412
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
veya sözcüklerde belirlenen biçimlerde ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştır” (Ersoy; 1995, 5).
Sanat daha önce düzensiz olana düzeni getirmekle bilim ve felsefenin de temeli olmuştur. Çünkü sanat bir
dereceye kadar önce sisli olanı açığa kavuşturur. Artistik yaratmanın etkisiyle daha önce düzensiz,
dağınık görünen bir evren, seçme, ayıklama ve toplama yardımıyla, organize, düzenli bir mikrokosmoza
dönüştürülür (Boydaş, 2005, 5).
Genel olarak düşünüş biçimini ele alan, varlığın ve bilginin kavranabilirliğin araştırmasını yapan
felsefe, doğal olarak sanatla da ilgilenir. Bu ilgi, “Sanat Felsefesi” anlamını yaratmıştır. En yalın ifade
şekliyle Sanat Felsefesi; sanatın ne olduğunu, sanatın olanaklarını ölçütlerini ele alan felsefe dalıdır.
Sanatçının doğadaki nesneleri taklit etmesiyle ortaya çıkan, kullanılan araçlara göre türleri oluşan bir
disiplindir. Kaynağı ise bilinen, yaşanan tabiî veya düzenlenmiş çevredir. Ressam renk, heykeltıraş kil
veya mermer aracılığı ile nesneleri taklit eder, bu taklit esnasında sanatın yöneldiği varlık ise ya doğaya,
ya insanın oluşturduğu dünyaya ait varlık ve nesnelerdir.
Sanat felsefesinin dayandığı temel konu estetiktir. Estetik kelimesi, Yunanca “aisthesis” veya
“aisthanesthai” kelimelerinden gelir. Duyum, duyular, algı, duygu ile algılamak gibi anlamlar taşır
(http://eodev.com). Estetik kavramını açıklarken haz alınan güzel olan her şey düşünülür ve ifade edilir.
Güzellik, hayal gücümüz ile düşünce gücümüz arasındaki uyum ve bu uyumun bize verdiği çıkarsız
hazdır.
Genellikle sanat felsefesi anlamına gelen estetik, kimi zaman bilim dalı olarak da ifade edilmiştir.
Bilim olarak tanıtılmasının nedeni; güzellik duygusunu yaratan nesnelerin deneyden geçirilerek sanat
yapıtının hazırlık aşaması, “araştırma, inceleme, deneme, etüt, eskiz vb” bilimsel yöntemlerle ortaya
konulması amacıyla çalışmalar yapılmasıdır. Estetik yalnızca güzel olanın bilimi değildir.
Daha kapsamlı olarak dile getirmek gerekirse estetik, insanın çevresinde yatan pratik etkinliği
içinde yarattığı ve gerçekliği yansıtan, sanatta saptanabilen tüm estetik değerlerin zenginliğini araştıran
bilimdir. Bu anlamda estetik, gerçekliğin insanlar tarafından estetik çözümlenmesinin bilimi olarak da
tanımlanabilir (www.karakalemkitabevi.com.tr).
Sanatçı olabilmek için yaşantıyı yakalayıp tutmak onu belleğe yerleştirmek, gerçekleri biçime
dönüştürmek gerekir. Sanat felsefesini; estetik kaygı, güzellik, toplumun aldığı haz ve kabuledişlik,
beğeni gibi temel duygular ve o duyguların en yüksek ifadesi diyebiliriz. Her toplum yaşayış inanç ve
ahlaki normlarına göre çevresinde var olan nesnelerden değişik şekillerde etkilenir ve haz alır. Bu
duyguyu etkileyen ve tetikleyen unsurlar, o toplumun var oluşundan beri çizilen karakteristik özelliklere
bağlıdır.
İnsan, yaratıldığı günden bu yana yaşadıklarından, düşünce ve inançlarından, kısaca varlığından
daha sonra gelenleri haberdar etmek kaygısı taşımıştır. Geleceğe kendinden bir iz bırakmanın en güzel
yolu da sanat eserleri olmuştur. Her medeniyet gücünü simgelemek, kalıcı olmak, gelecek nesilleri
kendinden ve yaşananlardan haberdar etmek, en önemlisi kültürel öğelerini, inançlarını, duygularını ve
diğer değerlerini aktarmak için sanat eseri üretmiştir.
Ortaya çıktığı dönemin hayat tarzını, düşünce biçimini, medeniyet seviyesini ve daha birçok
yönünü yansıtan sanat eserleri, aynı zamanda belge niteliği taşır. Tarih boyunca dikilen anıtlardan ve
ihtişamlı mimari formlarından, küçük kullanım eşyalarına kadar çok değişik biçimlerde ortaya koyulan
eserler, farklı toplumları tanıtmada en değerli belgesel kaynaklar olarak ele alınmıştır.
Türk Sanatı, uzun bir zaman aralığında, değişik coğrafi bölgelerde ve çok farklı kültürlerle
etkileşim içinde heyecan verici bir seyir izler. Türkler, dünya üzerinde çok geniş alana yayılmış ve
gittikleri bölgelerde dönem dönem uzun süreli devletler kurmuş bir millettir.
**
Bu kadar geniş alana
dağılmalarına ve bazen bulundukları coğrafyada azınlıkta kalmalarına rağmen hem kültürlerini korumayı
hem de geliştirmeyi başarmışlardır. Yayılma büyüdükçe, -özellikle İslamiyet’in kabulü sonrasında- birçok
koldan devam eden fetihlerle değişik bölgelerde Türklerin çeşitli devletler kurmasıyla sanatsal üretim
**
Mayıs 2007 tarihinde kendilerini ziyaret ettiğimiz ve o tarihte Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı olan Prof.
Dr. Sadık Tural’ın sohbetindeki şu önemli ifadeleri paylaşmayı gerekli sayıyorum: “Avrasya dediğimiz coğrafyada kökdeş
olan halklar var. Kökendeş halkların, Çin’den Adriyatik’e kadar geniş bir coğrafyada hem siyasî üstünlüğü olan devletler
kurdular, hem de kendine özgü bir dünya olan sanat ürünleri verdiler. Sizin uğraştığınız minyatür, tezhip ise, Türk soylu
halkların tecrid soyutlama yeteneğini, başarısını göstermesi bakımından önemlidir. Bu açıdan kendine özgü estetik ve felsefe
taşıyan halılar, kilimler bile, Türklerin ulaşılmaz zenginlik sahibi olduğunu gösterir. Üç bin yılı aşan bir zamanda Avrasya
adlı geniş coğrafyada farklı adlar altında ama kökdeş, soydaş halkların insanlığa sunduğu sanat ürünleri de, zanaat ürünleri
de, yeterince araştırılıp değerlendirilmedi.”
413
Öğr. Gör. Zuleyha ZOR / Osmanlı Klasik Dönem Minyatür Sanatının Felsefesine Yönelik Bir Durum
içinden çıkılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir. Tüm İslam Dünyası içinde bu sebeple mimari yapıların bile
aidiyeti güçleşir (Özkeçeci; 2007, 199).
Bin yılı aşkın bir süredir Türk Kültürü’nü ve Sanatı’nı besleyen en güçlü kaynak İslam medeniyeti
olmuştur. Bir inanç sistemi olarak İslam, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden bu yana hem bireysel
hem de toplumsal açıdan kapsayıcı, bütünleyici, yönlendirici, hepsinden önemlisi sanatın amacını
belirleyen bir üst kimlik olmuştur (www.gulceedebiyat.net/).
Türk Sanatı’nda genel olarak mimari, yazma kitap sanatları, edebiyat, musiki ve süsleme
sanatlarının belirgin bir şekilde öne çıktığı görülür. Batıda yazı bir sanat dalı olarak gelişmediğinden, yazı
ve yazma kitap sanatları, sanat sınıflandırması içerisinde yer almaz ama Türk Sanatı içerisinde göz ardı
edilemeyecek bir gelişme göstermiştir. Başta hat sanatı olmak üzere, tezhip, minyatür ve ebru sanatı
yazma kitap sanatları içinde yer alır. Bilinçli bir tercihle figüratif unsurlardan uzak duran Türk Sanatı’nda
kitap sanatları çerçevesinde mükemmel ebrular yapılmıştır. Bütün bu sanatlar içerisinde insanların ruhsal
ve fiziki yönlerinin ve yaşam biçimlerinin en ince detayına kadar resmedilip betimlendiği minyatür, bir
başka ifadeyle Türk Resim Sanatı, belge niteliği taşıması yönü ile tamamen o ortamda var olan ve
yaşanan âlemin felsefesini anlatır. Bu yüzden göze dayalı sanatların felsefik boyutuna verilecek en iyi
örnek Türk Resim Sanatı (Minyatür) olabilir.
Türk Resim Sanatı’nın günümüze gelmiş bilinen en eski örnekleri VIII. ve IX. yüzyıllara ait olan
ve Turfan bölgesinde Hoço, Bezeklik, Sorçuk gibi Uygur merkezlerinde bulunmaktadır. Uygurların
mabetlerini süsleyen duvar resimleri figürlü işlemelerinin yanında kitap resimleri de vardır. Türklerin
İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki devreye ait yazmalardaki bu resimler, Uygur prens ve prensesleri
ile Mani dini ve Uygur rahiplerini canlandırır. Çeşitli kültür ve dinlerin etkili olduğu bir ortamda yapılan
bu resimlerde üsluplar, zenginlik ve farklılık gösterir. İslamiyet’ten sonraki dönemde Türk Sanatı’nda
ortaya koyulan eserler genellikle İslam Sanatı içinde değerlendirilir. El yazması eserlerde metni
aydınlatan, etkisini güçlendiren ve yapıldıkları dönemin özelliğini taşıyan kitap resimleri, doğu
kültüründe önemli bir yer taşır.
İslam Resim Sanatı’nın temeli, ilk güçlü Müslüman devletlerinin kurulduğu Tebriz, Şiraz, Bağdat
ve Herat’ta atılmış, daha sonraları Kazvin, Isfahan, Buhara gibi çeşitli şehirlerde yayılmıştır (http://tugce-
gul.blogspot.com.tr). Türk hükümdarların dönem dönem büyük katkı sağladığı bu eski merkezler, tüm
süsleme sanatlarında özellikle de resim sanatında, çağları etkileyen ve dilden düşmeyen birer efsane
olmuşlardır. O dönemin Heratlı, Tebrizli, Şirazlı üstatlarının yaptığı resimlerin kendileri kalmasa bile ünü
dilden dile anlatılarak, kitaplarda yazılarak yüzyılları aşmıştır.
Bu dönemlerde resim sanatında atılan temeller konulan kurallar ve uygulamalar yüzyıllar boyu
sürecek Türk Resim Sanatı tarzını doğurmuştur. İslam Sanatı içinde gelişen resim sanatı, bu bütünü
oluşturan farklı kavimlere, kültür çevrelerine yerel faktörlere ve dönemlere göre önemli değişiklikler
gösterir. Bu sebeple bin yıllara uzanan bir birikimi devam ettiren Doğu Resim Sanatı’nın kural ve
uygulamaları mutlaka değişime uğramıştır. Yine de değişmeyen bazı genel geçer kuralları mevcuttur.
Uygur sanatçılarının yüzyıllar boyu devam eden ana kurallara katkısı büyük olmuştur. Selçuklular
vasıtasıyla İslam Sanatı içine giren kompozisyon özellikleri devam edip gitmiştir. Resimlerde belli
kurallara göre kurgulanan kompozisyon şemaları ve figürler yuvarlak yüzlü, çekik gözlü, küçük ağızlı,
uzun örgülü saçlı, Türk tipi hiç değişmeden tekrarlanmıştır. Türk Minyatür Sanatı, ilerleyen dönemlerde
özellikle İran Resim Sanatı içinde büyük gelişme göstermiş ve mükemmel eserler vermiştir.
Herat Okulu, Tebriz Okulu, Kazvin Okulu, Şiraz Okulu, Isfahan Okulu olarak ayrı ayrı üsluplar
geliştiren bu merkezlerde üretilen efsaneleşmiş eserler, Türk Resim Sanatı’nın en seçkin örnekleri
arasında yer alır ve daha sonra kuralları ve yönünü belirler.
Bu resimlerde figürlerin yalnız eni ve boyu vardır, derinliği yoktur. Resimlerde; yöneticilerin
hayatına dair her şey, dini temalar, aşk hikâyeleri, tarihi olaylar, belgesel, didaktik bilimsel çalışmalar vb.
her türlü konu işlenir. Konular, toplumların tercihlerine göre farklılıklar gösterir. Resimlerde en çarpıcı
özellik kullanılan renklerdir. Canlı, pırıl pırıl renkler hiçbir gerçeklik kaygısı taşımadan kullanılır ve
sanatçı özgürce mavi atlar, altın gökyüzü, gümüşten ırmaklar veya pembe dağlar boyar. Bu resimler,
dinamik bir yaşanılmışlığı tabiatı kopya etmeden, yüzeysel ve dekoratif bir anlayışla ele alır. Konuları
çizgisel bir ifadeyle ve canlı renklerle çarpıcı bir biçimde anlatır. Sanatçılar atların yelelerini, kumaş
desenlerini, insanların sakallarını, desenlerini iç mekânın duvar süslemelerini, halı süslemelerini gerekli
gördükleri ayrıntıları en ince detayına kadar sabırla ve mükemmel bir incelikle işlemişlerdir. Konuyu
ayrıntılı bir şekilde resmetmek için duvarlar sanatçıya engel olmaz. Hatta aynı kompozisyonda
414
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
mekânların içi de dışı kadar açık olarak görülür. Bir av sahnesinde veya âşıkların buluştuğu bir sahnede,
ana tema etrafında çok çeşitli konuları resme yerleştirir. Sanatçı küçük bir kitap sayfasına veya bir
murakka levha üzerine hayatın bütün yaşanmışlığını sığdırır. Resmi inceleyen göz her defasında farklı bir
ayrıntıya takılır ve saatlerce inceleyebilir (Özkeçeci; 2007, 156).
Selçuklu dönemi resim sanatının en önemli eseri “Varka ile Gülşah”tır. Eserde Leyla ile Mecnun,
Kerem ile Aslı vb. aşk hikâyeleri ele alınmıştır. Abdül Mümin el Hoyi tarafından resimlenmiştir.
Kompozisyonlar hikâyeyi canlandırmak için çevrede tabiat, kuşlar, çiçekler, dereler, çekik gözlü tipler,
derin manalar anlatırcasına bakışla tasvir edilir. Bu dönemde tıp botanik, astronomi ve mekanik buluşları
içeren bilimsel kitaplar, mesneviler ve hikâyeler resmedilmiştir. Arka planda kırmızı ve mavi gibi
kuvvetli renkler kullanılmıştır. Yüz tipi yuvarlak, çekik gözlü olan figürlerin yer aldığı resimlerde,
mekânlar ve tabiat, fonda sembolik olarak gösterilmiştir.
Osmanlı döneminde ise resim sanatını icra etmek için nakkaşhaneler açılmıştır. Nakkaşhanelerde,
Babanakkaş yönetiminde pek çok sanatçı çalışmıştır. Resim çalışmaları önce Edirne’de sonra İstanbul’da
devam etmiştir. İstanbul’da saray nakkaşhanesinde XIX. yüzyıla kadar çalışmalar sürdürülmüştür.
Minyatürlere başta padişah olmak üzere yöneticiler için hazırlanmış yazma eserlerde yer verilir. Bu
yazma eserlerdeki resimler, devletin gerçekleştirdiği resmi ve dini törenler, geçitler, düğünler,
eğlencelerin yanı sıra sultanların faaliyetlerini, savaşlarını, elçi kabullerini, avlanma sahnelerini ve
hünerlerini anlatan, kale, liman ve şehirlerin topoğrafik bir anlatımla çizildiği şehnameler, şehzadelerin
sünnet düğünlerini anlatan surnameler, gözleme dayalı ve gerçekçi bir ifadeyle çizilmiş belgesel
niteliğindedir.
Osmanlı zamanında Türk Resim Sanatı’nın en önemli eserleri yapılmıştır. Özellikle Fatih Sultan
Mehmet döneminde büyük başarılar sergilenmiştir. 1452’de Edirne’de hazırlanan “Dilsuzname” adlı
edebi eser ile “İskendername” resimleri dönemin giyim, müzik aletleri ve eğlence hayatını yansıtır.
“Cerrahiye-i Hakaniye” resimleri ise çeşitli cerrahi müdahalelerin çizgisel üslupla açık seçik ve yalın bir
biçimde açıklamasıdır.
II. Bayezid döneminde tarihi olayların yazdırılarak kayda geçirilmesi ve resmedilmesi için
“Şehnamecilik” adıyla resmi görevlendirme yaptırılmıştır. Bu döneme ismini yazdıran Matrakçı Nasuh,
içinde insan figürü bulunmayan kent, kale, liman görüntülerinin yer aldığı farklı bir tarz oluşturmuştur.
Daha sonra II. Selim Han zamanında “Şehnamey-i Selim Han” adlı eserde, II. Selim’in babasının ölümü
üzerine tahta çıkışı karşılıklı iki sayfada yapılmış, Topkapı Sarayı’nda paya biçilemez hediyeler sunan
Safevi elçisini kabul edişi halkın coşkusu belgelenmiştir.
16. yüzyılda sarayın nakaşhanesine alınan Nakkaş Osman, III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet‘in
52 gün 52 gece süren sünnet düğünü eğlencelerini konu almıştır. Sünnet şenlikleri o günkü adıyla At
Meydanı’nda (bugünkü Sultanahmet Meydanı) yapılmıştır. Padişah ve şehzadesi İbrahim Paşa
Sarayı’ndan seyretmiştir. Şenliğe cambaz, hokkabaz, perendebaz gibi marifet ehlinin yanı sıra İstanbul’un
camcısından okçusuna, kebapçısından kumaşçısına bütün esnaf loncaları katılıp hünerlerini
göstermişlerdir. Bu törende olup bitenler Nakkaş Osman tarafından 250 çift sayfa resimlenmiştir.
Daha sonraki dönemde de devam eden resim sanatında XVIII. yüzyılın en ünlü nakkaşı olarak
Levni’yi görürüz. Levni, çeşitli milletten ve meslekten kadın ve erkeklerin figürlü resmini yapmıştır.
Levni’nin en tanınmış eseri iki kopya olarak hazırladığı “Surname”dir. Yine bu eserde III. Ahmed’in
oğlunun sünnet düğünü vardır. Kitapta padişah ve şehzadeler eğlenceleri seyrederken resmedilmiştir.
Levni’nin hazırladığı diğer önemli eser de padişah resimlerinin bulunduğu “Sinsilename”dir. Levni,
Osman Gazi’den III. Ahmet’e kadar tüm sultanların görüntülerini yapmıştır. Bunu yaparken diğer
sanatçılara göre daha realist bir örnek sergilemiştir.
Türk Resim Sanatı, batı resim sanatı tarzından oldukça farklı bir şekilde gelişme göstermiştir.
Yukarıda da bahsedildiği gibi yapılan eserler toplumun genel yaşantısını en üst tabakadan olan saray
eşrafı ile halkın en alttaki zümresi aynı sayfa içinde resmedilmiş, insanların yaşantı ve duygularını, farklı
boyutta sergileyen minyatürler değişik bir haz vermiştir. Doğanın aynen kopyalanması yerine kişinin
istediği gibi renkler ve figürlerle oynayarak klasik olan tarzdan başka bir âlemi seyredercesine ortaya
konulan bu çalışmalar, seyreden her insanı büyülemiştir. Böylelikle sanatta güzel olan beğeni toplayan
eserler minyatür sanatıyla farklı bir felsefik boyut kazanmıştır.
415
Öğr. Gör. Zuleyha ZOR / Osmanlı Klasik Dönem Minyatür Sanatının Felsefesine Yönelik Bir Durum
KAYNAKÇA
Boydaş, N. (2005). Sanat Eleştirisine Giriş, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara.
Ersoy, A. (1995). Sanat Kuramlarına Giriş, Yorum Sanat Yayıncılık, İstanbul.
Tural, S. (1999). İlmek’e Yansıyan Şiir: Halı-Kilim, Bilig Yayınları, Ankara.
Özkeçeci, İ. (2007). Türk Sanatında Tezhip, Türk Resim Sanatı, İstanbul.
İnternet Alınan Kaynaklar
http://www.gulceedebiyat.net/showthread.php?tid=498 (Erişim tarihi: 26.11.2015)
http://www.karakalemkitabevi.com.tr/karakalem/product_info.php?products_id=573&osCsid
(Erişim
Tarihi:
16.02.2016)
http://eodev.com/gorev/29291 (Erişim Tarihi: 09.03.2016)
http://www.ktsv.com.tr/204-hayatin-hassas-dengeleri-uzerine (Erişim Tarihi: 13.03.2016)
Gül,
T.
(2016)
Minyatür
Sanatı
ve
Uygur,
Selçuklu,
Osmanlı
Etkileri,
http://tugce-
gul.blogspot.com.tr/2013/05/minyatur-sanat-ve-uygurselcukluosmanl.html (Erişim Tarihi: 11.02.2016)
416
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu
Dostları ilə paylaş: |