Baki avrasiya universiteti NİĞde üNİversitesi



Yüklə 4,88 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə204/204
tarix23.01.2018
ölçüsü4,88 Mb.
#22347
1   ...   196   197   198   199   200   201   202   203   204

412 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

veya sözcüklerde belirlenen biçimlerde ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştır” (Ersoy; 1995, 5). 

Sanat daha önce düzensiz olana düzeni getirmekle bilim ve felsefenin de temeli olmuştur. Çünkü sanat bir 

dereceye  kadar  önce  sisli  olanı  açığa  kavuşturur.  Artistik  yaratmanın  etkisiyle  daha  önce  düzensiz, 

dağınık görünen bir evren, seçme, ayıklama ve toplama yardımıyla, organize, düzenli bir mikrokosmoza 

dönüştürülür (Boydaş, 2005, 5). 

Genel olarak düşünüş biçimini ele alan, varlığın ve bilginin kavranabilirliğin araştırmasını yapan 

felsefe,  doğal  olarak  sanatla  da ilgilenir.  Bu  ilgi,  “Sanat  Felsefesi”  anlamını  yaratmıştır.  En  yalın  ifade 

şekliyle  Sanat  Felsefesi;  sanatın  ne  olduğunu,  sanatın  olanaklarını  ölçütlerini  ele  alan  felsefe  dalıdır. 

Sanatçının  doğadaki  nesneleri  taklit  etmesiyle  ortaya  çıkan,  kullanılan  araçlara  göre  türleri  oluşan  bir 

disiplindir.  Kaynağı  ise  bilinen,  yaşanan  tabiî  veya  düzenlenmiş  çevredir.  Ressam  renk,  heykeltıraş  kil 

veya mermer aracılığı ile nesneleri taklit eder, bu taklit esnasında sanatın yöneldiği varlık ise ya doğaya, 

ya insanın oluşturduğu dünyaya ait varlık ve nesnelerdir.  

Sanat  felsefesinin  dayandığı  temel  konu  estetiktir.  Estetik  kelimesi,  Yunanca  “aisthesis”  veya 

“aisthanesthai”  kelimelerinden  gelir.  Duyum,  duyular,  algı,  duygu  ile  algılamak  gibi  anlamlar  taşır 

(http://eodev.com). Estetik kavramını açıklarken haz alınan güzel olan her şey düşünülür ve ifade edilir. 

Güzellik,  hayal  gücümüz  ile  düşünce  gücümüz  arasındaki  uyum  ve  bu  uyumun  bize  verdiği  çıkarsız 

hazdır.  

Genellikle sanat felsefesi anlamına gelen estetik, kimi zaman bilim dalı olarak da ifade edilmiştir. 

Bilim  olarak  tanıtılmasının  nedeni;  güzellik  duygusunu  yaratan  nesnelerin  deneyden  geçirilerek  sanat 

yapıtının  hazırlık  aşaması,  “araştırma,  inceleme,  deneme,  etüt,  eskiz  vb”  bilimsel  yöntemlerle  ortaya 

konulması amacıyla çalışmalar yapılmasıdır. Estetik yalnızca güzel olanın bilimi değildir. 

Daha  kapsamlı  olarak  dile  getirmek  gerekirse  estetik,  insanın  çevresinde  yatan  pratik  etkinliği 

içinde yarattığı ve gerçekliği  yansıtan, sanatta saptanabilen tüm estetik değerlerin zenginliğini araştıran 

bilimdir.  Bu  anlamda  estetik,  gerçekliğin  insanlar  tarafından  estetik  çözümlenmesinin  bilimi  olarak  da 

tanımlanabilir (www.karakalemkitabevi.com.tr). 

Sanatçı  olabilmek  için  yaşantıyı  yakalayıp  tutmak  onu  belleğe  yerleştirmek,  gerçekleri  biçime 

dönüştürmek  gerekir.  Sanat  felsefesini;  estetik  kaygı,  güzellik,  toplumun  aldığı  haz  ve  kabuledişlik, 

beğeni  gibi temel  duygular  ve  o  duyguların  en  yüksek  ifadesi  diyebiliriz.  Her  toplum  yaşayış  inanç  ve 

ahlaki  normlarına  göre  çevresinde  var  olan  nesnelerden  değişik  şekillerde  etkilenir  ve  haz  alır.  Bu 

duyguyu etkileyen ve tetikleyen unsurlar, o toplumun var oluşundan beri çizilen karakteristik özelliklere 

bağlıdır. 

İnsan,  yaratıldığı  günden  bu  yana  yaşadıklarından,  düşünce  ve  inançlarından,  kısaca  varlığından 

daha sonra  gelenleri haberdar  etmek  kaygısı  taşımıştır.  Geleceğe  kendinden bir iz  bırakmanın  en  güzel 

yolu  da  sanat  eserleri  olmuştur.  Her  medeniyet  gücünü  simgelemek,  kalıcı  olmak,  gelecek  nesilleri 

kendinden  ve  yaşananlardan  haberdar  etmek,  en  önemlisi  kültürel  öğelerini,  inançlarını,  duygularını  ve 

diğer değerlerini aktarmak için sanat eseri üretmiştir. 

Ortaya  çıktığı  dönemin  hayat  tarzını,  düşünce  biçimini,  medeniyet  seviyesini  ve  daha  birçok 

yönünü  yansıtan  sanat  eserleri,  aynı  zamanda  belge  niteliği  taşır.  Tarih  boyunca  dikilen  anıtlardan  ve 

ihtişamlı  mimari  formlarından,  küçük  kullanım  eşyalarına  kadar çok  değişik  biçimlerde ortaya  koyulan 

eserler, farklı toplumları tanıtmada en değerli belgesel kaynaklar olarak ele alınmıştır. 

Türk  Sanatı,  uzun  bir  zaman  aralığında,  değişik  coğrafi  bölgelerde  ve  çok  farklı  kültürlerle 

etkileşim  içinde  heyecan  verici  bir  seyir  izler.  Türkler,  dünya  üzerinde  çok  geniş  alana  yayılmış  ve 

gittikleri  bölgelerde  dönem  dönem  uzun  süreli  devletler  kurmuş  bir  millettir.

**

  Bu  kadar  geniş  alana 



dağılmalarına ve bazen bulundukları coğrafyada azınlıkta kalmalarına rağmen hem kültürlerini korumayı 

hem de geliştirmeyi başarmışlardır. Yayılma büyüdükçe, -özellikle İslamiyet’in kabulü sonrasında- birçok 

koldan  devam  eden  fetihlerle  değişik  bölgelerde  Türklerin  çeşitli  devletler  kurmasıyla  sanatsal  üretim 

                                                      

**

 Mayıs 2007 tarihinde kendilerini ziyaret ettiğimiz ve o tarihte Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı olan Prof. 



Dr. Sadık Tural’ın sohbetindeki şu önemli ifadeleri paylaşmayı  gerekli sayıyorum: “Avrasya dediğimiz coğrafyada kökdeş 

olan  halklar  var.  Kökendeş  halkların,  Çin’den  Adriyatik’e  kadar  geniş  bir  coğrafyada  hem  siyasî  üstünlüğü  olan  devletler 

kurdular,  hem  de  kendine  özgü  bir  dünya  olan  sanat  ürünleri  verdiler.  Sizin  uğraştığınız  minyatür,  tezhip  ise,  Türk  soylu 

halkların tecrid soyutlama yeteneğini, başarısını göstermesi bakımından önemlidir. Bu açıdan kendine özgü estetik ve felsefe 

taşıyan halılar, kilimler bile, Türklerin ulaşılmaz zenginlik sahibi olduğunu gösterir. Üç bin yılı aşan bir  zamanda Avrasya 

adlı geniş coğrafyada farklı adlar altında ama kökdeş, soydaş halkların insanlığa sunduğu sanat ürünleri de, zanaat ürünleri 

de, yeterince araştırılıp değerlendirilmedi.” 



413 

Öğr. Gör. Zuleyha ZOR / Osmanlı Klasik Dönem Minyatür Sanatının Felsefesine Yönelik Bir Durum  

içinden çıkılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir. Tüm İslam Dünyası içinde bu sebeple mimari yapıların bile 

aidiyeti güçleşir (Özkeçeci; 2007, 199). 

Bin yılı aşkın bir süredir Türk Kültürü’nü ve Sanatı’nı besleyen en güçlü kaynak İslam medeniyeti 

olmuştur. Bir inanç sistemi olarak İslam, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden bu yana hem bireysel 

hem  de  toplumsal  açıdan  kapsayıcı,  bütünleyici,  yönlendirici,  hepsinden  önemlisi  sanatın  amacını 

belirleyen bir üst kimlik olmuştur (www.gulceedebiyat.net/). 

Türk  Sanatı’nda  genel  olarak  mimari,  yazma  kitap  sanatları,  edebiyat,  musiki  ve  süsleme 

sanatlarının belirgin bir şekilde öne çıktığı görülür. Batıda yazı bir sanat dalı olarak gelişmediğinden, yazı 

ve yazma kitap sanatları, sanat sınıflandırması içerisinde yer almaz ama Türk Sanatı içerisinde göz ardı 

edilemeyecek  bir  gelişme  göstermiştir.  Başta  hat  sanatı  olmak  üzere,  tezhip,  minyatür  ve  ebru  sanatı 

yazma kitap sanatları içinde yer alır. Bilinçli bir tercihle figüratif unsurlardan uzak duran Türk Sanatı’nda 

kitap sanatları çerçevesinde mükemmel ebrular yapılmıştır. Bütün bu sanatlar içerisinde insanların ruhsal 

ve fiziki yönlerinin ve yaşam biçimlerinin en ince detayına kadar resmedilip betimlendiği minyatür, bir 

başka  ifadeyle  Türk  Resim  Sanatı,  belge  niteliği  taşıması  yönü  ile  tamamen  o  ortamda  var  olan  ve 

yaşanan  âlemin  felsefesini  anlatır.  Bu  yüzden  göze  dayalı  sanatların  felsefik  boyutuna  verilecek  en  iyi 

örnek Türk Resim Sanatı (Minyatür) olabilir. 

Türk Resim Sanatı’nın günümüze gelmiş bilinen en eski örnekleri VIII. ve IX. yüzyıllara ait olan 

ve  Turfan  bölgesinde  Hoço,  Bezeklik,  Sorçuk  gibi  Uygur  merkezlerinde  bulunmaktadır.  Uygurların 

mabetlerini  süsleyen  duvar  resimleri  figürlü  işlemelerinin  yanında  kitap  resimleri  de  vardır.  Türklerin 

İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki devreye ait yazmalardaki bu resimler, Uygur prens ve prensesleri 

ile Mani dini ve Uygur rahiplerini canlandırır. Çeşitli kültür ve dinlerin etkili olduğu bir ortamda yapılan 

bu  resimlerde  üsluplar,  zenginlik  ve  farklılık  gösterir.  İslamiyet’ten  sonraki  dönemde  Türk  Sanatı’nda 

ortaya  koyulan  eserler  genellikle  İslam  Sanatı  içinde  değerlendirilir.  El  yazması  eserlerde  metni 

aydınlatan,  etkisini  güçlendiren  ve  yapıldıkları  dönemin  özelliğini  taşıyan  kitap  resimleri,  doğu 

kültüründe önemli bir yer taşır. 

İslam Resim Sanatı’nın temeli, ilk güçlü Müslüman devletlerinin kurulduğu Tebriz, Şiraz, Bağdat 

ve Herat’ta atılmış, daha sonraları Kazvin, Isfahan, Buhara gibi çeşitli şehirlerde yayılmıştır (http://tugce-

gul.blogspot.com.tr).  Türk  hükümdarların  dönem  dönem  büyük  katkı  sağladığı  bu  eski  merkezler,  tüm 

süsleme  sanatlarında  özellikle  de  resim  sanatında,  çağları  etkileyen  ve  dilden  düşmeyen  birer  efsane 

olmuşlardır. O dönemin Heratlı, Tebrizli, Şirazlı üstatlarının yaptığı resimlerin kendileri kalmasa bile ünü 

dilden dile anlatılarak, kitaplarda yazılarak yüzyılları aşmıştır. 

Bu  dönemlerde  resim  sanatında  atılan  temeller  konulan  kurallar  ve  uygulamalar  yüzyıllar  boyu 

sürecek  Türk  Resim  Sanatı  tarzını  doğurmuştur.  İslam  Sanatı  içinde  gelişen  resim  sanatı,  bu  bütünü 

oluşturan  farklı  kavimlere,  kültür  çevrelerine  yerel  faktörlere  ve  dönemlere  göre  önemli  değişiklikler 

gösterir.  Bu  sebeple  bin  yıllara  uzanan  bir  birikimi  devam  ettiren  Doğu  Resim  Sanatı’nın  kural  ve 

uygulamaları  mutlaka  değişime  uğramıştır.  Yine  de  değişmeyen  bazı  genel  geçer  kuralları  mevcuttur. 

Uygur  sanatçılarının  yüzyıllar  boyu  devam  eden  ana  kurallara  katkısı  büyük  olmuştur.  Selçuklular 

vasıtasıyla  İslam  Sanatı  içine  giren  kompozisyon  özellikleri  devam  edip  gitmiştir.  Resimlerde  belli 

kurallara  göre  kurgulanan kompozisyon  şemaları  ve figürler  yuvarlak  yüzlü,  çekik  gözlü,  küçük  ağızlı, 

uzun örgülü saçlı, Türk tipi hiç değişmeden tekrarlanmıştır. Türk Minyatür Sanatı, ilerleyen dönemlerde 

özellikle İran Resim Sanatı içinde büyük gelişme göstermiş ve mükemmel eserler vermiştir. 

Herat  Okulu,  Tebriz  Okulu,  Kazvin  Okulu,  Şiraz  Okulu,  Isfahan  Okulu  olarak  ayrı  ayrı  üsluplar 

geliştiren  bu  merkezlerde  üretilen  efsaneleşmiş  eserler,  Türk  Resim  Sanatı’nın  en  seçkin  örnekleri 

arasında yer alır ve daha sonra kuralları ve yönünü belirler. 

Bu  resimlerde  figürlerin  yalnız  eni  ve  boyu  vardır,  derinliği  yoktur.  Resimlerde;  yöneticilerin 

hayatına dair her şey, dini temalar, aşk hikâyeleri, tarihi olaylar, belgesel, didaktik bilimsel çalışmalar vb. 

her türlü konu işlenir. Konular, toplumların tercihlerine göre farklılıklar gösterir. Resimlerde en çarpıcı 

özellik  kullanılan  renklerdir.  Canlı,  pırıl  pırıl  renkler  hiçbir  gerçeklik  kaygısı  taşımadan  kullanılır  ve 

sanatçı  özgürce  mavi  atlar,  altın  gökyüzü,  gümüşten  ırmaklar  veya  pembe  dağlar  boyar.  Bu  resimler, 

dinamik  bir  yaşanılmışlığı  tabiatı  kopya  etmeden,  yüzeysel  ve  dekoratif  bir  anlayışla  ele  alır.  Konuları 

çizgisel  bir  ifadeyle  ve  canlı  renklerle  çarpıcı  bir  biçimde  anlatır.  Sanatçılar  atların  yelelerini,    kumaş 

desenlerini, insanların sakallarını, desenlerini iç mekânın duvar süslemelerini, halı süslemelerini gerekli 

gördükleri  ayrıntıları  en  ince  detayına  kadar  sabırla  ve  mükemmel  bir  incelikle  işlemişlerdir.  Konuyu 

ayrıntılı  bir  şekilde  resmetmek  için  duvarlar  sanatçıya  engel  olmaz.  Hatta  aynı  kompozisyonda 




414 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 

mekânların içi de dışı kadar açık olarak görülür. Bir av sahnesinde veya âşıkların buluştuğu bir sahnede, 

ana  tema  etrafında  çok  çeşitli  konuları  resme  yerleştirir.  Sanatçı  küçük  bir  kitap  sayfasına  veya  bir 

murakka levha üzerine hayatın bütün yaşanmışlığını sığdırır. Resmi inceleyen göz her defasında farklı bir 

ayrıntıya takılır ve saatlerce inceleyebilir (Özkeçeci; 2007, 156). 

Selçuklu dönemi resim sanatının en önemli eseri “Varka ile Gülşah”tır. Eserde Leyla ile Mecnun, 

Kerem  ile  Aslı  vb.  aşk  hikâyeleri  ele  alınmıştır.  Abdül  Mümin  el  Hoyi  tarafından  resimlenmiştir. 

Kompozisyonlar hikâyeyi  canlandırmak için çevrede tabiat, kuşlar, çiçekler, dereler, çekik  gözlü tipler, 

derin manalar anlatırcasına bakışla tasvir edilir. Bu dönemde tıp botanik, astronomi ve mekanik buluşları 

içeren  bilimsel  kitaplar,  mesneviler  ve  hikâyeler  resmedilmiştir.  Arka  planda  kırmızı  ve  mavi  gibi 

kuvvetli  renkler  kullanılmıştır.  Yüz  tipi  yuvarlak,  çekik  gözlü  olan  figürlerin  yer  aldığı  resimlerde, 

mekânlar ve tabiat, fonda sembolik olarak gösterilmiştir. 

Osmanlı döneminde ise resim sanatını icra etmek için nakkaşhaneler açılmıştır. Nakkaşhanelerde, 

Babanakkaş yönetiminde pek çok sanatçı çalışmıştır. Resim çalışmaları önce Edirne’de sonra İstanbul’da 

devam  etmiştir.  İstanbul’da  saray  nakkaşhanesinde  XIX.  yüzyıla  kadar  çalışmalar  sürdürülmüştür. 

Minyatürlere  başta  padişah  olmak  üzere  yöneticiler  için  hazırlanmış  yazma  eserlerde  yer  verilir.  Bu 

yazma  eserlerdeki  resimler,  devletin  gerçekleştirdiği  resmi  ve  dini  törenler,  geçitler,  düğünler, 

eğlencelerin  yanı  sıra  sultanların  faaliyetlerini,  savaşlarını,  elçi  kabullerini,  avlanma  sahnelerini  ve 

hünerlerini anlatan, kale, liman  ve şehirlerin topoğrafik bir anlatımla çizildiği şehnameler, şehzadelerin 

sünnet  düğünlerini  anlatan  surnameler,  gözleme  dayalı  ve  gerçekçi  bir  ifadeyle  çizilmiş  belgesel 

niteliğindedir. 

Osmanlı  zamanında  Türk  Resim  Sanatı’nın  en  önemli  eserleri  yapılmıştır.  Özellikle  Fatih  Sultan 

Mehmet  döneminde  büyük  başarılar  sergilenmiştir.  1452’de  Edirne’de  hazırlanan  “Dilsuzname”  adlı 

edebi  eser  ile  “İskendername”  resimleri  dönemin  giyim,  müzik  aletleri  ve  eğlence  hayatını  yansıtır. 

“Cerrahiye-i Hakaniye” resimleri ise çeşitli cerrahi müdahalelerin çizgisel üslupla açık seçik ve yalın bir 

biçimde açıklamasıdır. 

II.  Bayezid  döneminde  tarihi  olayların  yazdırılarak  kayda  geçirilmesi  ve  resmedilmesi  için 

“Şehnamecilik” adıyla resmi görevlendirme yaptırılmıştır. Bu döneme ismini yazdıran Matrakçı Nasuh, 

içinde insan figürü bulunmayan kent, kale, liman görüntülerinin yer aldığı farklı bir tarz oluşturmuştur. 

Daha sonra II. Selim Han zamanında “Şehnamey-i Selim Han”   adlı eserde, II. Selim’in babasının ölümü 

üzerine  tahta  çıkışı  karşılıklı  iki  sayfada  yapılmış,  Topkapı  Sarayı’nda  paya  biçilemez  hediyeler  sunan 

Safevi elçisini kabul edişi halkın coşkusu belgelenmiştir.  

16. yüzyılda sarayın nakaşhanesine alınan Nakkaş Osman, III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet‘in 

52  gün  52  gece  süren  sünnet  düğünü  eğlencelerini  konu  almıştır.  Sünnet  şenlikleri  o  günkü  adıyla  At 

Meydanı’nda  (bugünkü  Sultanahmet  Meydanı)  yapılmıştır.  Padişah  ve  şehzadesi  İbrahim  Paşa 

Sarayı’ndan seyretmiştir. Şenliğe cambaz, hokkabaz, perendebaz gibi marifet ehlinin yanı sıra İstanbul’un 

camcısından  okçusuna,  kebapçısından  kumaşçısına  bütün  esnaf  loncaları  katılıp  hünerlerini 

göstermişlerdir. Bu törende olup bitenler Nakkaş Osman tarafından 250 çift sayfa resimlenmiştir.  

Daha  sonraki  dönemde  de  devam  eden  resim  sanatında  XVIII.  yüzyılın  en  ünlü  nakkaşı  olarak 

Levni’yi  görürüz.  Levni,  çeşitli  milletten  ve  meslekten  kadın  ve  erkeklerin  figürlü  resmini  yapmıştır. 

Levni’nin  en  tanınmış  eseri  iki  kopya  olarak  hazırladığı  “Surname”dir.  Yine  bu  eserde  III.  Ahmed’in 

oğlunun  sünnet  düğünü  vardır.  Kitapta  padişah  ve  şehzadeler  eğlenceleri  seyrederken  resmedilmiştir. 

Levni’nin  hazırladığı  diğer  önemli  eser  de  padişah  resimlerinin  bulunduğu  “Sinsilename”dir.  Levni, 

Osman  Gazi’den  III.  Ahmet’e  kadar  tüm  sultanların  görüntülerini  yapmıştır.  Bunu  yaparken  diğer 

sanatçılara göre daha realist bir örnek sergilemiştir. 

Türk  Resim  Sanatı,  batı  resim  sanatı  tarzından  oldukça  farklı  bir  şekilde  gelişme  göstermiştir. 

Yukarıda  da  bahsedildiği  gibi  yapılan  eserler  toplumun  genel  yaşantısını  en  üst  tabakadan  olan  saray 

eşrafı ile halkın en alttaki zümresi aynı sayfa içinde resmedilmiş, insanların yaşantı ve duygularını, farklı 

boyutta  sergileyen  minyatürler  değişik  bir  haz  vermiştir.  Doğanın  aynen  kopyalanması  yerine  kişinin 

istediği  gibi  renkler  ve  figürlerle  oynayarak  klasik  olan  tarzdan  başka  bir  âlemi  seyredercesine  ortaya 

konulan  bu  çalışmalar,  seyreden  her  insanı  büyülemiştir.  Böylelikle  sanatta  güzel  olan  beğeni toplayan 

eserler minyatür sanatıyla farklı bir felsefik boyut kazanmıştır.  

 

 



415 

Öğr. Gör. Zuleyha ZOR / Osmanlı Klasik Dönem Minyatür Sanatının Felsefesine Yönelik Bir Durum  



KAYNAKÇA 

Boydaş, N. (2005). Sanat Eleştirisine Giriş, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara. 

Ersoy, A. (1995). Sanat Kuramlarına Giriş, Yorum Sanat Yayıncılık, İstanbul.    

Tural, S. (1999). İlmek’e Yansıyan Şiir: Halı-Kilim, Bilig Yayınları, Ankara. 

Özkeçeci, İ. (2007). Türk Sanatında Tezhip, Türk Resim Sanatı, İstanbul.  

İnternet Alınan Kaynaklar 

http://www.gulceedebiyat.net/showthread.php?tid=498 (Erişim tarihi: 26.11.2015) 

http://www.karakalemkitabevi.com.tr/karakalem/product_info.php?products_id=573&osCsid 

(Erişim 


Tarihi: 

16.02.2016) 

http://eodev.com/gorev/29291 (Erişim Tarihi: 09.03.2016) 

http://www.ktsv.com.tr/204-hayatin-hassas-dengeleri-uzerine (Erişim Tarihi: 13.03.2016) 

Gül, 

T. 


(2016) 

Minyatür 

Sanatı 

ve 


Uygur, 

Selçuklu, 

Osmanlı 

Etkileri, 

http://tugce-

gul.blogspot.com.tr/2013/05/minyatur-sanat-ve-uygurselcukluosmanl.html (Erişim Tarihi: 11.02.2016) 

 

 



416 

III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu 



 

Yüklə 4,88 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   196   197   198   199   200   201   202   203   204




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə