ZİYA GÖKALP HAKKINDA
O L
W
j
Ziya Gökalp
Hakkında Dinsizlik
İddiaları ve
Nedenleri
TURGUT AKPINAR
f
Yazıda, Türk Devrimi’nin önde gelen ideologlarından
Ziya Gökalp’in kendine özgü Müslümanlık anlayışı ve
bunun doğurduğu tepkiler anlatılmaktadır.
1. Gökalp Hakkında Muhtelif
Zamanlardaki Dinsizlik İddiaları
a. Gençlik Yılları
ZİYA Gökalp’in Türkiye’nin Düşünce
Tarihinde çok önemli ve seçkin bir ye
ri bulunduğu hiç kimse tarafından in
kâr edilemez ve edilmemektedir. Fakat
her önemli fikir adamı gibi onun da le
hinde olduğu kadar aleyhinde de bazı
iddialar ve hükümler ortaya atılmıştır.
Bunlardan biri, kendisinin bazı çevre
lerce “ dinsizlik” le itham olunmasıdır.
Meselenin araştırılmasına girmeden
önce hemen şunu belirtelim ki, ona din
siz diyenlerin bu kavramı İlmî bir dik
kat ve titizlikle kullandıkları söylene
mez. Çünkü lâfzen “ dinsiz” , yabancı
dillerdeki “ ateist” kavramına tekabül
eder. Bu ise hiçbir Tanrı ve Uluhiyete
inanmayan kimse anlamına gelir. Yeni
terimlerle buna “ Tanrıtanımaz” diyo
ruz. Halbuki Gökalp’e dinsiz diyenle
rin bununla ifade etmek istedikleri,
onun Medresenin temsil ettiği, Sünnî,
ortodoks İslâm esaslarına aykırı düşü
nen bir kimse olduğunu belirtmekten
başka bir şey değildir. Yoksa Ziya Gö
kalp’in gerçekten dinsiz (ateist) olma
dığı çok açık şekilde yazılarından an
laşılabileceği gibi, kendisini yakından
tanıyanlarca defalarca yazılıp, söylen
miştir.
Ziya, Diyarbakır’daki çocukluk ve
gençlik yıllarını, dindar bir aile çevre
sinde geçirmiş ve eğitiminin bir kısmı
nı tasavvufa bağlı amcası Hasip Efen-
di’den edinmiştir. O yıllarda birçok
“ düşünen” genç gibi, kâinatın, âlemin
nereden gelip nereye gittiği şeklinde ifa
de edilebilecek “ mebde ve mabad me
selesi yani âlemin ilk sebebi ve gayesi
onu en çok meşgul eden mesele
olmuştu” 1.
Amcası ona Arapça öğretirken, Mu-
hiddin Arabî ve Gazalî’nin eserlerini de
okutmuştu. Gazalî’nin, insanın din iti-
kadlarında şüpheye düşebileceğini, bu
şüpheden kurtulma yollarını anlatan
yazıları, onun fikir hayatına çok mü
essir olmuştu. O zamandanberi tasav
vufa büyük değer vermeye başladı. Ta
savvuf, dinin naslarını iç tecrübelere gö
re genişletir, âyetlere, hadislere hususi
ve felsefî mânâ verir. Bütün bunlar içi
ni dinlemeye kabiliyetli olan Ziya’ya en
uygun dünya görüşü gibi geliyordu. Bu
yıllarda Ziya henüz dinî açıdan tered-
düd ve şüpheler içindedir. Mütemadi
yen düşündüğü bu konuları, güvenilir,
yetenekli ve uzman kişilerle konuşup
tartışmaktadır. Bu kişilerden biri, okul
da Tabiiye (Biyoloji) dersi de okutan
Diyarbakır Belediye Doktoru Yorgaki
Efendi’dir. Bu zatın ona din konusun
da pozitivist birtakım düşünceleri, ya
ni ilmin din hususundaki serbest, hür
fikirlerini öğrettiğini tahmin etmek güç
değildir. Nitekim Ziya, sonraları Hoca
sından bahsederken, “ onun sözleri be
nim için bir ufuk açardı” demiştir2.
Diğer taraftan Ziya, bir dindar için
çok sert ve tahammül edilmez sayılabi
lecek düşüncelerini bile müsamaha ile
dinleyerek ona devamlı tslâmi telkinler
de bulunan Nardankemiğizade Hacı İz
zet Efendi ile uzun sohbet ve tartışma
lar yapıyordu. Ziya’nın hususi hayatı
hakkında en yetkili söz sahibi olarak
kabul edilen çocukluk arkadaşı Ahmed
45 • 45
ZİYA GÖKALP HAKKINDA
Cemil, bu fikrî ilişkiden bahsederken,
“ Gökalp, Diyarbakır’da derunî şüphe
ve tahkik arzularını tabiî ve hoş karşı
layarak münakaşalarına vukufla iştirak
ve zaman zaman ilzam eden Hacı İzzet
Efendi gibi mütefekkirlerle karşı kar
şıya gelmek bahtiyarlığına ermiştir” di
yor. Bu dönemde Ziya’nın din konu
sundaki şüphelerinin kuvvetini, adıge-
çen zatın, Ziya M alta’dan döndükten
sonra kendisiyle yaptığı İlmî musahabe
lerden edıpdiği intibaı açıklarken söy
lediklerinden anlıyoruz: “ Ziya pek ezici
bir buhranla-buradan gitmişti. Şimdi
pek müsterih ve mütedeyyin (dine bağ
lı) bir surette avdet etmiştir” 3. Ahmed
Cemil, hatıralarında kendi kanaatini ise
şöyle özetlemiştir: “ Ziya bir imanı tah
kiki ile mütedeyyindi, onun ehemmiyet
vermediği lslâmiyetle kabil-i telif olma
dığı halde nasılsa adab-ı Islâmiye ara
sına fuzulî olarak sokulmuş olan bid’-
atlerdi, insanlar için dinin lüzum ve kut
siyetini
ehem m iyetle
m üd afaa
ederdi” 4.
Arkadaşının bu sözlerine rağmen, o
dönemde Diyarbakır’da onun hakkın
da “ Münkir” , “ Haçlı Ziya” gibi sıfat
ların kullanıldığım ve sevilmediğini bazı
yazılardan açıkça öğreniyoruz. F. Ka-
rakoyunlu, ona bazı “ dar düşüncelile-
rin” haksız olarak “ M ünkir” dedikle
rini belirttiği gibi, Erzurum Lisesi öğ
retmenlerinden Müştak Sıtkı Dursunoğ-
lu, halkın söylediklerini şöyle nakledi
yor: “ Diyarbakır’da senelerce oturmuş,
halkı ve münevveri ile kaynaşmış olan
bir dostumdan dinlemiştim: Yerli halk,
Ziya’ya “ Haçlı Ziya” dermiş. Sebeb
olarak da gençliğinde, neticesi ölüme
varmayan bir intihar dolayısiyle alnın
da yapılan bir ameliyatın haç şeklinde
ve hafif çizgi halinde kalan izi imiş.
Halkın Ziya’ya “ Haçlı” lâkabını verir
ken aynı zamanda mecazi mânâ kasdet-
mesi de Ziya’nın daha çocuk denebile
cek yaşlarda, halkın iskolastik zihniye
tine aykırı fikirler neşr ve işar etmiş ol
ması ihtimalindendir. Diyarbakır mu
hitinin o zamanki genç Ziya’yı sevme
miş olduğunu da yine o dostumdan
dinlemiştim” 5. Dursunoğlu M. Sıtkı’
nın bu sözleri çok ilginçtir. Onun dinî
fikirleri nedeniyle, halkın kendisine
“ Haçlı” lâkabını yakıştırması ve riva
yete göre, kendisini sevmemesi dikkat
çekicidir.
b. Olgunluk Yaşları
Gökalp aleyhindeki bu düşüncelerin,
onun olgunluk çağında da zaman za
man su yüzüne çıktığını görüyoruz. Bu
konuda ilgi çekici bir olayı, Doktor Rı-
Ziya Gökalp
za Nur anlatmaktadır. Kendisi, 1921’de
Rusya’ya yaptığı resmî bir seyahatten
dönerken, Samsun’da Ziya’ya rastlar.
Diyarbakır’a gitmek üzere olduğunu
öğrenince, onu bu fikrinden vazgeçire-
rek A nkara’ya götürmek üzere ikna
eder. H atıralarından çok ilgi çekici
olan bu kısmı aynen alıyorum: “ Otel
de Ziya Gökalp ile sabık Adana mebu
su ve İttihatçıların sergerdelerinden Ali
Münif var. Malta’dan kurtulmuşlar, ai
leleriyle memleketlerine gidiyorlar. Zi
ya Gökalp’ı şahsen de şeklen de ilk gö
rüyorum. Alçak boylu, şişmanca, de
ğirmi çehreli, esmer alnının ortasında
kurşun yarası olan, gözleri sönük ve de
rin, dalgın, hareketleri yavaş biri. Ken
disine: ‘Diyarbakır’a gidip ne yapacak
sın, Vatan’a hizmet lâzım, seni Anka
ra’ya götüreyim’ dedim. Tereddüt et
ti. Sonra ikna ve razı ettim. Ziya İtti
hatçıların içinde yegâne bir düşünür ka
fa ve âlim bir adamdı. Memleket ondan
istifade etmeli. Vakıa on yıl muhasım
saflarda bulunduk. Ama vatan işi baş
ka. Kıymetli adamları iş başına koyma
lı. Yalnız pek az konuşuyor. Siz sor
mazsanız hep somurtuyor. Lâf ağzın
dan damla damla çıkıyor. Yaylılarla
Ankara’ya gidiyoruz. Ankara’ya var
dık, Maarif Vekiline Ziya Gökalp’ı Te
lif ve Tercüme’ye almalarını söyledim.
Oraya yerleşti. Sonra ‘dinsiz’ diye za
vallıyı atmışlar, o da Diyarbekir’e git
miş, oradan bir zaman sonra mebus
olarak gelmişti” 6.
Ne yazık ki, yeni Devletin ilk zaman
larında yaşanan bu olayın ayrıntılarını
bilmiyoruz. Acaba onun dinsizlikle suç
lanması kim tarafından yapılmıştır? İşi
ne son verilmesinin resmî sebebi ne ola
rak gösterilmiştir? Bilinmesi çok yararlı
olurdu.
Gökalp’ın dolaylı şekilde de olsa din
sizlikle suçlanması bir de onun Türk
çülük Mefkûresi yüzünden olmuştur.
Eski şeyhülislâmlardan Musa Kâzım
Efendi’nin, Islâm mecmuasında vaktiy
le yazdığı gibi, İslâmda Milliyet ve ırk
çılık iddia etme şiddetle menedilmiştir.
Bu nedenle de, Müslümanlar nazarın
da ırkçılık ve milliyetçilik iyi gözle gö
rülmez. Çünkü İslâm dininde ümmet
çilik esastır. Yani aynı dine, İslâmiyete
bağlı olanlar bir Birlik teşkil ederler,
yoksa aynı soydan ve ırktan olanlar de
ğil.
“ M üslüm anlar
b irb irin in
kardeşidir” mealindeki âyet (Hucurat
Suresi, 10. âyet) bu konudaki ana pren
sibi koymuştur.
Şahsında, Sünnî Müslümanlığı taviz
vermez bir şekilde temsil eden Müder
ris Babanzade Ahmed Naim, bu mese
leyi uzun bir makalesinde âyetler, ha
disler ile süsleyerek, “ İslâm’da Davay-ı
Kavmiyyet” in nasıl telakki edildiğini
ortaya koymuştur7. O bu yazısında, is
mini söylemeden fakat iyice anlaşılacak
şekilde Gökalp’ın Türkçülük Mefkûre-
sini kasdederek; “ açıklamak istedikle
ri şey, açıkça dinsizlik mefkuresidir” di
yecek kadar ileri gitmektedir. Burada
değil halkın, bir Darülfünun yani Üni
versite Hocasının bile (dinsizlik gibi)
kavramları ne kadar gelişigüzel kullan
dığını görüyoruz. İslâm olmayan her
kesin dinsiz olmadığını söylemeye bile
hacet yoktur. Türkçülük İslâmiyete ay
kırı olsa bile, o kimsenin dinsizliğini ge
rekli kılan bir husus olamaz8.
Diğer bir Islâmcı yazar, Hüseyin Kâ
zım Kadri (Şeyh Muhsini Fanî) de
Türkçülük ve onun temsilcisi aleyhin
de çok ağır hücumlarda bulunmuştur.
Bu zat, bugüne kadar yayınlanmadan
kalmış eserlerinden biri olan “ Ziya Gö
kalp ve Türkçülüğün Esasları” isimli
tenkid kitabında Ziya için “ ukalây-ı
mecaninden ve mecanin-i ukalâdan”
(delilerin akıllılarından, akıllıların de
lilerinden) şeklinde çok sert ve gayrı cid
di sıfatlar kullanmaktadır9.
Ziya Gökalp’ın Türkçülük Mefkûresi
bir bilgin Hoca tarafından açıkça “ din
sizlik” diye gösterilir, kendisi ise diğer
bir âlim zat tarafından “ deli” gibi gös
terilirse, Cemaatin Gökalp’e “ dinsiz”
demesi herhalde azçok mazur görülebi
lir.
II. Ziya Gökalp ve Tasavvuf
a. Ailede Tasavvufa Bağlılık ve
Eğitiminde Tasavvufun Yeri
Gökalp’in bazı çevrelerde iyi bir
Müslüman olduğundan şüphe edilme
sinin bir nedeni de, kanaatimizce onun
manzumelerindeki tasavvufî havadır.
46 •
46
ZİYA GÖKALP HAKKINDA
Gençliğinde amcası Hasip Efendi Arap
ça dersleri verirken ona bazı mutasav
vıfların kitaplarını da okutmuştur. Bu
zatın kendisi tasavvufa bağlı imiş. Bu
sebeble de Ziya’ya Arapça dersleri ve
silesiyle, Muhiddin Arabî, Gazali gibi
tasavvuf büyüklerinin eserlerini benim
setmeğe çalıştığını yukarıda aktarmış
tım. Hatta Gazalî’nin şüphe hakkındaki
fikirlerini öğrenince, buhranlar içinde
ki gencin bir bakıma ferahladığı
söylenmektedir10. Erişirgil, belirtilen
eğitimden sonra Ziya’nın tasavvufa bü
yük değer vermeğe başladığını da belir
tir.
Fikret Karakoyunlu ve onun fikirle
rine tamamen katıldığını yazan İ.H.
Baltacıoğlu, M.E. Erişirgil, Darülfü-
nun’dan Ziya’nın meslektaşı olan G.
Bergstraesser ile R. Hartmann, H.
Schlötermann, G. Jaeschke gibi bilgin
ler onun tasavvufcu yönüne işaret et
mişlerdir. Gökalp’ın en azından “ tasav
vufa meyilli” olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı şiirlerinde bu açıkça görülmekte
dir (meselâ “ Din” başlıklı şiiri).
b. Tasavvufun Ortodoks İslâm
İnancındaki Mevkii
İslâm âleminde tasavvuf olarak bili
nen mistisizm, bütün dünyada yaygın
bir dinî akım olup, bunun İslâmî bir
müessese olup olmadığı, İslâm dininin
esasları ile bağdaşıp bağdaşmadığı hu
susunda tamamen zıd iki fikir vardır.
Birinciye göre, tasavvuf diye bir şey İs
lâm’ın başlangıcında yoktu. Esas ve ruh
itibariyle İslâm’a aykırı olan bu akım
sonradan yabancı etkilerle İslâmiyete
sokulmuş, bazı becerikli ve zeki bilgin-
Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi
ler (mes. Gazalî) tarafından birtakım
tefsir, tevil, yalancı hadisler yoliyle söz
de İslâmiyetle bağdaşır bir hale sokul
muştur. Mistisizm cereyanı, önüne ge
çilemez büyük bir güç olduğundan, bü
yük, kitaplı dinlerde istenmeyerek de
olsa, dinin bir parçası imiş gibi kabul
edilmek zorunda kalınmıştır. Din sos
yolojisi kitaplarında uzun uzun açıklan
mış olan bu meselenin, teologlar, din
dar kişiler tarafından bu şekilde anla
şılması imkânsız gibidir. Bu nedenle biz
meselenin izahını bırakarak ikinci fik
re geçelim. Buna göre Tasavvuf, İslâ-
miyette mevcut, yani İslâmî bir düşün
cedir. Bu sebeble “ İslâm Tasavvufu”
kavramı ile kanaatlerini açıklamış ol
maktadırlar.
Tasavvufun İslâmiyette başlangıçta
olmayan bir akım olduğunu belirten en
büyük mütefekkir İbn Haldun olmuş
tur. Büyük düşünür, nafiz görüşüyle,
meselâ vahdet-i vücud anlayışının İslâ
mî olmayıp, dış kaynaklardan geçtiği
hususu üzerinde ısrarla durmaktadır11.
Gerçek şudur ki, Medreseler, Sünnî
İslâm bilginlerinin önemli bir kısmı, ta
rih boyunca Tasavvufun ve ondan do
ğan Tarikatlerin karşısında olmuşlardır.
İslâm ve Türk tarihinde Hocalar ile
Şeyhler-Mutasavvıflar arasında devamlı
bir mücadele devam edegelmiştir12.
Bizde Osmanlı Devrindeki Medrese-
tekke savaşını bir tarafa bırakıp yakın
zamanlara gelirsek, din âlimlerinden İz
mirli İsmail Hakkı, vahdet-i vücudun
bir felsefe olduğunu ve bunun “ Yunan
ve Hint mistiklerinden alınarak bazı
mutasavvıflarca din boyası ile boyan
dığını” vurgular13.
Tanınmış müfessir Elmalılı Hamdi
Yazır, bu konuda, “ nerede bir şirk var
sa bu felsefe ile az çok alâkası vardır”
diyerek
benzer
bir
fikri
ileri
sürmektedir14.
Tasavvufa ve Tarikatlere en sert ten-
kidleri yapan, yeni sayılabilecek iki eser
biliyoruz. Bunlardan biri bir Müftü ta
rafından yazılmış olup, “ İslâmiyet Açı
sından Şeyhlik Ağalık” başlığını taşı
maktadır ve ana fikir olarak, Tarikat
lerin, dolayısıyle de tasavvufun İslâm
esaslarına büsbütün aykırı olduğunu
büyük açıklıkla ortaya koymaktadır15.
Diğer kitap ise “ Mesnevinin Tenkidi”
adını taşımakta, Mevlâna’nın fikirleri
ni çok ağır şekilde tenkidle, İslâm’a ta
mamen aykırı bulmaktadır16. Yabancı
lardan Alfred von Kremer ise, meşhur
eserinde Tasavvuf bahsini “ İslâmiyetin
Bozulması” olarak ele almakta ve
incelemektedir17.
Buraya kadar olan açıklamalardan,
tasavvufun, bazı Ortodoks Müslüman
çevreler ve hatta yabancı ilim adamla
rınca gayrı İslâmî bir müessese olarak
tenkid ve şiddetle reddedildiğini görmüş
bulunuyoruz. Acaba Ziya Gökalp’in ta-
savvufî bazı şiirlerinin, bu şekilde dü
şünenler tarafından kötü karşılanması
nın onun dinî fikirleri aleyhindeki ka
naatin oluşmasında rolü yok mudur?
Biz bu soruya olumlu cevap verilebile
ceğini kabul ediyoruz.
III. Gökalp’ın İslâmiyet Anlayışı ve
Yabancı Bilginlerin Tenkidleri
Ziya Gökalp’a karşı yapılan dinsiz
lik iddialarını reddederek onu savunan
lar dahi, kendisinin İslâmiyet ve din an
layışının, ortodoks telâkki ve inançlar
dan çok farklı olduğunu kabul ve ifa
de etmişlerdir. Çünkü onlara göre Gö-
kalp, birtakım yanlış ve bidatlerle do
lu ve gerçek İslâmiyetten uzak bazı
inançların dışında, bir İslâmiyet anla
yışına sahiptir ve bu hususta oldukça
ileri gitmiş olduğu da yine onların yaz-'
dıklarından anlaşılmaktadır. Bunlara
örnek verelim: Ziya’nın özel hayatı
hakkında en yetkili kimselerden biri
olarak kabul edilen çocukluk arkadaşı
Ahmed Cemil’in hatıralarında, onun
dinsel inanışını anlattığım belirtmiştik.
Fakat insanlar için dinin lüzumlu oldu
ğunu söylemenin, aslında dinî inanç sa
hibi olmakla ilgisi bulunmadığı gibi,
onun bid’at olarak gördüğü şeylerin ba
zen İslâmiyetin aslî inançları olduğunu
aşağıda göreceğiz.
Karakoyunlu’ya göre “ Gökalp’m in
sanlar için faydalı gördüğü vecdi din,
umumî cemiyet hayatını idare için ko
nulmuş her türlü siyaset, iktisat ve po
zitif hukuk kaidelerinin tamamen üs
tünde kalması lâzımgelen ferdî ve vic
danî itikattan ve bunun serbestisinden
ibarettir.” 18. Bu düşüncelerin de, İs
lâm dininin esasları ile bağdaşmasının
zor olduğuna ayrıca değineceğiz.
Karakoyunlu’nun “ Ziya Gökalp ve
İtikad Mefhumu” isimli makalesinin
her noktasına aynen katıldığını söyle
yen Baltacıoğlu, “ Gökalp’m din anla
yışını anlamak için bu yazıda geçen söz
lerini okumak yeter” dedikten sonra,
“ Gökalp, Türktü, Müslûmandı. Ancak
onun Müslümanlığı ağızdan kapma,
kulaktan dolma bir Müslümanlık ola
mazdı... Gökalp, İslâm dininin kayna
ğı olan Kur’an’a, dinin kendisine bağ
lanarak bütün uydurma, yapma inanç
larından (? T.A.) kendini kurtarmıştı.”
diyor ve yalnız “ Gökalp’in ümmet an
layışına, Halifeliği savunmasına katıla-
mam” diye ekliyor19.
Baltacıoğlu’nun, onun Kur’an’a bağ
lanarak bütün diğer uydurma inançlar
dan kendini kurtardığı kanaati, pek
47 • 47
ZİYA GÖKALP HAKKINDA
Bir Malta Hatırası: 16 no.da Ziya Gökalp
inandırıcı değildir. Meselâ sadece
“ Din” manzumesinde Cennet, Cehen
nem, Şeytan tanımadığım söylemesi bi
le, Kur’an’da defaatle zikredilmiş bu
kavramları da bir tarafa bıraktığım
açıkça göstermektedir. Onun, İslâmiyet
adına ileri sürdüğü birtakım düşünce
lerin İslâm esaslariyle asla bağdaşma
dığını, bu dini incelemeye ömürlerini
veren birçok tanınmış doğubilimciler
vurgulamışlar ve Türkleşmek formülü
yanında İslâmlaşma’yı da ortaya atan
bir mütefekkirin, bu tutumu karşısın
da hayret ve şaşkınlıklarını ifadeden
kendilerini alamamışlardır.
Meselâ Ziya Gökalp’in “ Meşihat”
manzumesinde ileri sürdüğü fikirler, İs-
lâmiyetin ana prensiplerine taban taba
na zıd düşmektedir. Şöyle ki, o huku
kun, Din’in işi olmadığını ve Meşihat’ın
devlet işlerinden tamamen uzak durma
sı gerektiğini savunmaktadır. Halbuki
İslâmiyette bilindiği gibi Din ve Devlet
ayrımı yoktur. Hepsi bir bütünlük için
de İslâmî Düzeni oluşturur. Dinî Dü
zeni sağlayan kuralların tümüne de Şe
riat denir. Şeriat, ferdin özel hayatının
en mahrem yönlerinden tutun da, dev
let idaresine kadar uzanan her türlü dü
zenlemeleri içeren bir bütündür.
Şimdi bu meseleler üzerinde yabancı
bazı bilginlerin yazdıklarını aktaralım:
Jaesch k e’ye göre, Ziya G ökalp,
“ Meşihat” şiiri ile Şeriata karşı en şid
detli hücumu yapmıştır20. Yeni Hayat
isimli kitapta yayınlanan bu manzume,
o dönemin İttihat ve Terakki Hükümeti
daha doğrusu Enver Paşa’nın emriyle
bütün nüshalardan kesilip çıkarıldıktan
sonra eser piyasaya çıkarılmıştır. Bu
yüzden Türkiye’de bu manzumeyi ih
tiva eden bir
Yeni
Hayat nüshasına rast
layabilmek için birçok kütüphanelerde
ki nüshaları (Ankara, İzmir, İstanbul)
taradığımız halde maalesef bu cür’etli
sayılan manzumeyi bulamayınca, bir
Almanca araştırmadaki Almanca çevi
riden tekrar Türkçe’ye çevirmek zorun
da kalmıştım. Daha sonra, vaktiyle A.
Fischer’in eserinde bu manzumenin
Türkçe olarak yayınlandığını öğrene-
bilmiştim21. “ Meşihat” nihayet Tür
kiye’de de yayınlandı. Fakat yine bir
>abancı tarafından (1975 yılı Sosyoloji
Konferansları, s.6). Bildiğim kadariy-
le, Şevket Beysan da Ziya Gökalp Der
gisinde bu şiiri kısmen yayınlamıştır.
O döneme göre gerçekten cüretkâra-
ne bir ana fikri taşıyan manzumenin
birkaç dörtlüğünü aşağıya alıyorum:
MEŞİHAT
Bir Devlet ki hukukunu kendi doğurmaz,
Kanununa
“gökten inmiş değişemez ” der
O asla bir Devlet değil, müstakil durmaz,
Değişmeyen bir varlığı taşıyamaz yer
Hâkim olan Millet midir Meşihat mıdır?
Millî Meclis Mebusun mı? Bab-ı Fetva mı?
Meşrutiyet bir hile-i şeriat mıdır?
Hür bir Millet olduğumuz yoksa rüya mı?
İlmi bırak külliyeye, adli Devlete
Sen sadece diyanetin neşrine çalış
Muradsa nail olmak haklı hürmete
Asra uyan vazifeni yapmağa çalış.
Genç yaşta vefat eden değerli Alman
müsteşriki Bergstraesser, onun “ Din”
şiirindeki fikre de işaret eder. Vaktiyle
İstanbul Darülfünununda Ziya Gö-
kalp’le birlikte Hocalık yapmış olan ve
kendisini çok iyi tanıyan bu bilgin,
onun “ Benim dinim ne ümittir ne kor
ku, Allahıma sevdiğimden taparım” di
ye başlayan şiirinde “ Dogmatik” in yani
nas’ların (İslâmî ana inançların) bir ta
rafa bırakıldığını vurgular22.
Ziya Gökalp hakkındaki önemli ki
tabında Uriel Heyd, onun din konusun
daki tutumunu da belki de bugüne ka-
48 •
48
ZİYA GÖKALP HAKKINDA
dar en ayrıntılı şekilde incelemiş bir do-
ğubilimcidir. Profesörün bu konuda
söylediklerinden bazıları gerçekten dik
kat çekicidir:
“ Ziya Gökalp, diğer dinleri olduğu
gibi, İslâmiyeti de değişebilir ve içinde
geliştiği toplumsal ortama bağlı bir ta
rihî olgu şeklinde görmektedir” (bir
sosyoloji mensubu için bu tabiî bir gö
rüş ise de, pek çok mutaassıb insanla
dolu o dönemdeki toplumda [ve hatta
bugün için... T.A.] bu çok cesur bir
davranıştı” ., bir yandan Sufizmin, ya
ni tasavvufun, diğer yandan rasyona
lizmin etkisiyle, Gökalp, ortodoks Is-
lâmiyetin inançları ve yükümlülüklerin
den kaçmıştır. Ziya Gökalp’ın en fazla
hayretle karşılanan fikirlerinden biri
“ Ö rf ve Nâs” arasında çelişki bulun
ması halinde, örfün esas alınması gerek
tiği yolundaki düşüncesidir ki, Heyd,
bunu “şaşırtıcı ” olarak nitelemektedir.
Gerçekten de şaşırtıcı olan bu kanaat
veya tez, hiç de inandırıcı bir şekilde de-
lillendirilmiş olmadığı için olacak ki,
H.A.R. Gibb gibi büyük bir orientalist
tarafından “ tamamen sübjektif” ve
“ îslâm i
felsefenin
tem elleriyle
bağdaşmaz” bulunmuştur23.
R. Hartmann, Gökalp’m İslâmın ilk
ve gerçek ruhuna, çekirdeğine dönmek
ve bunun için de sonradan eklenmiş bü
tün unsurları atmak istediğini ve İslâm
laşmaktan bunu anladığını söylerse de,
aslında onun birtakım fikirlerinin İslâ-
mın ilk şekli ve ruhu ile de bağdaştığı
iddia edilemez24. Esasen Bergstraes-
ser’in belirttiği gibi onun din hakkın-
daki fikirleri sistemli bir bütünlük ar-
zetmeyip, manzumelerine serpiştirilmiş
ve pratik ve politik amaçlara yönelik
olarak ortaya atılmıştır25.
Görülüyor ki, din konusundaki fikir
lerinden dolayı Gökalp’ı muaheze edip,
tenkid etmeleri için hiçbir şahsî, dinî ne
denleri olmayan müsteşrikler bile onun
ileri sürdüğü birtakım önerilerin ve dü
şüncelerin Islâmiyetin esaslarına uygun
düşmediği kanaatindedirler. Bu durum,
konumuz bakımından birinci derecede
önem taşır ve çok anlamlıdır.
IV. Gökalp’in Din Anlayışı Üzerinde
Ülken ve Duru’nun Görüşleri
Yukarıda bazı yazarlarımızın onun
İslâmiyet ve din anlayışının, ortodoks
telâkkilere uymadığım, oldukça farklı
olduğunu belirttiklerine işaret etmiştik.
Bunlar arasında onun çocukluk arka
daşları, hayranları ve takdirkârları da
vardır. Söyledikleri şeyler genellikle yu
varlak hükümler halinde kalmakta, bi
raz da onu savunma amacı taşımakta
dır. Halbuki önemli bir fikir adamımız
ve sosyologumuz Hilmi Ziya Ülken’in
ve Gökalp’ı yakından tanıyan eğitim
cilerimizden Kâzım Nami Duru’nun ko
numuzla ilgili olarak yazdıkları üzerin
de durulması gereken bir mahiyet taşı
maktadır.
Ülken, “ Ziya Gökalp” ismiyle yayın
ladığı eserde şunları yazıyor:
“ Ziya’da esas olan din değil Devlet
ti. Onun fikirleri 1914’den 1918’e doğ
ru gittikçe lâikliğe doğru inkişaf ediyor,
İslâmiyeti artık bir hukuk, dünyevî bir
müeyyide gibi değil, bir ahlâk ve vicdan
meselesi gibi almağa temayül ediyordu.
Birinci safhada muhafazakâr olduğu
halde ikinci safhada Islahatçı görünü
yor. Artık Mahkemeleri ve Evkafı Me
şihattan almak isteyen Ziya, açıktan
açığa Allahla Cemiyeti aynı addetmek
ten çekinmiyordu. İlk defa Proudhon’-
da görülen ve Durkheim’da sistemleşen
bu fikri Ziya’nın benimsediği, birçok
yazılarında görülüyor.” 26
Ziya Gökalp’m çok yakınında yıllar
ca bulunmuş, Kâzım Nami Duru: “ Zi
ya Gökalp’ın din üzerine olan düşün
celeri de başka türlüydü. Din, kitap de
ğildi. O, yine Yeni Hayat ’tâki “ Dinle
İlim” başlıklı ilk şiirinin son satırında
şöyle der: “ Din, kalpteki vecdin müs-
bet ilmidir” . Fakat cemiyetin canlı ina
nışlarını, yapışlarını gerçek din olarak
tanırdı. Ne Medreselilerin “ nakliyatını,
ne kocakarıların eski mitoloji artığı ina
nışlarım din sayardı. Bâtıla inanmazdı,
gerçek realiteyi görürdü. Onun için taş
kın, kutsal duygular dindi. ”27 diyor ki,
böyle bir din anlayışının ne derece İs
lâmî bir din görüşü olduğu ortadadır.
A li M ünif Yeğena
V. Sonuç
Gerek yukarıda söylenenler, gerek
Ülken’in büyük bir açıklıkla yazdığı sa
tırlar, bize gösteriyor ki, Ziya Gökalp’-
ın İslâmiyet hakkında ileri sürdüğü fi
kirlerin İslâm dininin ana prensipleri ve
inançları ile bağdaşmasına imkân yok
tur. O, bir anlamda kendince bir din ve
İslâmiyet anlayışı getirmeğe ve koyma
ğa çalışmış, fakat bunu da sistemli bir
şekilde yapmamıştır. Bu reformcu fikir
leri kabul etmeyen Müslümanların onu
benimsemedikleri, kendisine yakıştır
dıkları sıfatlardan anlaşılmaktadır.
Şüphesiz “ dinsiz” gibi sıfatlar insafsız
ca birtakım yakıştırmalar ise de, Gö-
kalp’ın ortodoks bir Müslümanlık an
layışından çok uzak olduğu, Batılı bil
ginlerin bile ısrarla belirttikleri bir ger
çektir. □
1 Mehmed Emin Erişirgil, Bir Fikir Adamının
Romanı, İstanbul, 1952, s.31.
2 M.E. Erişirgil, a.g.e., s.31 vd.
3 Fikret Karakoyunlu “ Ziya Gökalp ve ltikad
Merhumu” , İş Mecmuası, C.XII, s.61-62, 1946.
4 Fikret Karakoyunlu’nun a.g.m .’den naklen.
5 M. Sıtkı Dursunoğlu, “ Ziya Gökalp Etrafında
H atıralar” , İş Mecmuası, sayı 19, 1939.
6 Rıza Nur, Hatıralar, İstanbul, C. III, s.816-7.
7 Babanzade Ahmed Naim, İslâmda Davay-ı
Kavmiyyet, Darülhilafe, 1332.
8 Roger Garaudy, “ Dünyada milliyetçilik kadar
İslama ters düşen birşey yoktur. Bir insan aynı
anda hem Milliyetçi hem Müslüman olamaz” di
yor. Bak. Nokta dergisi, 24.5.1987 tarihli sayısı.
9 Hüseyin Kâzım Kadri’nin adıgeçen eseri, değerli
araştırmacı İsmail Kara tarafından Tarih ve
Toplum dergisinde yayınlanmıştır. B a k sayı 50
vd., 1988.
10 Erişirgil, a.g.e., 32.
11 İbn Haldun, Şifaus-Sail, İstanbul, 1984, çev. S.
Uludağ
12 Tahir Alangu, “ Kadızadeliler Meselesi” , Cum
huriyet ’te tefrika, 28 Nisan-4 Mayıs 1964.
13 İsmail Hakkı İzmirli, Yeni îlm -i Kelâm, I,
s .149, (S. Uludağ’ın yukarıki çevrisinden nak
len).
14 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini K ur’an Dili I,
1971, 572-78.
15 Mehmed Emin Bozarslan, İslâmiyet Açısından
Şeyhlik-Ağalık, Ankara, 1964.
16 Muhammed Şahin, Mesnevinin Tenkidi, İstan
bul, 1946.
17 Alfred von Kremer, Geschichte der herrschen-
den Ideen des Islams, 2. baskı, Darmstadt, 1961,
s. 100 vd.
18 F. Karakoyunlu, a.g.m.
19 İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ziva Gökalp, İst:
1966, s.62.
20 G. Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, A nka
ra, 1972, s.14
21 August Fischer, A us der religiösen Reformbe-
wegung in der Titrkei, Leipzig, 1922.
22 G. Bergstraesser, “ İslam und Abendland,” Der
Vordere Orient Königsberg 1929 içinde.
23 Uriel Heyd, Foundations o f Turkish Nationa-
lism, London, 1950, (Türkçesi: Türk Ulusçulu
ğunun Temelleri, Kadir Günay çevirisi, s.97 ve
104.
24 Richard Hartmann, a.g.m.
25 G. Bergstraesser, a.g.e., s.26.
26 Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp, İstanbul, Ka
naat Kitabevi, t.y., s.30.
27 Kâzım Nami Duru, Ziya Gökalp, İstanbul,
1949, s.39.
49
•
49
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği
Taha Toros Arşivi
Dostları ilə paylaş: |