56
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
daha fazlasına, daha büyüğüne, daha
yenisine ve daha gelişmişine sahip
olmaktır. Ama hiçbir ideolojik bom-
bardıman insanları kitlesel ve kalıcı
biçimde, olmadıkları bir şey haline
getiremez. İnsan, tarihsel ve toplumsal
olarak belirlenmiş, bu bağlamda deği-
şen veya gelişen ama yine de sınırlı
ihtiyaçlara sahip bir varlık olarak ka-
lır. Kapitalistleri derin kederlere gark
eden bu gerçeklik, insanın ihtiyaçları-
nı ve dolayısıyla onun tüketim talebini
arttırmak ya da kanalize etmek üzere,
insanın arzularını, isteklerini ve “ih-
tiras”larını körüklemeyi hedefleyen
devasa bir reklam sektörünün varlı-
ğı tarafından da tersinden kanıtlanır.
Gerçekten de, ileri kapitalist ülkelerde
GSYH’nin yüzde 2’lerini bulan deva-
sa reklam harcamalarının kökeninde,
insan ihtiyaçlarının sınırlarını ve do-
layısıyla onun tüketim talebini arttır-
mak, bu sınırları bir parça da olsa ge-
nişletmek amacından başka ne yatıyor
olabilir ki?[2] İnsan ihtiyaçları sınırsız
olsaydı, hangi kapitalist, insanların
daha fazla tüketmesini sağlamak üze-
re milyarları reklamlara, pazarlama
uzmanlarına, ürün çeşitlendiricilere,
piyasa araştırmacılarına vb. harcardı?
İnsan sınırsız ihtiyaçlara sahip olma-
dığı gibi sınırsızca tüketme yeteneğine
de sahip değildir. Ama kapitalistler ta-
rafından en azından bu doğrultuda bir
eğilime, yani sınırsızca satın almaya
sürekli olarak teşvik edildiği bir ger-
çektir. Kapitalist ekonomi “bilimi”,
iddia ettiği gibi, insanın ihtiyaçlarının
akılcı biçimde karşılanması üzerine
değil, insanın tüketim kapasitesinin
arttırılması üzerine kafa patlatır ki,
bunda başarısız olduğu da pek söylene-
mez. İnsanın arzuları ve ihtirasları kö-
rüklenir, sosyal bir varlık olan insanın
otokontrol mekanizmaları, kapitalist
bencillik ideolojisi tarafından kırılma-
ya çalışılır. Biteviye tekrarlanan “çok
tüketin” çağrısı, üretilenlerin önemli
bir bölümünün çöpe atılması anlamı-
na gelir. Daha çok tükettirmenin yol-
larından biri de kalitesiz ve dayanıksız
ürünlerdir. Tüketebileceğinin katlarca
fazlasını satın alarak sahip olma doğ-
rultusundaki suni tutkuyu tatmin etme
ihtiyacındaki insanlar, özellikle gelir
düzeyinin yüksek olduğu ileri kapita-
list ülkelerde hiç de azımsanmayacak
oranlara ulaşmışlardır. Bu nevrotik
toplumların en ileri örneklerinden biri
olan ABD’de, “orta-sınıf” mensupları
arasında, buzdolapları ya da kilerleri
ağzına kadar taze yiyecekle dolu ol-
masına rağmen her hafta sonu hiper-
marketlerden arabalar dolusu yiyecek
almak ve bu yiyeceklere yer açmak
için evlerinde halihazırda bulunan-
ları çöpe atmak şeklindeki hastalıklı
davranış son derece yaygın bir hale
gelmiştir. Burjuvazinin tükettirme sal-
dırısının sonuçlarını, hiç giymedikleri
yüzlerce giysiyi ve onlarca ayakkabı-
yı, hiç kullanmadıkları el aletlerinin
sayısız türünü, sürekli yeni modeliyle
değiştirdikleri halde kırk yılda bir kul-
landıkları elektrikli aletleri, en ilkel ve
temel işlevlerini kullandıkları halde en
gelişmiş özelliklere sahip aygıtları sa-
tın almayı bir saplantı haline getirmiş
bireylerde de görmek mümkündür.
Görülüyor ki burjuva iktisadı gerçekte
olan değil de olmasını istediği bir in-
san tipinden bahsetmektedir. Kapita-
listlerin kendi suretlerinde yaratmaya
çalıştıkları insan tipi, midesi doysa da
gözü doymayan bir insan müsvedde-
sinden başka nedir? Bu insan, hasta-
lıklı ve sapkın bir insandır. Bu nedenle
bugün artık gereksiz alış-veriş yapma
eğilimi, burjuva akademisyenler ta-
rafından bile kimi psikiyatrik hasta-
lıkların belirtilerinden biri sayılmak
zorunda kalınmıştır. Birçok psikolojik
hastalığın temelinde olduğu gibi, bu
davranış bozukluğunun da temelinde
gerçek bir çatışma yatmaktadır: İn-
sanın nesnel olarak sınırlı ihtiyaçları
ile kapitalizm tarafından yapay olarak
şişirilmiş istek ve arzuları arasındaki
çatışma.
Bir ihtiyacımızı çok daha iyi giderebi-
leceğimiz daha gelişmiş, daha kaliteli
yeni ürünlerin yanı sıra toplumsal de-
ğişimin doğal bir sonucu olarak ortaya
çıkan yeni tip ve nitelikte ihtiyaçla-
rımızı giderecek ürünlerin de ortaya
çıkmasında genel olarak yadırganacak
bir durum yoktur. Ama kapitalizmin
bu makul sınırlarda kalması ne müm-
kün! Evrensel meta üretiminin hüküm
sürdüğü, yani üretilen her şeyin sa-
tılmak üzere üretilmiş bir meta oldu-
ğu kapitalist toplumda, en olmadık
şeyler tasarlanıp üretiliyor ve bunlar
muazzam kampanyalarla insanların
zihnine olmazsa olmaz bir ihtiyaç
olarak kazınabiliyor. Burjuvaların
sevdiği deyişle, “arz kendi talebini
yaratıyor”. İnsanların temel ihtiyaçla-
rını ve hatta lüks sayılan ihtiyaçlarını
bir tarafa bırakalım, yoktan yaratılan
sanal ihtiyaçlar kapitalizm tarafından
kalıcılaştırılmaya çalışılıyor. Her şey
“al beni” nesnesine dönüşmüşken, bu
albeni insanları neyin ihtiyaç neyin
ihtiyaç olmadığı hususunda tam bir
karmaşaya sürüklüyor. Kapitalizmin
insanlığı sürüklediği bu noktanın, on
yıl önce “sanal bebekler” diye genç-
lerin ellerinde dolaşan oyuncak elekt-
ronik bebeklerden daha iyi bir kanıtını
bulmak zordur.
Öylesine bir tüketimci
ideolojik bombardıman sözkonusudur
ki, gazetelerin ilan sayfalarında “sanal
bebek bakıcısı” arayanlara rastlamak
mümkün hale gelmiş ve hatta Japon-
ya’da onlarca kişi sanal bebekleri
bakımsızlıktan öldü diye intihar ede-
bilmiştir. Kapitalist tüketim toplumu
yabancılaşmanın doruğudur.
Peki neden bu denli yoğun bir tüke-
tim propagandasıyla karşı karşıyayız?
Çünkü kapitalist üretimin temel mo-
tivasyonu insan ihtiyaçlarını karşıla-
mak değil kâr etmektir. Öte yandan
üretim sürecinde elde edilen artı-de-
ğerin kâr olarak realize olabilmesi için
üretilmiş ürünlerin satılması gerekir.
Daha fazla satış daha fazla kâr, daha
fazla kâr daha fazla yatırım, daha faz-
la yatırım daha fazla üretim, ve daha
fazla üretim daha fazla satış zorun-
luluğu demektir. Sermayenin içinde
döne döne büyüdüğü döngü budur.
Bu döngünün devamında kilit sorun-
lardan biri (ama yalnızca biri) sürekli
olarak büyüyen bir tüketimi güvence
altına alma sorunudur. Oysa insanlar
sınırsız ihtiyaçlara, sınırsız bir tüket-
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni