaplarda Hunlar, Göktürkler, Uygurlar gibi İslam öncesi kurulmuş Türk devletlerinden bahsedilmesi bir tarafa, Karahanlılar, Büyük Selçuklular, Eyyubiler ve Memluklar gibi tarihte önemli yer edinmiş Türk-İslam devletlerine dahi çok az yer ayrılmıştır15. Belirtilen kitaplardaki tarihçilik anlayışı millilikten uzak olup bu eserlerde yerli olan tek unsur dildi. Osmanlı Devleti’ne kadar Türklerde tarihçilik olayların kaydını tutmanın ötesine geçememiştir. Göktürkler ve Uygurlar zamanlarında milli tarih bilincinin inşasına zemin hazırlanmış fakat bu gayretlerin de devamı getirilmemiştir. Osmanlılardan önce kurulmuş Müslüman Türk devletlerinde tarih yazmanlığı yapanların önemli bölümünün menşeinin Türk olmaması milli tarih bilincinin oluşmasında zaman kaybına neden olmuştur.

2. Osmanlılardaki Gayri Milli Tarihçilik Dönemi

Osmanlı Devleti’nde tarihçilik faaliyetleri halk efsaneleri, kahramanlık menkıbeleri ve destanlardan anlatılanlara bağlı olarak başlamıştır. İslam Tarihi ve Osmanlı hanedanlığının yaşam öyküsü ilk Osmanlı tarih yazarlarının temel çıkış noktası olmuştur16. Bu yüzden A. Zeki Veli Togan, Tanzimat’a kadar Osmanlılarda yapılan tarihçiliği “İbni Haldunvari İslam Tarihi Anlayışının Hüküm Sürdüğü Dönem” olarak tanımlamıştır17. Togan, tüm İslam coğrafyasında uzun süre yapıldığı üzere Osmanlı tarih yazarlığının da tenkitçilikten uzak olduğunu belirtmiştir18. Hâlbuki Togan’ın en temel ilmi amaçlarının başında dünyaya Türk’ün ve Türk Tarihi’nin saptırmalardan ve ön yargılardan arınmış gerçek bir tablosunu vermekti19. Togan, tarihi olaylara yaklaşımında her zaman nesnel bir yol tercih etmiş ve övgücü ya da yergici yöntemlere başvurmamıştır.

Uzun bir süre bilimsel kıstaslara uymayan ve eleştiriye kapalı bir ortamda gerçekleştirilmiş Osmanlı tarihçiliğinin dikkat çeken ilk ismi, öğreniminin büyük bölümünü Mısır’da tamamlamış Germiyanlı Ahmedi(1334-1413)’dir20. Ahmedi de kuruluş dönemi Osmanlı tarihçilerinde gelenekselleşmiş olan Tevarih-i Ali Osman isimli manzum eser meydana getirme prensibine sadık kalmıştır. Tevarih-i Ali Osman, Ahmedi’nin meşhur İskendername isimli eserinin devamı niteliğinde olup Yıldırım Bayezid’in şehzadesi Emir Süleyman’a sunulmuştur. Bu yüzden Ahmedi Osmanlılarda ilk Sultan Şehnamecisi olarak da bilinmektedir21. En eski Osmanlı tarih yazıcısı olarak din görevlisi Yahşi Fakih’i kabul etmiş müellifler de bulunmaktadır22. Kuruluş döneminde medreselerin ülke genelinde yaygınlık göstermeye başlaması Arapça ve Farsça yazılmış tarih eserlerinin Türkçe’ye aktarılmalarını kolaylaştırmıştır. Ne var ki, bu gayretler milli tarih anlayışının oluşumuna hiçbir katkı sağlamamıştır.

XV. yüzyılda Yazıcızade Ali, XIII. yüzyılda yaşamış İbn-i Bibi’nin eserlerinin bazılarını(El-Evamirü’l Alaiyye fi Umuri’l Alaiyye ve Heşt-Behişt) bir takım eklemelerle Türkçeye tercüme etmiştir23. Aynı yüzyılda Derviş Ahmed Aşiki Âşıkpaşazade(eseri Tevarih-i Ali Osman) Osmanlı tarihçiliğinin kilometre taşlarından birisi olmayı başarmıştır. Aşıkpaşazade’nin Tevarih-i Ali Osman’ı Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrini ve klasik dönemin ilk zamanlarını kronolojik sıraya göre sade bir Türkçe ile ele alan ilk eserdir24. Eserde kullanılmış anlaşılır Türkçe milli kimlik açısından önem arz etmektedir. Âşıkpaşazade’den sonra Osmanlı tarihçiliği daha derli toplu bir görüntüye bürünmüştür25. Enveri, Neşri ve Tursun Bey XV. yüzyılın diğer önemli tarihçilerdir. Aşıkpaşazade, Enveri, Neşri ve Dursun Bey’in kaleme aldığı çalışmalar XV. yüzyılda Osmanlılarda kendini geçmişini yazma şuurunun oluştuğunu göstermektedir26.

XVI. yüzyıla gelindiğinde Yavuz Selim’in hocalarından İdris-i Bitlisi27 ve Şeyhülislam Kemal Paşazade28 Osmanlılarda tarihçiliğin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır29. XVI. yüzyıl Osmanlı tarih yazıcılığı İran tesirinden pek kurtulamamış olsa da Gelibolulu Mustafa Ali’nin yapmaya çalıştığı gibi yeni bir biçim kazandırma gayretleri de yok değildir. Osmanlı Tarihi’ni ilk defa dünya tarihinin bir parçası olarak kabul eden yerli tarihçimiz eserlerinde sade bir Türkçe kullanmış olan Gelibolulu Mustafa Ali(eseri Künhü’l- Ahbar)’dir30. XVI. yüzyılla beraber Osmanlı Devleti’nde Şehnamenüvistlik memuriyete dönüşmüştür31. Bu yüzden başka tarihçiler de yetişmiştir. Önemli çalışmalar ve disiplinli gayretlere rağmen XIV.-XVI. yüzyıllar arasındaki Osmanlı tarih yazıcılığının milli ve bilimsel olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Fakat Beylikler ve Selçuklular dönemleriyle kıyaslandığında Osmanlı tarih yazıcılarının kökeni itibarıyla Türk olmaları olumlu bir gelişme kabul edilmektedir.

Osmanlı tarih yazıcılığının ciddi anlamda sıçrama yapması XVII. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu yüzyılda Osmanlılarda Halepli Mustafa Naima ile beraber “vakanüvislik” tesis edilmiş ve tarihçilik devlet kontrolünde kurumsallaşma yoluna girmiştir. Bu esnada ilk Osmanlı vakanüvisinin Naima değil Vezir Abdurrahman Paşa olduğunu iddia eden bilim insanları da mevcuttur32. Vakanüvislik devletin resmi ideolojisini tarih ilmi vasıtasıyla halka yansıtmak maksadıyla kurulmuş bir birimdir33. XVII. yüzyılın önemli tarihçilerinden birisi de eserlerinde Avrupa’da matbaanın icadından, barutun kullanılmaya başlanılmış olmasından bahsetmiş İbrahim Peçevi’dir34. Peçevi ile beraber Avrupa’daki gelişmeler Osmanlı tarih yazıcılığının konuları arasına girmiştir. Osmanlılarda tenkitsel tarihçiliğin ilk izlerine çoğu bilim insanına göre XVII. yüzyılda yaşamış Koçi Bey’de rastlanmıştır. Koçi Bey, Risale-i Koçi Beğ isimli eserinde devletin işleyişinde gördüğü çarpıklıkları dile getirmiştir. Franz Babinger, Koçi Bey için “Osmanlıların Montesquieu’südür” ifadesini kullanmıştır35. XVII. yüzyılda yaşamış Kâtip Çelebi ise bilim dünyasında haklı bir saygınlık kazanmıştır36. Fakat Kâtip Çelebi’nin tarih ilminin kapsamına yaklaşımı da öncülerinden pek farklı değildir. Kâtip Çelebi “Peygamberlerden, evliyadan, âlimlerden, hâkimlerden, şairlerden ve hükümdarlardan gelüp geçmiş kimselerin ahvalidir” sözleriyle37 tarih ilmine bakış açısının kronoloji ve biyografiden ibaret olduğunu göstermiştir. Aynı dönemlerde Avrupa’da ise tarihçilikle uğraşanlar özgün belgelere dayanarak ilimsel kıymeti bulunan koleksiyonlar meydana getirmeyi başarmışlardır38. A. Zeki Velidi Togan’da tarih ilminin tanımını yaparken ve tarihçilerin işlevini değerlendirirken meseleye geniş bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Togan’a göre, hadiselerin seyrinden, hatta madde ve eşyanın mazi ve halinden bahseden her yazı ve her hikâye tarihtir39. Böyle bir tanımla Togan tarih ilminin birçok ilim dalıyla irtibatlı olduğunu belirtmiş ve tarihçilerin çalışma alanının genişliğine dikkat çekmiştir. Ona göre tarih sadece geçmişin hatıralarından ibaret ham bir bilgi yığını değildir. Tarihçi elindeki belgeleri çok iyi terkip ederek günümüz olaylarıyla ilgili de yorumlar yapabilmelidir. Zira Togan, tarih ilminin günümüze nispetle yararlı olabileceğini savunmuştur40.

XVIII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı tarih yazıcılığında çağdaş Batılı normlara daha fazla yaklaşılmıştır. Bu durumun en temel nedeni Avrupa’ya yollanan Osmanlı elçilerinin kaleme aldığı “sefaretnamelerin” tarihçilerimiz tarafından ilgiyle okunup incelenmesi olmuştur41. Bu dönemde kaleme alınıp Osmanlı Tarihi’ne kaynaklık teşkil eden diğer eserler ise “ruznameler” ve “ruzmerreler” dir. Bu eserler padişahların Sırkatipleri tarafından kaleme alınmış ve onların günlük yaşamları hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir. Ruznameler ve ruzmerreler XVIII. yüzyılın sonunda yazılmaya başlanmıştır. Bu uygulamaya XIX. yüzyılda da devam edilmiştir42.

XIX. yüzyılın başında vakanüvislik vazifesine getirilen Doktor Şanizade Ataullah Efendi, zihin dünyasında geleneksel ile modern olanı iyi harmalamış bir aydındı43. Arapça’nın yanı sıra Batı dillerinin çoğuna da hâkim olan Ataullah Efendi, tarih yazıcılığımıza ilk defa Batılı kaynaklardan faydalanma uygulamasını getirmiş kişidir. Herodot Tarihini dahi çok iyi tahlil etmiş olduğu söylenmektedir.44 XIX. yüzyıla gelindiğinde Tanzimat Dönemi Osmanlı tarihçiliği için adeta bir dönüm noktası olmuştur. Farklı unsurları dünyadaki milliyetçiliğin tesirinden soyutlayıp Osmanlılardan ayrılmasına mani olmak için “Devlet Tarihi” olgusu meydana getirilmeye çalışılmıştır. Tanzimat Dönemi’nde Osmanlı tarihçiliği dinsel tarihten sıyrılarak hanedan tarihi anlayışına yönelmiştir45. Yeni tarihçilik anlayışının temel gayesi Osmanlılık bilinci tesis etmekti. Fakat Tanzimat Dönemi’nde ortaya çıkan Osmanlıcı tarih anlayışının da milli ve bilimsel olduğunu ileri sürmek imkânsızdır. Bu duruma en somut kanıt yeni yazılan tarih metinlerinde Osmanlı Devleti’nden önceki Türk devletlerine hiç yer ayrılmaması olmuştur.

XIX. yüzyılda Osmanlı tarihçiliğinin merkezinde olmayı başarmış isim Ahmed Cevdet Paşa’dır. Fransızcayı çok iyi bilen Ahmed Cevdet Paşa bu sayede Fransız arşivindeki kaynakları da incelemiştir46. Titiz araştırma ve gayretlerinin sonunda kaleme aldığı 12 ciltlik Tarih-i Cevdet isimli eseri Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli başarısı olarak nitelendirilmektedir47. Tarih-i Cevdet dışında Ahmed Cevdet Paşa, birçok kaynağı tetkik ettikten sonra Tezakir-i Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa isimli tarih kitaplarını kaleme almıştır48. Ahmed Cevdet Paşa’nın tarih çalışmalarında izlediği usul ve esaslar, Cumhuriyet tarihçilerine de örnek teşkil etmiştir. Osmanlılardan Cumhuriyet’e intikal eden en mühim bilimsel miraslardan biri, Ahmed Cevdet Paşa’nın tarihçilik prensipleridir. Ahmed Cevdet Paşa’dan sonra, Ahmed Lütfi Efendi, Ahmet Vefik ve Abdurrahman Şeref Paşalar Osmanlıların son dönemlerinde yetişmiş en önemli tarihçiler olarak kabul edilmektedir49. Devletin bu işe verdiği desteğe ve bazı zamanlarda gösterilmiş hummalı gayretlere rağmen XX. yüzyıla intikal etmiş Osmanlı tarih yazıcılığı genel manada hanedancı ve resmi ideoloji yanlısı bir görüntüden ibarettir. Ülkemizde birçok alanda olduğu gibi tarihçiliğimizde de bilimsel ilerleme II. Meşrutiyet Dönemi’nde başlamıştır50. Daha önceki dönemlerde tarih alanında gerçekleştirilmiş çalışmaların önemli bir bölümü bilimsellikten yoksun olduğu içindir ki, Meşrutiyet aydınlarından Mizancı Mehmed Murat’ın ifadesiyle, “vukuat cetveli” oluşturmanın ötesine geçilememiştir51.

XIX. yüzyılda Avrupa’da tarihçiliğin bilimsel gelişimi ise oldukça hızlı olmuştur. Birçok felsefe tarihçisinin “tarih yüzyılı” olarak nitelendirdiği XIX. yüzyılda pozitivist ve materyalist tarih anlayışları egemen olmuştur. Bilimin düzensiz bir şekilde olayların not alındığı bilgi yığınlarıyla yapılamayacağı tüm Batılı tarihçiler tarafından anlaşılmıştır52.



3. Tarihçiliğimizde Milli Anlayışın Başlaması

Batılı şarkiyatçılar tarafından Çin kaynaklarından faydalanılarak Türk Tarihi ile ilgili bazı kitapların kaleme alınmaya başlamasıyla Tanzimat Dönemi’nin sonlarına doğru ülkemizde milli tarih olgusunun ortaya çıkmasına dair bir hareketlenme görülmüştür. Aynı dönemde Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmanî isimli eserinde Türk Tarihinin Osmanlı Devleti’nden başlatılarak ele alınması geleneğini terk etmiştir. Tanzimat Dönemi’nin sonlarında Orta Asya Türk devletlerinin geçmişine dair bir ilgi başlamıştır53. XIX. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış bir takım girişimlere rağmen Atatürk Dönemi’ndeki milli ve çağdaş tarih anlayışının temelleri gerçek anlamda II. Meşrutiyet Dönemi’nde atılmıştır. Avrupa’da İslam öncesi Türk Tarihi’ne dair yapılan araştırmalar, Rus istilasından kaçarak Türkiye’ye gelen Türk aydınlarının etkisi ve savaşların trajik sonuçlarından dolayı milliyetçilik duygusunun uyanması XX. yüzyılın başında ülkemizde tarihçiliğin milli bir zemine yerleşmeye başlamasında etkili olmuştur54.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra çıkartılmaya başlanan ilmi dergiler de milli tarih bilincinin gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. 15 Şubat 1909’da Satı Bey’in öncülüğünde yayın hayatına başlayan Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası’nda o zamanki eğitim kurumlarında tarih derslerinin işlenişine dair eleştirel yazılara yer verilmiştir. Ancak dergi öncelikli olarak tarihçilikle ilgili bir işleve sahip olmamıştır. Dergide daha çok eğitim öğretim meselelerini konu edinen yazılara yer ayrılmıştır55. Yayın hayatına 1910’da başlamış Tarih-i Osman-î Encümeni Mecmuası(1910-1928) ise tarihçiliğimizin gelişiminde önemli bir yere sahiptir56. Sultan V. Mehmed Reşad’ın vakanüvisliğe Abdurrahman Şeref Beyi (son vakanüvis) atamasıyla kurulan Encümen57, Osmanlıcılık düşüncesi etrafında bir Osmanlı Tarihi meydana getirmeyi amaçlamıştır. Encümenin yayın organı Tarih-i Osman-î Encümeni Mecmuası olmuştur58. Bu sayede Abdurrahman Şeref Bey’in nezdinde Sultan II. Mahmut döneminden itibaren önemi azalmaya başlayan vakanüvislik de tekrar kıymet kazanmıştır. Tarih-i Osman-î Encümeni Mecmuası ülkemizde çıkartılmış ilk bilimsel tarih dergisidir. Dergi, Osmanlı Devleti’nin ilk akademisi sayılan Encümen-i Daniş’in Türk Tarihi alanındaki işlevini sürdürmeyi hedeflemiştir59. Tarih-i Osman-î Encümeni’nin sayılarında yalnızca Osmanlı hanedan üyelerinin kahramanlıklarını anlatan makalelere yer verilmemiştir. Bazı makalelerde kimi Osmanlı devlet adamları ve icraatlarının eleştirildiği de olmuştur60. Osmanlı Tarihi’ne ait ilk ciddi ve objektif nitelikli belgeler bu dergide yayınlanmıştır61. Bunlarla birlikte Osmanlı Tarihi haricinde Türk Tarihi’nin başka dönemleriyle ilgili konulara yer verilmesi derginin yayın politikasının entelektüel çevrelerce takdir edilmesini sağlamıştır62. Epey zengin bir yazar kadrosuna sahip olan dergide bazı zamanlar gayrimüslim asıllı düşünürlerin makalelerinin yayınlaması ülkemizde bilimsel bakış açısının gelişimi için mühim bir girişim olarak kabul edilmiştir63.

Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası sayesinde ilmi esaslara uygun tarih çalışmalarına dair bir takım adımlar atılsa da derginin bilimsel yayınlar yapma konusunda tam anlamıyla yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. 1918 yılında devrin siyasi ve askeri olaylarının da etkisiyle Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, Encümenlik vasfını tamamen kaybetmiştir64. Derginin etkinliğini yitirmesinde ilmi düzeyinin bir türlü yükseltilememesi, Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp, M. Şerafettin Yaltkaya, M. Şemsettin Günaltay gibi o dönemin önemli düşünürlerine yazar kadrosunda yer verilmemesi, yönetim kurulunun ilk zamanlardaki heyecanını yitirmesi ve yaşanan ekonomik zorluklar da etkili olmuştur.

II. Meşrutiyet Dönemi’nin ilk yıllarında yedi sayı çıkartılabilmiş ve ağırlıklı olarak Türkçe üzerine yayınlar yapmış Türk Derneğine bağlı Türk Derneği Dergisi’nin farklı sayılarında tarih ilminin kapsamındaki konulara yer verilmiştir65. Fakat Türk Derneği Dergisi’nin asıl işlevi tarih ilminin dâhilinde olan konuları ele almakla ilgili değildi. Derginin tarih konularına verdiği önem Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası’nın da gerisinde kalmıştır. Türk Derneği’nin devamı olarak Emrullah Efendi ve Celal Sahir’in rehberliklerinde kurulmuş Türk Bilgi Derneği ise tarih konulu66 makalelere epey yer ayıran Bilgi Mecmuası’nı basın hayatımıza kazandırmıştır. 1913 ve 1914 yıllarında yedi sayı yayınlanan Bilgi Mecmuası, Osmanlı dergiciliğinde daha geniş bir yelpaze oluşmasına yol açmıştır67. Yayın hayatının kısa ömürlü olmasına rağmen ülkemizde milli tarih bilincinin inşasında Bilgi Mecmuası önemli bir basamak olmuştur.

II. Meşrutiyet Dönemi’nde bilimsel tarih anlayışı ve milli tarih bilincinin ilerlemesine en fazla katkı sağlamış kurumlardan biri de Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’dir68. Bu encümen sayesinde artık Türk tarihçiliğinin parlak dönemleri başlamıştır. M. Fuat Köprülü’nün ifadesiyle o dönemde Türkoloji Enstitüsü’ne duyulan ihtiyacın bir neticesi olarak Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni inşa edilmiştir69. Encümenin kuruluş amaçları Türk milletinin sosyal köklerini araştırıp ortaya çıkarmak ve Türk-İslam eserlerini incelemek idi. Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’nin kurulup gelişmesinde önemli gayretlerde bulunan araştırmacı ve bilim insanları şunlardır: Başkan Ali Emiri Efendi, Kâtip M. Fuat Köprülü, Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, M. Şerafettin Yaltkaya ve M. Şemsettin Günaltay. Çağdaş Türk aydınının taşıması gereken niteliklere sahip bu bilginler yakın dönem Türkiye Tarihinde fikirleri, eserleri ve çabalarıyla ayrı bir öneme sahip olmuşlardır70.

Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni kurucu üyeleri çıkardıkları Milli Tetebbular Mecmuası ile birikimlerini kamuoyuyla paylaşmışlardır. Derginin çıkartılmasına Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’nin 4 Nisan 1915’te Darü’l-fünun’da yapılmış ilk toplantısında karar verilmiştir. Padişah ve kabinenin izin vermesiyle iki ayda bir çıkartılmaya başlanan Milli Tetebbular Mecmuası, ülkemizde tarih alanındaki ilk akademik yayınlardan biri olmuştur71. Dergide M. Fuad Köprülü, Ziya Gökalp, M. Şerafettin Yaltkaya, Rauf Yekta ve Yusuf Akçura gibi üretken bilim insanlarının Türk İslam Tarihi ve güncel meselelere dair ilmi öneme sahip yazıları yayınlanmıştır. Milli Tetebbular Mecmuası’nda, Türk Tarihini ilgilendiren konularda yazılmış Rusça, Macarca, Arapça ve Fransızca eserlerin tercümesine sıklıkla yer verilmiştir72. Zira dergide yayınlanan tercüme eser sayısı telif eserlerden daha fazla olmuştur. Osmanlı devlet adamlarının yasal izniyle kurulan Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’nin yayın organı Milli Tetebbular Mecmuası, üstlendiği resmi işlevle Türk Tarih Kurumu’nun yayın organı Belleten’e zemin hazırlamıştır. Milli Tetebbular Mecmuası’nın görselliği, yayın politikası hatta yazar kadrosu Belleten Dergisi için adeta örnek teşkil etmiştir.

Balkan Savaşlarının trajik sonuçlar doğurduğu bir ortamda bir grup askeri, tıbbiye ve mülkiye öğrencileri tarafından kurulmuş Türk Ocakları milli tarih bilincinin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır73. Türk milliyetçiliğini sistemleştiren bir kurum olarak Türk Ocakları Türk ırkının kökenini incelemek, Türklerin sosyo-ekonomik yaşam standardını yükseltmek ve Türkçe’nin gelişimine katkıda bulunmak gayeleriyle tesis edilmiştir. Kuruluş nizamnamesine göre konferanslar verilerek, fikir kulüpleri kurularak ve gerekirse okullar açarak Türk kökenli vatandaşlar arasında milli bilincin tesisi sağlanacak idi74. Türk Ocakları, tarih ilmini ilgilendiren konuları fikir ve işlevlerinin ham maddesi olarak saymıştır. Bu yüzden çoğu etkinliklerinde tarihi konulara ve tarihçilere özel önem verilmiştir. Cumhuriyetimizin öncü tarihçilerinin önemli bir bölümü Türk Ocaklarının bünyesinde yetişmiştir. Tarihçiliğimizin kurumsallaşmasında, pozitivist tarih felsefeciliğinin ülkemize yerleşmesinde ve çağdaş normlara uygun milli tarih bilincinin inşasında Türk Ocakları kilometre taşlarından biri olmuştur.

Küçük bir akademi hüviyetinde çalışan Türk Ocakları sesini Türk Yurdu Mecmuası sayesinde geniş kitlelere duyurma imkânına kavuşmuştur. 1912’de Türk Ocakları’nın resmi yayın organı kabul edilen Türk Yurdu Mecmuası Türkçülük ideolojisine uygun bir yayın stratejisi izlemiştir. Bu dergide milliyetçi aydınlar tarafından kaleme alınmış makaleler özellikle I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında milli duyguların diri tutulmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Türk Yurdu Mecmuası Cumhuriyet öncesinde Türk düşünce yaşamı, sanatsal etkinlikler ve milli tarih bilincinin tesisine ışık tutmuştur. Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni ve Türk Ocakları çağdaş iki kurum olarak hem çalışma metodu hem de Türk Tarihi’ne yaklaşım itibarıyla çeşitli açılardan birbirleriyle etkileşim halinde olmuşlardır. Milli Tetebbular ve Türk Yurdu Mecmualarındaki kimi ortak yazarlar ve bu kişilerin tarihi meselelere yaklaşımındaki benzerlikler iki kurum arasındaki etkileşimi göstermesi açısından son derece önemlidir75. Esasen Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni’nin çalışmaları Türk Ocaklarının faaliyetlerini daha sağlam bir zeminde yürütmesine olanak tanımıştır.

Türk Yurdu Mecmuası dışında Türk Ocaklarının başka yayın organları da bulunmaktaydı. İstanbul’da yayın yapan Yeni Mecmua, Adana’da çıkartılan Altın Yurt Mecmuası ve Sinop’ta yayınlanan Türk Bahçesi Mecmuası bunlardan belli başlıları idi76. Bu dergilerin sayılarında Türk Tarihi ve tarihçilik üzerine makaleler yayınlanmıştır. Türk Ocaklarıyla bağlantılı dergilerin farklı sayılarında yayınlanmış tarihle ilgili makaleler Cumhuriyet Dönemi’ndeki milli tarih bilincinin inşasına sağlam bir alt yapı teşkil etmiştir. Atatürk’ün çağdaş Türk tarihçiliğinin organize olmuş haliyle ilk başlangıç yeri olarak Türk Ocaklarını kabul etmesi de bu etkinliklere bağlanarak açıklanabilinir.



Tarih-i Osmanî Encümeni, Asar-i İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni ve Türk Ocaklarının II. Meşrutiyet ile Mütareke dönemlerindeki çeşitli etkinlikleri ve çıkardıkları mecmualar Cumhuriyet Döneminde tam karşılığını bulacak olan bilimsel ve milli tarihçilik anlayışına temel teşkil etmiştir. Bu kurumların çabaları tarihçiliğimizi hanedancı ve dinsel anlayışların dışına çıkartmıştır. Cumhuriyet öncesinde, yaşanan gelişmelerin etkisiyle Osmanlıcı ve milli tarih anlayışları birbirine koşut şekilde gelişme göstermişlerdir77. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmiş savaşlar milli hislerin canlanması kadar milli tarih olgusunun ortaya çıkmasını da tetiklemiştir. Milli tarih bilincinin tesisinde basın yayın organları bir okul vazifesi görüp halkın bilinçlenmesine yardımcı olmuştur. Milli tarih şuuru Mütareke Dönemi’nde ve Cumhuriyetin özellikle ilk yıllarında toplumu oluşturan fertler arasındaki bağların kuvvetlenmesine yardımcı olmuştur. Bu bağların güçlenmesinde milli tarih bilincine uygun yazılar yayınlayan dergilerin de ciddi bir yeri olmuştur. XX. yüzyılın ilk zamanlarında Batı’da ise B. Croce, R. B. Collingwood ve A. Tonybee gibi tarihçiliğin gelişimine önemli katkılar sağlayan düşünürler yetişmiştir. Bilim insanları ve açılan yüksek öğretim kurumlarının çalışmaları sonunda Batı dünyasında 1920’li ve 1930’lu yıllarda tarihçilik üniversiter bir hüviyete sahip olmuştur78.

Yüklə 92,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə