Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   50

köşesindeki  mindere  buyur  ettiler.  Mindere  oturdum.  Odanın  içindekileri  gözümle  taradım.
Mecliste Konya’nın ileri gelen eşrafı, medrese hocaları ve birkaç tane de sofi vardı. Hoş beş
faslından sonra önceden tembihlenen meczup ayağa kalkarak yüksek sesle bana yönelerek:
—  Efendi;  senin  ileri  görüşlü,  çok  akıllı  ve  sırları  bilen  bir  üstad  olduğunu  duydum,  bir
maruzatım var, malım mülküm olan eşeğimi kaybettim, söyle bakalım benim eşek Konya’nın
neresinde. Söyle de bulayım?
—  Otur  bakalım,  birazdan  senin  eşeği  bulacağım.  Şimdi  söyleyin  bakalım  bana  içinizde
aşkın ne olduğunu bilmeyen veya daha önce aşkı herhangi bir şekilde tatmamış olanınız var
mı?  Oradakiler  şaşkın  şekilde  durakaldılar.  Kafalarını  öne  eğip  derin  derin  düşünmeye
başladılar. Susmuşlardı. Daha sonra birisi ayağa kalkarak:
—  Evet,  doğru  aşkın  ne  olduğunu  gerçekten  bilmiyorum,  onu  hiç  tatmadım.  Birinden
hoşlanmak  nasıl  olur,  onu  da  bilmiyorum,  dedi.  İki  kişi  daha  aynı  şekilde  cevap  verince  az
önce eşeğinin yerini öğrenmek isteyen meczuba dönerek dedim ki:
— Bak, sen bir tane eşek kaybetmiştin ben sana üç tane buldum.


 
Mahşerin Rüzgârı Konya Sokaklarını Kavuruyor
 
 
Huuu. Sen, bu sevdaya doymuş hiçbir âşık gördün mü?
İçinde bulunduğu, yüzüp durduğu denize doymuş balık gördün mü?
 
Korkuları  ile  yüzleşmekten  ürken  toplumların  en  kolay  becerdikleri  husus;  aşkı
lânetlemektir.  Çünkü  toplum  yüce  aşkın  gerçekleşmesine  karşıdır.  Sufiliği  şekilden  ibaret
sananlar ne bilsin aşkı. Gerçek Müslüman aşktan korkmaz.
Mevlâna topluma yol göstermek için yorucu bir gayretin içinde olmasına rağmen yaşadığı
toplumca  değil  de  sonraki  asırlarda  yanık  ve  yaygın  insanlarca  anlaşılacaktır.  Ne  tuhaf
çelişki!
Zaman geçtikçe dedikodu ve kıskançlık artıyordu. Halkın zaten fitneden başka uğraşacak
işi  gücü  yoktu.  Önüne  gelen  konuşuyordu.  Sözler  kapalı  odalardan  çıkmış,  sokağa
düşmüştü.  Erkekler  cami  avlusunda,  dükkân  önlerinde,  kadınlar  ev  oturmalarında,  çarşıda
pazarda  beni  konuşuyordu.  Ben  önlerinden  geçerken  homurdanmalar  ayyuka  çıkıyordu.
Sanki  milletin  canını  almışım  gibi  zehir  zemberek  sözleri  bağırarak  dile  getiriyorlardı.  Her
çeşit  hakareti  yapıyorlardı.  Bu  acı  sözler  Mevlâna’ya  ulaştırılınca,  dudaklarında  acı  bir
tebessüm belirmiş, gözleri dolu dolu gelenlere şöyle demiş:
—  Sizin,  Şems  hakkındaki  hükümleriniz,  onu  sevmemenizdendir.  Eğer  onu,  siz  de  benim
gibi  sevmiş  olsaydınız,  onun  ayaklarına  kapanıp  öpmek  için  birbirinizi  ezerdiniz.  Yusuf’u
görüp  de  parmağını  kesen  kadınlar  kadar  olamadınız.  Yazıklar  olsun  size,  daha  ne  olsun.
Yazıklar olsun.
Konya’ya  geleli  aylar  olmuş,  bu  müddet  içinde  Mevlâna,  eskisi  kadar  medresesine
uğramamış, müritlerine pek görünmemişti. Üstelik Mevlâna’yı son zamanlarda ailesi dışında
hiçbir  kimse  ile  görüştürmemeye  başlamıştım.  Günü  benimle  başlıyor,  gecesi  benimle
bitiyordu.  Allah  muhabbeti  insanların  dedikodu  türünden  gevezeliklerinden  tabiî  ki  taşkın
olmalıydı.  O  bir  elmastı,  ne  işi  vardı  tenekelerin  yanında.  Kanı  kaynayan,  dili  benim  kadar
sivri,  bakışı  delici,  hoyrat  Alâeddin  bir  sabah  babasının  hücremden  çıkışı  sonrası  birden
içeri dalıp:
— Libası kara, dili kara yabancı, eşkıya, ne istiyorsun Mevlâna’mızdan?
—  Birincisi,  destursuz  girdin.  İkincisi,  selam  vermedin.  Üçüncüsü  benim  bir  ismim  var.
Gelelim derdine, seni dolduranların akılları vardı da, niye seni üzerime saldılar.


— Babamın hatırı olmasa buradan seni doğramadan çıkmazdım.
— Geç boş konuşmayı, sen ağzı köpürmüş köpek gibi dişini gösterdiğine göre ısırmaya
niyetli değilsin.
— Babamı bizden çaldın, sen delisin.
— Kimseyi kimseden almadım. Üstelik deli değilim. Bir velinin divanesiyim o kadar. Baban
sizlerin  değil,  Allah  dostlarınındır.  Allah’ın  dostları,  Allah’ın  velileridir.  Şimdi  odamı  adam
akıllı terk et ve seni buraya yollayanlara söyle, onların canına okuyacağım. Onlar baban için
kıllarını kıpırdatmazken, ben yeri ve günü geldiğinde başımı vereceğim.
Bazıları beni yok sayıp hafife alırlarken, ben önemsemem bu yaklaşımlarını. Ne tuhaftır,
bazıları  da  bana  veli  diyorlar.  Haydi  öyle  olsun,  bana  bundan  ne  kıvanç  olabilir?  Belki  ben
bununla  övünürsem  çok  çirkin  düşer;  ancak  Mevlâna  Kur’an  ve  hadiste  yazılı  vasıflardan
anlaşıldığına  göre  velidir.  Ben  de  velinin  velisi,  dostun  dostuyum;  bu  bakımdan  sana
sağlamım.
O  kadar  ki,  Mevlâna  kendi  medresesini  tamamlamış,  büyük  bir  toplantı  olmuştu.  O
bilginler  arasında  sedir  neresidir,  diye  bir  konu  görüşülüyordu.  O  günlerde  ben  Konya’ya
yeni gelmiştim. Ahalinin arasında alt başta oturmuştu. İttifakla Mevlâna’dan sordular ki sedir
nerededir?  Buyurdu  ki:  “Âlimlerin  sediri  sofanın  ortasıdır. Ariflerin  sediri  evin  köşesindedir.
Sofilerin  sediri  sofanın  kenarındadır.  Âşıkların  mezhebinde  sedir  dostun  yanıdır.”  Derhal
ayağa  kalktı  benim  yanıma  oturdu.  Mevlâna’nın  bu  hareketi  halkın  bana  diş  bilemesine
neden  olacaktı.  Ben  bu  durumdan  memnundum.  Kimse  umurumda  değildi  dosttan  gayrı.
Mevlâna  beni  canından  bile  çok  sever  odamın  duvarına  çakılan  bir  çiviye  bile  razı
göstermez. Şems’in odasına çakılan çivi âdeta bedenime saplanır, derdi.
Müritlerinin  çoğu  hor,  hakir  görülen  kimselerdi.  Mevlâna’nın  etrafındakiler  düşük  gelirli,
fukara,  geçmişte  suç  işlemiş,  hapisten  yeni  çıkmış,  tahsil  dereceleri  hemen  hemen  hiç
olmayan  kişilerden  oluşuyordu.  Müritlerini  kınayanlara  Mevlâna  şöyle  cevap  veriyordu:
“Benim  müritlerim  iyi  insanlar  olsalardı,  ben  onların  müridi  olurdum. Ahlâklarını  değiştirip  iyi
olmaları,  iyi  amel  eden  insanların  aralarına  girmeleri  için  müritliğe  kabul  ettim.  Allah’ın
rahmetine  mazhar  olanlar  kurtulmuşlardır.  Fakat  lânetine  uğramışlar  tedaviye  muhtaç
hastalardır.  İşte  biz  bu  lânetlikleri  rahmetlik  yapmak  için  dünyaya  geldik.”  Bu  cevabı  ile
gönlümde  büyüdükçe  büyümüştü.  Diğer  sözde  şeyhler  sultan,  bey,  zengin  çevre  peşinde
itibar  kazanmaya  çalışan  budalalardı.  Süslü  konuşma  yarışında  yalakalık  yapıyorlardı.
Mevlâna, olgunluğu ile zirveye uçan, bulutları delmeye uğraşan kartalımdı.
Şimdi  Mevlâna’nın  “İncindim”  dediği  konuya  değinmek  istiyorum.  Dediler  ki,  “Şems,
Mevlâna’nın  sözlerinden  çok  yararlanıyor.”  Tabi  ki  Mevlâna  bazı  konularda  bana  ipuçları
verir; ama onlar size değil, bana yöneliktir. Onun hitabı da size değildir. Bakın! Beni bir garip
olarak buldu ve rahata ve huzura kavuşturdu. Şu hâlde Mevlâna kime aittir? O kimi seçerse
asla  ondan  vazgeçemez.  Gece  gördüğü  her  rüya,  sabah  namazından  önce  gerçekleşir  ve


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə