Aristotelesçİ sosyal biLİm anlayişI, poziTİVİzm ve hermeneutiK Üzerine (II)



Yüklə 145,78 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix01.11.2017
ölçüsü145,78 Kb.
#7886


ARİSTOTELESÇİ SOSYAL BİLİM ANLAYIŞI, 

POZİTİVİZM VE HERMENEUTİK ÜZERİNE (II)

Hatice Nur ERKIZAN



ÖZET

      

  Bu   çalışmanın   amacı,   Aristotelesçi   bir   kavrayış   içinden   sosyal 

bilimin   önemini   ve   işlevini   ele   alıp   tartışmaktır.   Politike’nin,   içerdiği  

konular bakımından sosyal bilime karşılık geldiğini söylemek olanaklıdır.  

Çünkü Aristoteles politike terimini sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve  

ekonomik problemleri ve konuları ele alıp tartıştığı Politika ve Etik’te  

kullanır.

Aristoteles sosyal bilimin olanaklı olup olmadığını sorgulamaktan 

çok, ne tür bir sosyal bilimin olanaklı olduğu sorusu ile ilgilenir görünür.  

Ben de bu soruyu izleyerek Aristotelesçi kavrayış ışığında çağımızın önde  

gelen   iki   sosyal   bilim   anlayışını   -pozitivizm   ve   hermeneutik-   ele   alıp 

incelemeye   çalışarak   onların   her   birinin   yalnız   yanlış   değil,   aynı  

zamanda   çok   temelli   bir   biçimde   eksik   de   olduklarını   göstermeye 

çalışacağım.   Ayrıca   W.   Dilthey   tarafından   temsil   edilen   modern 

hermeneutiğin bilim anlayışını sorgulayarak bu konuda özellikle Ihde ve 

Latour’un görüşleri üzerinde duracağım.

   

Anahtar   Kelimeler:  Sosyal   Bilim,   pozitivizm,   hermeneutik, 

Aristoteles, Dilthey.

*  *  *


                

Çağımızın   önde   gelen   sosyal   bilim   anlayışlarına   karşı,   ama 

özellikle de empirizim, pozitivizm ve hermeneutiğe ilişkin olarak, çağdaş 

Aristotelesçi anlayışın önemli temsilcilerinden biri olan Salkever oldukça 

iddialı bir biçimde şöyle bir değerlendirmede bulunur:  Onların her biri 

yanlış   değiller,   ama   çok   temelli   bir   biçimde   eksiktirler.

1

  Belki   de   en 



sonda   söylenmesi   gereken   bu   sözleri   daha   en   başta   ifade   etmenin 

gerekliliğine ilişkin nedene gelince esas olarak şu söylenebilir: Yirminci 

yüzyıl,  Batı düşüncesinin dünyayı  anlama  biçimlerine ilişkin derin bir 

entellektüel   hoşnutsuzluğun   kendini   çeşitli   biçimlerde  göstermesine 

tanıklık   etmiştir.   Bu   hoşnutsuzluğun   en   önemli   göstergelerinden   biri, 

günümüzde  modernite   üzerine  olan tartışmadır  ki,   bu tartışmalar  esas 

olarak   moderniteyi   ya   tümüyle   red   etme   veya   moderniteden   önemli 

ölçüde uzaklaşma etrafında devam etmektedir. Öyle ki, bugün artık biz 

‘modern’   miyiz   yoksa   ‘post-modern’   miyiz   sorusunun   ötesine   kadar 

gidildiğine tanık oluyoruz. Örneğin, Bruno Latour,  bizim hiçbir zaman 

 Doç.Dr., Muğla Üniversitesi Felsefe Bölümü.



1

  Stephen G. Salkever, “Aristotle’s Social Science”,  Political Theory. (Vol. 9, 

November,1981) s.508.



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

modern olmadığımızı iddia etmektedir.

2

 Özetle: hangi felsefi ve düşünsel 



geleneğin   içinden   seslendirilirse   seslendirilsin,   zamanımızın   ruhuna 

kendini   hissettiren   asıl   düşünce,   içinde   yaşadığımız   dünyanın 

algılanmasına   ilişkin   derin   bir   hoşnutsuzluktur,   ertelenemeyen   bir 

kötümserliktir. İşte ben bu bağlamda, sosyal bilime ilişkin Aristotelesçi 

bir kavrayış içinden çağımızın önde gelen anlayışlarından hermeneutik 

ve pozitivizm üzerinden ve onların eleştirisinden hareketle, ama özellikle 

de ikincisi üzerinde yoğunlaşarak, var olan  entelektüel hoşnutsuzluğu ve 

karamsarlığı ortadan kaldırmaya yönelik Aristotelesçi bir çözümü sosyal 

bilim tartışması içinden sunmaya çalışacağım.

Bu   çalışma   geçen   yıl   Muğla   Üniversitesi   Felsefe   Bölümü 

tarafından  Felsefe   ve   Sosyal  Bilimler  adı   altında   düzenlenen 

sempozyuma   sunmuş   olduğum   çalışmanın   bir   devamı   niteliğindedir. 

Yukarıda ifade ettiğim noktalara ek olarak  Aristoteles’te sosyal bilimin 

işlevi ve aynı zamanda sınırları üzerinde de durmaya çalışacağım. 

Sosyal   bilim   Aristoteles   öncesi   ve   sonrası,   yani   günümüze 

gelene   kadar   aslında   üç   büyük   ve   önemli   soruya   yanıt   aramıştır   ki, 

bunlar,  yaşamak, birlikte yaşamak  ve  iyi  yaşamaktır. Aristoteles’ten bu 

bağlamda   öğrendiğimiz   şey,   ilgili   konuların   yalnızca   daha   açık   bir 

kavranışı   değil,   doğa-kültür,   doğal   olan-özgün   olan   ve   benzeri 

dikotomilerinin   de   sınırlayıcı   ve   parçalayıcı   baskısından   kurtulmaktır. 

Çünkü   günümüzde   sosyal   bilimlere   ilişkin   tartışmaları   belirleyen   ve 

onları esir alan şey bizzat dikotomik yaklaşımın kendisidir. Bu yaklaşım 

insanı varlık karşısında olduğu kadar, kendisini kendisine karşı bölücü 

bir sonuca da götürmüştür. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, başlangıçta 

da   belirtildiği   gibi,   Batı   düşünce   dünyasında   yaşanılan   derin 

huzursuzluğun   kökeninde   bu   bölünme   yatar.   Yaşama   (zen),  birlikte 

yaşama   (suzen)   ve   iyi   yaşama   (eu   zen)   ilişkin   soruların   insansal   var 

oluşun özünden yalıtık olarak ele alınması ve onların yerine mutlak özne 

ve  mutlak   nesne    egemenliğine   dair   yapay   soruların   üretilmesi   bu 

mutsuzluk   sürecini   hızlandıran   etkenler   oldu.   Aslında   modernite 

çevresinde yoğunlaşan tartışmaların -moderniteden dramatik bir biçimde 

vazgeçişe   çağrılar   ya   da   onun   yeniden   ele   alınarak   düşünülmesi 

yolundaki   görüşler-   temelinde   tam   da   bu   bakış   açısının   doğurduğu 

gerilimler   yatar.   Öyle   ki,   bazıları   “modern”   olup   olmadığımızı 

sorgularken bazıları da, örneğin Bruno Latour, hiçbir biçimde “modern” 

olmadığımızı iddia ederek dikotomik kavrayışın  bölücülüğünü red eder. 

Bu bağlamda, dünyayı algılama ve anlama biçimine son derece 

önemli ve ciddi eleştirilerden birinin hermeneutikten geldiğini belirtmek 

gerekir. Ancak ilginç olan bir nokta var ki, o da, bizzat hermeneutiğin 

içinden hermeneuitiğe karşı çok ciddi ve sert   eleştirilerin yöneltilmiş 

olmasıdır. Don Ihde, Ian Hacking, Robert Ackerman, Peter Galison ve 

2

 Bruno Latour, We Hawe Never Been Modern, Harvard University Press, 1993.



4


Hatice Nur ERKIZAN

B.Latour söz konusu eleştirel hareketin en önde gelen isimleri arasında 

yer   alırlar.   Fakat   ben   burada   esas   olarak   Ihde’den   hareketle   bir 

hermeneutik   eleştirisini   gerçekleştirmeye   çalışacağım.

3

  Ve   bunu 



yaparken de özellikle Yirminci yüzyılın başlarında ve ortalarında egemen 

olan bilim anlayışı üzerinde duracağım.



I

Oldukça büyük bir eleştiri fırtınasının merkezinde yer alan bilim 

anlayışı, Pozitivizme ve onun çeşitli varyasyonlarına ek olarak, mantıksal 

empirizimdir.   Pozitivisit   bilim   anlayışı   modern   rasyonalist   bilim 

anlayışının son biçimlerinden biridir. Genel olarak bilindiği üzere, söz 

konusu anlayış bilimi mantıksal ve çıkarımsal bir girişim olarak görerek 

dış   dünyaya   ilişkin   kuramın   oluşturulması   ve   onun 

doğrulanması/yanlışlanması   üzerinde   durur.   Bütün   bunlar   ise 

pozitivizmin  modern epistemolojiden hareket ettiğini açık bir biçimde 

gösterir.   İşte   sorgulanacak   olan   da,   aslında,   bilimin   bu   modernist 

kavranışı olacaktır.

İlginç   olan   nokta,   eğer   modern   Batı   düşüncesine   yöneltilen 

itirazlar   genel   olarak   ele   alınırsa,   hermeneutiğin   ciddi   bir   alternatif 

olabileceğidir. Fakat altının çizilmesi gereken çok önemli bir nokta var 

ki,  o  da  bizzat  hermeneutiğin kendisinin nasıl   anlaşılması  gerektiğine 

ilişkin   tartışmaların   ve   problemlerin   nasıl   çözümleneceğidir.   Ihde’ye 

göre yapılması gereken, biraz paradoksal gibi görünse de, hermeneutiğin 

ne olduğunu anlamanın yanı sıra bilimin ne olduğunu anlamaktır. Ancak 

bundan   sonra,   her   ikisini   de   birbiri   ile   bağlantıya   geçirmek   olanaklı 

olacaktır. Fakat durum göründüğünden çok daha karmaşıktır; çünkü ne 

hermeneutik ne de bilimin kendisi açık ve basit bir yapı gösterir. Sonra, 

ikisini  birbirinden  bağımsız   bir  biçimde  ele   alıp analiz   etmek   de  pek 

olanaklı değildir. Dolayısıyla  hermeneutiğin bilim ile bağlantılı olarak 

ele   alınmasının  yanı  sıra,  bilim felsefeleri   ile  de   bağlantılı   olarak ele 

alınması   gerekmektedir.   Başka   bir   ifadeyle   bilim,   bilim   felsefesi   ve 

hermeneutik   arasındaki   bağıntı   farklı   olabileceği   gibi   bilim   ile   bilim 

felsefeleri de birbirinden farklı bağıntılara sahip olabilir. Bu son derece 

karmaşık   yapıyı   çözümleme   konusundaki   karışıklıkları   ve   itirazları 

birbirinden farklı olarak ele alan iki yaklaşım vardır. Bu iki yaklaşım 

modern   hermeneutik   ve   post-modern   hermeneutik   olarak 

adlandırılmaktadır.   Modern   hermeneutiğin   en   önde   gelen 

savunucularından   biri   Karl   Otto   Apel’dir.   Ona   göre,   bilim   ancak   ve 

ancak   tarihsel   ve   kültürel   bir   fenomen   olarak   hermeneutiğin   konusu 

olabilir.   Dolayısıyla,   bizzat   bilimi,   bilimin   ortaya   koyduğu   ürünleri 

doğrudan kendisine  konu  edinen bir  hermeneutik söz  konusu  olamaz. 

Başka   bir   ifadeyle,  şeylerin  hermeneutiğinden   söz   edemeyiz.   Modern 

3

 Don Ihde, “Expanding Hermeneutics, (2001),



http://www.sunysb.edu/philosophy/research/ihde_6.html, 25.12.2004.

5



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

hermeneutiğin   en   önemli   özelliklerinden   biri   de,   kültür   ve   doğa 

karşıtlığını   sert   bir   biçimde   savunmaya   bağlı   olarak,   insan 

bilimleri/sosyal   bilimler/kültür  bilimleri/tin  bilimleri   ile  doğa  bilimleri 

arasındaki karşıtlığı aynı biçimde  sürdürmesidir.

Post-modern   hermeneutiğe   gelince:   bu   anlayışa   göre,   bilim 

hermeneutiği   ile   hermeneutik   bilim   felsefesinin   birbirinden   ayrılması 

gerekir. Söz konusu yaklaşım hermeneutiğin yalnızca bilim felsefesi ile 

sınırlandırılmaması gerektiğini, bilimin hermeneutik bir kavrayış ışığında 

da   yapılabileceğinin   altını   çizer.   Bu   anlayışın   önde   gelen   temsilcileri 

arasında   Kampis,   Ropolyi   ve   Ihde   gelmektedir.   Bu   iki   yaklaşımı 

gelenekselci  hermeneutik  ve  genişlemeci   hermeneutik  olarak   da 

nitelemek olanaklıdır. Her ikisi arasındaki en önemli farklardan biri de, 

ilkinin modern doğa bilimi anlayışını genel olarak doğru olarak kabul 

etmesine karşın ikincisinin bunu red etmesidir.

4

20.   yüzyılın   önde   gelen   hermeneutikçilerinden   Ricoeur, 



hermeneutiğin   kökeninin   Aristoteles’in  Peri   Hermenias’ına   (Yorum 

Üzerine)   kadar   geri   götürülebileceğini   belirtir.   Sözü   edilen   çalışmada 

hermeneutik insanın anlama yetisine ilişkin genel bir kuramı ifade eder. 

Şimdi  eğer   durum  bu ise,  hermeneutik,  insanın  anlama   yetisi   üzerine 

genel bir kuramdan başka bir şey değildir. Bu bağlamda hermeneutik, 

belli   bir   tarihsel   dönemin   ve   yönelimin   sınırları   arasında   ele   alınmak 

durumunda da değildir.

Avrupa’nın Antik düşünce ile bağlarının zayıflaması ve alt-üst 

olması sonucu, modern-öncesi hermeneutik gittikçe daralan bir disiplin 

haline gelmiş ve  bunun sonucu olarak da o, daha çok yazılı metinlerin, 

özellikle de kutsal metinlerin bir yorumuna dönüşmüştü. Ve bu durum 

modernitenin   ortaya   çıkışına   kadar   pek   de   değişmedi.   Bu   nedenle, 

hermeneutik   moderniteyi   biraz   gerilerden   izledi   denilebilir;   çünkü 

hermeneutik   19.   yüzyılın   sonlarında   ve   yirminci   yüzyılın   başlarında 

Friedrich Schleiermacher (1768-1834) ve Wilhelm  Dilthey (1833-1911) 

ile birlikte felsefi bir karakter kazanıp salt yorumun/anlamanın ötesine 

gidebildi ancak.

Schleiermacher’in   kendisi   bir   teolog   olarak   heremenuitiği 

tarihsel bir disiplin haline getirdi. Bu ise, gerçekte hermeneutiğin felsefi 

antropolojiye   ve   psikolojiye   dönüşmesi   ile   sonuçlandı.   Ancak 

hermeneutiğe   modern   ve   kanonik   kimliğini   kazandıran   Dilthey   oldu. 

Onunla   birlikte   hermeneutik   insan   bilimleri/tin   bilimleri   olarak 

yorumlanarak   çeşitli   disiplinlere   uygulandı.   Bu   ise   hermeneutiğin   bir 

anlama bilimine, yorumlama bilimine dönüşmesi ile sonuçlandı. Dilthey 

ile   birlikte   anlamaya/yorumlamaya   dayalı   insan   bilimleri   ile   doğa 

bilimleri   birbirinin   karşısına   konuldu.  Naturwissenshaft  açıklamaya 

4

 Ihde, s.3.



6


Hatice Nur ERKIZAN

dayalı   olmak   bakımından  Geisteswissenschaft’dan   bütünüyle   ayrı 

tutuldu.  Onların aralarında ne yöntem ne de erek bakımından herhangi 

bir ortaklık söz konusu değildi. Bu ayrımın kendisi Dilthey ile birlikte 

kanonikleşti.   Modern   hermeneutik   insan   bilimleri   metodolojisine 

dönüşmüş olmak bakımından yorumun ötesine geçmiştir. Fakat yine de 

bunun   genel   bir   metot   olduğu   söylenemez   ve   bu   biçimiyle   de   doğa 

bilimlerinin bütünüyle dışındadır.

Yirminci   yüzyılın   ortalarından   itibaren   felsefi   hermeneutik 

fenomenolojinin   ortaya   çıkışı   ile   farklı   bir     nitelik     kazandı.   Martin 

Heidegger, Hans-Georg Gadamer ve Paul Ricoeur alanın önde gelen en 

büyük  temsilcileri  olarak karşımıza  çıkarlar.    Çağımızın  bu üç  büyük 

düşünürü ile hermeneutik yeni bir yöne uzanır: ontoloji. Bu yeni yönelim 

hermeneutik   ontolojiden   hareketle   tarihsel   ve   insansal   olanın   ötesine 

geçmenin   genel   bir   yönteminin   olanağına   işaret   eder   gibidir.   Bu   ise 

ontoloji ve epistemoloji karşıtlığı üzerinden kendini duyurur. Heidegger, 

Gadamer ve Ricoeur ile hermenutik, Dilthey’in modern hermeneutiğini 

geride bırakır. Başka bir ifadeyle, ontoloji epistemolojiyi yerinden eder. 

Hiç   kuşkusuz   bu   modern   epistemolojinin   iddialarını   da   bir   tarafa 

atmaktan   başka   bir   anlama   gelmez.   Ancak   bu   kez   karşılaşılan   sorun, 

hermenuitik ontolojinin epistemolojik sonuçlarının ne olacağıdır. Gerek 

Heidegger   gerek   Gadamer   ve   gerekse   Ricoeur,   hemen   hemen 

anlama/açıklama konusuna hiç değinmezler. Bunun yerini, geç modern 

hermeneutikte   de   olduğu   gibi,   bilginin   -ki   bu   ister   bilimsel   isterse 

kültürel   alana   ait   olsun-   ilke   olarak   ontolojiden   nasıl   elde   edileceği 

almıştır. Başka bir ifadeyle, bilginin varlıktan nasıl türetileceği felsefi 

soruşturmanın merkezine yerleşmiştir. Böylece teorik ve pratik, açıklama 

ve   anlama   ve   elbette   çok   daha   genel   olarak,   anlama   ve   açıklama 

dikotomileri bir tarafa bırakılmıştır.

5

Modern   hermeneutiğin   ortaya   çıkışı   ile   (Schleiermacher, 



Dilthey) modern doğa biliminin kendini kabul ettirmesi aşağı yukarı aynı 

zamana denk gelir. İlgili dönemin bilim anlayışı açık ve net olarak her 

türlü göreliliğin dışındadır. Geisteswissenschaft karşısında yer alan doğa 

bilimi   anlayışına   göre,   her   türlü   öznelliği   (gözlemden   ve   bağlamdan 

bağımsız)   dışarıda   bırakan   bilgi   elde   etmek   olanaklıdır.   Bu   ise   hiç 

kuşkusuz   öncelikle   zamanın   ve   mekanın   mutlak   olarak   varlığının 

kabulünü gerektirir. Ve doğanın bilgisini elde etmenin yolu da hipotetik-

dedüktif   yöntemden   geçer.   Bilgi   ile   bilginin   konusu   arasında   tam  bir 

örtüşme   vardır.   Bilginin   konusunu   oluşturan   şey   alanı  belirlenmiştir

Dolayısıyla ona ilişkin bilginin kendisi de doğal ve zorunlu olarak her 

türlü olumsallığın dışındadır.

6

5



 Ihde, s.3. Aynı zamanda Ihde’nin bir diğer önemli çalışması için: Instrumental 

Realism,  Indiana University Press, 1991.

7



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

Şimdi   böyle   bir   anlayışın   ve   yöntemin   insan   bilimlerine 

uygulanamayacağı   açıktır.   Aslında   bu   bilim   anlayışının   onaylanması, 

modern hermeneutikte insan bilimleri ve doğa bilimleri arasında yapılan 

çok sert bir ayrım üzerinden kendini çok açık bir biçimde görünür kılar. 

Yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkan hermeneuitiği karakterize eden 

de, bu kabulün kendisi olmuştur. İlginçtir ki, aynı ayrım pozitivist bilim 

felsefesinin   de   temel   hareket   noktasını   teşkil   etmiştir.   Özetle:   hem 

pozitivizm   hem   de   hermeneutik   aynı   bilim   anlayışından   hareket 

etmişlerdir.

Aslında   insan   dünyasının   bütünsel   bir   biçimde   yeniden 

düşünülmesi   gerektiğine   ilişkin   ilk   uyarı   da   yine   bilimden   geldi; 

bilimdeki   paradigmanın   değişmesinden   geldi.   Böyle   bir   değişimin   ilk 

başlatıcısı Einstein’ın görelilik kuramı oldu ve bunu daha sonra kuantum 

fiziğindeki gelişmeler izledi. Bu her iki gelişme modern bilimin “bakış 

açısız”   olmadığını,  bizzat  bilimi   yapan  insanın hem ontik  ve  hem de 

epistemik açıdan bilimin en önemli öğesi olduğunu gösterdi. İşte bunun 

doğa-kültür, doğa bilimleri-insan bilimleri, açıklama ve anlama ayrımına, 

elbette ve özellikle yirminci yüzyıl  hermeneutiğine meydan okuyacağı 

açıktır. Varlığı bölemezsiniz; hele hele bilgiyi varlığın üstüne çıkararak 

asla.

Hermeneutik ontolojinin tohumları da zaten determinist bilimin 



yerini alan yeni bilimin içinde yeşermeye başlamıştı.  Noema  ve  noesis 

bağıntısı,   kuantum  fiziğinde,   gözlem   yapan   kişinin  her   türlü  ölçmede 

dikkate   alınması   gerektiği   biçiminde   kendini   duyurur.   Eğer   bir   şey 

görülmüyorsa  o şey görülene kadar gerçek olamaz. Görünür olma  ise 

bilen   ile   bilinenin,   başka   bir   ifadeyle,   “bakan”   ile   “bakılanın” 

etkinleşmesini gerektirir. O nedenledir ki, modern hermeneutiğin sözünü 

ettiği   bilim,   günümüzde   üzerinde   konuştuğumuz   bilim   değildir   artık. 

Paradigma   çoktan   değişmiştir.   Ve   bu   kökten   değişmeleri   dikkate 

almadan modern bilim üzerinden sosyal  bilimi  kurmak ve sürdürmek, 

hem tarihe ve hem de tarihsel gerçekliğe uygun olamaz.

Bilimdeki   gelişmeler,   hiç   kuşkusuz,   bilim   felsefesinde   de 

yansımalarını hissetirdi. Pozitivist bilim felsefesi, Kuhn-öncesi döneme 

aittir. Özellikle 1950’lerden sonra bilimin evrensel ve zorunlu teoriler 

toplamı   olduğu   düşüncesi   çoktan   geçerliliğini   yitirmiştir.   Sonraki 

dönemde bilim üzerine çok çeşitli düşünceler ileri sürüldü. Bunların en 

önemlilerinden biri,  bilimin sosyolojisi  üzerinden oldu. Yetmişlerde ve 

seksenlerde   yükselen   düşünce,   bilimin   yalnızca   tarihsel   boyuta   değil 

6

  Türkiye’de Hermeneutik üzerine yapılan çalışmaların gittikçe arttığına tanık 



olunmaktadır. Bu konuda kuşkusuz en yetkin isimlerden biri Doğan Özlem’dir. 

Onun özellikle iki yapıtı ilgili konuda son derece aydınlatıcıdır: Kültür Bilimleri 



ve   Kültür   Felsefesi,   İnkılap   Kitabevi,   İstanbul,   2000;  Bilim   Felsefesi   (Ders  

Notları), İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2003.

8



Hatice Nur ERKIZAN

sosyal   boyuta   da   sahip   olduğunu   derinden   duyurdu.  Bilimi   tarih 



yaratmaz; çünkü zaman ve mekan sosyal/toplumsal boyuttan bağımsız 

olarak hiçbir anlama sahip değildir. Bilim bir toplumda ve sosyal oluşum 

içinde var olabilir ancak. Tüm bu tartışmaların sonucu şu oldu: Hiçbir 

şey tek boyutlu ele alınamaz; buna bilim de dahildir.



II

Yukarıda modern bilimin ortaya çıkışı ve buna bağlı gelişmeleri 

genel   olarak   ele   aldıktan   sonra   şimdi   de   Aristoteles’in   düşüncelerini 

izleyerek   sosyal   bilime   ilişkin   yeni   bir   kavrayış   ortaya   koyma 

denemesine  girişilecektir.  Öncelikle  belirtmek   gerekir  ki,  Aristotelesçi 

sosyal   bilim,   her   türlü   yöntemsel   sınırlamaların   dışındadır.   Ancak   bu 

sosyal olduğu belirtilen her şeyin gözü kapalı benimsendiği anlamına da 

gelmez.  Aristotelesçi   yaklaşım   sosyal   bilimin   işlevine   ilişkin   sorular 



ışığında kendini kurar.  Bu sorulara ise, daha önce de belirtildiği gibi, 

esas olarak üç  düşünsel kaygı  eşlik eder:  yaşamak, birlikte yaşamak  ve 



iyi yaşamak. İnsanın karşılaştığı tüm problemler bu üç soru etrafında ele 

alınır.   Aristotelesçi   sosyal   bilim   insanın   deneyimi   ışığında   onları 

yanıtlamaya  ve   çözmeye  çalışır. Böyle bir sosyal bilim, hiç kuşkusuz 

politik etkinlik ile içsel bir bağlantı içindedir; ama o salt politik etkinliğe 

indirgenemeyeceği   gibi,   diğer   bilimler   ile   de     bağlantısız     olarak 

düşünülemez. Yani hiçbir bilim salt kendinden menkul değildir. Modern 

hermeneuitiğe yöneltilen eleştirilerin temelinde de bu anlayış  yer  alır. 

Böyle   olması   bakımından   onların   Aristotelesçi   kavrayış   ile   uygunluk 

içinde olduğunu söylemek olanaklıdır. 

Şimdi;   modern   hermeneutiğin   kendini   doğa-kültür   ayrımı 

üzerinden kurduğuna daha önce işaret edilmişti. Sözü edilen dikotomiden 

yaşamın tüm alanlarına ilişkin bölünmelere uzanıldı. Ihde bu bölünmenin 

taşıdığı potansiyel tehlikelerin farkında olarak onları tümüyle  temelsiz 

bulur ve red eder. Ona göre, varlığa uzanamayan hermeneutik salt bir 

retorik olarak kalmaya  yazgılıdır. Ben bu kavrayışı daha çok ontolojik 

hermeneutik   olarak   adlandırmanın   uygun   olacağını   düşünüyorum.   O 

nedenle, sosyal bilimler ve doğa bilimleri ayrımını mutlaklaştırmaktan 

uzak,   her   ikisinin   de   temelini   oluşturan   bir   bakış   açısının   ortaya 

konmasının gerekliliğine inanıyorum.

Tarih   boyunca   bazı   metaforlar   bilimsel   ve   düşünsel   evrende 

ağırlıklı olarak kendilerini hissettirmişlerdir. Öyle  görünüyor ki, doğa-

kültür  ayrımı   da,  en azından günümüzde,   artık  metaforik bir  karakter 

kazanmış  gibidir. Ihde ve Latour özellikle bu noktanın altını çizerler. 

Önce,   doğal   ve   kültürel   olanın   ne   olduğu   günümüzde   anlamsız   bir 

sorudur. Örneğin, ozon tabakasının delinmesi hem kültürel hem de doğal 

bir   olaydır.   Bu   olayın   kendisini   hiçbir   dikotomiye   dayanarak 

açıklayamadığımız gibi anlayamayız da. Sonra, bazı elementler doğada 

doğal halde bulunmayıp ancak laboratuar koşullarında üretilebiliyorlar: 

9



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

Lantanidler   ve   Aktinidler   gibi.   Polimerler   ve   plastikler   de   yapay 

moleküllerin sonucu olarak ortaya  çıkarlar. Onlara doğada rastlanmaz. 

Bütün bu söylenenlerin gösterdiği şey, modern   hermeneutiğin modern 

doğa   bilimini   referans   alarak   doğa-kültür   ayrımını   sürdürmesinin 

anlamsız olduğudur. Birincisi, bilimin paradigması değişmiştir; ikincisi 

de,   buna   bağlı   olarak   bilimin   felsefesinin   artık   farklı   bir   yörüngeden 

hareket   ediyor     olmasıdır.   Çünkü   bilim   sosyal,   tarihsel   olduğu   kadar 

teknolojik   boyuta   da   sahip  olan   bir   şeydir.  Bilim  ve   doğal   olarak  da 

sosyal bilim sui generis değildir; tıpkı doğa bilimleri gibi.

7

Bu   noktada   post-modern   terimine   ilişkin   kısa   bir   açıklama 



yerinde olacaktır. İlgili terim oldukça rahatsız edici anlamlara bürünmüş 

görünmektedir. Öyle ki o birçok saçmalığı ve yüzeyselliği ifade etmek 

için   kullanılmış   olsa   da,   bu   çalışmada   geçip   gitmekte   olan   modern 

dönemin son aşamasını tanımlama bağlamında kullanılacaktır.

Ihde,   hermeneutiğin   yalnızca   bilimin   tarihi   ile   sınırlanmaması 

gerektiğini belirterek onun saf bilimin alanına kadar uzanması gerektiğini 

söyler. Başka bir ifadeyle: hermeneutik doğa-kültür ayrımının yanı sıra 

kendi kendini bilimin salt kültürel, tarihsel veya sosyolojik boyutunu ele 

alma sınırlılığından da kurtarmak zorundadır. Bilim çok etkenli ve çok 

boyutludur. Bu gerçeğin kendisi bilimlerin/bilimin hermeneutiğinden söz 

etmenin   son   derece   yerinde   olduğunu   göstermektedir.   Çünkü   ancak 

böylece   hermeneutik,   var   olanı   salt   anlama   ve   yorumlama   çabasının 

ötesine geçebilir. Yukarıda bilimsel  ve düşünsel evrene zaman zaman 

egemen olan metaforlardan söz edilmişti. Gerçekten de bu metaforların 

incelenmesi felsefi açıdan çok ilginç sonuçlara götürmektedir. Örneğin, 

mekanik ile ilgili metaforlar modernitenin erken dönemlerinde oldukça 

baskın bir biçimde kullanılıyordu. İlginçtir ki, yirminci yüzyıla egemen 

olan dilsel metaforlardır. 

Genetik   ile   ilgili   dil,   özellikle   de   bioteknolojik   bilimler, 

metaforlarla   doludur.   DNA’nın   bir   şifre   olarak   tanımlanması,   genler 

arasındaki   iletişim,   bilim   ile   metaforun   her   zaman   iç   içe   olduğunu 

göstermektedir. Tüm bunları değerlendirebilmek için bilimin etkin olarak 

biçimlenmesine de katkıda bulunmak gerekmektedir. Bunu ise modern 

hermeneutiğin   salt   yorumlayıcı/anlamacı   tutumu   ile   gerçekleştirmek 

olanaksızdır.   Bilime   etkin   ve   kurucu   olarak   katılmanın   yolu   yeni   bir 

anlayışı talep eder. 



III

7

  Juergen   Habermas   Aristoteles’in   etiğini   ve   politikasını   onun   fiziğinden   ve 



metafiziğinden bağımsız  olarak ele almanın olanaksız olduğunu savunur. Ben 

buna   bütünüyle   katılıyorum.   Çünkü;  energeia,   entelecheia,   ousia,   dunamis 



hexis, phusis ve nous kavramlarından bağımsız olarak   Nikomakhos’a Etik’i ve 

Politika’yı okumak olanaksız olduğu gibi anlamsızdır da.  Communication and 

the Evolution of Society, (çev. T McCarthy, Boston: Beacon Pres, 1979).

10



Hatice Nur ERKIZAN

Aristoteles nasıl bir sosyal bilim önermektedir? Sosyal bilimsel 

soruşturma   için  model   oluşturacak  bilimler   var   mıdır   ve   eğer   var   ise 

bunlar hangileridir? Matematik ve fizik, sosyal bilimsel sorgulama için 

bir model olamaz; çünkü insanlar en azından yetenekler bakımından eşit 

değildirler. Sonra kültürden kültüre farklılıklar  söz konusudur ve onların 

hepsini tek bir evrensel yasa altında toplamak ve anlamak olanaksızdır. 

Bu anlamda,  pozitivist rüyayı  gerçekleştirmeye  insanın ontolojik yanı 



izin vermez görünür. Kültürü oluşturan tüm görünümleri analiz etmek de 

yeterli   bir   kavrama   sağlayamayacaktır;   elbette   sosyal   bilimci/sosyal 

bilim   sosyal,     politik   ve   kültürel   olanı   okumayı/anlamayı   bilecektir; 

ancak   bu,   onların   doğruluğunu   sorgulamasız   kabul   etme   anlamına 

gelmez.   Ayrıca   sosyal   bilim,  sui   generis  değildir.   Aristoteles’e   göre 

sosyal bilimler diğer bilimler ile bağlantı içinde olmalıdır. Örneğin, bir 

sosyal bilimci bir hekim gibi, tikel olanın deneyimine sahip olmanın yanı 

sıra   genelin  bilgisine   de   sahip  olmalıdır.   Sosyal   bilim,   aynı   hekimlik 

sanatında olduğu gibi, hem tikelin deneyimini hem de genelin bilgisini 

talep eder. Bu iki öğe birbirine indirgenemez. Aristoteles’in sosyal bilimi 

fiziğin   ya   da   matematiğin   ilkeleri   gibi   evrensel   ilkeler   altında 

görmemesinin   nedeni,   sosyal   ontolojisinin   evrensel   önermelere   izin 

vermemesidir.   İkinci   olarak,   sosyal   gerçeklik   oluş   içindedir.  İnsan 

dünyaya   geldiği   gibi  gitmez   dünyadan.  Alışkanlıklar,   yetiştirilme 

biçimleri,   karakter   özellikleri   insanın   yaşama   alanını   biçimlendirir   ve 

tüm   bunlar   durağanlığa   değil   harekete   ve   sürece   işaret   ederler.   Son 

olarak da, Aristoteles’e göre, sosyal bilim kendinde bir amaç değildir; o, 

iyi eylemek ve iyi yaşamak için girişilen bir etkinliktir. 

Aristoteles  Politika’nın   II.   Kitabında,   sosyal   bilimcinin   ele 

alması gereken dört temel konuyu dile getirir: 

I)

Sosyal   bilimci   en   iyi   yönetim   biçiminin   ne   olduğuna 



ilişkin teorik bir kavrayışa sahip olmalıdır. Bu kavrayışın kendisi, içinde 

bulunulan   sosyal   durum,   insanların   sahip   oldukları   yetenekler   ve 

eğilimler   ile   uygunluk   içinde   olmalıdır.   Çünkü   hiçbir   bilgi   kendisine 

konu   olan   şeyi  umursamamazlık  edemez.  Bilen   ile   bilinen,  birbirini 



görme,   birbirine   duyarlı   olma   durumundadır.   Bu   ise,   hiç   kuşkusuz, 

insan için en arzu edilen, en iyi yaşamın ne olduğuna ilişkin bir anlamayı 

gerekli   kılar.   Sosyal   bilimi   böyle   bir   yönelme   olmadan   düşünmek 

olanaksızdır. İçinde var olan yapı  yalnızca  anlamanın konusu olsaydı, 

daha iyi bir dünya, daha iyi  bir yaşam için gösterilen çabaların hiçbir 

anlamı olmazdı. 

II)

İkinci   problem   kültür   ile   yönetim   biçimi/biçimleri 



arasındaki uygunluğun veya uygunsuzluğun bilinmesidir.

III)


Sosyal   bilim,   hangi   kültürel   yapı   içinde   hangi   siyasal 

yönetim   altında   olunursa   olunsun,   insan   için   iyi   yaşamın   yolları   ve 

11



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

olanakları konusunda düşünceler ve çözümler  önermek durumundadır. 

Bu kavrayışın kendisi elbetteki birinci konu ile doğrudan bağlantılıdır.

IV)


Son olarak, sosyal bilim/bilimci sosyal ve kültürel yapıyı 

daha   iyiye   taşımanın   tekniklerini   hem   bilmek   ve   hem   de   yaratmakla 

yükümlüdür.

  Aristoteles   gerek  Politika  ve   gerekse  Etik’te   yukarıda   ifade 

edilen dört temel problemin/konunun tek bir bilimin, yani sosyal bilimin 

işi   olduğunu  ısrarla   vurgular.   Ona   göre;  sosyal   bilim  politik   yaşamın 



genel ereğini anlamak/bilmek  zorundadır.

Her ne kadar birbirinden farklı kültürler ve sosyal yapılanmalar 

söz   konusu   olsa   da   sosyal   bilim   tüm   bu   yapılanmalarda   şu   veya   bu 

biçimde     var   olan   insan   için   iyi   olan   yaşamın   ne   olduğuna   ilişkin 

kavrayışları tanımak, göstermek ve anlamak zorundadır. Bu ise, modern 

hermeneutikte   olduğu   gibi,   insanların   düşüncelerini   tekrar   etmekten 

ibaret olamaz.

Sosyal bilimlere ilişkin yöntemin doğruluğu ve yanlışlığı sosyal 

bilimin   konusuna   ilişkindir.   Tüm  insansal   yaratılar,   kültürler,   yasalar, 

hukuksal ve toplumsal düzenlemeler tek bir erek ışığında anlaşılabilir: 

İyi   yaşamı   oluşturan   şeyin   neler     olduğu,   iyi   yaşamın   ne   olduğu. 

Aristoteles,   insan   için   iyi   olanın   ne   olduğu   sorusuna   “yaşamı 

çiçeklendiren”, “yaşamın çiçek gibi açılmasına olanak tanıyan şey her ne 

ise   o   olan”   anlamına   gelen,  eudaimonia  yanıtını   verir.   Ve   de   eğer 



eudaimonia’nın süreç (kinesis) değil de bir etkinlik (energeia) olduğu 

anımsanacak olursa, onun halihazırda gerçek olan bir obje, bir şey gibi 

var olduğu söylenemez. Dolayısıyla, sosyal bilim olanaklıdır, ama onun 

bulguları matematik ve fiziğinkiler gibi değildir.

8

Aristoteles’in sosyal  bilimcinin iyi  yetişmiş  olması  gerektiğini 



belirtmesi  belki günümüz  değer dünyası  içinde biraz rencide edici ve 

biraz da bilim-dışı görülebilir. Ancak burada söz konusu olan, sosyal 

bilimcinin yüksek bir sınıfa ait olması değildir. Nasıl ki bilgi, bilen ile 

bilinen arasındaki benzerliği gerektirirse,  iyi yaşama  ilişkin kavrayışın 

kendisi de onunla tanıdık olmadan ortaya  çıkamaz. Çünkü  iyi yaşama 

ilişkin   kavrayış   aşkın   alanda   değil,   bizzat   insanın   deneyim   alanında 

kendini kurabilir, orada ortaya çıkabilir. Aristoteles Etik’te (1095 b 4-6) 

iyi şeyleri anlamak için iyi yetiştirilmiş olmak gerektiğini söyler. Sosyal 

bilim   için   en   önemli   başlangıç   noktası  hexis  (kişilik)   veya   yaşama 

yoludur. Yani burada söz konusu olan, bir yaşama yolunun insanın kendi 

varlığını   gerçekleştirmesine,   varlığına   gitmesine   izin   vermesi   ya   da 

vermemesidir. İyi bir yaşamın ne olduğunu algılayamayan biri iyinin ne 

olduğunu da bilemez. Örneğin, eğer sosyal bilim ile uğraşan biri, farz 

edelim bir katil veya  bir hırsız veya  bir uyuşturucu pazarlayıcısı, çok 

8

 Nikomakhos’a Etik: 1142a 12-19, 1103b 26-29, Metafizik: 981a 12-39.



12


Hatice Nur ERKIZAN

kötü bir biçimde yetiştirilmişse, insan için iyi olan hakkında doğru bir 

algılamaya ve kavrayışa sahip olamayacaktır. Oysa bu ne matematik ne 

geometri ve  ne de fizik için önemli değildir.  Etik  1095a 2-13 satırları 

arasında Aristoteles  gençlerin (hoi neoi) sosyal bilim ile uğraşmalarının 

uygun   olmadığını   iki   nedene   dayalı   olarak   şöyle   açıklar:   I)   deneyim 

eksikliği   II)   akıldan   (logos)  çok   duygulanımlar   (pathos)  tarafından 

yönlenmeleri ve etkilenmeleri. Burada önemli olan, ister yaş bakımından 

isterse   de  kişilik   bakımından     olsun   “genç   olan”da   eksik   olan 

“duygulanımlara”  (to kata pathos zen  )  göre yaşamadır. Hiç kuşkusuz 

bu analojiler insan için iyi olanın subjektif olduğunu kabul edenler için 

hiçbir şeyi  kanıtlamaz,  göstermez.  Ancak insan ve onun için iyi  olan 

hakkında zaten insanı aşan ve ona aşkın olan bir kanıt da söz konusu 

olamaz. 

Aristoteles’in tıp ile sosyal bilim arasında deneyim bağlamında 

benzerlik kurmasının bir   nedeni de şudur: Nasıl ki hekimlik sanatının 

işlevi ve anlamı insanları, hasta insanları tedavi etmek ise, sosyal bilimin 

anlamı   ve   işlevi   de   içinde   bulunulan   kültürel   yapılanmaya   ilişkin 

eleştiriler   ve   öneriler   geliştirerek   onları   iyi   ve   sağlıklı   bir   yapıya 

ulaştırmaktır. Politika  böyle bir çabanın somut örneğini teşkil eder. Aynı 

bir   doktor   gibi,   sosyal   bilimci   de   sosyal   gerçekliğin   teorik   olarak 

kavranışından kaçamaz; çünkü nasıl sağlıklı olmanın ne demek olduğuna 

ilişkin   bir   kavrayışa   sahip   olmadan   bir   doktor   bir   hastayı   tedavi 

edemezse, sosyal olanın teorik kavrayışına sahip olmayan biri de sosyal 

bilimci olamaz. Dolayısıyla, ne olursa olsun, belli bir olay ya da kültüre 

ilişkin deneyim şarttır. İnsanı ve onun evrenini oluşturan, kuran öğeleri 

hipotetik-dedüktif   yöntemi   izleyerek   pozitivistlerin   amaçladıkları   gibi 

evrensel   yasalar   altında   kavramamız   olanaksızdır.   Fakat   belirtmek 

gerekir   ki,   insana   özgü   olan   bu   “farklılık”   hiçbir   biçimde   insanın 

romantik   veya   hermeuitik   kavranışına   da   dayanmak   zorunda   değildir. 

Çünkü   tikel   farklılığın   kendisi   evrenselleştirilemez.   Sosyal   bilim 

bağlamında farklılık son derece açıklanabilir bir şeydir ki, o, insanların 

sahip   oldukları   yetenekler   bakımından   eşit   olmadıklarına   göndermede 

bulunur. Bu ise, insanlar arasındaki farklılığın asla tözsel kılınamayacağı 

sonucuna vurgu yapar. Ve insanın ilineksel özelliklerinden hareketle bir 

sosyal bilimin olanaksızlığı da bu zeminde kendini gösterir. Başka bir 

ifadeyle,     doğal   çoğulluğun   kendisini   ilinek   ve   töz   kavramı   dışında 

kavrama, olsa olsa sosyal bilimin kendi kendini imha etmesine yol açar.

Aristoteles’in sosyal bilimin doğasına ilişkin düşüncelerinden en 

iyi   bilineni,   onun   politika   üzerine   olan   tanımıdır.   Aristoteles   için 

politikanın işlevi ve ereği bilimsel bir teoriye  ulaşmak değildir;  fakat 

erdemin   geliştirilmesidir.   Bu   sözler,   ilginçtir   ki,   aynı   zamanda 

Aristoteles’in   hermenutik   ile   olan   yakınlığını   göstermek   için   de   en 

inanılır ve en geçerli kanıt olarak gösterilir. Aristoteles  Etik  1103b 26-

29’da şöyle  der:  Şimdiki incelememizin amacı teorik bilgi elde etmek  

13



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

değildir diğerlerinde olduğu gibi (çünkü biz erdemin ne olduğunu bilmek  

için   inceleme   yapmıyoruz   fakat   iyi   insan   olabilmek   için   inceleme  

yapıyoruz; yoksa yapılan şeyin bir yararı olmazdı).

Aristoteles   burada   hiç   kuşkusuz  praksis’in  theoria’ya   ya 

üstünlüğünü   ifade   etmiyor;   çünkü   eğer   öyle   olsaydı,   Nikomakhos’a 

Etik’in X. kitabında teorik yaşamın üstünlüğünü güçlü bir biçimde dile 

getirip   onun   önemini   vurgulamazdı.   Aristoteles’in   bu   konudaki 

düşüncesini anlayabilmek için onun bazı şeylerin kendileri için olmaları 

ile diğer bazı şeylerin bir başka şey için olmaları (to be for the sake of 



itself and to be for the sake of something)  konusundaki düşüncelerine 

başvurmak gerekir. 

Aristoteles’in   sosyal   bilim   anlayışı   ile   modern   hermeneutik 

birçok  bakımdan   birbirlerinden  temelli   bir   biçimde   ayrılırlar.Birincisi, 

insanın   dikotomik   olarak   bölünmesini   onaylamaz.   Çünkü   doğa-kültür 

karşıtlığının kendisi temelsizdir. Aristoteles Fizik’te bir evrensel doğanın 

olmadığını,   böyle   bir   ifadenin   olsa   olsa   metaforik   bir   anlama   sahip 

olabileceğini   belirtir.   Oysa   hermeneutiğin   insan   tanımı   doğa-kültür 

ayrımı üzerinden yapılır ve insan bu kavrayış içinde  neredeyse varlığını 

varlığı   inkar   ederek   kurma   tercihi   ile   karşı   karşıya   bırakılır.   Varlığı 

küçümseyen öznelerin sayısı ve ne olduğu –ister insan/insanlar isterse  

Tanrı   olsun-   önemli   değildir   artık.   Çünkü   insanın   kendini  

gerçekleştirmesinin olanağı varlığı red etmesine bağlı kılınmıştır.  Oysa 

Aristoteles’e göre, insan kozmostaki en iyi  şey değildir. Yani her şey 

insan   için   birer   araç   değildir;   onun   için   meydana   gelmemiştir. 

Dolayısıyla,   sosyal   bilim   de   en   yüksek   ve   en   şerefli   bilim   değildir. 

Aristoteles  Nikomakhos’a  Etik’te (1141a s. 20-22) şöyle der:  ... sosyal 

bilimin (politike) veya yaşama bilgeliğinin (phronesis) en yetkin bilgi 

formu olduğuna inanılması tuhaf olurdu, çünkü insan evrendeki en iyi 

şey değildir.

Özetle; Aristoteles’in felsefesinde doğa-insan, doğa-kültür, doğa 

bilimleri-sosyal bilimler arasında bir bölünme söz konusu değildir; çünkü 

Aristoteles   daha  Metafizik’in   ilk   cümlesinde   insanın   doğal   olarak 

bilmeyi,   anlamayı   arzuladığını   ifade   eder.   Bu   bağlamda   genel   olarak 

hermeneutik anlayışın -özellikle ontolojik ve post-modern hermeneutik- 

kendi kökenini Aristoteles’e kadar geri götürme isteği hiç kuşkusuz son 

derece anlamlıdır.

Aristotelesçi   sosyal   bilim,   günümüzde   birbirleriyle   çarpışan 

pozitivizm ve modernist hermeneutik düşünüldüğünde, insanı ve insan 

ilişkilerini   ele   almak   bakımından   yenidir.   Aristotelesçi   yaklaşımın   en 

önemli yanı, insana ilişkin yeni bir düşünce olanağını bize sunmasıdır. 

Yöntem açısından monist olmaması bakımından teorik anlamda çeşitli 

araştırma   biçimlerinin   bir   arada   kullanılmasına   izin   verir.   Ve   o   bu 

bakımdan post-modern hermeneutik ile bir karşıtlık içinde de değildir. 

14



Hatice Nur ERKIZAN

Oysa   modern   hermeneutik   düşünüldüğünde   -özellikle   Dilthey-, 

dikotomilerden bağımsız bir sosyal bilimi düşünmek  olanaksız görünür. 

Artık günümüzde sosyal bilimin doğal olan-özgün olan, doğa-

kültür gibi modern epistemolojinin dikotomilerinden kendini kurtarma 

zamanı   gelmiştir.   Modern   doğa   biliminin   paradigması   çoktan 

değişmiştir;   dolayısıyla,   onun   üzerinden   bir   sosyal   bilim   oluşturma 

çabası da işlevsiz ve anlamsızdır. 

İnsan hem bir doğa varlığı hem de özgürdür ve ikisinin birbirine 

karşıtlığı olsa olsa modern epistemolojinin ürettiği bir kurgudan başka 

bir   şey   değildir.     Aristotelesçi   sosyal   bilim   anlayışı,   ahlak   felsefesi, 

politika   felsefesi   arasında   keskin   sınırlara   karşı   olduğu   gibi   sosyal 

bilimleri   de   doğa   bilimlerinin   karşıtı   olarak   algılamaz.   Günümüzde 

indirgemeciliğin  yerini   sistem  almıştır.  Belirlenimci   ve  evrensel  bilim 

anlayışı,   varlık   gerekçesini   neredeyse   yitirmiş   gibidir.   Özellikle   bilgi 

teknolojisindeki gelişmeler düşünüldüğünde bir fenomenin çok işlevli ve 

çok boyutlu olarak algılanması söz konusudur. İletişim teknolojisindeki 

gelişmeler böyle bir olanağın kendisine somut bir örnek oluşturur. 

Bugün   bilimsel   kavrayış   ve   özellikle   çağdaş   bilim   felsefesi, 

indirgemeci   ve   dışarıda   bırakıcı   yaklaşımlardan   çok   içermeci   anlayış 

doğrultusunda   biçimlenir   görünmektedir.   Herhangi   bir   konunun 

incelenmesinde   tarih,   kültür,   sosyal   gerçeklik,   toplumsal   cinsiyet   v.b. 

gibi tüm boyutların içerilmesi yönünde bir eğilim söz konusudur. Ve tüm 

bu   boyutlar   yalnızca   retoriksel   değil,   tam   tersine   yaşamın 

biçimlenmesinde  etkin öneme  ve işleve sahip olarak düşünülmektedir. 

Geleceğin bilimini/sosyal bilimini kurmak böyle bir yaklaşımı gerçeğe 

dönüştürmeye   bağlıdır.   Bu   özellikle   de   ontolojik   ve   post-modern 

hermeneutik için son derece elzemdir. Genel olarak her ikisi de kendini 

temellendirmek için yöneldiği kaynağı -bu elbetteki Aristoteles’tir- iyi 

anlama ve analiz etme gerekliliği ile karşı karşıyadır. 

Son olarak; Stephen R.L   Clark’ın   söylediği gibi; her yorum 

daima bir yeniden yaratmadırister iyi ister kötü olsun.

*  *  *


(On Aristotelian Comprehensiom of Social Sciences, 

Positivism and Hermeneutics)

ABSTRACT

15



Aristotelesçi Sosyal Bilim Anlayışı, Pozitivizm Ve 

Hermeneutik…

The purpose of this study is to discuss the importance and function  

of social science from Aristotelian point of view. Politike is rendered the  

equivalent of social science with regard to the subject matter it covers.  

Aristotle uses the term politike throughout the Politics and Ethics where  

sociological, psychological, anthropological and economical issues are  

considered.  

Aristotle does not appear to question the possibility of social science  

but rather he seems to be interested in defining what kind of a science it 

is.  So in the light of this Aristotelian spirit I try to examine two leading 

views- positivism and hermeneutics- on social science and claim that they  

are not   only wrong but   significantly incomplete. In addition to that I 

also particularly call into question the conception of science by modern  

hermeneutics which is representented by W.Dilthey.In doing so I shall 

mainly concentrate on the views of Ihde and Latour.

Keywords: Social Science, positivism, hermeneutics, Aristotle, Dilthey

Kaynakça

ARİSTOTELES.  Nikomakhos’a   Etik,   çev.   Saffet   Babür,   İstanbul, 

Kebikeç Yayınları, 2005.

ARİSTOTELES.  Metafizik,   çev.   Ahmet   Arslan,   İstanbul,   Sosyal 

Yayınlar, 1996.

ARİSTOTELES. Politika, çev. Mete Tunçay, İstanbul, 2005.

HABERMAS, Juergen. Communication and the Evolution of Society, tr. 

by T McCarthy, Boston, Beacon Press, 1979.

IHDE, Don. “Expanding Hermeneutics, (2001), 

http://www.sunysb.edu/philosophy/research/ihde_6.html, 

25.12.2004.

IHDE, Don. Instrumental Realism,  Indiana University Press, 1991.

LATOUR, Bruno.  We  Hawe Never Been Modern, Harvard University 

Press, 1993.

ÖZLEM, Doğan. Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İnkılap Kitabevi, 

İstanbul, 2000.

ÖZLEM,   Doğan.  Bilim   Felsefesi   (Ders   Notları),   İnkılap   Kitabevi, 

İstanbul, 2003.

SALKEVER, Stephen G. “Aristotle’s Social Science”, Political Theory

Vol. 9, November, 1981.



16

Yüklə 145,78 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə