Tarihteki ilk ‘Tek Tanrı’ inancı



Yüklə 71,17 Kb.
tarix07.12.2017
ölçüsü71,17 Kb.
#14366

Tarihteki ilk ‘Tek Tanrı’ inancı...

http://nazenin.wordpress.com/2006/12/31/bunlari-biliyor-muydunuz-tarihte-ilk-tek-tanri-inanci/


images-6.jpg

Semavi dinler tek tanrılı dinler olarak bilinir.

Semavi dinlerin öncüsü olarak da Hz. İbrahim yani İbrahim peygamber kabul edilmiştir.
Peki tarihte bu zamandan önce tek tanrı inancı veya buna benzer bir inanç özlemi hiç mi gündeme gelmemiştir?
Yanıtımız, “gelmiştir” olacak.

Peki, nasıl ve kimler tarafından bu inanç gündeme gelmiştir?

Şimdi bunu açıklamaya çalışalım.
Coğrafya olarak Mısır‘dayız. Bereketli Nil’in topraklarında. Firavunlar devrinde… Mısır’ın inançlarında birçok tanrıya tapınma söz konusuydu. Zaman zaman bu tanrılardan biri öne geçerdi. Gerçekte politik güç ve o gücün bağlı olduğu tanrı birlikte önem kazanır veya kaybederdi. Güçlünün tanrısı da güçlenirdi… Böyle bir ortamda Thebae (Teb) şehri önem kazanmış ve buradaki Amon tıpınağı görkemine görkem katmıştı. Amon rahipleri imtiyazlı sınıfı meydana getiriyordu. Tanrının evi sayılan tapınaklarda görev yapan ruhban sınıfının zenginliğine diyecek yoktu. III. Ramses devrinde Amon’un serviti 235.000 hektar toprak, 81.000köle, dirilere eşit muamele gören 5.000 heykel ve 421000 baş hayvan olarak kayda geçmişti. Günlük dinsel törenlerde Tanrı’yı yedirmek, tuvaletini yapmak, giydirmek gibi işlemler yapılırdı. Tepsilerle getirilen yemekler sonunda, kralın kendilerine tapınak üzerinden bir yiyecek geliri bağladığı imtiyazlılara verilirdi. İnanca göre Firavun tanrı kanı taşırdı. İşte bu yüzden de kutsal kan bozulmasın diye Firavunlar aile içinde çoğu zaman kız kardeşleriyle evlenirlerdi. Yine inanca göre, Tanrı gökten yere inmiş ve kralı bizzat kendisi yeryüzündeki annesine doğurtturmuştu- yani bir Tanrı evlenmesi vukua gelmişti.(Tarih sürecinde buna benzer simgelemin tekrar kullanıldığını görürüz. En iyi bilinenlerinden biri bakire Meryem’in doğumudur.) Ayrıca tahta çıkış sırasındaki takdis de hükümdara tabiatüstü bir kudret vermekteydi. Biri Aşağı, diğeri Yukarı Mısır’ın olan ve yeni firavunun başına yerleştirilen iki taç, iki “büyük sihirbaz”dı. ve ona tanrısal seyyaleyi de teslim ediyordu. Yaşadığı sürece kendisi Tanrı Horus ile eş tutulurdu ve bu sıfatla tapınılırdı. Ölümünden sonra ise Öte Dünya Tanrısı olan Tanrı Ozisiris’le eş tutularak yine tapınma devam ederdi. Kısaca söylersek, Mısır’da bazıları daha etkin rollere sahip olmakla beraber birçok tanrıya tapınma adeti vardı ancak her dönem Tarnıların bazıları diğerlerine nazaran biraz daha öne çıkardı.
Yıl M.Ö. 1375, Onsekizinci Hanedan dönemindeyiz. Babası III. Amenhoteps’ten sonra Mısır tahtına oturan oğlu IV. Amenhotep (IV. Amenophis diye de bilinir) çağının çok ötesinde bir uygulama yapmaya ve yerleştirmeye çalıştı. Mısır’da TEKTANRICILIKinancını kurmaya çalıştı.

IV. Amenhotep başa geçtiğinde artık Mısır uygarlığı doruk noktasına gelmiş, en parlak dönemlerini yaşamaktaydı. Birçok uygarlıkta olduğu gibi burada da bazı konularda yozlaşmalar, halkın memnuniyetsizliği su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Firavun sülasesinin kurucusu Menes’in zamanından beri 2000 yyıl geçmişti. Anadolu topraklarına dek sınırları genişlemişti. Babası III. Amonhotep de başarılı bir Firavun’du. Parlak bir yaşantısı olmuştu. İri yapılı güçlü biriydi. Halk tarafından takdirle karşılanmıştı. IV. Amonhotep ise tahta geçtiğinde çok gençti. Kimisi 11 yaşında olduğunu söyler. Savaşlar ve politik düzenlemelerle geçen bir yaşamdan sonra yaşlanmış olan Baba III. Amonhotep ve oğul IV. Amonhotep’ten çevre hükümdarlar dahil herkes yardım istemekteydi. Geleneğe göre yeni Firavun bu yardım isteklerine yanıt verecekti, orduların başına geçecek, politik düzenlemelerle uğraşacak ve Mısır’ın güçlü konumunu sürdürecekti. Oysa, IV. Amonhotep hiç de beklenildiği gibi davranmadı. Onu ordular veya politika değil, inanç, din, ilahiyat, felsefe konuları ilgilendiriyordu. Tabii bu çok genç Firavun Annesi Kraliçe Tiy ve karısı Nefertiti’nin etkisi altındaydı. Bu yüzden kadınca bir ilgi ve yönlendirmeyle şekilleniyordu. Söz konusu iki kadın ve dadısının kocası olan rahip yeni Firavun’un en yakın çevresini ve etkilenme çemberini oluşturuyordu. Ülkede ruhban sınıfı inanılmaz yetkilerle donatılmış olarak Tanrı adına halkı sömürmekle ve yönetmekle meşguldu. Yeni Firavun ise, ince duygularla yetiştirilmişti, sanata düşkündü, din ve inanç konularında sürekli bilgilenmekle zamanını geçirmişti, katı bir kumandan, imparator olmaktan ziyade, halka sevgiyle yaklaşmak isteyen, ince düşünceli bir yönetici olmayı yeğliyordu. Bu arada kendisi dinle uğraşırken, imtiyazlı sınıfta otorite kavgaları başlamıştı. Birbirlerini yiyiyorlardı. Hepsi “ben” kavgasına düşmüştü. Ülkede fırtına bulutları dolaşıyordu. Mısır’ın en güçlü kuruluşları olan dinle devletin arası açılmıştı.


Mısırlılar dinlerine düşkün olmakla bilinirdi. Dinlerindeki tanrı ve tanrıçaların sayısı da hayli kabarıktı. İnsan-hayvan karışımı tanrılarla, yer ve gök tanrılarından geçilmiyordu. Zamanla yeni yeni tanrılar da yaratılıyor, hemen din piyasasına sürülüyordu. Halkın inancını sömürmek bir kazanç kapısı olmuştu. Artık iş öyle bir hal almıştı ki, Mısır’lılar, zaman zaman tanrı sayısını indirme gereğini bile duydular. Böyle hallerde, aynı tanrının değişik adlar taşıdığını bildirerek, sayıyı azaltmaya çalışıyorlardı. Böylesine kalabalık bir tanrı topluluğu elbet başsız olamazdı. Bu kutsal kişilerin başkanlığı da güneş tanrısı RA’ya verilmişti. Ra’nın tapınığı Delta’daki Heliopolis şehriydi. Göklerin hakimi Ra mevsimleri düzenler, karanlığı ve aydınlığı yaratırdı. Mısırlılar, firavunların Ra’nın oğlu olduğunu kabul ederlerdi. Ancak zamanla, Ra’nın din aleminde tek başına sürdüğü saltanat, bölgeler arası bazı alınganlıklara sebep olmaya bayladı. Sonunda kışkançlıklar, çekememezlikler gözününe alınarak bir tür uzlaşmaya varılmak istendi. Ayrıca Heliiapolis rahipleri aksi takdirde gözden düşecek, güçlerini yitirecek olduklarını anlamışlardı. Sonuçta, Ra’nın güçlü adının yanına, bir başka tanrı adı daha eklenmesine karar verildi. Thebes şehri küçük bir şehirken önemsiz bir tanrı olan Amon (Amen diye de geçer) için burada küçük bir tapınak vardı. Zamanla şehir büyüdü, tapınak önem kazandı. Thebes şehrinin hakimiyeti kuvvetlendikçe Amon da kuvvet kazandı. Hele Thebes şehri önem kazanıp başkent de olunca tapınak ve Tanrı Amon önem daha da önem kazandı ve artık baş tanrı konumuna geçti. İşte bu dönemde, Hilopolis rahipleri onu doğan güneş tanrısıı Ra ile eş tutma kurnazlığını göstermiş ve imtiyazlarını kaçırmamak istemişlerdir. Böylece bu dönemde baş tanrı Amon-Ra adıyla anılmıştır. Ancak sen-ben kavgaları sürmüştür. Amon’un yükselişi henüz IV. Amonhotep başa geçmediği döneme rastlar. Bu dönemde Mısır birçok savaşa da girmiştir. Savaşların çok olduğu ve galibiyetlerin alındığı bu devirde, bütün galibiyetlerin nedeni Amon olarak düşünülür, ona yorulur ve ganimetlerden en büyük pay da ona ayrılırdı. Böylece Amon rahipleri olağanüstü zenginliklere ulaştılar. Etkinlikleri büyüktü. Öyle ki, Firavun’un adı dahi ‘Amon hoşnuttur’ anlamını taşıyan Amonhotep şeklinde verilmişti. Ancak bizim genç firavun bu durumdan hiç hoşnut değildi. Onun din anlayışıyla bu olup bitenler hiç uymuyordu. O’na göre güneş tüm varoluşun kaynağıydı. Güneş’in simgesi başka hiçbir şeyle birleştirilmemeli ve eş tutulmamalıydı. Bu yüzden güneş yuvarlağını simgeleyen ve güneşin izlediği yol anlamlarına gelen ATON adının benimsenmesini istedi. Saltanatının dördüncü yılında başkentten ayrıldı. Orta Mısır’da Güneş yuvarlağının ufku anlamına gelen ve bugünkü adı Tel -el-Amarna olan Akhet-Aton adlı yeni bir şehir kurdu.
İlkel toplum inançlarında bir şeyin adı, tasviri kendisinden bile önemlidir. Dolayısıyle Tanrıların adlarının da büyülü bir önemi vardır. Nitekim Mısır’da Amon adı böyle bir öneme sahip bulunmaktaydı. Rahipler her yere AMON un adını yazdırmışlardı. Kayalarda, tepelerde onun adı yazılıydı. Amenhotep ise öncelikle her yandan Amon’un adını kazıtıp sildirmeğe uğraştı. Öteki Tanrıların adlarını kazıtıp sildirmedi ama onlara da tapınılmasını yasakladı.
Kendi adını da “Aton’un ruhu” ya da “Aton’un ihtişamı” anlamına gelen şekilde Akhnaton olarak değiştirdi. 
Firavun Akhnaton halkı eğitmek ve düşüncesini yerleştirmek için Tanrı Aton’a ilahiler yazdı. Bu ilahiler Tanrının tek olduğunu işlemekteydi. O da Aton ile simgeleniyordu. Düşünce denizinde bir devrim yapıyordu...
Kral Akhnaton ve Kraliçe Nefertiti’den Aton’a övgü başlığı altında toplanan ilahilerden biri pek ünlüdür.
Sözlerini sizin için aşağıya kopyalıyorum:
“Sen her iki diyarı (yukarı ve aşağı Mısır) sevgiyle doldurursun. Sen toprağın, sen insanın, sen kurdun kuşun, sen topraktan üreyen bitkinin yaratıcısı; sen uyandığında, bütün bunlar yaşamaya başlar. Yarattığın herşeyin anası, babası, sen gök yüzünün batısına çekildiğinde, dünya ölülerin alemi gibi kararır; insanoğlu karanlığın içinde uykuya dalar. Görmekten yoksun, evinde uyuyan zavallı komşumun herşeyi alınabilir. Bütün dünya sessiz bekler, yaratıcım ufukta dinleniyor diye. Ama gün olup da sen uyanınca; ışınların karanlığı kovalar, işte o zaman insanlar kalkar, yıkanır, giyinir ve ellerini kaldırarak, sana yeni bir uyanışın şükranlarını sunmak için dua ederler.”
Bir başka ilahide şöyle deniyor:
“Senin iylerin türlü türlüdür. Onlar bizden saklıdır. Onlara akıl sır ermez. Eysenden yüce kişinin olmadığı tanrı! Sen mevsimlerin, kış soğuğunun, yaz sıcağının yaratıcısı; kadında çocuğun, erkekte tohumun yaratıcısı! Ana karnındaki bebeğe hayat, yumurtadaki civcive kabuğu kıracak gücü verensin. Gökyüzünde yarattığın Nil’le, toprakları bereketlendirmek için yağmur verdin bizlere!”
Firavun Akhneton’un tanımladığı tanrı, sadece güneşten ibaret değildir ve sadece Mısır’a ait de değildir. Tüm insanları ve dünyayı etkilemektedir. Onun eylemleridir önemli olan. Dolayısıylagüneş yuvarlağı tapınmanın nesnesi değil simgesidir. O simgenin özünde var olana tapınmayı önermiştir. Üstelik de O’nu tek yaratıcı olarak tanımlayarak…
İşte böylece tarihteki ilk tek tanrı inancı üzerine yapılan bir devrimi görürüz.
Coğrafi olarak yöre Mısır ve Mısır’dan Anadolu’ya dek uzanan o muşhur “bereketli hilal” bölgesi. Dikkatinizi çekmek isterim, daha sonra tek tanrılı dinlerin tümünün doğum yeri yine bu bölge içinde olacaktır. Daha önce de söylemiştik, tarih bir devamlılık gösterir. Kültür bir devamlılık gösterir. Tek tanrılı inancın tohumlarının atıldığı bu bölgede daha sonra yine tek tanrılı dinler yeşerecektir.
Bir başka metinden size yine Akhneton’un bir ilahisini nakledeyim:
Sen ki nesnelerin oluşları sırasında zaten yaşamaktaydın, ufukta parlak olarak yükseliyorsun, ey canlı Aton! Doğu ufkunda yükseldiğin zaman gezülliğinle bütün ülkeleri aydınlatıyorsun! Bütün büyüklük ve parlaklığınla, muhteşem ve kudretli bir halde, ülkelerin hepsi üzerinde göründüğün zaman ışıkların, yarattığın alemin sonuclarına kadar bütün ulusları kucaklıyor… Bizden uzaksın ama, ışıkların yine de yere iniyor, ve yaptığın bütün devirlerinde kendini insanlara gösteriyorsun…



Sabahları doğduğun, bütün gün boyunca ışıklarını yerin üzerine saçtığın zaman, karanlığı kovuyorsun; bize ışığını sunuyorsun. O zaman iki ülke de sevince garkoluyor; insanlar kalkı ayakları üzerinde doğruluyorlar, onları uyandıran sensin. Ellerini yüzlerini yıkıyorlar, giyiniyorlar ve göründüğün zaman, bütün kollar sana tapınıyor. Bütün dünya yeniden işe koyuluyor. Hayvanlar kendilerine verdiğin ot için seviniyorlar, ağaçlarla çayırlar yeşeriyorlar; kuşlar yuvalarından çıkıyorlar ve kanadları bile senin “ka”na tapınıyor. Keçiler bacakları üzerinde zıplaşıyorlar; kuşlarla havalarda uçup gezen bütün yaratıklar, sen gökte yükseldiğin zaman yeniden yaşamaya başlıyorlar. Gemiler nehirde aşağıya, yukarıya gidip geliyorlar; hatta nehirlerin balıkları bile sana doğru atılıyorlar; çünkü ışıkların suların derinliklerine kadar sokuluyor.
Anasının kucağındaki çocuğu besleyen sensin; ağlamasın diye onu yatıştıran sensin. Yarattığın her çocuk gün ışığına kavuştuğu zaman, onu canlandıran soluğu sen veriyorsun. Bağırmaya başladğı zaman onun ağzının sen açıyorsun; onun hayatına göz-kulak oluyorsun. Küçük kuş yumurtada iken ve kabuğunun içinde haykırırken kendisini yaşatan havayı ona veren sensin ve senin sayendedir ki o, her yanını saran kabuğu kıracak kuvveti bulabiliyor.
Yarattığın nesneler ne kadar da çeşitli! Yeryüzünü yalnızken, kendi isteğine göre yarattın; bütün insanlar, sürüler,hayvanlar, yerde yürüyen ve yaşayan , gökte ucan her şeyle benaber, yeryüzünü de sen yarattın. Yabancı ülkelerde, Suriye’de, Habeşistan’da her yerde her insanı yerli yerine sen koydun, onun bakımına sen göz-kulak oluyorsun, bütün insanlara da istedikleri rızkı sen veriyorsun…



Ey nurlu Aton, yeryüzünün üzerinde ışıldamaya başladığın zaman bütün gözler seni seyrediyor…”
Bu soylu dinsel devrimin yanısıra derin bir ahlak değişimi de oldu. Güneş bütün ulusları, bütün insanları, bütün varlıkları aydınlattı. Onların herbirinde tanrısal bir zerre vardı. Hepsinin içten gelme bir şekilde harekete geçmeye hazır olduklarına inanılabilirdi artık. Drioton ve Vandier’in Mısır adlı eserlerinde dedikleri gibi ”Hürriyet, Amarna’da doğan dinin yüce fikirlerinden biri oldu… Yeni doktrinini öteki büyük düşüncesi de tabiat segisiydi… Böyle bir doktrinin de yaratıkları sevmeyi ve yaşama neşesini öğütlediğini insan, kolayca anlayabilir”.
Bu firavunun devrinde değişiklik kendini dinin yapılaşmasında da gösterdi. Tanrı ile kulları arasına bir rahipler zümresinin girmesi artık gerekli görülmedi: İyicil Tanrı’yı keşfetmeki için gözlerini açmak yetiyordu. Amarna tapınağı üzeri gökyüzüne bakan, açık avlular ve dehlizlerden meydana gelmiştir; ana mihrap ise güneşin ışıklarına boğulmuş bir haldedir.
Bu arada bütün güzel sanatlar da baştanbaşa değişti.
Yine Drioton ve Vandier’nin dedikleri gibi: “Bundan böyle sanat artık realizmden ve spiritüalizmden meydana gledi. Tel-el-Amarna‘nın her yanında tabiat sevgisine rastlanmaktadır: Dinde, güneşe söylenen kasidelerde, günlük yaşayışın sahnelerinde ve nihayet evlerin süslenişinde bile bu, böyledir. Kuşlar, çiçekler ve yemişler artık stilleşmiş süs motifleri değil de, tabiatın çok değerli vergileri sayılmakta ve bunlar tarifi imkansız bir doğruluk, duygululuk ve sevimlilikle tasvir edilmektedir”.
Genç firavun, kendinden önceki firavunların gerçeküstü resim yapılması yolundaki kurallarını değiştirmiş, gerçekliğe dönülmesini desteklemişti. Kendi portrelerinin de kendi neye benziyorsa öyle yapılmasını istemişti. Kraliçe Nefertiti çok çekici bir kadındı, kişiliği ile de daima kocasının görüşlerine destek olmuştu. Mutlu bir aile yaşantısı sürmekteydi Akhnoton’lar…
Akhnaton’un dünyaya tanıttığı din kavramı böyleydi işte, sevgi yüklüydü, aydınlatıcıydı. Sömüren din tüccarı ruhban sınıfını devre dışı bırakıyordu. Yüzyılların eskimiş inançlarına taptaze bir anlayış getiriyordu. Yepyeni evrensel bir ruh doğuyordu din konusunda. Onun övdüğü yalnız Mısır’ın tanrısı değildi. Akhnaton, dünyayı ve insanları yaratan, yarattığı herşeyin anası ve babası olan tek ve büyük gücü, Aton’u övüyordu. Bu ileri görüş, daha sonra Tevrat’ta da yer alacaktı. Ancak Akhneton’dan yediyüz ya da sekizyüz yıl sonra…
Akhnaton dürüst bir insan olarak tanınır. Servet icinde yüzdüğü halde sarayın lüksüne kendini kaptırmamıştır. sade bir hayat sürmüştür. Alışılmamış bir açıklığı, doğruluğu vardı. Sık sık karısı ve kızlarıyla halk arasına karışırdı. Halk onu çok severdi.
Bütün bunlar olup biterken, tutucular, gelenekçiler, muhafazakarlar her alanda böylece meydana gelmiş olan devrimden hoşlanmamışlardı. Ruhban, menfaatlerine dokunan, imtiyazlarını elinden alan bu sosyal bir değişmeyi kabul etmiyordu. Akhnaton ise kendi inancını koruyabilmek ve yerleştirebilmek için ruhban sınıfıyla mücadele ediyordu. Ancak, Akhnaton yirmi dokuz yaşında, 1358 yılında ölür ölmez de gericiliğin tepkisi baladı.
Karşı devrim başladığında mumyası henüz mezarına konmamıştı. Oğlu olmadığından hükümdarlık büyük kızının kocası Sahare’ye kaldı, ancak kısa bir süre sonra devrildi. Hükümdarın büyük damadı ancak bir yıl saltanat sürdü; küçük damadı Amon dininin rahiplerine boyun eğdi. Onlarla işbirliği yaparak kuçük damadı devirdi ve yerine iktidara geçti. Amarna’yı terkedip Thebae’ye gitti ve Tutankhaton adını, Tatankhamon olarak değiştirdi.

Akhnaton’un altından mumyası da Thebes’te Kralice Tiy’in mezarına kondu; mumya 1907 yılında bir Ingiliz arkeolog grubu tarafından bulundu.
(Tel-el-Amarna’nın birdenbire terkedilişi şöyle bir sonuç verdi: Çöl kumlarının örttüğü tapınaklarla saraylar oldukları gibi kaldılar ve burada yapılan kazılar sayesinde bakanlıkların arşivlerini, Akhnaton’la yabancı hükümdarlar arasındaki mektuplaşmaları keşfetmek mümkün oldu. Bu ise bize, Milattan Öncesi ondördüncü yüzyılı daha iyi tanımak imkanını verdi. Ote yandan Tutankhamon’un mezarı da Mısır’da soyulmamış olarak keşfedilen tek mezardır ve içindeki “ölüm eşyası” paha biçilmez bir zenginliktedir)
Tutankomon’un yerine geçen Horemheb, rahiplerin oyuncağı olan bir askerdi. Tapınakları yıktırdı, Aton adını kazıtıp her yere Amon adını yeniden yazdırdırdı.
Yukarıdaki bilgileri sizin için sunduktan sonra söz geldi Nazenin’e…

Her dönemde geçerli bir inanış hakim oluyor, bunun tersi, zıddı neyse o da yeraltından yürüyor.


Mısır’ın çok tanrılı döneminde de mutlaka ki Akhneton, tek tanrı inancına, gönülden inanan, yegane insan değildi. Ancak, iktidar sahibi yegane kişiydi ve bir devrim niteliğinde bu hareketi öne sürebildi. Ancak, din simsarları, din tacirleri her dönemde hemen her toplumda var. Burada da yozlaşmış şekildeki ruhban sınıfı halkın dine dayalı samimi duygularını sömürerek kendilerine iktidar ve menfaat sağlamaktaydı. Genç firavunun tek tanrı inancı, onların menfaatlerine dokundu. Sonunda firavun ölür ölmez, kendilerine yandaş çıkacak bir işbirlikçi ile karşı devrim yaparak tekrar çok tanrılı dönemi hortlattılar.

Şöyle bir düşünelim düşünce denizimizde, eğer o günlerde bu karşı devrim yapılmamış olsaydı, tek tanrı inancı tüm insanlığı kucaklar şekilde o günlerden başlayarak dünyaya yayılsaydı…


Neler olurdu acaba? Tarih nasıl yazılırdı?
Sizi bir düşünceye davet ettim…

Sevgiyle kalın…



Nazenin…

Not:


Bu arada biraz daha düşünmek için bir soru ile bitirelim bugünkü yazımızı:
AMON ya da AMEN, AMIN kelimeleri arasındaki benzerliğe hiç dikkat ettiniz mi?

Tanrısal onaylama…

Eskiden duaların sonunda tanrının kabulu icin Amon’un adıyla, Amen’in adiyla, diye bitirirlermiş cümleyi.

Gelenek bu ya!…

Amen…. Amin…

Tarihin cilvesi…

Kimine göre rastlantı.

Kimine göre ise kültürel devamlılık…




YAZIYA OKUYUCUDAN BAZI YORUMLAR:

  1. Akeneton muhtemelen tek tanrıyı bulmuş ve onu keşfetmiş bir şahıstı. Bazı kaynaklardan edindiğim bilgiye göre kendinden geçerek ilham (vahiy) alırdı. Nebi olması kuvvetle muhtemel bir şahıs, tek ve yaratıcı olan tanrıyı bulmuş ve ona tapınmış ve halkına bu bilgiyi vermeye çalışmış olmasımükemmel bir olaydır, Unutmayalımki m.ö. 2000 li yıllarda mısırda hz yusuf peygamber yaşamış ve bir firavunun vezirliğini yapmış ve mısır halkına ve ileri gelenlerine yaratıcı tek tanrıya tapınılması gerektiği fikrini aşılamıştı. Mısırda tek tanrıcılık akenatonla başlamadı bu fikir her zaman vardı, yaşayan ve yaratıcı tek tanrı fikri her zaman en güçlü ve doğruluğu kuvetle muhtemel bir fikirdir.

http://0.gravatar.com/avatar/accfde9f8fafed18ae964799e6bd2f56?s=16&d=identicon&r=gYorum tarafından barıs | 28 Kasım 2007 | Cevapla

  1. Çok tartışma götürür bir konu, tarihleri birbirine karıştırmamak lazım, akhnaton musa peyganberse üç hak kitapta ismi geçen musa kim? YOKSA HEPSİ UYDURMASYON MU?TABİİKİ BU ALEMİ BİR YARATAN VAR.BİZİM TAHMİNİMMİZ KAİNAT YARATILALI 14-15 MİLYAR YIL OLDUĞU ŞEKLİNDEDİR.
    DÜNYA VE GÜNEŞ İSE 5 MİLYAR YIL YAKLAŞIK,İNSANOĞLU BU ZAMAN DİLİMLERİ İÇİNDEKİ YERİ, 24 SAAT İÇİNDE 8 DAKİKAYA TEKAMÜL EDER.BİZLER 8 DAKİKANIN CEVABINI VEREMİYORUZ, 10-15 MİLYAR YILIN HESABINI NASIL YAPACAĞIZ? NEYİ BULMAYA ÇALIŞACAĞIZ?… VEYA BİZİM SAHİP OLDUĞUMUZ BEŞ DUYU ORGANIMIZ BUNLARI ANLAMAYA MUKTEDİR Mİ? YOKSA DÜNYANIN GEÇİRDİĞİ JEOLOJİK DÖNEMLER GEÇMİŞTEN GELEN BİR ÇOK DELİLLERİDE YOK MU ETTİ? BİZİM BENCE ÇÖZMEMİZ GEREKEN TANRI (ALLAH)OLGUSUNDAN EVVEL, İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SONSUZ EVREN(KAİNAT)GERÇEĞİDİR,ONU ÇÖZDÜĞÜMÜZ ZAMAN Kİ(BENCE İMKANSIZ)ALLAHIN NASIL BİR ŞEY OLDUĞUNU ANLAMAYA ÇALIŞIRIZ.

http://0.gravatar.com/avatar/?s=16&d=identicon&r=gYorum tarafından tahsin | 19 Kasım 2008 | Cevapla

  1. Tahsin bey. Sizin isteyerek veya istemeyerek çözmek, anlamak istediğiniz gerçek hep vardı. Siz bunu yeni farkettiniz. Allahın hakikatinin içindeyiz ve onun dışında başka bir oluş yok. Burada ‘şey’tabirini kullanmişsınız. Bu türkçemizde madde anlamına geliyor. Cenab Allahta tüm tanımlamalardan,kalıplardan uzaktır. Süphannalah…

Biz Kuran azümmüşanda yazılı Hz Musayı biliriz, onada inanırız. Nazenin burada Eski Mısır bilgeliklerini anlatmış. Burada ismi yazılı olan şahıs belkide bir nebiydi. Tek Tanrı inancı hep vardı ancak insanı tanrılaştırmak isteyen firavun rahipleri bunu hep kendilerine özgü yöntemlerle yorumlayarak egip, büktüler. Firavunlara tanrı payesi verip, inancı zalimin hizmetine sokmaya kalktılar. Okkulistler bu konuda bu eski mısır yazıtlarından çok yararlanmışlardır. Bizce bir sakıncası olamaz ama Mevlananın pergel örneğinini her zaman veririm. Pergelin bastığı bir sabite varsa eğer oda inancımız,edep erkanlarımızdır.

Nazenin bey biz aleviler dua-niyaz sonu amin degil Allah Allah deriz. Böylece Amonun adını ağzımıza almamış oluruz. Amona tapanlarla aramızdaki farkta bölece bakidir. Bizim kültürel devamlılığımız bilinçli bir seçimdir.



İllallah.. Selamlar…

http://1.gravatar.com/avatar/d58d9412390e4f3e571375cb3422c97b?s=16&d=identicon&r=gYorum tarafından ergin | 18 Aralık 2008 | Cevapla

  1. Arkadaşlar gerçek, gerçektir. Sizin putperest olmanız, alevi olmanız, sünni olmanız, yahudi, hristiyan olmanız, hatta kalkıp ben atona inanıyorum demeniz veya dualarınızdan sonra amon veya allah allah demeniz gerçeği değiştirmez. Adına ne derseniz deyin. İster aton, ister rab, allah veya amon-ra allah tektir ve herşeydir ve herşeyde odur. herşey olması onu tekleştirir. Aslında hiçbirimizin birbirimizden farkı yok.

http://1.gravatar.com/avatar/180eb63e68ddf18e6988d049652d8b5a?s=16&d=identicon&r=gYorum tarafından axoy | 25 Mart 2009 | Cevapla

    • Hakikat Hakk’tan gelir.La ilehe illallah,muhammedün resullallah,aliyel veliyullahtır.Siz buna zorla katılmak zorunda değilsiniz.İtikat gönül işidir,sadece rasyonel akıl ahkamı değildir.Yol erkanlarına saygı göstermek olgunca bir davranış olur,buda zorla olmaz tabii.Hakk dost Allah’ın ismi put ismi ile yanyana anılmaz.Sizin bilgeliğiniz size bizim inancımız bize.

http://1.gravatar.com/avatar/d58d9412390e4f3e571375cb3422c97b?s=16&d=identicon&r=gYorum tarafından ergin | 6 Haziran 2009 | Cevapla

  1. Mısırda tek tanrı inancının başlamasının doğru olduğuna inanıyorum.Neden hep peyganberler burada gelmiş ve dinini burada yaymıştır acaba? Amerika kıtasında veya Avrupa’da değil.Bu yazı insanı gerçekten düşünceye sevk ediyor.Yazana teşekkürler, kalem tutan eline sağlık.

http://0.gravatar.com/avatar/2f9b445178364a6daae724688aa96f75?s=16&d=identicon&r=gYorum tarafından adil çambeli | 20 Haziran 2010 | Cevapla

  1. Akhenaton’un yaşadığı dönemde Amon Rahipleri oldukça güçlüydüler. Firavun herhangi bir iş yapmadan rahiplere danışmak ve kehanetlerine başvurmak zorundaydı.
    bunu degıstırmek ve kendı ınancını yaymak ıçın aton tek tanrı ınancını benımsemıstır. Aton GUNES tanrısıdır. yanı aton ınancının allah ınancına benzetılmesı bence saçmalık:S

Kaynak: http://nazenin.wordpress.com
Yüklə 71,17 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə