Yazıda, Türk Devrimi’nin önde gelen ideologlarından Ziya Gökalp’in kendine özgü Müslümanlık anlayışı ve



Yüklə 118,66 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix06.05.2018
ölçüsü118,66 Kb.
#42534
növüYazı


ZİYA  GÖKALP  HAKKINDA

O   L

W

 j

Ziya Gökalp 



Hakkında  Dinsizlik 

İddiaları  ve 

Nedenleri

TURGUT  AKPINAR 

f

Yazıda,  Türk  Devrimi’nin  önde  gelen  ideologlarından 

Ziya  Gökalp’in  kendine  özgü  Müslümanlık  anlayışı  ve 

bunun  doğurduğu  tepkiler  anlatılmaktadır.

1.  Gökalp  Hakkında  Muhtelif 

Zamanlardaki  Dinsizlik  İddiaları

a.  Gençlik  Yılları

ZİYA Gökalp’in Türkiye’nin Düşünce 

Tarihinde çok önemli ve seçkin bir ye­

ri  bulunduğu  hiç  kimse  tarafından  in­

kâr edilemez ve edilmemektedir.  Fakat 

her önemli fikir adamı gibi onun da le­

hinde  olduğu  kadar  aleyhinde  de  bazı 

iddialar ve hükümler ortaya atılmıştır. 

Bunlardan  biri,  kendisinin  bazı  çevre­

lerce “ dinsizlik” le itham olunmasıdır.

Meselenin  araştırılmasına  girmeden 

önce hemen şunu belirtelim ki, ona din­

siz diyenlerin  bu  kavramı  İlmî bir  dik­

kat  ve  titizlikle  kullandıkları  söylene­

mez.  Çünkü  lâfzen  “ dinsiz” ,  yabancı 

dillerdeki  “ ateist”  kavramına  tekabül 

eder.  Bu  ise  hiçbir  Tanrı  ve  Uluhiyete 

inanmayan kimse anlamına gelir.  Yeni 

terimlerle buna “ Tanrıtanımaz”  diyo­

ruz.  Halbuki  Gökalp’e  dinsiz  diyenle­

rin  bununla  ifade  etmek  istedikleri, 

onun  Medresenin  temsil  ettiği,  Sünnî, 

ortodoks İslâm esaslarına aykırı  düşü­

nen  bir  kimse  olduğunu  belirtmekten 

başka bir şey değildir.  Yoksa Ziya Gö­

kalp’in  gerçekten  dinsiz  (ateist)  olma­

dığı  çok  açık  şekilde  yazılarından  an­

laşılabileceği  gibi,  kendisini  yakından 

tanıyanlarca defalarca yazılıp,  söylen­

miştir.

Ziya,  Diyarbakır’daki  çocukluk  ve 



gençlik  yıllarını,  dindar  bir  aile çevre­

sinde geçirmiş  ve eğitiminin  bir  kısmı­

nı  tasavvufa bağlı  amcası  Hasip Efen- 

di’den  edinmiştir.  O  yıllarda  birçok 

“ düşünen”  genç gibi,  kâinatın,  âlemin 

nereden gelip nereye gittiği şeklinde ifa­

de edilebilecek  “ mebde ve  mabad  me­

selesi  yani  âlemin  ilk  sebebi  ve  gayesi 

onu  en  çok  meşgul  eden  mesele 

olmuştu” 1.

Amcası ona Arapça öğretirken,  Mu- 

hiddin Arabî ve Gazalî’nin eserlerini de

okutmuştu.  Gazalî’nin, insanın din iti- 

kadlarında şüpheye  düşebileceğini,  bu 

şüpheden  kurtulma  yollarını  anlatan 

yazıları,  onun  fikir  hayatına  çok  mü­

essir  olmuştu.  O  zamandanberi  tasav­

vufa büyük değer vermeye başladı. Ta­

savvuf, dinin naslarını iç tecrübelere gö­

re genişletir,  âyetlere,  hadislere hususi 

ve felsefî mânâ verir.  Bütün bunlar içi­

ni dinlemeye kabiliyetli olan Ziya’ya en 

uygun dünya görüşü gibi geliyordu.  Bu 

yıllarda  Ziya henüz  dinî açıdan  tered- 

düd  ve  şüpheler  içindedir.  Mütemadi­

yen düşündüğü bu konuları, güvenilir, 

yetenekli  ve  uzman  kişilerle  konuşup 

tartışmaktadır.  Bu kişilerden biri, okul­

da  Tabiiye  (Biyoloji)  dersi  de  okutan 

Diyarbakır  Belediye Doktoru  Yorgaki 

Efendi’dir.  Bu zatın ona din konusun­

da pozitivist birtakım düşünceleri,  ya­

ni  ilmin  din  hususundaki  serbest,  hür 

fikirlerini öğrettiğini tahmin etmek güç 

değildir. Nitekim Ziya, sonraları Hoca­

sından bahsederken,  “ onun sözleri be­

nim  için  bir  ufuk  açardı”  demiştir2.

Diğer  taraftan  Ziya,  bir  dindar  için 

çok sert ve tahammül edilmez sayılabi­

lecek  düşüncelerini  bile  müsamaha  ile 

dinleyerek ona devamlı  tslâmi telkinler­

de bulunan Nardankemiğizade Hacı İz­

zet Efendi ile uzun sohbet ve tartışma­

lar  yapıyordu.  Ziya’nın  hususi  hayatı 

hakkında  en  yetkili  söz  sahibi  olarak 

kabul edilen çocukluk arkadaşı Ahmed



45  •  45


ZİYA  GÖKALP  HAKKINDA

Cemil,  bu  fikrî ilişkiden  bahsederken, 

“ Gökalp,  Diyarbakır’da derunî şüphe 

ve tahkik arzularını tabiî ve hoş karşı­

layarak münakaşalarına vukufla iştirak 

ve zaman zaman ilzam eden Hacı İzzet 

Efendi  gibi  mütefekkirlerle  karşı  kar­

şıya gelmek bahtiyarlığına ermiştir” di­

yor.  Bu  dönemde  Ziya’nın  din  konu­

sundaki şüphelerinin kuvvetini,  adıge- 

çen  zatın,  Ziya  M alta’dan  döndükten 

sonra kendisiyle yaptığı İlmî musahabe­

lerden  edıpdiği  intibaı  açıklarken  söy­

lediklerinden anlıyoruz:  “ Ziya pek ezici 

bir  buhranla-buradan  gitmişti.  Şimdi 

pek müsterih ve mütedeyyin (dine bağ­

lı) bir  surette avdet  etmiştir” 3.  Ahmed 

Cemil, hatıralarında kendi kanaatini ise 

şöyle özetlemiştir:  “ Ziya bir imanı tah­

kiki ile mütedeyyindi, onun ehemmiyet 

vermediği lslâmiyetle kabil-i telif olma­

dığı  halde nasılsa adab-ı  Islâmiye  ara­

sına  fuzulî olarak sokulmuş olan bid’- 

atlerdi, insanlar için dinin lüzum ve kut­

siyetini 

ehem m iyetle 

m üd afaa 

ederdi” 4.

Arkadaşının bu sözlerine rağmen,  o 

dönemde  Diyarbakır’da onun hakkın­

da “ Münkir” ,  “ Haçlı Ziya” gibi sıfat­

ların kullanıldığım ve sevilmediğini bazı 

yazılardan  açıkça öğreniyoruz.  F.  Ka- 

rakoyunlu,  ona bazı  “ dar düşüncelile- 

rin”  haksız olarak  “ M ünkir”  dedikle­

rini  belirttiği  gibi,  Erzurum  Lisesi  öğ­

retmenlerinden Müştak Sıtkı Dursunoğ- 

lu,  halkın söylediklerini şöyle nakledi­

yor:  “ Diyarbakır’da senelerce oturmuş, 

halkı ve münevveri ile kaynaşmış  olan 

bir dostumdan dinlemiştim: Yerli halk, 

Ziya’ya  “ Haçlı  Ziya”  dermiş.  Sebeb 

olarak  da  gençliğinde,  neticesi  ölüme 

varmayan bir intihar dolayısiyle alnın­

da yapılan bir  ameliyatın haç şeklinde 

ve  hafif  çizgi  halinde  kalan  izi  imiş. 

Halkın Ziya’ya “ Haçlı” lâkabını verir­

ken aynı zamanda mecazi mânâ kasdet- 

mesi de Ziya’nın daha çocuk denebile­

cek yaşlarda, halkın iskolastik zihniye­

tine aykırı fikirler neşr ve işar etmiş ol­

ması  ihtimalindendir.  Diyarbakır  mu­

hitinin o zamanki  genç Ziya’yı  sevme­

miş  olduğunu  da  yine  o  dostumdan 

dinlemiştim” 5.  Dursunoğlu  M.  Sıtkı’­

nın  bu  sözleri  çok  ilginçtir.  Onun  dinî 

fikirleri  nedeniyle,  halkın  kendisine 

“ Haçlı”  lâkabını yakıştırması ve riva­

yete  göre,  kendisini  sevmemesi  dikkat 

çekicidir.



b.  Olgunluk  Yaşları

Gökalp aleyhindeki bu düşüncelerin, 

onun  olgunluk  çağında  da  zaman  za­

man su yüzüne çıktığını görüyoruz.  Bu 

konuda ilgi çekici bir olayı, Doktor Rı-

Ziya  Gökalp

za Nur anlatmaktadır.  Kendisi,  1921’de 

Rusya’ya  yaptığı  resmî  bir  seyahatten 

dönerken,  Samsun’da Ziya’ya rastlar. 

Diyarbakır’a  gitmek  üzere  olduğunu 

öğrenince, onu bu fikrinden vazgeçire- 

rek  A nkara’ya  götürmek  üzere  ikna 

eder.  H atıralarından  çok  ilgi  çekici 

olan bu  kısmı  aynen alıyorum:  “ Otel­

de Ziya Gökalp ile sabık Adana mebu­

su ve İttihatçıların sergerdelerinden Ali 

Münif var.  Malta’dan kurtulmuşlar, ai­

leleriyle memleketlerine gidiyorlar.  Zi­

ya Gökalp’ı şahsen de şeklen de ilk gö­

rüyorum.  Alçak  boylu,  şişmanca,  de­

ğirmi  çehreli,  esmer  alnının  ortasında 

kurşun yarası olan, gözleri sönük ve de­

rin, dalgın, hareketleri yavaş biri. Ken­

disine:  ‘Diyarbakır’a gidip ne yapacak­

sın,  Vatan’a hizmet  lâzım,  seni Anka­

ra’ya  götüreyim’  dedim.  Tereddüt  et­

ti.  Sonra  ikna ve  razı  ettim.  Ziya  İtti­

hatçıların içinde yegâne bir düşünür ka­

fa ve âlim bir adamdı.  Memleket ondan 

istifade  etmeli.  Vakıa on  yıl  muhasım 

saflarda bulunduk. Ama vatan işi baş­

ka. Kıymetli adamları iş başına koyma­

lı.  Yalnız  pek  az  konuşuyor.  Siz  sor­

mazsanız  hep  somurtuyor.  Lâf ağzın­

dan  damla  damla  çıkıyor.  Yaylılarla 

Ankara’ya  gidiyoruz.  Ankara’ya  var­

dık, Maarif Vekiline Ziya Gökalp’ı Te­

lif ve Tercüme’ye almalarını söyledim. 

Oraya  yerleşti.  Sonra  ‘dinsiz’  diye  za­

vallıyı  atmışlar,  o  da  Diyarbekir’e git­

miş,  oradan  bir  zaman  sonra  mebus 

olarak  gelmişti” 6.

Ne yazık ki, yeni Devletin ilk zaman­

larında yaşanan bu olayın ayrıntılarını 

bilmiyoruz. Acaba onun dinsizlikle suç­

lanması kim tarafından yapılmıştır? İşi­

ne son verilmesinin resmî sebebi ne ola­

rak gösterilmiştir? Bilinmesi çok yararlı 

olurdu.


Gökalp’ın dolaylı şekilde de olsa din­

sizlikle  suçlanması  bir  de  onun  Türk­

çülük  Mefkûresi  yüzünden  olmuştur.

Eski şeyhülislâmlardan Musa Kâzım 

Efendi’nin, Islâm mecmuasında vaktiy­

le yazdığı gibi,  İslâmda Milliyet ve ırk­

çılık iddia etme şiddetle menedilmiştir. 

Bu  nedenle  de,  Müslümanlar  nazarın­

da ırkçılık ve milliyetçilik iyi gözle gö­

rülmez.  Çünkü  İslâm  dininde  ümmet­

çilik esastır. Yani aynı dine, İslâmiyete 

bağlı  olanlar  bir  Birlik  teşkil  ederler, 

yoksa aynı soydan ve ırktan olanlar de­

ğil. 


“ M üslüm anlar 

b irb irin in  

kardeşidir”  mealindeki  âyet  (Hucurat 

Suresi,  10. âyet) bu konudaki ana pren­

sibi  koymuştur.

Şahsında,  Sünnî Müslümanlığı taviz 

vermez bir şekilde temsil  eden  Müder­

ris Babanzade Ahmed Naim, bu mese­

leyi  uzun  bir  makalesinde  âyetler,  ha­

disler ile süsleyerek,  “ İslâm’da Davay-ı 

Kavmiyyet” in  nasıl  telakki  edildiğini 

ortaya koymuştur7.  O  bu yazısında,  is­

mini söylemeden fakat iyice anlaşılacak 

şekilde Gökalp’ın Türkçülük Mefkûre- 

sini kasdederek;  “ açıklamak istedikle­

ri şey, açıkça dinsizlik mefkuresidir” di­

yecek  kadar  ileri  gitmektedir.  Burada 

değil halkın, bir Darülfünun yani Üni­

versite  Hocasının  bile  (dinsizlik  gibi) 

kavramları ne kadar gelişigüzel kullan­

dığını  görüyoruz.  İslâm  olmayan  her­

kesin  dinsiz olmadığını  söylemeye bile 

hacet yoktur. Türkçülük İslâmiyete ay­

kırı olsa bile, o kimsenin dinsizliğini ge­

rekli  kılan  bir  husus  olamaz8.

Diğer bir Islâmcı yazar, Hüseyin Kâ­

zım  Kadri  (Şeyh  Muhsini  Fanî)  de 

Türkçülük  ve onun  temsilcisi  aleyhin­

de çok ağır  hücumlarda bulunmuştur. 

Bu  zat,  bugüne  kadar  yayınlanmadan 

kalmış eserlerinden biri olan  “ Ziya Gö­

kalp  ve  Türkçülüğün  Esasları”  isimli 

tenkid  kitabında  Ziya  için  “ ukalây-ı 

mecaninden  ve  mecanin-i  ukalâdan” 

(delilerin  akıllılarından,  akıllıların  de­

lilerinden) şeklinde çok sert ve gayrı cid­

di  sıfatlar  kullanmaktadır9.

Ziya Gökalp’ın Türkçülük Mefkûresi 

bir bilgin Hoca tarafından açıkça “ din­

sizlik”  diye gösterilir, kendisi ise diğer 

bir âlim zat tarafından “ deli” gibi gös­

terilirse,  Cemaatin Gökalp’e  “ dinsiz” 

demesi herhalde azçok mazur görülebi­

lir.


II.  Ziya  Gökalp  ve  Tasavvuf

a.  Ailede  Tasavvufa  Bağlılık  ve 

Eğitiminde  Tasavvufun  Yeri

Gökalp’in  bazı  çevrelerde  iyi  bir 

Müslüman  olduğundan  şüphe  edilme­

sinin bir nedeni de, kanaatimizce onun 

manzumelerindeki  tasavvufî  havadır.

46  • 

46



ZİYA  GÖKALP  HAKKINDA

Gençliğinde amcası Hasip Efendi Arap­

ça dersleri verirken  ona bazı  mutasav­

vıfların kitaplarını da okutmuştur.  Bu 

zatın  kendisi  tasavvufa  bağlı  imiş.  Bu 

sebeble de Ziya’ya Arapça dersleri ve­

silesiyle,  Muhiddin  Arabî,  Gazali gibi 

tasavvuf büyüklerinin eserlerini  benim­

setmeğe  çalıştığını  yukarıda  aktarmış­

tım. Hatta Gazalî’nin şüphe hakkındaki 

fikirlerini öğrenince, buhranlar içinde­

ki  gencin  bir  bakıma  ferahladığı 

söylenmektedir10.  Erişirgil,  belirtilen 

eğitimden sonra Ziya’nın tasavvufa bü­

yük değer vermeğe başladığını da belir­

tir.


Fikret  Karakoyunlu ve onun  fikirle­

rine  tamamen  katıldığını  yazan  İ.H. 

Baltacıoğlu,  M.E.  Erişirgil,  Darülfü- 

nun’dan  Ziya’nın  meslektaşı  olan  G. 

Bergstraesser  ile  R.  Hartmann,  H. 

Schlötermann, G.  Jaeschke gibi bilgin­

ler  onun  tasavvufcu  yönüne  işaret  et­

mişlerdir. Gökalp’ın en azından “ tasav­

vufa meyilli”  olduğunu  söyleyebiliriz. 

Bazı  şiirlerinde  bu  açıkça görülmekte­

dir  (meselâ  “ Din”  başlıklı  şiiri).

b.  Tasavvufun  Ortodoks  İslâm 

İnancındaki  Mevkii

İslâm âleminde tasavvuf olarak  bili­

nen  mistisizm,  bütün  dünyada  yaygın 

bir  dinî  akım  olup,  bunun  İslâmî  bir 

müessese olup olmadığı,  İslâm dininin 

esasları ile bağdaşıp bağdaşmadığı hu­

susunda  tamamen  zıd  iki  fikir  vardır. 

Birinciye göre, tasavvuf diye bir şey İs­

lâm’ın başlangıcında yoktu. Esas ve ruh 

itibariyle  İslâm’a  aykırı  olan  bu  akım 

sonradan  yabancı  etkilerle  İslâmiyete 

sokulmuş, bazı becerikli ve zeki bilgin-



Şeyhülislâm  Musa  Kâzım  Efendi

ler  (mes.  Gazalî)  tarafından  birtakım 

tefsir, tevil, yalancı hadisler yoliyle söz­

de  İslâmiyetle bağdaşır bir  hale  sokul­

muştur.  Mistisizm cereyanı,  önüne ge­

çilemez büyük bir güç olduğundan,  bü­

yük,  kitaplı  dinlerde  istenmeyerek  de 

olsa,  dinin  bir  parçası  imiş  gibi  kabul 

edilmek  zorunda  kalınmıştır.  Din  sos­

yolojisi kitaplarında uzun uzun açıklan­

mış olan  bu  meselenin,  teologlar,  din­

dar  kişiler  tarafından  bu  şekilde  anla­

şılması imkânsız gibidir.  Bu nedenle biz 

meselenin izahını  bırakarak ikinci  fik­

re  geçelim.  Buna  göre  Tasavvuf,  İslâ- 

miyette mevcut, yani İslâmî bir düşün­

cedir.  Bu  sebeble  “ İslâm  Tasavvufu” 

kavramı  ile  kanaatlerini  açıklamış  ol­

maktadırlar.

Tasavvufun  İslâmiyette  başlangıçta 

olmayan bir akım olduğunu belirten en 

büyük  mütefekkir  İbn  Haldun  olmuş­

tur.  Büyük  düşünür,  nafiz  görüşüyle, 

meselâ vahdet-i vücud anlayışının İslâ­

mî  olmayıp,  dış  kaynaklardan  geçtiği 

hususu üzerinde ısrarla durmaktadır11.

Gerçek  şudur  ki,  Medreseler,  Sünnî 

İslâm bilginlerinin önemli bir kısmı, ta­

rih  boyunca Tasavvufun ve ondan  do­

ğan Tarikatlerin karşısında olmuşlardır. 

İslâm  ve  Türk  tarihinde  Hocalar  ile 

Şeyhler-Mutasavvıflar arasında devamlı 

bir  mücadele  devam  edegelmiştir12.

Bizde Osmanlı Devrindeki Medrese- 

tekke savaşını  bir tarafa bırakıp yakın 

zamanlara gelirsek, din âlimlerinden İz­

mirli  İsmail  Hakkı,  vahdet-i  vücudun 

bir felsefe olduğunu ve bunun  “ Yunan 

ve  Hint  mistiklerinden  alınarak  bazı 

mutasavvıflarca  din  boyası  ile  boyan­

dığını”  vurgular13.

Tanınmış  müfessir  Elmalılı  Hamdi 

Yazır,  bu konuda,  “ nerede bir şirk var­

sa bu  felsefe ile az çok  alâkası  vardır” 

diyerek 

benzer 


bir 

fikri 


ileri 

sürmektedir14.

Tasavvufa ve Tarikatlere en sert ten- 

kidleri yapan, yeni sayılabilecek iki eser 

biliyoruz.  Bunlardan biri bir Müftü ta­

rafından yazılmış olup,  “ İslâmiyet Açı­

sından  Şeyhlik  Ağalık”  başlığını  taşı­

maktadır ve  ana  fikir olarak,  Tarikat­

lerin,  dolayısıyle  de  tasavvufun  İslâm 

esaslarına  büsbütün  aykırı  olduğunu 

büyük  açıklıkla ortaya  koymaktadır15. 

Diğer  kitap ise  “ Mesnevinin Tenkidi” 

adını taşımakta, Mevlâna’nın fikirleri­

ni çok ağır şekilde tenkidle,  İslâm’a ta­

mamen  aykırı  bulmaktadır16.  Yabancı­

lardan Alfred von Kremer ise,  meşhur 

eserinde Tasavvuf bahsini  “ İslâmiyetin 

Bozulması”  olarak  ele  almakta  ve 

incelemektedir17.

Buraya  kadar  olan  açıklamalardan, 

tasavvufun,  bazı  Ortodoks  Müslüman 

çevreler  ve hatta yabancı  ilim  adamla­

rınca gayrı  İslâmî bir  müessese olarak 

tenkid ve şiddetle reddedildiğini görmüş 

bulunuyoruz. Acaba Ziya Gökalp’in ta- 

savvufî bazı  şiirlerinin,  bu  şekilde  dü­

şünenler tarafından kötü karşılanması­

nın  onun  dinî fikirleri  aleyhindeki  ka­

naatin  oluşmasında  rolü  yok  mudur? 

Biz bu  soruya olumlu cevap verilebile­

ceğini  kabul  ediyoruz.

III.  Gökalp’ın  İslâmiyet  Anlayışı  ve 

Yabancı  Bilginlerin  Tenkidleri

Ziya  Gökalp’a  karşı  yapılan  dinsiz­

lik iddialarını reddederek onu savunan­

lar dahi, kendisinin İslâmiyet ve din an­

layışının, ortodoks telâkki ve inançlar­

dan  çok  farklı  olduğunu  kabul  ve  ifa­

de etmişlerdir.  Çünkü onlara göre Gö- 

kalp,  birtakım  yanlış  ve bidatlerle  do­

lu  ve  gerçek  İslâmiyetten  uzak  bazı 

inançların  dışında,  bir  İslâmiyet  anla­

yışına  sahiptir  ve  bu  hususta  oldukça 

ileri gitmiş olduğu da yine onların yaz-' 

dıklarından  anlaşılmaktadır.  Bunlara 

örnek  verelim:  Ziya’nın  özel  hayatı 

hakkında  en  yetkili  kimselerden  biri 

olarak  kabul edilen çocukluk  arkadaşı 

Ahmed  Cemil’in  hatıralarında,  onun 

dinsel inanışını anlattığım  belirtmiştik. 

Fakat insanlar için dinin lüzumlu oldu­

ğunu söylemenin, aslında dinî inanç sa­

hibi  olmakla  ilgisi  bulunmadığı  gibi, 

onun bid’at olarak gördüğü şeylerin ba­

zen İslâmiyetin aslî inançları olduğunu 

aşağıda  göreceğiz.

Karakoyunlu’ya göre “ Gökalp’m in­

sanlar  için  faydalı  gördüğü  vecdi din, 

umumî cemiyet  hayatını  idare için  ko­

nulmuş her türlü siyaset, iktisat ve po­

zitif  hukuk  kaidelerinin  tamamen  üs­

tünde  kalması  lâzımgelen  ferdî ve  vic­

danî itikattan  ve  bunun  serbestisinden 

ibarettir.” 18.  Bu  düşüncelerin  de,  İs­

lâm  dininin  esasları  ile  bağdaşmasının 

zor  olduğuna  ayrıca  değineceğiz.

Karakoyunlu’nun  “ Ziya  Gökalp  ve 

İtikad  Mefhumu”  isimli  makalesinin 

her  noktasına  aynen  katıldığını  söyle­

yen Baltacıoğlu,  “ Gökalp’m din  anla­

yışını anlamak için bu yazıda geçen söz­

lerini  okumak  yeter”  dedikten  sonra, 

“ Gökalp,  Türktü,  Müslûmandı.  Ancak 

onun  Müslümanlığı  ağızdan  kapma, 

kulaktan  dolma  bir  Müslümanlık  ola­

mazdı... Gökalp,  İslâm dininin kayna­

ğı  olan  Kur’an’a,  dinin kendisine bağ­

lanarak bütün uydurma, yapma inanç­

larından (? T.A.) kendini kurtarmıştı.” 

diyor ve yalnız “ Gökalp’in ümmet an­

layışına,  Halifeliği savunmasına katıla- 

mam”  diye  ekliyor19.

Baltacıoğlu’nun,  onun Kur’an’a bağ­

lanarak bütün diğer uydurma inançlar­

dan  kendini  kurtardığı  kanaati,  pek

47  •  47



ZİYA  GÖKALP  HAKKINDA

Bir Malta  Hatırası:  16  no.da  Ziya  Gökalp

inandırıcı  değildir.  Meselâ  sadece 

“ Din” manzumesinde Cennet, Cehen­

nem,  Şeytan tanımadığım söylemesi bi­

le,  Kur’an’da  defaatle  zikredilmiş  bu 

kavramları  da  bir  tarafa  bıraktığım 

açıkça göstermektedir.  Onun,  İslâmiyet 

adına  ileri  sürdüğü  birtakım  düşünce­

lerin  İslâm  esaslariyle  asla  bağdaşma­

dığını,  bu  dini  incelemeye  ömürlerini 

veren  birçok  tanınmış  doğubilimciler 

vurgulamışlar  ve Türkleşmek  formülü 

yanında  İslâmlaşma’yı  da  ortaya  atan 

bir  mütefekkirin,  bu  tutumu  karşısın­

da  hayret  ve  şaşkınlıklarını  ifadeden 

kendilerini  alamamışlardır.

Meselâ  Ziya  Gökalp’in  “ Meşihat” 

manzumesinde ileri sürdüğü fikirler,  İs- 

lâmiyetin ana prensiplerine taban taba­

na zıd  düşmektedir.  Şöyle  ki,  o  huku­

kun,  Din’in işi olmadığını ve Meşihat’ın 

devlet işlerinden tamamen uzak durma­

sı  gerektiğini  savunmaktadır.  Halbuki 

İslâmiyette bilindiği gibi Din ve Devlet 

ayrımı yoktur.  Hepsi bir bütünlük için­

de  İslâmî  Düzeni  oluşturur.  Dinî  Dü­

zeni sağlayan kuralların tümüne de Şe­

riat denir.  Şeriat, ferdin özel hayatının 

en mahrem yönlerinden tutun da,  dev­

let idaresine kadar uzanan her türlü dü­

zenlemeleri  içeren  bir  bütündür.

Şimdi bu meseleler üzerinde yabancı 

bazı bilginlerin yazdıklarını aktaralım: 

Jaesch k e’ye  göre,  Ziya  G ökalp, 

“ Meşihat” şiiri ile Şeriata karşı en şid­

detli  hücumu  yapmıştır20.  Yeni Hayat 

isimli kitapta yayınlanan bu manzume, 

o dönemin İttihat ve Terakki Hükümeti 

daha  doğrusu  Enver  Paşa’nın  emriyle 

bütün nüshalardan kesilip çıkarıldıktan 

sonra  eser  piyasaya  çıkarılmıştır.  Bu 

yüzden  Türkiye’de  bu  manzumeyi  ih­

tiva eden bir 

Yeni 

Hayat nüshasına rast­

layabilmek için birçok kütüphanelerde­

ki nüshaları  (Ankara,  İzmir,  İstanbul) 

taradığımız  halde  maalesef bu  cür’etli 

sayılan  manzumeyi  bulamayınca,  bir 

Almanca araştırmadaki Almanca çevi­

riden tekrar Türkçe’ye çevirmek zorun­

da kalmıştım.  Daha sonra, vaktiyle A. 

Fischer’in  eserinde  bu  manzumenin 

Türkçe  olarak  yayınlandığını  öğrene- 

bilmiştim21.  “ Meşihat”  nihayet  Tür­

kiye’de  de  yayınlandı.  Fakat  yine  bir 

>abancı tarafından (1975 yılı Sosyoloji 

Konferansları,  s.6).  Bildiğim  kadariy- 

le, Şevket Beysan da Ziya Gökalp Der­

gisinde  bu  şiiri  kısmen  yayınlamıştır.

O döneme göre gerçekten cüretkâra- 

ne  bir  ana  fikri  taşıyan  manzumenin 

birkaç  dörtlüğünü  aşağıya  alıyorum:



MEŞİHAT

Bir Devlet  ki  hukukunu  kendi  doğurmaz, 

Kanununa

 

“gökten  inmiş  değişemez ” der 



O  asla  bir Devlet  değil,  müstakil  durmaz, 

Değişmeyen  bir  varlığı  taşıyamaz yer

Hâkim  olan  Millet  midir Meşihat  mıdır? 

Millî Meclis Mebusun  mı? Bab-ı Fetva mı? 

Meşrutiyet  bir hile-i şeriat  mıdır?

Hür bir Millet  olduğumuz yoksa  rüya  mı?

İlmi  bırak  külliyeye,  adli  Devlete 

Sen  sadece  diyanetin  neşrine  çalış 

Muradsa  nail olmak  haklı  hürmete 

Asra  uyan  vazifeni yapmağa  çalış.

Genç yaşta vefat eden değerli Alman 

müsteşriki  Bergstraesser,  onun  “ Din” 

şiirindeki fikre de işaret eder.  Vaktiyle 

İstanbul  Darülfünununda  Ziya  Gö- 

kalp’le birlikte Hocalık yapmış olan ve 

kendisini  çok  iyi  tanıyan  bu  bilgin, 

onun  “ Benim dinim ne ümittir ne kor­

ku,  Allahıma sevdiğimden taparım”  di­

ye başlayan şiirinde “ Dogmatik” in yani 

nas’ların (İslâmî ana inançların) bir ta­

rafa  bırakıldığını  vurgular22.

Ziya  Gökalp  hakkındaki  önemli  ki­

tabında Uriel Heyd, onun din konusun­

daki tutumunu da belki de bugüne ka-

48  • 

48



ZİYA  GÖKALP  HAKKINDA

dar en ayrıntılı şekilde incelemiş bir do- 

ğubilimcidir.  Profesörün  bu  konuda 

söylediklerinden bazıları gerçekten dik­

kat  çekicidir:

“ Ziya  Gökalp,  diğer  dinleri  olduğu 

gibi,  İslâmiyeti de değişebilir ve  içinde 

geliştiği toplumsal ortama bağlı  bir ta­

rihî  olgu  şeklinde  görmektedir”  (bir 

sosyoloji mensubu için bu tabiî bir gö­

rüş  ise  de,  pek  çok  mutaassıb  insanla 

dolu  o  dönemdeki  toplumda  [ve  hatta 

bugün  için...  T.A.]  bu  çok  cesur  bir 

davranıştı” .,  bir yandan Sufizmin, ya­

ni  tasavvufun,  diğer  yandan  rasyona­

lizmin  etkisiyle,  Gökalp,  ortodoks  Is- 



lâmiyetin  inançları  ve yükümlülüklerin­

den kaçmıştır.  Ziya Gökalp’ın en fazla 

hayretle  karşılanan  fikirlerinden  biri 

“ Ö rf ve  Nâs”  arasında  çelişki  bulun­

ması halinde, örfün esas alınması gerek­

tiği  yolundaki  düşüncesidir  ki,  Heyd, 

bunu  “şaşırtıcı ” olarak  nitelemektedir. 

Gerçekten  de  şaşırtıcı  olan  bu  kanaat 

veya tez, hiç de inandırıcı bir şekilde de- 

lillendirilmiş  olmadığı  için  olacak  ki, 

H.A.R.  Gibb gibi  büyük  bir orientalist 

tarafından  “ tamamen  sübjektif”  ve 

“ îslâm i 

felsefenin 

tem elleriyle 

bağdaşmaz”  bulunmuştur23.

R.  Hartmann,  Gökalp’m  İslâmın ilk 

ve gerçek ruhuna,  çekirdeğine dönmek 

ve bunun için de sonradan eklenmiş bü­

tün unsurları atmak istediğini ve İslâm­

laşmaktan  bunu anladığını söylerse de, 

aslında onun birtakım fikirlerinin İslâ- 

mın  ilk  şekli  ve  ruhu  ile  de  bağdaştığı 

iddia  edilemez24.  Esasen  Bergstraes- 

ser’in  belirttiği  gibi  onun  din  hakkın- 

daki  fikirleri  sistemli  bir  bütünlük  ar- 

zetmeyip, manzumelerine serpiştirilmiş 

ve  pratik  ve  politik  amaçlara  yönelik 

olarak  ortaya  atılmıştır25.

Görülüyor ki, din konusundaki  fikir­

lerinden dolayı Gökalp’ı muaheze edip, 

tenkid etmeleri için hiçbir şahsî, dinî ne­

denleri olmayan müsteşrikler bile onun 

ileri sürdüğü birtakım  önerilerin ve dü­

şüncelerin Islâmiyetin esaslarına uygun 

düşmediği kanaatindedirler.  Bu durum, 

konumuz bakımından birinci  derecede 

önem  taşır  ve  çok  anlamlıdır.

IV.  Gökalp’in  Din  Anlayışı  Üzerinde 

Ülken  ve  Duru’nun  Görüşleri

Yukarıda  bazı  yazarlarımızın  onun 

İslâmiyet  ve  din  anlayışının,  ortodoks 

telâkkilere  uymadığım,  oldukça  farklı 

olduğunu  belirttiklerine işaret  etmiştik. 

Bunlar  arasında  onun  çocukluk  arka­

daşları,  hayranları  ve  takdirkârları  da 

vardır.  Söyledikleri şeyler genellikle yu­

varlak  hükümler halinde  kalmakta,  bi­

raz da  onu  savunma amacı  taşımakta­

dır.  Halbuki önemli  bir  fikir adamımız

ve sosyologumuz  Hilmi  Ziya  Ülken’in 

ve  Gökalp’ı  yakından  tanıyan  eğitim­

cilerimizden Kâzım Nami Duru’nun ko­

numuzla ilgili olarak yazdıkları üzerin­

de durulması gereken  bir mahiyet taşı­

maktadır.

Ülken,  “ Ziya Gökalp” ismiyle yayın­

ladığı  eserde  şunları  yazıyor:

“ Ziya’da esas olan  din değil Devlet­

ti.  Onun fikirleri  1914’den  1918’e doğ­

ru gittikçe lâikliğe doğru inkişaf ediyor

İslâmiyeti artık  bir hukuk,  dünyevî bir 

müeyyide gibi değil, bir ahlâk ve vicdan 

meselesi gibi almağa temayül ediyordu. 

Birinci  safhada  muhafazakâr  olduğu 

halde  ikinci  safhada  Islahatçı  görünü­

yor. Artık Mahkemeleri ve Evkafı Me­

şihattan  almak  isteyen  Ziya,  açıktan 

açığa Allahla Cemiyeti aynı addetmek­



ten çekinmiyordu.  İlk defa Proudhon’- 

da görülen ve Durkheim’da sistemleşen 

bu  fikri  Ziya’nın  benimsediği,  birçok 

yazılarında  görülüyor.” 26

Ziya Gökalp’m çok yakınında yıllar­

ca bulunmuş,  Kâzım  Nami  Duru:  “ Zi­

ya  Gökalp’ın  din  üzerine  olan  düşün­

celeri de başka türlüydü.  Din,  kitap de­



ğildi.  O,  yine  Yeni  Hayat ’tâki  “ Dinle 

İlim”  başlıklı  ilk  şiirinin  son  satırında 

şöyle der:  “ Din,  kalpteki  vecdin  müs- 

bet ilmidir” .  Fakat cemiyetin canlı ina­



nışlarını,  yapışlarını gerçek din  olarak 

tanırdı.  Ne Medreselilerin  “ nakliyatını, 

ne kocakarıların  eski  mitoloji artığı ina­

nışlarım din sayardı.  Bâtıla inanmazdı, 

gerçek realiteyi görürdü.  Onun için taş­



kın,  kutsal duygular dindi. ”27  diyor  ki, 

böyle  bir  din  anlayışının  ne  derece  İs­

lâmî  bir  din  görüşü  olduğu  ortadadır.

A li  M ünif  Yeğena

V.  Sonuç

Gerek  yukarıda  söylenenler,  gerek 

Ülken’in  büyük bir açıklıkla yazdığı sa­

tırlar,  bize gösteriyor ki, Ziya Gökalp’- 

ın  İslâmiyet  hakkında ileri  sürdüğü  fi­

kirlerin  İslâm dininin ana prensipleri ve 

inançları ile bağdaşmasına imkân yok­

tur. O,  bir anlamda kendince bir din ve 

İslâmiyet anlayışı getirmeğe ve koyma­

ğa çalışmış,  fakat  bunu  da sistemli  bir 

şekilde yapmamıştır.  Bu reformcu  fikir­

leri kabul etmeyen Müslümanların onu 

benimsemedikleri,  kendisine  yakıştır­

dıkları  sıfatlardan  anlaşılmaktadır. 

Şüphesiz  “ dinsiz”  gibi  sıfatlar insafsız­

ca  birtakım  yakıştırmalar  ise  de,  Gö- 

kalp’ın  ortodoks  bir  Müslümanlık  an­

layışından çok  uzak  olduğu,  Batılı  bil­

ginlerin  bile ısrarla belirttikleri bir ger­

çektir.  □

1  Mehmed  Emin  Erişirgil,  Bir  Fikir  Adamının 



Romanı,  İstanbul,  1952,  s.31.

2  M.E.  Erişirgil,  a.g.e.,  s.31  vd.

3  Fikret  Karakoyunlu  “ Ziya  Gökalp  ve  ltikad 

Merhumu” ,  İş Mecmuası,  C.XII,  s.61-62,  1946.

4  Fikret  Karakoyunlu’nun  a.g.m .’den  naklen.

5  M.  Sıtkı  Dursunoğlu,  “ Ziya Gökalp  Etrafında 

H atıralar” ,  İş  Mecmuası,  sayı  19,  1939.

6  Rıza  Nur,  Hatıralar,  İstanbul,  C.  III,  s.816-7.

7  Babanzade  Ahmed  Naim,  İslâmda  Davay-ı 

Kavmiyyet,  Darülhilafe,  1332.

8  Roger  Garaudy,  “ Dünyada  milliyetçilik  kadar 

İslama  ters  düşen  birşey  yoktur.  Bir insan  aynı 

anda hem Milliyetçi hem  Müslüman olamaz”  di­

yor.  Bak.  Nokta dergisi, 24.5.1987 tarihli  sayısı.

9  Hüseyin  Kâzım  Kadri’nin adıgeçen eseri,  değerli 

araştırmacı  İsmail  Kara  tarafından  Tarih  ve 

Toplum dergisinde yayınlanmıştır.  B a k   sayı  50 

vd.,  1988.

10  Erişirgil,  a.g.e.,  32.

11  İbn  Haldun,  Şifaus-Sail,  İstanbul,  1984,  çev.  S. 

Uludağ

12  Tahir  Alangu,  “ Kadızadeliler  Meselesi” ,  Cum ­



huriyet ’te  tefrika,  28  Nisan-4  Mayıs  1964.

13  İsmail  Hakkı  İzmirli,  Yeni  îlm -i  Kelâm,  I, 

s .149,  (S.  Uludağ’ın  yukarıki  çevrisinden  nak­

len).


14  Elmalılı  Hamdi  Yazır,  Hak Dini K ur’an  Dili  I, 

1971,  572-78.

15  Mehmed  Emin  Bozarslan,  İslâmiyet Açısından 

Şeyhlik-Ağalık,  Ankara,  1964.

16  Muhammed  Şahin,  Mesnevinin  Tenkidi,  İstan­

bul,  1946.

17  Alfred  von  Kremer,  Geschichte der herrschen- 



den Ideen des Islams,  2.  baskı,  Darmstadt,  1961, 

s. 100  vd.

18  F.  Karakoyunlu,  a.g.m.

19  İsmail  Hakkı  Baltacıoğlu,  Ziva  Gökalp,  İst: 

1966,  s.62.

20  G.  Jaeschke,  Yeni  Türkiye’de İslâmlık,  A nka­

ra,  1972,  s.14

21  August  Fischer,  A us der religiösen  Reformbe- 



wegung  in  der  Titrkei,  Leipzig,  1922.

22  G.  Bergstraesser,  “ İslam  und  Abendland,”  Der 



Vordere  Orient  Königsberg  1929  içinde.

23  Uriel  Heyd,  Foundations  o f  Turkish  Nationa- 



lism,  London,  1950,  (Türkçesi:  Türk  Ulusçulu­

ğunun  Temelleri,  Kadir  Günay  çevirisi,  s.97  ve 

104.


24  Richard  Hartmann,  a.g.m.

25  G.  Bergstraesser,  a.g.e.,  s.26.

26  Hilmi  Ziya  Ülken,  Ziya  Gökalp,  İstanbul,  Ka­

naat  Kitabevi,  t.y.,  s.30.

27  Kâzım  Nami  Duru,  Ziya  Gökalp,  İstanbul, 

1949,  s.39.

49

  • 


49

Kişisel Arşivlerde İstanbul  Belleği 



Taha Toros Arşivi

Yüklə 118,66 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə