1 uluslararasi azərbaycan felsefe araştirmalari fəLSƏFƏ VƏ sosial-siyasi derneğİ elmlər assosiASİyasi



Yüklə 5,03 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə42/52
tarix26.11.2017
ölçüsü5,03 Kb.
#12669
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   52

Din fəlsəfəsi 
 
 
- 123 - 
şeyler varsaymak zorundadır. Mesela bu salonda olan canlıları tasvir etmek 
üzere “bu salonda on insan vardır”, “on öğrenci vardır”, “on çam ağacı var-
dır”  denildiğini  farzedin.  Bu  cümlelerden  hepsinin  doğru  olduğunu  kabul 
edebilmek için “insan, öğrenci ve çam ağacı” nitelemelerinin hepsinin doğru 
olacağı  türden o varlığın  ne olduğuna dair bir bilgimiz olması  gerekir. Ço-
ğulcu yaklaşımda birbiriyle çelişen muhtelif dini öğretilerin hepsinin doğru 
olduğunu  veya  aynı  surette  geçerli olduğunu savunmak için başvurulan bir 
yol, bunları hakiki anlamda değil de efsânevi anlamda doğru kabul etmektir. 
Bir  inancın  hakiki  anlamda  doğru  olması,  o  inancın  gerçekliği  bir  şekilde 
göstermesi,  efsânevi  anlamda doğru olması,  o inancın  gerçekliği  gösterme-
mekle  birlikte  davranışlarımızı  yönlendirmesi  demektir.  Dini  çoğulculuğun 
bu efsânevî anlamda doğruluğu ilkesine dayandırılması, dinen nihâî olan şey 
ve  onun  bizimle  ilişkisi  hususunda  dinlerin  öğrettiğinden  daha  fazla  bilgi 
sahibi olma varsayımına dayanır. Bu varsayımı dini bakımdan kabul etmek 
mümkün müdür? Bu soruya cevap vermeden önce, dini çeşitlilik karşısında 
çoğulcu  bir  tavrın  desteklenmesindeki  önemli  bir  eleştiriye  bakmak  uygun 
görünüyor.  
 
Çoğulcu Yaklaşıma Zemin Olarak Kurtuluş Meselesi 
 
Modern zamanlarda insanları dini çoğulculuğu benimsemeye yönelten 
önemli  bir  etken  insanların  kurtuluşu  konusunda  dışlayıcı  yaklaşımın  zor-
lukları  olmuştur.  Buna  göre  tek  bir  dinin  inançlarının  doğru  olması  duru-
munda ancak tek bir dinin müntesiplerinin kurtuluşa ereceği, bunun da âdil, 
seven ve âlim-i mutlak bir Tanrı tasavvuru ile bağdaşmadığıdır.  Yeryüzün-
deki  hangi  büyük  dini  alırsanız  alın,  bu  dinin  müntesipleri  dünya  nüfusu 
içinde bir azınlığa tekabül etmektedir. Bir  yandan Tanrı’nın rahmetinin her 
şeyi kuşattığını söylemek, bir yandan da tek bir dinin müntesiplerinin kurtu-
luşa ereceğini söylemek  birbiriyle tutarlı olmayacaktır. Hem  Tanrı’nın  her-
kesi sevdiğini ve kurtuluşunu istediğini savunmak, hem de sadece küçük bir 
azınlığın  kurtuluşuna  imkân  veren  bir  yolu  tayin  ettiğini  söylemek  ahlaki 
açıdan bir çelişkidir (Hick, 1993:  122-123;  Schuon, 1993:  20;  Ayrıca bkz. 
Schuon, 2002: 14-15). Eğer tek bir din doğru ve kurtuluşa erdirici ise, insan-


Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2016, № 2 
 
 
- 124 - 
lığın  kâhir  ekseriyeti  helak  olmuştur.  Bu  ise  hem  özü  iyilik  ve  merhamet 
olan Tanrı’nın mahiyetine aykırıdır hem de Tanrı için bir tür başarısızlık i-
ma etmektedir.  Böyle bir itirazın  insaf sahibi entellektüeller üzerinde haki-
katen önemli bir etki bıraktığı görülmektedir. Hristiyan dünyadaki dışlayıcı-
lıktan kapsayıcılığa ve sonra da çoğulculuğa geçişte bu ve benzeri eleştirile-
rin etkisi  görülebilir. Bu itirazdaki temel husus kimlerin kurtuluşa ereceği-
nin  veya  ermesi  gerektiğinin  aklen  tayin  edilebileceği  gibi  görünüyor.  Bu 
bağlamda belli bir dinin kurtuluş ile ilgili açıklamasının tutarsız olduğu şek-
lindeki bir itiraz ile kimlerin kurtuluşa ereceğinin ölçütünü vermeyi birbirin-
den  ayırt  etmek  gerekir.  Herhangi  bir  dinin  insanların  kurtuluşa  ermesine 
dair öğretilerini tutarsız bulabiliriz. Ancak bu noktadan sonra, kimlerin, na-
sıl  kurtuluşa  ereceğinin  ölçüsünü  koymaya  girişmemiz  meşru  bir  girişim 
olur mu? 
Kimlerin, nasıl kurtuluşa ereceği sorusuna verilecek cevap dini bir ce-
vap gibi görünüyor. Bir anlamda bir dinde bu soruya verilen cevap diğer bir 
dinde  verilen  cevaptan  farklılaşabilir.  Yahut  da  bir  dinin  tutarlılığı  o  dinin 
insan  hayatını  açıklama  gücünün  bir  göstergesi  olarak  görülebilir.  Bir  yan-
dan gündelik hayatımızda doğru inançlara sahip olmak ve amacına erişmek 
arasında sıkı bir ilişki olduğu doğrudur. Bu ilişki, hem herhangi bir yüküm-
lülük getirmeyen meselelerde hem de ahlaken veya hukuken bir yükümlülük 
gerektiren  meselelerde,  amaçlarımızı  gerçekleştirebilmek  için  o  konuda 
doğru bilgiye sahip olmak gerektiği şeklinde ortaya çıkmaktadır. Mesela ya-
rın İstanbul’a gitme amacımı gerçekleştirebilmek için, İstanbul’a nasıl gidil-
diğine dair doğru inançlara sahip  olmam  gerekir.  İstanbul’a  eski  zamanlar-
daki gibi hayvan sırtında, kervanlarla değil de, otobüs yahut benzeri modern 
ulaşım  araçlarıyla  gidileceğine  inanmam,  hangi  yolun  hangi  istikamette  İs-
tanbul’a  ulaştırdığına  dair  doğru  inançlara  sahip  olmam  ve  buna  göre  dav-
ranmam gerekir. Ahlaki ve hukuki olarak emredilen yahut yasaklanan şeyler 
hususunda  da  “doğru  inançlara  sahip  olmak”  ile  “istenen  sonuca  erişmek” 
arasında  bir  ilişki  kurarız.  Ancak  aynı  ilkeyi,  dini  bağlamda  “doğru  dini 
inançlara sahip olmak” ve “kurtuluşa ermek” arasında uygulayabilir miyiz? 
Hak dine müntesip olmayan pek çok insanın bulunuşu ve bunların hak dine 
müntesip olmamasının kendi kusurları olmaması, (mesela doğum arazı, ken-


Din fəlsəfəsi 
 
 
- 125 - 
dilerini çevreleyen kültürel şartlar gibi) aksine onların kontrolü dışındaki ne-
denlerle ilişkili olması, kimlerin kurtuluşa ereceği sorusunu sadece akla da-
yanarak cevaplamamızı meşru kılar mı?  
Bu soruya insanın tamamen akli olarak cevap verebileceğine inanmak, 
Tanrı  veya  kutsal  olan  hakkında  aklî  olarak  bir  dinin  öğrettiği  ile  eşdeğer 
düzeyde bilgi  sahibi olmayı  ima etmektedir.  Zira insanların hangi  şartlarda 
ne gibi karşılık bulacağına, Tanrı’nın veya kutsal olanın onları nasıl değer-
lendireceğine ilişkin hükümler insanın aklen bilmesi mümkün olmayan şey-
ler gibi görünmektedir. Dini bilgi ve dini inançlar tam da normal insânî bil-
me şartlarının dışında elde edildiği iddia edilen öğretilerdir. Bu öğretileri ka-
bul edebiliriz veya reddedebiliriz. Ama bu öğretilerin cevap sunduğu soruya 
müsbet  anlamda cevap teşkil  edecek teoriler ortaya koyan felsefî bir cevap 
vermeye  kalkmak  Tanrı  veya  nihâî  Gerçeklik  hakkında  insan  aklı  ile  bili-
nemez  kabul  edilen  hakkında  bilgi  iddiası  taşır.  Böylece  Tanrı  hakkındaki 
aklî bilginin sınırına ilişkin müzakerelere geçebiliriz.  
 
Aklî-Felsefî Bilgi ile Dinî İnançlar Arasındaki İlişki 
 
Bu noktada konuşmamın başından beri bahsettiğim Tanrı’ya veya ni-
hâî gerçekliğe dair aklî-felsefî bilgi ve dini bilgi arasında gördüğüm ilişkiyi 
belirginleştirmeye sıra geldi. Öyle görünüyor ki, dini çeşitlilik karşısında ta-
mamen  aklî  düzlemde  ateist  bir  yaklaşım  ve  bununla  uyumlu  olarak  dine 
dair psikolojik-sosyolojik indirgemeci  yaklaşımlardan birisi benimsenebilir. 
Ama tamamen akla dayanarak Tanrı’nın yahut da nihâî gerçekliğin ne oldu-
ğuna dair müsbet, olumlu anlamda söylenebilecek şeyler çok azdır zira o bi-
zim  tamamıyla  kuşatamayacağımız  aşkın  bir  varlıktır.  Bu  söylenebilecek 
şeyler belki âlemin nedeni olduğu, âlemden aşkın olması gerektiği gibi şey-
lerdir.  Bu  inançlar  kısmen  deizmle  örtüşen  inançlardır.  Deist  bir  yaklaşım 
bu  noktada  durmayı  gerektirir.  Ancak,  tamamen  akla  dayanarak  Tanrı’nın 
ne olduğuna bizimle ilişkisinin ne olduğuna dair inançlar veya aşkın varlıkla 
ilişkimizi ona yönelmemizi ve ona erişmeye uygun bir hayat yaşamamızı te-
min etme yolu sayabileceğimiz dini inançlar, bu noktada tutarlı olarak ileri 
sürülemez.  Zira  Tanrı’nın  aşkın  olduğu  ve  dinlerin  (Hristiyanlık,  İslam  ör-


Yüklə 5,03 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə