YeniÇAĞ felsefesi



Yüklə 20,48 Kb.
tarix26.09.2018
ölçüsü20,48 Kb.
#70501


YENİÇAĞ FELSEFESİ


Düşünen öznenin merkezi konumu üzerinde biçimlenir. Bu durum tüm modern dönemlerin ruhunu ve kültürünü de biçimlendirir. Böylece felsefeyi dinin hizmetine koşan skolastik anlayışın ve durağan siyasal ve kültürel yapıya sahip olduğu düşünülen feodalizmin sonu gelir. Descartes düşünen özneyi felsefi sisteminin merkezine yerleştirmiştir. Düşünen özne, bireysel öznedir. Her birey kendi aklı ve sağduyusuna dayanarak düşünebilir. Artık toplum ve devleti oluşturan bireyler adına düşünüp karar verecek aşkın ve kutsal bir merci söz konusu değildir.

DESCARTES (1596-1650)


Yeniçağ adıyla anılan dönemin en önemli filozoflarından biri, modern felsefenin kurucusudur. Yeniçağ filozoflarının hemen hepsinin ortak özelliği olan ve kaynağını matematik ve fizikten alan akılcı felsefi yaklaşımı, O’nun adına gönderme yapılarak KARTEZYEN RASYONALİZM ya da KARTEZYEN FELSEFE olarak anılır.Descartes felsefeyi kesin bir bilim konumuna yerleştirmeye çalışmıştır.

Eserleri: Aklın Yönetimi için kurallar, Yöntem Üzerine Konuşma, Metafizik Üzerine Düşünceler,

Descartes’e göre önceki düşünürler yüzyıllardır bilginin ve gerçeğin peşinden koşmuşlar ancak ulaştıkları arasında kuşku götürmez pek az nokta vardır. O’na göre bunun en önemli sebeplerinden biri aklın doğru bir şekilde, bilgi arayışında uygun yöntem izlenmemesidir. Descartes’in izlediği yöntemde ilk ilke, Kartezyen kuşku’dur. Bu ilke güvenilir bilgiye ulaşma sürecinde bir ön hazırlıktır. Doğruluğundan şüphe duyulmayacak, açık ve seçik olarak kavranabilen tek bir şeye ulaşana dek tüm bilinen şeyler yanlış sayılmalı ve bir kenara atılmalıdır. Descartes bu süreçte önceden edindiği tüm fikirleri, yargıları, bilgileri hangi temele dayanırlarsa dayansınlar şüpheli oldukları için bir kenara bırakılır.Sonunda ise kuşku duyamayacağı bir noktaya ulaşır. ‘’Şüphe ediyorum o halde düşünüyorum, o halde düşünen bir şey olarak varım’ ’Düşünüyorum o halde varım ‘’ Descartes’e göre felsefe, kökleri metafizik, gövdesi fizik, dalları ise diğer bilimler olan bir ağaç gibidir. Bu nedenle her ne kadar aralarında farklar olsa da tüm bilimler için geçerli tek bir bilimsel yöntem olmalıdır ve bu yöntem matematiktir.

1) Doğruluğunu apaçık bilmediğim hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemeliyim.

2) İnceleyeceğim güçlükleri daha iyi çözümlemek için her birini mümkün olduğu ve gerektiği kadar bölümlere ayırmalıyım.

3) En basitten başlayarak en bileşikşeyin bilgisine yavaş yavaş yükselmek için düşüncelerimi belli bir sıraya göre yürütmeliyim.

4) Hiçbir şeyi atlamadığımdan emin olmak için her yanda eksiksiz sayımlar ve kontroller yapmalıyım

Bu yöntem, matematikçilerin kendi alanlarında kullandığı yöntemlerin felsefeye uyarlanmasıdır. Descartes’e göre üç kesin bilgi; Ben Varım(ruh,düşünen töz) Tanrı Var(her şeyin kendine bağımlı olduğu,kendisi bağımlı olmayan sonsuz töz) Benim dışımda Cisimler var(yer kaplayan töz) ‘’Cisimler ya da bedenler tümüyle mekanik, zorunlu şekilde işleyen makinelere benzetilebilir’’ ‘’Canlı varlıklar Tanrının elinden çıkmış mükemmel birer makineden ibarettir.’’ ‘’Ruhların özü düşüncedir. Töz olarak ruh cismin tümüyle karşıtıdır. Ruhlar cisimler gibi pasif ve zorunlulukla işleyen tözler değil, aktif ve özgür tözlerdir.’’ ‘’Cisim mutlak olarak ruhsuz, ruh mutlak olarak cisimsiz maddesizdir’’Buna Töz Dualizmi denir. İnsan ruh ile bedenin tözsel birliğidir. İnsanın ruhu ile bedeni arasındaki etkileşim beyinde kozalaksı bezde olur. Descartes fizik bilimleri ile ruh bilimleri arasında ayrım olması gerektiğini düşünür. Teologların pozitif bilimcilere, pozitif bilimcilerin ruha ilişkin alanlara karışmamaları gerektiğini savunur.


SPİNOZA(1632-1677)


Eserleri; Ethica, Anlama Yetisinin İyileştirilmesi Üzerine, Teolojik-politik İnceleme, Tanrı, Descartes Felsefesinin İlkeleri, İnsan ve İnsanın Mutluluğu Üzerine Kısa İnceleme Spinoza’nın felsefesi ‘’Varlık nedir ve varolan nedir’’ sorularına verilen ayrıntılı bir yanıttan hareket ederek insana ve insan hayatına ilişkin sonuçlara varır. O’nun felsefi sistemi; Varlık felsefesi, Bilgi felsefesi ve Etiği tek bir potada eritmiş bir yapı olarak görülebilir. Temel felsefi kaygısı, insanın mutluluğudur. O en yüksek mutluluğa erişmek için izlenebilecek bir yaşama ilkesi bulmaya çalışmış, tüm felsefi çabasını bu amaca adamıştır. İnsanın da diğer her şeyle birlikte içinde yaşadığı doğa, Spinoza felsefesinin temel unsurlarından biridir. O’na göre doğanın düzeni de matematiğin düzeni ile aynıdır. Doğayı felsefesinin temel unsuru olarak belirleyen Spinoza, felsefesini kurarken doğanın düzeni olarak gördüğü matematiksel düzeni takip etmiştir. Spinoza’ya göre hiçbir şeye bağımlı olmayan ve her her şeyin kendisine bağımlı olduğu tek bir tözden söz edilebilir, bu töz de Tanrı’dır. (Zorunlu olarak varolan, ezeli, ebedi, mutlak anlamda sonsuz ve biricik töz) Spinoza Tanrı ile doğayı özdeşleştirmiştir. Doğada olan her şey Tanrı’dadır. Spinoza, doğada meydana gelen her şeyi ve şeyler arası her ilişkiyi merkezinde Tanrı’nın bulunduğu bir neden sonuç ilişkileri zinciri dahilinde ele almıştır. Bu neden sonuç ilişkisi DETERMİNİZM-BELİRLENİMCİLİK kavramıyla ifade edilmektedir. TANRI DOĞADIR…Tanrı tarafından bir etki üretmeye belirlenmiş bir şey, kendisini belirlenmemiş kılamaz. Her şey tanrısal doğanın zorunluluğu tarafından belli bir şekilde varolmak ve etki üretmek üzere belirlenmiştir. Bir şeyin olası ya da özgür olduğunu sanmamız, bu şeyin varoluşunun ya da eylemlerinin nedenini bilmiyor oluşumuzdan kaynaklanır. Spinoza’ya göre özgürlük; mutlak bir irade ve eyleme keyfiyeti değil, bir şeyin kendi doğasının mutlak zorunluluğuyla varolması ve eylemesidir. Descartes’in kabul ettiğinin aksine Spinoza’ya göre ruh ve beden birbirinden ayrı iki töz değil, tek ve mutlak töz olan Tanrı’nın iki temel niteliğinin yani yer kaplama ve düşünmenin ifadeleridir. İnsan da doğada varolan bir şey olduğu için hem cisim hem de fikir olarak Tanrı’dadır. İnsan Tanrının yer kaplama niteliği altında ifade edildiği zaman; insan bedeni olarak, düşünme niteliği altında ifade edildiği zaman; insan zihni olarak vardır! İnsan bedeni ve zihni aynı şeydir. İnsan bedeninde olan biten her şeyin zihinde buna paralel bir fikri vardır fakat ne zihin bedeni herhangi eylem gerçekleştirmeye ne beden zihni fikir oluşturmaya belirleyebilir.(Spinoza’nın paralellik ilkesi) Spinoza’ya göre doğada varolan her şey Tanrı’dan kaynaklanan zorunluluğa tabidir. Doğadaki her şey, kendi dışındaki şeylerle etkileşim içindedir. Birbirlerini etkiler ve belirli şekilde varolmayı belirler. Şeylerin varoluşları gibi yokoluşları da kendi dışındaki şeyler tarafından belirlenir. Doğadaki her şey ve dolayısıyla her insan, kendisini sınırlayan diğer şeylere ve tüm dış etkilere rağmen, zorunlu olarak varoluşunu korumaya ve sürdürmeye uğraşır. Her şey elinden geldiğince varlığını sürdürmeye çalışır. Buna CONATUS =Varoluş ilkesi denir. İnsanın varoluşunu sürdürme çabası etkinliğini yani eyleme gücünü arttırmasıyla doğru orantılıdır. Conatustaki değişimler insanda iki temel duygunun ortaya çıkmasına neden olur; Sevinç ve keder. Conatustaki her artış bizi etkin kılar, eyleme gücümüzü artırır, bu da bizim sevinçle duygulanmamızı sağlar, her azalış bizim eyleme gücümüzü azaltır, kederlendirir. Yaşadığımız tüm duygular bu temel eksende belirlenmektedir.




JOHN LOCKE (1632-1704)


Eserleri; Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, Eğitim Üzerine Düşünceler, Yönetim Üzerine 1. Ve 2. İnceleme, Hoşgörü Üzerine Bir Mektup, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme. İngiliz aydınlanmasının ve dolayısıyla Avrupa’daki aydınlanma hareketlerinin kurucu filozoflarından biridir. O’nun savunduğu özgürlük; Hayata aklın rehberlik etmesi gerektiği, sosyal yaşamın her alanında her türlü dogmatik gelenek ve otoriteden kurtulmak gerekliliği gibi fikirler aydınlanma düşüncesinin de temelinde yatan fikirler olarak karşımıza çıkmaktadır. Locke, büyük ölçüde İngiltere’de ortaya çıkan empirist felsefe geleneğinin en önde gelen temsilcilerinden biridir. Locke’ın felsefi düşünceye sağladığı en önemli katkı, geliştirdiği bilgi teorisidir. O’na göre akıl, sadece Tanrı’nın insana verdiği bir bilme yetisidir. Fakat akıl, kendisi aracılığıyla bilginin zihne girdiği bir yol da değildir. Akıl, bilgi edinmek için gerek duyduğu malzemeyi deneyim yoluyla alır ve bu anlamda deneyime bağımlıdır. Aklın doğuştan getirdiği ve deneyimden bağımsız hiçbir bilgi ya da ilke yoktur. ‘’Zihin başlangıçta beyaz boş bir levha (TABULA RASA) gibidir’’ Tüm kavram ve idelerimiz sonradan kazanılmıştır. Bütün idelerimizin kaynağı, bütün bilgilerimizin temeli deneydir. Yani dışımızdaki duyumsanabilir şeyler üzerinde (duyum) ya da zihnimizin iç işlemleri üzerinde (düşünme, refleksiyon) yaptığımız gözlemlerdir. Zihinde duyum ve düşünmenin birinden kaynaklanmayan tek bir ide dahi yoktur. İnsanın düşünmeye başlaması da duyum ile başlar. Locke’a göre idelerin oluşması zihnin şu yetilere sahip olmasını gerektirir; 1)ALGI: Bilgiye gidişin ilk basamağı 2)BELLEK: Zihne giden ideleri saklar, kaybolan ideleri zihne tekrar getirir. 3)AYIRDETME YETİSİ: İdeleri birbirinden açık olarak ayırdeder. 4)KARŞILAŞTIRMA YETİSİ: İdeler arası ilişki kurar yeni ideler oluşturur. 5)BİRLEŞTİRME YETİSİ: Basit ideleri biraraya getirir, karmaşık ideler oluşturur. 6)SOYUTLAMA YETİSİ: İnsan zihnini hayvanlardan ayıran yeti soyutlama yetisidir.

Locke’un felsefesi, antik çağdan kendi dönemine dek süregelen birçok önemli fikre karşı bir eleştiri niteliğindedir; 1)Doğuştan gelen ideleri reddeder 2)Şeylerin iç yapıları bilinemez ve dolayısıyla töz, öz, Tanrı vb deneyime konu olmayan metafizik sorunlar felsefenin gündeminden çıkarılmalıdır. 3)Tümeller sözcük kalabalığından kurtulmak üzere zihnin soyutlama yetisi tarafından oluşturulmuş genellemelerden ibarettir. 4)Aklın rehber olarak alınması gerekir ancak bu aklın eleştiriden muaf olduğu anlamına gelmez. Bu görüşleri ile Locke günümüzde dahi önemini koruyan ve pek çok önemli filozofun benimseyeceği felsefi bir gelenek oluşturmuştur. Özellikle bilgi teorisinin etki alanı geniş olmuştur. Düşünceleri bir yandan materyalizme evrilmiş, bir yandan da bunun tam tersi anlamda solipsizme (tekbencilik, antimateryalizm) doğru geliştirilmiştir.


LEİBNİZ (1646-1716


Sadece büyük bir filozof değil, aynı zamanda doğa bilimci, mühendis, dil bilimci, tarihçi, hukukçu, siyasetçi, eğitimci ve teologtur.İlgilendiği bilim dallarının kimisine büyük yenilikler getirmiş, kimisinin gelişmesine katkı sağlamıştır.Örneğin ilk hesap makinesini icat etmiş, diferansiyel hesabı geliştirmiştir. Eserleri; Metafizik Üzerine Konuşma, Monadoloji, Theodicee

Leibniz’in felsefesinin çıkış noktası Descartes’in Kartezyen felsefesidir. MONADOLOJİ : Leibniz’e göre doğadaki her şey tek ve sonsuz bir tözün gücünün parçaları değildir; Aksine var olan her şey, basit, bölünemez ve ilkel birer güç olan tözlerden meydana gelir. Bunlar Monadlardır. Monadlar da atomlar gibi ebedi ve ezelidir, yaradılmamıştır, yok olmaz, basittir, bileşenlerine ayrılamaz. Tinsel tözlerdir, yer kaplamaz, şekilsiz, sayıca sonsuzdurlar ancak birbirlerinden farklıdırlar. Bir monad diğer bir monadla etkileşmez, birbiriyle karışmaz. Monadlar kendi algıları ölçüsünde evreni temsil ederler.Bir monadın evreni hangi ölçüde temsil ettiğini O’nun ruhunun yetkinliği belirler. Tanrı en yüksek ve yetkin monadtır. Doğadaki madenler vb en düşük seviyeli monadlardır. YETER SEBEP İLKESİ: Hiçbir doğru ya da varlık, hiçbir gerçek önerme, onun neden böyle olduğunu ve başka türlü olmadığını belirleyen yeterli bir sebep olmaksızın var olamaz; Bu sebepler bizce bilinmese de…


GEORGE BERKELEY (1685-1753)


Felsefe tarihinin en önemli idealist düşünürlerinden biridir. Rahiptir. Tıp biliminden optiğe kadar birçok doğa bilimiyle ilgilenmiştir. Eserlerinde temel sorun, bilgi ya da bilme sorunudur. Eserleri; İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir İnceleme, Hylos ile Philanous Arasında üç Konuşma, Yeni Bir Algı Teorisi Berkeley’e göre bizim dış dünya ya da şeylerin nitelikleri dediğimiz her şey, hepsini deneyimlerden türetmiş olduğumuz idelere ve bu ideler arsındaki bağlantılara geri götürülebilir. Renk gören için, tat tadan için, yer kaplama, şekil ve hareket ancak onu algılayan için vardır. Duyan kişi ortadan kalktığında duyulur şeyler de ortadan kalkacaktır. VAR OLMAK ALGILANMAKTIR. Algılanmayan şey yok demektir. Dışımızdaki ideler ile onların bizdeki ideleri arasında aslında bir fark yoktur. Duyulur şey ve ide aynı anlama gelir. Berkeley’e göre ideleri algılayarak nesneleri meydana getiren şey ruhtur. Algılamak meydana getirmektir. Bir nesne ne ise onun idesi de nesne ile bir ve aynı şeydir. Sonlu ruhlardaki ideleri düzenli şekilde meydana getiren, sonsuz ruh, Tanrı’dır. Dış dünyanın ve bütün şeylerin benden bağımsız ve nesnel olarak var olmalarının güvencesi, Tanrı’nın onları algılıyor olmasıdır…

DAVİD HUME (1711-1776)


Oniki yaşında Edinburg Üniversitesine girmiş, klasik diller, tarih ve felsefe öğrenimi görmüş, henüz yirmialtı yaşında iken İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme adlı eserini tamamlamış, büyük bir filozof, tarihçi ve ekonomisttir. Diğer eserleri; Din Üstüne, Ahlak, İnsan Zihni Üzerine bir Araştırma, İngiltere Tarihi… Hume, gerek yeniçağ felsefesine, gerek kendisinden sonraki tüm felsefe tarihine yön vermiştir. İngiliz emprisizminin en karakteristik özelliklerinden biri olan eleştirel düşünceyi daha ileri götürmüş, bilgi sorununu felsefesinin merkezine yerleştirmiş, neyi ne kadar ve nasıl bilebileceğimize ilişkin sorular, Hume felsefesinin gündemini oluşturmuştur. Nedensellik yasasına yönelttiği sistemli eleştiri daha sonra Kant’ın da ‘’ Beni dogmatik uyuklamamdan uyandırdı’’ sözüyle övgüyle anacağı gibi, felsefe ve bilim dünyasında köklü değişimlere neden olmuştur. Hume’un bilgi teorisi esasen bir algı teorisidir.O’da diğer emprisist filozoflar gibi, tüm bilgilerin algılardan türetildiğini savunmuştur.İster duygularımızı kullanalım, isterse tutkularımızla harekete geçirilmiş olalım, ya da düşünme ve refleksiyonumuzu uygulayalım, zihne sunulabilecek her şeyin birer algı olduğunu savunur.

TÜM İDELER İZLENİMLERİN TEMELİ ÜZERİNE KURULUR Hume’a göre Tanrı, töz, ruh vb kavramlar, duyularımıza konu olan nesneler değildir. Bu sebeple duyumlanamaz, algılanamazlar ve bunlara karşılık gelen izlenimler söz konusu olamaz, dolayısıyla izlenimleri olmayan bu kavramların ideleri de söz konusu olamaz. Böylece Hume teolojinin ve skolastik metafiziğin ele aldığı kavramları bilginin konusu olmaktan çıkarmış, Descartes, Leibniz ve Spinoza gibi felsefe sistemlerini Tanrı, ruh, töz gibi kavramlardan hareketle kuran yeniçağ filozoflarına önemli bir eleştiri sunmuştur. Hume’a göre, neden sonuç bağlantısı da herhangi bir duyum ya da izlenime karşılık gelmez. Neden sonuç ilişkileri her ne kadar kanıtlanamaz olsalar da bu ilişkilere inanmak pratik yaşam için gereklidir…
Yüklə 20,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə