SERVER
TANİLLİ
UYGARLIK TARİHİ
Server Tardlli
Uygarlık Tarihi
alkım\
Uygarlık Tarihi / Server Tanilii
ALKIM / 148 • Tarih-12
1. baskı: 1981
11-21 baskı: (1999-2005): Adam Yayınları
Kitap Editörü: Ali Berktay
Kapak ve İç Tasarım: Erbil Kargı
Kapak resmi: Orozco, Zapatacılar
© Alkım Yayınevi, 2006
ISBN: 975-992-044-1
-
Baskı: Mart 2006 (10.000 adet)
-
Baskı: Ekim 2006 (5000 adet)
Baskı: ALA Unipnııt Basım San. ve Tie. A.Ş
I ladımkoy Astallı (>mcrlı Köyü Mevkii 34555 Hadımköv - İstanbul
I el 031.7 798 28 10 • www.apa.mm.tr
Alkım Yayınevi
Mühimim t ad No ı.O Kadıköy Islaııbııl • I el (03 İM 4-49 I0(»0 (Lb\)
I aks (02 I iı) 449 hini • *• tu.nl alk ııni'i'aB ııımııııtı • lıl İp / / www.alkim.coin 11
9
13
35
35
42
47
53
53
59
65
71
71
81
95
99
104
111
111
116
119
129
132
İçindekiler
Önsöz
GİRİŞ
UYGARLIK NE DEMEKTİR?
I
BATI DÜNYASI
-
BATI UYGARLIĞININ KAYNAKLARI Eski Yunan'ın mirası
Roına'nm mirası Hıristiyanlık
(Okumu parçaları: /. Bun/, A.B. Schwarz, F. Clıallaı/e)
-
BATI UYGARLIĞININ DOĞUŞU
Jeodalıj/O—X|
Kilise ve Ortaçağdaki rolü
Kentlerin uyanışı; burjuvazinin doğuşu
(Okuma parçalan: B. Vaniar, /. Bun/, Z. Güvendi)
-
BATI UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ (16., 17. ve 18. yüzyıllar)
Teknik dönüşümler, keşif yılları Rönesans ve Reform İmparatorluktan ulusal devlete İngiltere'de parlamentarizm ve siyasal liberalizm
-
yüzyıl ve Fransa'nın etkisi
(Okuma parçalan: /. U. Lciihaıtser, Z. Güvemii,
/. /'. Akın, K. Alcock, A4. Sanca)
-
BATI UYGARLIĞINDA DEVRİMLER
(19, yüzyıl)
Fransız I fevrimi^)
Milliyetler ilkesinin doğuşu ve gelişmesi Sanayi Devrimi ve sonuçları Emperyalizm
-
yüzyılın kültürel tablosu
U ^kuına parçalan: A4. Sanca, S. N. Özerdim,
K. A\ıbtiı/. Met/dau l.aıvusse, C. Çapan)
-
ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI: (1)
Uygarlık Tarihi 3
ONSOZ 7
UYGARLIK NE DEMEKTİR? 10
YAMYAMLIK MASALI 24
BOLUM I 30
BATI UYGARLIĞININ KAYNAKLARI 30
DAHA ÇOK BİLGİ 44
SORULAR 45
BOLUM II 47
BATI UYGARLIĞININ DOĞUŞU 47
SORULAR 51
DAHA ÇOK BİLGİ 60
BOLUM III 62
BATI UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ
(16., 17. VE 18. YÜZYILLAR) 62
SORULAR 71
DAHA ÇOK BİLGİ 82
İTALYAN RÖNESANSI NIN ÜÇ DEVİ 83
SORULAR 85
DAHA ÇOK BİLGİ 88
MACHIAVELLI 88
1(M) 94
PrusyalI bir prensin sözleridir bunlar. 96
SORULAR 102
BÖLÜM IV 104
BATI UYGARLIĞINDA
DEVRİMLER 104
(19. YÜZYIL) 104
DAHA ÇOK BİLGİ 108
SORULAR 112
DAHA ÇOK BİLGİ 120
SORULAR 122
DAHA ÇOK BİLGİ 124
SORULAR 134
BÖLÜM V 134
ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI: (1) 134
BATI AVRUPA 134
DAHA ÇOK BİLGİ 145
HALKIN EKMEĞİ 147
BÖLÜM VI 150
ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI: (2)
BİRLEŞİK AMERİKA 150
DAHA ÇOK BİLGİ 160
EDEBİYATI HALKIN MUTFAĞINA SOKAN ADAM:
JACK LONDON 161
n 166
BÖLÜM I 168
SOSYALİST AVRUPA'NIN DOĞUŞU 168
DAHA ÇOK BİLGİ 175
MARX'IN ELEŞTİRİSİ 175
DAHA ÇOK BİLGİ 189
SORULAR 192
SORULAR 194
BÖLÜM II 196
SOVYETLER BİRLİĞİ 196
DAHA ÇOK BİLGİ 223
SOVYET SİNEMASI 224
ELİMDEN GELSE 227
BÖLÜM III 230
HALK DEMOKRASİLERİ 230
DAHA ÇOK BİLGİ 236
SORULAR 238
BÖLÜM IV 239
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 239
DAHA ÇOK BİLGİ 251
BÖLÜM V 255
VİETNAM VE KÜBA 255
DAHA ÇOK BİLGİ 257
ANALIK ZANAATI 259
SORULAR 260
DAHA ÇOK BİLGİ 262
m 266
BOLUM I 268
AZGELİŞMİŞLİK NEDİR? 268
DAHA ÇOK BİLGİ 276
SORULAR 278
BÖLÜM II 279
KALKINMA VE BAĞIMSIZLIK 279
DAHA ÇOK BİLGİ 285
SORULAR 287
BÖLÜM III 288
BAŞLICA AZGELİŞMİŞ
ÜLKE GRUPLARI 288
DAHA ÇOK BİLGİ 293
PABLO NERUDA 293
BÖLÜM I 301
TÜRKİYE'DE KAPİTALİZM
VE SORUNLARI 301
SORULAR 319
SORULAR 325
BÖLÜM II 342
TÜRKİYE'DE SOSYAL SINIFLAR 342
DAHA ÇOK BİLGİ 348
SORULAR 350
DAHA ÇOK BİLGİ 354
SORULAR 355
DAHA ÇOK BİLGİ 362
BÖLÜM III 365
TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ
VE SORUNLARI 365
DAHA ÇOK BİLGİ 380
DAHA ÇOK BİLGİ 386
BÖLÜM IV 391
TÜRKİYE'DE SİYASAL PARTİLER 391
DAHA ÇOK BİLGİ 395
DAHA ÇOK BİLGİ 404
DAHA ÇOK BİLGİ 408
SORULAR 411
BÖLÜM V 412
KÜLTÜRÜMÜZÜN KAYNAKLARI
VE SORUNLARI 412
KÜLTÜRÜMÜZÜN KÖKENLERİ SORUNUNA
NASIL YAKLAŞMALIYIZ? 420
DAHA ÇOK BİLGİ 430
BOLUM VI 434
TÜRKİYE'DE EĞİTİM VE ÖĞRETİM 434
SORULAR 441
BÖLÜM VII 448
ŞİİR, ROMAN VE HİKÂYE 448
DAHA ÇOK BİLGİ 456
DAHA ÇOK BİLGİ 470
SORULAR 474
BÖLÜM VIII 475
TİYATRO, SİNEMA VE MÜZİK 475
DAHA ÇOK BİLGİ 487
SORULAR 489
DAHA ÇOK BİLGİ 499
"SÜRÜ" NE ANLATIYOR? 500
DAHA ÇOK BİLGİ 511
TÜRK SAZI VE RUHİ SU 511
BOLUM IX 516
MİZAH VE KARİKATÜR 516
DAHA ÇOK BİLGİ 520
SORULAR 523
TURHAN SELÇUK VE ABDÜLCANBAZ 534
SORULAR 536
BOLUM X 538
MİMARLIK, RESİM VE HEYKEL 538
DAHA ÇOK BİLGİ 547
DAHA ÇOK BİLGİ 559
SORULAR 561
KAYNAKÇA* 564
SAVUNMA 568
MAHKEME KARARI 573
ONSOZ
Bu kitap, 1972-1975 yıllarında yazıldı. Amacı da, liselerden üniversite ya da yüksekokullara gelen öğrencilerin “kültür açığı" m gidermekti.
Gerçekten, böyle bir sorun vardı. Liseler, gençlere -hemen hemen- hiçbir şey vermiyordu. Tarih, felsefe, sosyoloji, edebiyat ve sanat gibi kültürün temel konularında, öğrencilerin kafalarına yalan yanlış, abuk sabuk, ipe-sapa gelmez birtakım şeyler tıkıştırılıyordu. Ne gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşım, ne de bir bütün olarak kucaklayış kültürü. Bir bölük-pörçilklük, bir derme- çatmalık, bir keşmekeş kısacası.
Niçin böyleydi bıı?
Çünkü, Türkiye'de egemen sınıflar, özellikle 5Ü'li yıllarla beraber, gençlerin uyanmasını istemiyorlardı. Öyle olduğu için de, daha liseden başlayarak, gözlerinin önüne bir "duman perdesi” çekip, içinde yaşadıkları çağa ve topluma yabancılaştırıyorlardı onları. Yaman bir oyundu oynadıkları ve doğrusu maharetle oynuyorlardı. Üniversite ya da yüksekokullara bu durumda gelen gençler de, oralarda izleyeceklerini gerektiği gibi izleyemiyor, öğreticilerle aralarında bir "kültürel diyalog” kurulamıyor, bir "kör döğüşü"dür gidiyordu özetle.
Ne yapmak gerekiyordu ?
Liselerin düzeltilmesini beklerken, fakülte ve yüksekokulların ilk sınıflarına bir "uygarlık tarihi" ya da "kültür tarihi" koyarak, gençlerin "kültür açığını" gidermek! Böylece hem yüksek öğretim boyunca öğrencilerle öğreticiler arasında bir diyalog kurulması olanağı yaratılmış olacak, hem de gençlerin bir dalda uzman, ama temel kültürden ve dünyadan habersiz yaşama atılmaları önlenmiş olacaktı.
1972-1973 ders yılına girerken, İstanbul'da -sonra fakülte haline gelecek olan- bir yüksekokul, Şişli İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu, uyanık yöneticisi Prof. Kıvanç Ertop’un önayak olmasıyla, bu yolda ilk adımı attı: İlk sınıfına bir "uygarlık tarihi" dersi koydu ve öğretimi de bana verdi.
Oturdum, bu kitabı yazdım ben de.
Doğrusu, ummadığım bir ilgiyle karşılandı yazdıklarım.
Ama arkasından yığınla tepki de çıkageldi: yargılanmalar, kurşunlanmalar; özetle, acılar, gözyaşları...
Uzunca bir tedaviden sonra yurda dönünce, Uygarlık Tari- h'ı'ııi basmak istediler. Yığınla eksiği de olsa razı oldum. Yurt- dışında hastane koşulları içinde yapabildiklerime şöyle bir çekidüzen vermekle yetindim. Î2 Eyliil'e değin olan gelişmeleri kapsayacak biçimde noktaladığım kitabı basıma verdim.
Kitap çıktı ve kapışıldı.
Uygarlık Tarihi'mıı 5. basısı, 1981 yılının sonbaharında çıkmıştı. Arkasından bir yenisi, çok istendiği halde gerçekleşemedi. Nedeni de şu idi: 12 Eylül rejimi, faşist çehresini, ilerici, demokrat ve devrimci kurum ve yayınlara karşı kesin olarak belirtmeye kalktığında, bu kitabı da ihmal etmedi. Milli Güvenlik Konseyi'nin onu -hem ad da vererek- yasaklamasının arkasından, Türkiye'de üniversitelerin başına bela olan, o sıralarda düpedüz faşizmin uşaklığına soyunmuş olan YÖK yöneticileri, kitabın üniversite öğrencilerine -okutulmak şöyle dursun- tavsiye bile edilemeyeceğine ilişkin bir karar verdi. Dahası, 1978 yılında mahkeme kararı ile aklanmış eser hakkında yeniden dava açıldı ve ne hikmetse, uzun yıllar bir türlü sonuçlanamadı. Özetle, kitap bir yasak çemberi içine alındı ve okuyucularından koparıldı.
12 Eylül rejiminin bin bir ayıbı arasında bu da var.
1991 yılında yarım yamalak bir affın arkasından gidip kitabı yeniden yayımladık. Okurları her zamanki ilgilerini gösterdiler.
-
basısı da, şimdi Adam Yaymları'nda çıkıyor.
Ancak okurlarıma da söyleyeceklerim var: Kitap, önceki haliyle yayımlanıyor; kalemimden kaçmış bir iki yanlışı düzeltmekle yetindim ve bir de kitaplarımın iç sergilemesinde gelip bağlandığım biçimi uyguladım, o kadar! Ama hatırlatmaya gerek yok: Şu son yıllarda, dünyada ve Türkiye'de pek büyük değişiklikler oldu; okurlar, bu değişikliklerin -bir bakıma- güncelliğini yaşadıklarından, onlardan nasıl olsa haberdardırlar. Sonra, kitabın bir temel kültür kitabı olması, aradaki bu boşluğun bir ölçüde doldurulmasında yardımcı olacaktır kanısındayım. Bir söyleyeceğim de şu: Bu arada, ben de değiştim elbette. Kitaptaki bazı düşüncelerle bugün savunduklarım arasında -kimi noktalarda-farklılıklar var. 1980'den bu yana yayınlarımı izlemiş bir okur, onları da görmekte giiçliik çekmeyecektir.
İnanıyorum, benden çok daha uzman kişiler, bu konuda, ile- riki yıllarda kuşkusuz çok daha güzel şeyler koyacaklardır ortaya. Ama şu "ilkel" biçimiyle de olsa, bu kitaptan, okurlarımın, çağdaş dünya hakkında genel bir fikir edinebileceklerini sanıyorum. Ancak bununla yetinmez de, okuma ve araştırmaları daha ilerilere götürürlerse, içinde yaşadığımız dünyanın ve toplumun tablosu onlar için çok daha anlamlı çizgilerle donatıacaktır.
Bu kitabı hep arayarak yazarını hem onurlandırmış hem de yüreklendirmiş olan okurlarımın, özellikle de gençlerin önüne yeniden çıkmanın -anlatılmaz- mutluluğu içindeyim.
Bu yetiyor bana ve hep yetecek...
Strasbourg /I Ocak 1999 Server TANİLLİ
Şimdi de, Uygarlık Tarihi'«/« 22. basısı Alkım Yayınları'nda çıkıyor...
Server TANILLI
giriş
UYGARLIK NE DEMEKTİR?
"Uygarlık" deyince, birbirinden farklı iki şey anlaşılır:
Bir anlamıyla uygarlık, "doğal hal"in, "barbarlık"ın karşıtı olan bir durumu anlatıyor. Bu anlamda, "uygar millet", "uygar halk" deyince, gelişme yolunda hayli ilerlemiş, ideal ölçülere pek yaklaşmış bir topluluk anlaşılmakta.
Kolayca fark edileceği gibi, bir "değer yargısı" taşımakta uygarlığın bu anlamı.
Bir başka anlamıyla uygarlık, bir halkı başka halklardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşayış biçimlerinin, kullanılan aletlerin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünü.
Örneğin tanınmış bir ansiklopedi, Meydan-Lcırousse, bu anlamıyla uygarlığı, "bir memleketin veya bir toplumun düşünce ve sanat hayatıyla maddi ve manevi varlığına has niteliklerin tümü" olarak tanımlamakta. Bu anlamda, tarihöncesi insanı ya da Afrika'da bugün de yaşayan -örneğin- Hotanto'ların, İsa'dan önce 5. yüzyılda yaşayan Atinalılar ya da 20. yüzyıl Avrupa toplulukları gibi bir uygarlıkları vardır.
Uygarlık, artık bir "değer hükmü" taşımıyor bu anlamıyla. Öyle olunca da, uygarlıklar arasında bir derecelen- meye gidilmeyecek, gidilemeyecek.
Gerçekten gidilemeyecek mi? Soruyu ilerde tartışaca- ğ!Z.
Ancak, şu noktaya da dikkat etmeli şimdiden: Uygarlığın ortaya çıkışı, insanlığın evriminin belli bir aşamasında oluyor. "Barbarlık"tan sonraki bir aşama olarak "uygarlık", "kent yaşamı, devlet, yazı, kanun, matematik" demek özetle. Bu anlamda, tarihöncesi insanı ya da Afrika'da bugün de yaşayan Hotanto'ların bir uygarlığı olmasa gerek.
"Uygarlık olayı" hakkında biraz daha ayrıntılı açıklamalara girişmeden önce, kelime üzerinde duralım biraz.
UYGARLIK VE UYGARLIKLAR
Batı dillerinin çoğunda, "uygarlık" karşılığı olarak, "civilisation" kelimesi kullanılır. Şaşılacak olan şu ki, Batı dillerinin sözlüğünde -olsa olsa- ancak iki yüz yıllık bir geçmişi var bu kelimenin, 18. yüzyılın ikinci yarısından önce hiçbir yerde rastlanmıyor ona. Fransız Akademi- si'nin ünlü sözlüğüne girişi çok sonraları -1835 basımında- olmuş. D'Alembert ile Diderot'nun Ansiklopedi'sinde ise, kavrama değinilmemiş bile.
"Civilisation" kelimesini ilk kullanan, -1756 yılında- iktisatçı Marki de Mirabeau oluyor. Hani, Fransız Devri- mi'nin ünlü hatibi Mirabeau var ya, onun babası.
Ondan sonra gitgide yayılır kelime, sözlüklere girer.
İster istemez akla bir soru geliyor burada: Niçin başka bir yüzyılda değil de, 18. yüzyılda böyle bir kavram yaratılmış ve karşılığında da yeni bir kelime kullanmak gereksinmesi duyulmuş Batı'da?
Çeşitli nedenler akla geliyor:
- 18. yüzyıl, büyük tartışmaların yüzyılıdır Batı'da. Tartışmaların odaklaştığı konulardan biri de "toplum sözleşmesi".
Ne bu?
İnsanlar, "doğal" bir halde yaşarken, bir sözleşme yapıp, "toplum yaşamı"na geçmişler. "Uygarlığı" kabul etmişler daha doğrusu. Ama sonradan hükümlerine uymayanlar çıkmış sözleşmenin. Öyle olunca da, yeniden yürürlüğünü sağlamak gerekiyor onun.
Aslında, mutlak hükümdarlıklara karşı mücadelede ortaya atılmış bir kuram bu. Doğru ya da yanlış. Ama bir savaş silahı.
İşte bu kuramda, "doğal yaşam", "doğanın insanı", "saf
ilkel" (bon sauvage) gibi kavramlar büyük yer tutuyor. Düşünceler de -ister istemez- "uygar olmayan" inşam da tanımlamak zorunda bu kavramları açıklamaya yönelirken.
M
- Ama asıl neden şu olsa gerek: Batı Avrupa'da 18. yüzyıl, Rönesans'taki büyük uyanışın daha da büyük boyutlar kazandığı bir yüzyıl. Bilimler -o zamana değin görülmemiş- bir gelişme içine girmiş, teknik buluşlar birbirini izlemekte ve yavaş yavaş da sanayiye uygulanmakta; Batı Avrupa, dünyaya açılarak yoğun ticaret ilişkilerinin merkezi olmuş durumda. Ve bu arada burjuvazi, Batılı toplumların en zengin sınıfı haline gelmiş.
Bütün bu iktisadi ve sosyal gelişmenin, düşünceler üzerinde etkisini göstermemesi olası mı?
Düşünceler de geçmişle bağlılıklarını koparmış, ileriye dönük bir tutum içine girmiştir. 18. yüzyılda felsefe, ana çizgileriyle, bir "ilerleme felsefesi"dir.
İlerleme: O zamanki kültür çevrelerinin baştacıdır bu ülkü.
İşte Batı Avrupa'da, yaşamın ve düşüncenin vardığı bu aşama, yeni bir kelime ile anlatılmak isteniyor. "Civilisation" (uygarlık), yeni bir yaşam görüşünün karşılığı oluyordu aslında.
Bir noktaya dikkat edilsin ancak: Uygarlık denince, aslında belli bir toplum tipinin yaşayışı, yani Fransa gibi, İngiltere gibi Batı'nın belli bir aşamaya varmış toplumları- nın yaşayışı kast ediliyordu. Bu anlamda uygarlık, dünyanın öteki bütün topluluklarından ilerde, onlara örnek olarak sunulan bir şeydi. Bütün bu gelişmelerde önayak olan sınıf burjuva sınıfı olduğuna göre, örnek uygarlık da, son bir çözümlemede, "burjuvazinin uygarlığı" oluyordu.
Şu önemli sonuç çıkar bundan: Avrupa uygarlığı, Batı uygarlığı gibi deyimler soyut deyimler değildir aslında, olamazlar da. Avrupa uygarlığı, daha yaygın bir terim olarak Batı uygarlığı, Avrupa'da tarihin belli bir döneminde ortaya çıkıp gelişmesini yapmış belli bir sosyal sınıfın, "burjuva sınıfının uygarlığı"dır.
İşin gerçeği bu!
Daha sonra önemli gelişmeler olur dünyada.
19. yüzyılda, Asya halkları, özellikle Hint, uygarlığıyla çarpar Batı'yı. Görmediğini görür, duymadığını duyar Batı onda.
Kendi uygarlığından kuşkuya düşmüştür burjuvazi.
19. yüzyılın sonlarından başlayarak, özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın iktisadi ve siyasal üstünlüğü sönmeye yüz tutar zaten. Hele İkinci Dünya Sava- şı'ndan sonra, tüm Latin Amerika ve Afrika halkları sahneye çıkmıştır.
Bütün bunlar, tek uygarlığın Batı uygarlığı olduğu düşüncesinin yanlışlığını ortaya çıkardığı gibi, Batı uygarlığının üstünlüğü söylencesini de yıkıp atar.
Sosyoloji ve etnoloji alanındaki araştırmaların, özellikle 20. yüzyılda kazandığı büyük yoğunluk ve derinlik, "uygarlıkların çokluğu" gerçeğini daha da doğrular.
Öyle ama, Batı'nın yüceliğine, onun uygarlığının örnek uygarlık olduğuna bugün de inananlar yok mu?
Var.
Ancak, Batılılaşmanın, giderek Batıcılığın bir tek anlamı kalmıştır bugün: Batıcılık, geri kalmış toplumlardaki aydınların, kendi toplumlarının geriliği gerçeği karşısında, ilerlemiş toplumlara bakarak aşağılık duygularını hafifletmek için yapıştıkları bir hayal, bir toplumsal sakatlığın aydınlar arasında nükseden bir belirtisidir. Hele sosyalist açıdan bakınca, Batıcılık, başı sonu belli olmayan anlamsız bir kelimedir.
İslamcılık gibi, Osmanlıcılık gibi, Türkçülük gibi...
Hiçbir yerde gerçekleşmemiş, son bir çözümlemede gericiliğe yarayan bir bireyci aydın ütopyasıdır Batıcılık.1
Bir başka gerçek de bu!
Konunun başka bir yanına değinelim şimdi. UYGARLIĞI YAPAN NELERDİR?
Uygarlıklar ne denli çok olursa olsun, her insan topluluğu da uygarlığa yol açmıyor. Bir topluluğun uygarlık aşamasına vardığını söyleyebilmek için, kendisinde bazı koşulları ve nitelikleri toplamış olması gerekiyor.
Nedir o koşullar ve nitelikler?
Her uygarlık, belli bir iktisadi yapının biçimlendirdiği bir değerler sistemidir. Bir uygarlığa, kendine özgü bir nitelik kazandıran en önemli öğelerden biri, belki de birincisidir "iktisadi yapı". I
Ne anlaşılır iktisadi yapı deyince?
İktisadi yapı, insanların "doğa" ile mücadelesini ve o mücadelenin ortaya çıkardığı "ilişkileri" içine alıyor: İnsanlar, yaşamak ve bunun da ötesinde, -hayvanlardan farklı olarak- "doğayı aşabilmek" için çalışıp üretmek, bunun için de birtakım üretim araçları kullanmak, üretimdeki çalışmalarını da örgütlendirmek zorundalar.
İşte, insanların üretim faaliyetinde kullandıkları maddesel araçlar ve teknik, bu üretim faaliyetinin doğurduğu ilişkiler, giderek bütün bunları kapsayan "üretim biçimi", uygarlıkların tanımında önemli rol oynuyor. İnsanın belli bir toplum içindeki varlığını, bilincini etkileyen ve mülkiyet kavramını, bireylerin ya da grupların toplum içindeki görevler bakımından farklılaşmasını, başka bir deyişle "sosyal sımf"ları yaratanlar da bunlar aslında.
Öyle olunca da, toplumlar, giderek uygarlıklar, bu "üretim ilişkileri"nin çevresinde oluşuyor her şeyden önce. Toplumları ve uygarlıkları anlayabilmek için de bu ilişkileri incelemek şart. Doğal kaynaklardan yararlanma koşullarım, belli bir çağdaki üretim araçlarının gelişme durumunu ve insanlar arasındaki işbölümünü yani.
Üretim ilişkilerini oluşturanlar işte bunlar.
Ama, insanların doğaya karşı mücadelesinin biçim ve tekniği elbette aynı kalmıyor, değişiyor: Yeni kaynaklar bulunuyor, araçlar gelişiyor, işbölümü yeniden düzenleniyor; bütün bunları kapsayan "üretim biçimi" değişikliğe uğruyor giderek.
Ve bütün bu gelişme, uygarlıkları da etkiliyor ister istemez.
Nasıl?
Hemen bütün ilkçağ uygarlıkları, Doğu'da olsun Ba- tı'da olsun, "köleci" üretim biçiminin biçimlendirdiği uygarlıklardır. O uygarlıkların birçok kurumlanın, bu köleci üretim biçimini ve o üretim biçimi içinde yer alan sosyal sınıfları bir yana bırakarak anlayamayız.
Batıda, ortaçağdaki Hıristiyan uygarlığını ise, "feodal" üretim biçimi biçimlendirmiştir.
Yine Batı'da, ortaçağın sonlarına doğru başlayan "kapitalist" üretim biçimi, yeni bir uygarlığı, bugünkü Batı
uygarlığını doğurmuştur. Gerçekten, Batı uygarlığının -dünü ve bugünü ile- hemen hemen hiçbir belirtisini, kapitalizmi ve onun sınıfı burjuvaziyi bir yana bırakarak açıklamak olası değil. O uygarlığın kurumlarma ve o uygarlıktaki ilişkilere öylesine damgalarını vurmuşlardır kapitalizm ve burjuvazi.
Bugünkü sosyalist uygarlık için de söyleyeceğiz aynı şeyi.
Sosyalist uygarlığa da -hemen bütün kurumlarıyla- damgasım vuran, başta, belli bir üretim biçimi, yani "sosyalist" üretim biçimi değil de nedir?
İktisadi yapı, üretim faaliyetinde kullanılan maddesel araçlar ve tekniğiyle, üretim ilişkileriyle, sonuçta bütün bunları kapsayan üretim biçimiyle, insan topluluklarının, giderek uygarlıkların "temel yapı"sım oluşturuyor.
Ne var ki, bir uygarlığı oluşturan yalnızca bu değil. Uygarlık, aynı zamanda, bu temel yapının üstüne kurulan, -bir yerde onun biçimlendirdiği, onu yansıtan- bir "değerler sistemi"dir de.
Neler giriyor bu değerler sisteminin içine?
Siyasal ve hukuksal kurumlar, din, ahlak, felsefe, edebiyat, sanat, özetle bir "kültür"ü oluşturan bütün öğeler...
Dostları ilə paylaş: |