mektedir. Nasıl insan Toplum içinde yaşıyorsa, tıpkı öyle, Toplum da
Zaman içinde yaşıyordur. Bunda da bilemeyecek şey yok, denebilir.
Ve öyledir de.
Ancak, hele Sosyal Sınıflı Toplum biçimine girildi girileli, o insanın
ve toplumun Tarihcil bir yaratık olduğu gerçeği, her zaman, en yaman
zorbalıklarla unutturulur durulur. Statükoyu korumak, her egemen sı-
nıfın baş amacı ve görevi olur. Bu, her canlı varlığın kendi yaşantısını
korumasından bambaşka bir eğilimdir. İnsanlığın veya bir topluluğun
bütünü ile korunması yerine, feda edilmesi pahasına da olsa, egemen
azınlığın kayrılmasıdır. Bütün Antika Medeniyet yıkılışları ve silinişleri
o eğilimin ürünüdür.
Antika Tarihcil Devrimlerin "kızılca kıyamet'leri yerine Modern ka-
pitalizmin getirdiği Toplumcul Devrimler çağında insanın Tarih içinde
yaşadığı, bütün ilişki ve çelişkileriyle ortaya çıkmıştır
-
. İnsan, içinden
geldiği Tarih olaylarıyla hem ilişkili, hem çelişkili bir yaşantının yara-
tığıdır. Her kuşak, kendisinden önce gelmiş geçmiş kuşakların yaşayış
ve düşünüşleriyle bir yandan bağlı kalmak, bir yandan bağlarını ko-
parmak zorundadır. O zorla, bugünkü insan ve toplum, dünkü insan-
lar ve toplumlarla ister istemez karşılıklı etki-tepki içinde bulunarak
gelişir.
DÜŞÜNCE DE OBJEKTİF BİR OLAYDIR
Bir yanda Toplum'un, öte yanda Tarih'in etki ve tepkileri altında işle-
yen insan kafası, ilkin sanılabildiğinden çok daha aşırıca "özel kişi mül-
kü" olmaktan uzaktır. En çok kendi "kişicil damgamız" altında tekelleş-
miş görünen o "toz kondurulmaz" "Kişiliğimiz", bir efendi, bir derebeyi,
bir burjuva kuruntusu olmak istemiyorsa, Tarih ve Toplumla olan ilişki
ve çelişkilerini bilince çıkarabildiği ölçüde "Kişilik" taşıyabilir.
İnsancıl olan her şeyimiz gibi, varlığımızın en yüce değeri olan Dü-
şüncemiz de, böbürlenmeye alıştığı kertede "bağımsız" yahut "kişicil"
olamaz. Hemen her zaman, en sorumlu tutulduğumuz "Benliğimiz",
çoğu kendimiz ve bilgimiz, önceden görümüz dışında var olan Tarihcil
ve Sosyal gelişmelerin ürünüdür. O gelişmelerin izlerini taşıyarak Top-
lumcul ve Tarihcil büyük kanunları az çok bilince çıkarır
-
.
Şimdiye dek varılmış en ulu Doğa ve Toplum Kanunu Varlıkta kımıltı
ve değişkilerin çelişkilerle yürüdüğünü gösteriyor. Bir yerde kımıltı, ha-
reket mi var? Orada mutlaka zıtlıkların, karşıtlıkların, çelişkilerin zem-
bereği bulunuyor. Buna olayların Diyalektiği deniyor. Bugün kafamız,
insan düşüncesi Diyalektiği bilince çıkaracak kerteye dek yücelmiştir.
Binlerce yıllık insan yaşayışının sonsuz deneylerden çıkardığı en büyük
ders bu oluyor. Gerek Düşüncenin, gerek Varlığın her türlü kımıltısı an-
cak Diyalektik çelişkiler yayı kavranılırsa duruca anlaşılabiliyor.
Bu anlayış aşamasına gelmiş bulunan kafa yapımız, düşünce ava-
danlığımız pasif bir makine, bir otomat değildir. Kendisi de Tarihcil
ve Toplumcul bir ürün olarak önce objektif ve somut bir Varlıktır. Yüz
binlerce, milyonlarca yıllık denemelerle işlendiği ve geliştirildiği için,
yorumlama ve aydınlatma işinde kıyasıya aktif (eylemcil) olur. Kendi-
sine düşen rolü bütün canlılığı ve keskinliği ile oynar.
Aktif, eylemcil Düşünce emeğimiz, yüz bin yılların araştırma ve
denemeleriyle aşırıca ispatlanmış doğrulara dayanarak, yürüdüğü
gerçeklikler yolunu tutar. Buna Metot denir. Bilim, yalnız metotlu dü-
şüncedir. Düşüncemiz, realist (gerçekçi) ve reel (gerçek) bilim işini
metotsuz başaramaz. Bugün, olayların sonsuz gözlemi insan düşün-
cesini bir tek yanılmaz metoda getirmiştir. O da bilimin en yüce rea-
lizmini gerçekleştiren Diyalektik Maddecilik yoludur.
NESNECİL VE SOMUT YORUM
Diyalektik Maddecilik metodu denilen realizm, olanları nasıl göz-
den geçirir? Her olanda, hep çelişkilerin kıvraklığını yakalamak iste-
diğine göre, o çelişkileri kavramak için neyi arar ve bulur? Nasıl bir
zıtlıklar, çelişkiler teorisidir? Çelişkileri aydınlatmak ve yorumlamak
için ne yapar? Düşüncenin birinci aşaması olan yorumlama, açıklama
(izah) bakımından Diyalektik nedir?
"Diyalektik; çelişkilerin (zıtlıkların) nasıl aynılık göstermiş ve gös-
termekte olduklarını, hangi şartlara göre aynılık halinde bulunduklarını,
birbirlerinin biçimine girdiklerini (birbirlerine doğru kalıp değiştirdikle-
rini), insan zekâsının bu çelişkileri niçin ölü, pıhtılaşmış olarak değil,
canlı, şarta bağlı, ileri ve birbirlerine kılık değiştirerek geçer biçimde ele
alması gerektiğini gösteren bir teoridir." (Lenin, Diyalektik Üzerine
Sorunlar, Marksizm Bayrağı Altında, No. 5-6, Mayıs - Haziran 1925, s.
11-15, Hegel'in Okunması ..., (Collected Works, C. 38, s. 109)
Bu tanımlamaya göre, kafamız, yorumlama işinde çalışırken ince-
lediğimiz her noktada özellikle şu yanları arar:
1- Çelişkiler nasıl ister istemez BİRLİKTE bulunurlar? Buna çelişki-
lerin Objektif (Nesnecil) kaçınılmazlığı diyelim.
2- Çelişkiler nasıl ister istemez BİRBİRLERİNE dönüşürler? Buna
çelişkilerin Konkret (Somut) kaçınılmazlığı diyelim.
Bu iki soruya verilen karşılık, kafamızda uydurulmayacak, olan
bitenler içinde aranıp bulunacak; icat edilmeyecek, keşfedilecektir.
Çünkü o olayları biz icat etmemişizdir, henüz.
Her iki durumda da bir yanı hiç akıldan çıkarmayacağız. Çelişkiler
donmuş, durgun, ölü nesneler değildirler. Tam tersine, çelişkiler ge-
rek birlikte bulunurlarken, gerekse birbirlerine geçerlerken boyuna ve
hep canlı, şartlı, ilerleyici ve değişici olurlar.
Dostları ilə paylaş: |