A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 5,98 Mb.
səhifə85/90
tarix29.08.2018
ölçüsü5,98 Mb.
#65401
1   ...   82   83   84   85   86   87   88   89   90

turaktuuluk, sarsılmazlık, sebat, sağlamlık, muhkemlik.

turala-, (arş. turaı): mık turalap keti: çivi kemiğe battı (atı nallarken).

turatur, bir parça bekle! biraz sabret!

turbat, a. türbe.

turbin, r. türbin.

turdur-, et. tur-‘dan.

turğun, daimi olarak oturan, ikamet eden. mukim; turğun kapital: sabit sermaye.

turğuz-, 1. dikmek (rekzeylemek); 2. kaldırmak, uyandırmak.

turğuzdur-, et. turğuz-‘dan; töşöktörünön turğuzdurup: yataklarından kaldırarak.

turğuzul-, 1. konulmak; dikilmek (nasbedilmek); tapsız sotsialistik koomdun sonun üyü bizdin köz aldıbızda tuğuzulup catat: mükemmel sınıfsız sosyalist cemiyeti binası bizim gözümüzün önünde dikilmektedir; 2. aldırılmak, uyandırılmak.

turğuzuluu, işs. turguzul-‘dan.

turğuzuu, işs. turğuz-‘dan.

turist, r. turist, seyyah.

turk, kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvan gövdesi; buttun turku yahut buttun turkusu: ayağın, tabanın uzunluğu.

turku = turk.

turman, 1. (bu manayla daha ziyade eer turman), bütün takımlariyle birlikte eyer, bütün, tam süvari takımı; 2. gereçler, ev eşyası, tesisat; boz üynün turmanı: keçe evin ahşap kısmı, obanın kafesi.

turmuş, yaşayış, hayat (tarzı).

turna = turuna.

turnabay, kon. folk. dürbün, mikroskop; turnabay sal-: dürbünle bakmak.

turneps, r. şalgım turpu denilen yer turpu.

turnir, r. turnua.

turpak= topurak.

turpat, görünüş, şekil, biçim, çehre.

turpattaş 1. (birisiyle, bir şeyle) aynı biçimde olan; 2. db homonyme.

tursuğuy = bursuğuy.

tursuy- = bursuy-.

turu, bk. tur 1.

turuksuz, devamsız, sebatsız, kararsız. sallanan mütereddit.

turuktuu, 1. daimi surette yaşayan (ikamet eden); 2. sabit, muhkem, direngen, sağlam, musir, devamlı, inatlı.

turuktuuluk, sebat, devam,sağlamlık, israr, mukavemet, dayanma, dayanıklık; tap turuktuuluğu: sınfi mukavemet; bolşeviklik turuktuuluk: bolşevik sebatı, mukavemeti.

turum, ayak, kaide, destek.

turumduu, daimi, sabit, sağlam, metin.

turumduuluk, devam, sebat, sağlamlık, muhkemlik.

turumtay, falco vespertinus denilen doğan; turumtay tiygen taraançıday: doğanın hücumuna çarpan serçeler gibi (dağıldılar).

turuna, turna (kuş).

turupke, r. pipo.

turuş ı, işs. tur-‘dan; cürüş-turuş = cürüm turum (bk. cürüm).

turuş- ıı, müş. tur-‘dan.

turuştuk, mukavemet, sebat, dayanma; turuştuk ber -: sebat göstermek, karşı komak, dayanmak.

turuuçu, ikamet eden, yaşayan (oturan), sakin.

tuş, 1. karşı yanda bulunan mahal; tuşumdağı: karşımdaki; tuş bol-: karşılaşmak, tesadüf etmek; tuş kelgen. karşısına çıkan, herhangi bir rast gelen; tüşünğ tuş kelsin!: ruyan uygun gelsin!; tuş kıl-: karşılaşmaya zorlamak; bugün mağa caman cerden tuş keldi: bugün benim işlerim yürümüyor, bugün beni hep muvaffakiyetsizlikler takip ediyor; tuş kiyiz, bk. kiyiz; 2. yön istikamet; kaysı tuşta?: hangi yönde; tuş-tuşunan duşman menen kurçalıp kalğan: her yandan düşmanla kuşatılmış; tuş tarapka: her yana tuş keldi cakka kete berişet: atlara binerek, herkes bir yana gitti; 3. zaman,an,fırsat; bizdin tuşubuzda: bizim zamanımızda; tak oşo tuşta: tam bu zamanda, tam o dakkada; ar nerse öz tuşunda kımbat: her işin zamanı var, her şey zamanında kıymetli; tulpar-tuşunda, külük-künündö ats.: savaş atı bir hadise zamanında işe yaradığı halde; yürük at her zaman (lazımdır); tenğ-tuş: denk (aynı seviyede insanlar hak.), yaşıt.

tuşa-, kösteklemek (ön aykalara) bukağı vurmak; kuura tuşa- yahut cüyür tuşa-: (ayaklar birbirine dokunacak surette) sım sıkı kösteklemek; kenğ tuşa: serbest, geniş kösteklemek.

tuşakçı, tüfeğin bir kısmının adıdır.

tuşamış, 1. (ön ayaklardaki) kayış köstekler; 2. bukağı.

tuşar, atın ön ayağının aşağı kısmı (köstek vurulacak olan yeri); ayağın tırnakla diz arasındaki kısmı; kişini tuşarına tenğebeyt: insana kıymet vermiyor onun gözünde başkaları on para etmiyor.

tuşaştır-, (hayvanın ön ayaklarını) kösteklettirmek.

tuşat-, et. tuşa-‘dan.

tuşattır-, et. tuşat-‘tan.

tuşman = düşman.

tuşoo, 1. köstekleme; 2. köstek; tuşoo kırktır-: (yeni yürümeye başlayan çocuğun) kösteğini kesmek (merasimi).

tuşooluu, iki ön ayağına köstek vurulmuş olan.

tuşoor = tuşar.

tuşta-: tuştap 1. doğruca, doğru istikamet alarak; 2. tam bu dakkada, ne erken ne de geç.

tuştaş-, 1. karşı karşıya bulunanlar; atçandarğa tuştaş barıp: atlılarla aynı hizaya gelerek; 2. çağdaş, yaşıt.

tuştaştır-, dürüst uydurmak, birini diğerine uydurmak.

tuşuk-, karşılaşmak, tesadüf etmek.

tuşuktur-, karşılaşmaya zorlamak veya bırakmak, karşılaşma sebebi olmak.

tut ı, dut, dut ağacı.

tut-, ıı, tutmak; yakalamak; uuru tut.: hırsız saymak; koroonğo sak bol, konğşunğdu uuru tutpa ats.: ağılını koru, komşunu hırsız sayma!; kesek tut- mec.: yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.

tutalan-, hırslanmak, kin beslemek.

tutam, 1. kulp, sap; 2. bir avuç (nesne); 3. dört parmak genişliğinde olan uzunluk ölçüsü.

tutamda-, 1. yumruk içinde, yumulmuş elde tutmak; 2. tutam ile ölçmek (bk. tutam 3).

tutamdat-, et. tutamda-‘dan.

tutamdoo, işs. tutamda’dan.

tutan-, tutuşmak, yanmaya başlamak alevlenmek.

tutandır-, yakmak, tutuşturmak.

tutandıruu, yakma, tutuşturma.

tutandıruuçu, yakıcı, kundakçı; soguşu tutandıruuçu yahut soguş otun tutandruuçu: harp kundakçısı; soğuştu tutandıruuçulardın sokkusuna sokku menen coop berüügö dayarbız: harp kundakçılarının darbesine karşı darbe ile cevap vermeye hazırız.

tutanğıç, tutuşan, alevlenen; tutanğıç buyum: patlayıcı madde.

tutant- et. tutan-‘dan.

tutantuu, yakma, kundaklama.

tutantuuçu = tutandıruuçu.

tutanuu, işs. tutan-‘dan.

tutaş ı. baştan-başa. aralıksız, arasız, hep, tamamıyle; tutaş kollektivdeşken rayondor-: baştan başa kollektifleşmiş bölgeler.

tutaş- ıı. bitişik olmak; yan yana bulunmak, aralıksız (yekpare) bir hale gelmek.

tutaştır-, et. tutaş- ıı’den.

tutatkıç, kundakçı.

tutka = tutkuç.

tutkap, tutkak, çabuk kızma hassası.

sinirlilik; tutkabı karmap aldı: taşkınlık etti, aşırı derecede hiddetlendi.



tutkaptuu, tutkaktuu, hoppa, çabuk kızan,sinirli; kolu tutkaptuu: eli temiz değil.

tutkuç. 1. kulp,sap; 2. ocaktan kazanı indirirken kullanılan keçe ellik çay tutkuç: çaydanlığın kulpuna sarılan bez.

tutkun, 1. esaret, hapis; 2. esir, tutsak, mahpus.

tutkundal- esir olmak, esir düşmek, hapsedilmek.

tuttuk-, 1. idrar tutulmak; tuttuğup öl-: idrar tutulmaktan, üremiden ölmek; 2. (söylerken) kekelemek; tuttuğup ele süylöy albay koydum: kekeledim ve söyleyemedim; tuttukapay süylö!: kekelemeden, şaşırmadan, sakin bir tavırla söyle!

tutul-, tutulmak, yakalanmak, ele geçirilmek; kün tutuldu: güneş tutuldu; ay tutuldu: ay tutuldu.

tutuluu, işs. tutl-‘dan.

tutum, 1. devam: tutumu bar: devamı var; 2. aralıksız, arasız; acırağis tutum maani: parçalanmayan, bütün kavram; 3. es. zincir halkası.

tutun-, kendi çocuğu gibi tutmak; tuubasanğ da enek, tutunup meni bağıp al! folk.: gerçi, anneciğim, sen doğurmadın, fakat sen beni artık kabul ve terbiye et!; tuubasam da, tutunğan, emçek sütün berbesem, elik sütün berdim bi? folk: seni doğurmadımsa da, kabul ettim, seni kendi sütümle beslemeyip, dağ keçisi sütiyle mi besledim?

tutuş-, hep beraber tutmak, birbirini tutmak, tutuşmak (kapışmak).

tutuşuu, işs. tutuş-‘dan.

tutuu. 1. tutma, alıkoma; 2. obanın iskeleti; 3. obayı örten keçiler.

tuu ı. 1. sancak, bayrak; ötmöö tuu: geçici sancak; 2. tar. tuğ.

tuu ıı, kısır, henüz doğurmamış olan; tuu bee: kısır, doğurmamış olan kısrak.

tuu ııı, doğuş, doğum.

tuu- ıv, 1. doğurmak, doğmak, türemek; tuuyt (bazan tubat): doğuruyor; artık tuuğan: yüksek soylu, asil; cumurtka tuu-: yumurtlamak; ara tuu, bk. ara 3; tuuğan ene: öz anne; tuuğan cerim: doğduğum yer, vatanım; 2. tulu etmek (doğmak) (güneş, ay hakkında); başına kün tuudu: “başına güneş doğdu” (o daima muvaffak oluyor); başına kara gün tuudu: başına felaket geldi.

tuubas, kısır, doğurmayan (kadın, dişi hakkında).

tuuçu alemdar, bayrakdar.

tuudur-, 1. doğurtmak; tuudurğan ata: öz baba; üç ese tuudurup alasınğ: üç misli alırsın (mükafata nail olursun); 2. doğum sırasında yardım etmek.

tuuduruş-, müş. tuudur-‘dan.

tuuğan. hısım, soydaş kabiledaş; bir tuuğan: öz kardeş; bir tuuğan kızıl armiyabız: bizim öz kızıl ordumuz.

tuuğançıl, hısım akrabasını seven, akrabasına temayül gösteren.

tuuğançılık, akrabalık, kardeşlik hisleri, akrabalık münasebetleri.

tuuğandaş = tuuğan.

tuuğandık, akrabalık; bir tuuğandık salam: kardeşçe selam.

tuuğanduu, hısım akrabası bulunan; tuura biyde tuuğan cok, tuuğanduu biyde ıyman cok ats.: adil hakimde akraba yok, akrabalı hakimde ise iman yok.

tuuğuz- = tuudur-; tıynına som tuuğuzup: bir kapiğine bir ruble kazanarak.

tuul-, doğmak, doğmuş olmak; kayradan tuul-: yeniden doğmak, hayat bulmak; kayradan tuulğan: yeniden doğmuş, yeni hayat bulmuş olan.

tuulğa, tar. miğfer, tulga.

tuuluu, işs, tuul-‘dan.

tuuma: eneden tuuma bolup aldı: anasından doğduğu şekilde kaldı; üydö tuuma: evde oturan erkek veya kadın (erkekler hakkında daha ziyade alay edasiyle söylenir); calğız tuuma; biricik doğmuş.

tuur. alıcı kuşun oturduğu tünek.

tuura ı, 1. doğru dürüst, sahi, düz, adil, namuslu; tuuradan tuura yahut tupadan tuura: doğruca, doğrudan doğruya; tuura kel-: rast gelmek, münasip gelmek, tam zamanında olmak, hizaya gelmek; tuura emes: doğru değil; 2. en, genişlik; uzunduğu da, tuurası da: boyu da eni de: tuurası çıkkan: enine daha geniştir; tuurası coon, boyu bas folk.: geniş ve kısa boylu (insan hakkında); tuurası biyik çonğ korğon folk.: yan duvarları yüksek olan büyük kale; tuura çağımdan bir ün çıktı: yandan bir ses işitildi.

tuura ıı, (menfi cümlede) hiçbir zaman, dünyada!

tuura- ııı, doğramak, kıymak, et tuura-: et doğramak.

tuura- ıv, taklit etmek, yansılamak.

tuurala-, tevcih etmek, yoluna komak intizama komak, uydurmak; mutabık kılmak; ustavğa turalap: talimatnameye uygun bir tarzda.

tuuralan- ı. yoluna konmak, tanzim edilmek, uydurulmak.

tuuralan- ıı, hırslanmak, hiddetlenmek.

tuuralant-, et. tuurlan- ı, ıı-‘den.

tuuralcın, 1. genişçe, biçimsizce, geniş; 2. tıknaz, geniş yapılı ( insan hakkında).

tuuralık, doğruluk, açık yüreklilik namusluluk; tuuralık menen: doğlukla.

tuuralu, tuuraluu, hakkında, üzerine, dolayisiyle.

tuuramçı et doğrama uzmanı, ziyafetlerde kendisine et doğrama vazifesi yükletilen kimse; tuuramçıdan tuuganınğ bolsun ats.: et doğrayıcılarından akraban olsun! (aç kalmazsın!).

tuurandı, taklitlik; tuurandı söz gram.: taklitlik söz (onomatopee).

tuuraş ı. taklit, yansılama, taklit suretiyle alay etme.

tuuraş- ıı, müş. tuura ııı, ıv-‘ten.

tuurat-, et. tuura- ııı, ıv-‘ten.

tuurda-, (bir şeyin) yakınında dolaşmak; ayıl tuurda-: köy etrafında dolaşmak (mes. kurt hakkında, bir şey kapmak umudile köy civarında bekliyen hırsız hakkında; köyün himayesi altında kalmak isteyen çoban hakkında).

tuurduk, 1. (obanın bir kısmı) kerege (bk.) ‘yi örten keçeler (ki dört parçadan ibaret olurlar); bosoğo tuurduk: iki taneden ibaret ön tuurduk; törkö tuurduk: iki tane arka tuurduk: tuurduk kala-: obayı kurtarırken tuurduk’u pekitmek; tuurduk boo: tuurduk’u pekitmek. bağlamak için kullanılan ip: 2. (rad.) komşu.

tuurduu: tuurduu mal: bütün sürünün ziyneti olan hayvan; tuurduu kişi: cemiyetin süsü olan adam.

tuuruk ı, (mes. toprak, el hakkında) çatlamış kabuk boğlamış; 2. çatlak.

tuuruk- ıı, çatlamak kabuklanmak.

tuuruktal- = tuuruk ıı.

tuurul-, çatlamak; tuurulğan nan: çatlamış ekmek; tuurulğan kamır: uzamayıp dağılan, parçalanan hamur.

tuurult-, et. tuurul-‘dan.

tuuş ı, doğuş.

tuuş ıı, gayret, enerji, kuvvet; tuuşka cet-: büyümek, sağlamlaşmak, kuvvetlenmek: tuuşunğa cetersinğ, balam. tuuganınğı izdep ketersinğ folk.: büyüyesin, çocuğum. ve hısım akrabanı aramaya gidersin.

tuuş- ııı, müş. tuu- ıv-‘ten.

tuuşal-, bir yandan bir yana dönmek (uyanan insan hakkında).

tuuşalt, et. tuuşal-‘dan.

tuuşar, f duşar; alaamatka tuuşar kıl- kon.: felakete duçar kılmak.

tuuşkan, akraba.

tuuşkandık = tuuğandık; caşasın sssr elininğ tuuşkandık soyuzu!: yaşasın. sovyetler birliği milletlerinin kardeşlik birliği.

tuuştuu gayretli, enerjik, sağlam, dayanıklı.

tuut, 1. doğum (hayvan hakk.); tuut önöktüğü: genel doğurma münasebetiyle görülen faaliyet; 2. (dişi hakkında) doğurma devresinde yahut doğurma önünde bulunan; tuut bee: doğurmak üzere bulunan kısrak; tuut koy: kuzulamak üzere olan koyun.

tuy-, duymak, sezmek (farkına varmak).

tuyak, 1. hayvan tırnağı (tuynak); ay tuyak: tek tırnaklı (daha ör. bk. ay ı, 2); aça tuyak mal: namussuzca (mes. çalmak suretiyle) kazanılan hayvanlar; tuyak pul es. başkasının mer’asında hayvan otlatma ücreti; 2. tar. hayvan otlatma mukabilinde devletin aldığı resim; tuyak kat: hayvan otlatmak için alınan bilet; 3. at tuynağı şeklinde olan gümüş külçesi; tay tuyak: 1) aynı külçenin tay tırnağı biçiminde olanı; 2) at tuynağından çoban ayakkabı; tayağım menen tay tuyağımdın karın kanğk ettirip aldım: asamla (şanğırdayan) bir darbe ile ayakkabımdan karı vurup düşürdüm; 4. baş (hayvan sayısı); cüz tuyak mal: yüz baş hayvan; cılkı tuyağının azayışı toktolup, cılkı bağuu öydölöy baştadı: at sayısının azalışı durdu ve at yetiştirme işi artmaya başladı; 5. nesil, zürriyet; tuyağı çok cok folk.: zürriyeti yok; arkamda kalgan tuyak cok folk.: nesil, zürriyet bırakmadım; kalbadı perzent – tuyağım folk.: çocuğum-zürriyetim kalmadı; tuyak kör-: çocuk sahibi olmak.

tuyaksız, 1. tuynaksız (tırnaksız); 2. mec. çocuksuz, zürriyetsiz; tuyaksız ötüp ketembi? zürriyetsiz mi ölüp gideceğim? (iyi midir bu-).

tuyarman, kahin istikbali gören.

tuyarmandık, kehanet basiretlilik kablelvuku his.

tuyğak = tuyak.

tuyğu ı. basiret, uyanıklık.

tuyğu ıı. uygu sözünün tekidir.

tuygun, 1. beyaz atmaca (astur palumbarisus); kasa tuyğun: en iyi, hakiki atmaca; 2. ruhun sık sık tesadüf edilen sıfatıdır.

tuyla-, sıçramak, kıç atmak, cesurluk taslamak. horozlanmak; kan tuylayt: kan kaynıyor.

tuylak tay ıı-‘nin tekidir.

tuylan-, mut. tuyla-‘dan; cürök tuylandı: kalp çarpıntı yaptı.

tuylaş-, müş. tuyla-‘dan.

tuylat-, et. tuyla-‘dan.

tuytanğ, taytanğ sözünün tekidir.

tuytun-, servet edinmek.

tuytunda- = tuytun-.

tuytunğ, söz dinlemez, nazlanan.

tuytunğda-, kıvranmak. memnun olmayıp çırpınmak söz dinlememek.

tuytunuş, servet edinme, kazanç, kar.

tuytunuu = tuytunuş.

tuyuk, 1. kapalı. çıkmaz; tuyuk soy-: (deriyi) tulum şeklinde yüzmek; tuyuk col: çımaz yol; közü tuyuk: kara cahil; cuurkandı tuyuk uç kılıp cattım: yorğanın bir yarısıyla örtünerek, öteki yarısını da altıma sererek yattım; tuyuk karagay: bütün küknar kütüğü; tuyuk kat: imzasız mektup; 2. sertleşmiş bikir zarı; 3. koz tayin etmeden “aptal bırakma” maksadile kağıt oyunu.

tuyukta-, yolu kapatmak, geçilmez bir hale koymak.

tuyuktal-, bir şeyin içine alınmak, bir çıkmaza girmek. içinden çıkılmaz bir çalılığa girmek.

tuyuktan-, mut. tuyukta-‘dan.

tuyuktat-, mut. tuyukta-‘dan.

tuyun- 1. farkına varmak, anlamak, hissetmek; alardın arızın ukkanda, zalimkan cakşı tuyundu folk.: onların şikayetlerini dinleyince zalimhan iyi anladı; 2. sezilmek; görülmek; bir adamğa bilinbey, bir de canğa tuyunbay folk.: kimse tarafından tanıtılmadan, kimsenin ruhu duymadan.

tuyundur-, hissettirmek, çaktırmak, farkına vardırmak, haberdar etmek.

tuyundurma, bahis etme, izah etme.

tuyunduruu, izah.

tuyunul-, hissedilmek,… hissini vermek.

tuyunuş-, müş. tuyun-‘dan.

tuz, tuz; calama tuz: kaya tuzu; tuz aramı: nankör; tuz tat-: ekmeği tuzu tatmak, ikramdan ve misafirperverlikten istifade etmek; tuz tatış: hep birlikte ikram edilmek kudaydın tuzun uurdadımbı!: allahın tuzunu çalmadım ya!: benim nem eksik!: tuz ursun! (başlıca. nankör hakkında ilenç sözüdür); özüm menen bir tatkan tuzum ursun başınğan folk.: benimle beraber tattığın tuz vursun!: kızmatımdan tartınıp kırk ciğit. seni tuz urdu folk.: siz, kırk yiğit. benim hizmetimden ayrıldınız. bu nankörlüktür; tuz atta-: es. (antiçme şekillerinden biridir), tuz üzerinden atlamak; tuz kötörülüp turat: kısmet böyle beliriyor; tuz buyursa yahut tuz kötörülsö yahut tuz bolso: kısmet olursa; tuzum bolso, kelermin folk.: kısmet olursa gelirim; tuzğa siy- es.: haklılığı, suçsuzluğu hakkında yemin etmek (harfiyen.: tuza işemek; bu ant en kuvvetli, en korkunç sayılırdı); tuzunğa siysem, onğombu? folk.: sana verdiğim sözü, andımı, bozarsam, iyi olur mu hiç?; tuzğa siydir-: haklılığı, auçsuzluğu hakkında yemin ettirmek (harfiyen.: tuza işetmek); tuz kömgöndöy köm-: serseriyi gömer gibi, saygı göstermeksizin, lazım gelen merasime riayet etmeksizin gömmek.

tuzak herhangi bir tuzak; cele (bk,), kıltak (bk.) ve s.; taman tuzak: atı ayağından tutmak için ilmik; tuzak tart-: tuzak kurmak.

tuzakçı, tuzaklar kurmak suretiyle avlayan.

tuzda-, tuzlamak.

tuzdal-, pas. tuzda-‘dan.

tuzdaş, sofradaş, bölük veya mektep arkadaşı; kırk cigitim, tuzdaşım; kıynoodo turat bir başım folk.: kırk yiğitim, kırk sofradaşım, benim başıma felaket geldi.

tuzdat-, et. tuzda’dan.

tuzdoo, tuzlama.

tuzduu, tuzlu.

tü = tüü.

tübölük, daima, ebediyen, her zaman için; tübölük coldoş: ebedi yoldaş; künümdügün karaba, tübölügün kara: günlük işe bakma: daimi kalacak işe bak!; tübölügü tüz olsun: istikbali iyi olsun!

tübürt, ayak patırtısı.

tügöl, bütün tam olarak, tamamıyle; tügölü menen keldi: tam olarak hepsi geldiler.

tügöldö-, sayısını, niktarını tahkik etmek, hesaplamak. yekün çıkarma. bilançosunu yapmak.

tügöldöö. sayısını, miktarını yoklamak, hesaplama; yekün çıkarma.

tügöldöt-, sayısını, miktarını tahkik ettirmek, hesabını yaptırmak, yekününü çıkarttırmak.

tügöldötüü işs. tügöldöt-‘ten.

tügön ı. = tükön.

tügön-, ıı. tükenmek, kurumak; betinğ tügöngön!: vay seni, mendebur!

tügöngür kahrolası.

tügöngüs, tükenmez, bitmez.

tügönüş, son, nihayet; tokson coldun tügönüşü folk.: doksan yolun nihayeti (doksan yolun kavşağı).

tügöt ı. 1. = tügöngür; 2. tutumsuz, müsrif.

tügöt- ıı. 1. tüketme, bitirmek, sona erdirmek; 2. tasfiye etmek; 3. kurutmak.

tügötküç, ihtilas eden.

tügötküs, tükenmez.

tügötüü, 1. tüketme, sonuna erdirme; 2. es. tasfiye, tügötüü komissiyası: tasfiye komisyonu; 3. ihtilas.

tügöy. çiftin teki; çift olan: on eki tügöy kabırga. biröö kalbay, bölündü folk.: on iki çift kaburganın hepsi (zayıflıktan) belirdi.

tügül, değil: a tügül. seni de alıp ketemin: yalnız onu değil, seni de götüreceğim; ördök tügül. karğa körünböyt: ördek değil, karga bile görünmüyor.

tügülön = tükön; palan-tügülön = balan-tükön (bk. tükön)

tük, 1. tüy (tendeki). ince tüy; donğuzdan tügü: domuzun kılı: bet tügün çağırıp (insan hakkında): tüyleri örpererek, hırslanara; tük bütkön (yahut kütkön) sayın kaltırayt ats.: tüy büyüdükçe titriyor (zenginliği arttıkça, hasisliği de artıyor); 2. (menfi cümlede) asla… hiçbir veçhile, hiçbir zaman; tük cok; asla yok, katiyen yok; tükkö turbayt: hiçbir kıymeti yok; tükkö da tüşünböyt: hiçbir şey anlamıyor; tük neme; hiçbir şey: katiyen hiçbir şey; tüktö: hiçbir vakit; açta cegen kuykanı tüktö unutpa ats.: açken yediğin deriyi (bk. kuyka) tokken unutma, tokken yediğin deriyi ise, hiçbir zaman unutma!

tükön, balan sözünün tekidir; balantükön yahut palan-tükön: filanfestekiz: filanfıstık (bk. tükün, tükünçö, tükündöy).

tüksöy- = tüksüy-,

tüksüy-, 1. tüylü gözükmek, tüylü yüzlü olmak; tüksüyüp- tüktöyüp, çaçın cıyalbay cüröt: saçlarını toplap taramadan perişan bir halde geziyor; 2. mec. kin beslemek.

tüksüyt-, et. tüksü-‘den.

tükşümöl, müphem tahmin; akla gelen tasavvur, şüphe.

tükşümöldöt-: tükşümöldötüp sura-: bir şeyi artık biliyormuşsun gibi sormak ve bu suretle muhatabını cevap vermeye mecbur eylemek.

tüktö-, kabuğunu ayırmak (mes. arpayı dövmek suretiyle).

tüktönğdö- = tüksüy-.

tüktöy- = tüksüy-.

tüktöyt- = tüksüyt-.

tüktüü, tüylü, kıllı.

tüktüy- = tüksüy-.

Yüklə 5,98 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   82   83   84   85   86   87   88   89   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə