Carl gustav jung



Yüklə 3,33 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə4/138
tarix18.06.2018
ölçüsü3,33 Mb.
#49331
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   138

GtRtŞ

15

yaklaşık yirmibeş santim uzunluğunda bir ağaç kütüğüne benzeyen bir şey 



dayalı. Kırmızı, et gibi, insan başı gibi bir tepesi var; ancak henüz biçimi­

ni almamış bir baş bu; bir de deliği var gibi, şeytan gözünü andıran.

İlk kez  böyle  bir  düş  görüyordu,  neydi  bunun  anlamı?  Duyduğu 

şey panikti.

D erken  annem in  sesini  işitiyorum .  Ç ukura  inen  m erdiven 

başından  geliyor  sanki,  sonra  birden,  sesin  iki  yüz  metre  ötedeki 

evimizden  gelmekte  o ld u ğ u m   farkediyorum .  «İyi  bak  ona!»  diye 

sesleniyor annem,  «Yamyam o! İyi  bak ona!»1  ■

Düş  burada sona eriyordu.

Jung  kafa  yormuş,  am a  anlamını  br  türlü  çıkaramamıştı.  Yalnız, 

salon  yer  altındaydı,  dem ek  ki,  günlük  bir  yaşantı  değildi  bu,  işin 

içinde bir iş  vardı besbelli.

Jung,  bu  düşü  ilk  kez,  karısına  altmışbeş  yaşındayken  anla­

tacaktı.  Kendi  anlaşılmamış  olsa  bile,  düşün,  karşısındaki  tipik, 

içedönük  bu  davranışa,  bilinçdışının  bu  güçlü  etkisine  yanıt  vermesi 

söz konusuydu.

Çocuk  zihni,  eleştirici  değildir;  Jung  d a  oturup,  uzun  boylu 

düşünmüş  değildi  bu  düş  üzerine.  Ancak  kesin  olan,  düşün  sıradan 

günlük  olaylar  yansıtm adığıydı.  Bu  tür  izlenim   bırakan  düşler, 

doğrudan doğruya, kendiliğinden, bilinçdışından çıkarlar, günlük olay­

larla  ilgileri  yoktur;  etkileri  hem en  duyulur  ama,  bilinçle kavranmasa 

da,  içlerinde  inandırıcı  nitelik  taşırlar.  Çocuklar  sık  sık  böyle  düşler 

görür;  nedeni  de,  geldikleri  yere,  bilinçdışının  ilkel  dünyasına  henüz 

yakın olmalarıdır.

Jung,  nice  sonra  açıklayabilmişti  bu  düşün  anlamını.  Düşünde 

gördüğü  o  ağaç  kütüğünü  andıran  nesne,  yaratıcılık  ilkesini,  erkeklik 

organını simgeliyordu.



Memories,  Dreams,  Refleclions,

  C.G.  Jung-A niela  JafTfc;  C ollins  and  Rout- 

L edge and  K egan  Paul,  Londra,  1963.  s.  26.



16

GİRİŞ


Sekiz  dokuz  yaşlarındayken,  yoğun  bir  izlenim  yaratan  bir  olay 

yer  alıyor.  Basel’deki  evinin birkaç  kilometre ötesinde,  eski  çağlardan 

kalma  bir  atlı  araba  görmüştü;  rokoko  tarzında  süslü  bu  atlı  arabanın 

yaldızlı  karoserisi,  tekerlekler  arasına gerilmiş  iki  geniş  kayış  üzerine 

oturtulmuştu.  O  gün  için  tuhaf bir yanı  yoktu  bunun;  arabanın  geldiği 

yer,  Kara  Orman  bölgesiydi;  Jung,  Kara  Orman'da  oturanların  tıpkı 

kendi  ana-babası  gibi,  Onsekizinci  Yüzyıl  yaşamını  sürdürdüklerini 

biliyordu.  Baktıkça,  araba  onda  tanıdığı  bir  görüntüye  dönüşmüştü. 

Araba  ve  Onsekizinci  Yüzyıl  ile  kendi  arasında  bir  ilişki  vardı  sanki, 

kendi  de  mi  o  çağa  aitti  yoksa?  Böylece,  bir  yandan  kendi  içinde 

bulunduğu  çağın  insanıyken,  öte  yandan  Onsekizinci  Yüzyıla  aitti. 

Arabayı görür görmez gelmişti bu aklına.  Bu ne bir korku, ne de bir acı 

yaratmıştı  onda,  yalnızca  ilgisini  çekmiş,  ona  huzur  vermişti.  Bu 

olguyu  yaşarken,  gördüğü  gerçek  miydi,  yoksa fantezi  miydi,  anlaya­

mamıştı;  düşünceleri  arabanın  kendisi  gibi  somuttu.  Doğal  olarak 

yaşantıyı  zihniyle kavramış değildi;  her çocuk gibi, o da, geleni olduğu 

gibi  benimsemişti.

Demek  ki,  şimdiyi  yaşarken,  aynı  zamanda  geçmişe  de  aitti; 

yaşamı  genişliyor,  büyük  mutluluk  duyuyordu.

On  yaşındayken,  Jung'un  alışkanlıklarından  biri,  bahçedeki  bir 

kaya parçasının üstüne oturup, düşüncelere dalmakmış.  Kendi kendine 

bazı  sorular  sorarm ış:  «Ben  kim im ?  Kayanın  üzerinde  oturanım 

desem,  kaya ne  der  peki?  O da,  seni  taşıyanım,  demez mi?»

Derken  şu  soru  çıkıyordu  karşısına:  «Ben  kendim  miyim,  yoksa 

ağırlığımı  taşıyan  üzerine  oturduğum  kaya  mıyım?»  Bu,  çağın  ünlü 

düşünürü  Levy  Brühl'ün  participation  mystique 

dediği,  bilinçdışı 

kişiliğinin  ortam la kaynaşıp bir olduğu  yaşantı  durumuydu.

Jung,  on  iki  yaşlarındayken,  dünya  görüşünü  büyük  çapta  etki­

leyecek  bir düş  görür.  Bu,  ömrünün  en  önemli  düşü  olacaktı  belki  de. 

Yeraltı  salonu gibi,  aklından  bir  türlü  çıkmayacaktı.

Jung,  şöyle  anlatıyor düşünü:



Basei'de  lise  avlusundayım.  Lise,  Orta  Çağ'dan  kalma  güzel  bir 

mimarlık anıtıdır.  Derken,  atlı  arabaların girdiği  büyük kapıya doğru


GtRtŞ

17

ilerliyorum;  bir  de  bakıyorum,  karşımda  Basel Katedrali;  güneş  yeni 



aktarılmış  dam  üzerindeki  kiremitlerde  pırıl  pırıl  yanıyor;  görülecek 

şey doğrusu! Bir de ne göreyim, Katedral'in üzerindeki bir tahtta Tanrı 

oturmuyor  mu! N e  görkemli  şey!  diyorum  kendi  kendime;  hârika  şey 

bu  dünya! Nasıl da  mükemmel,  tam  ve  uyum  içinde!  Derken,  beklen­

medik bir olay oluyor: Çok kötü bir şey ve  uyanıyorum.

Devam ediyor Jung:



Gördüğüm  şey  üzerine  düşünmeme  izin  vermiyorum  kendime; 

düşünecek  olsam,  her  şeyi  gördüğüm  gibi  benimsemem  gerekecek  ki, 

bu  olanakdışı.  Unutmak için elimden  geleni yapıyorum.  Olmuyor.

Gene,  saldırısına  uğradığım  bir  ara,  yatakta  uzanmış  bir  kez 

daha  seyrediyordum: Korkunçtu!  Ertesi  gün,  annem ,  benzimi  uçuk 

görmüş  olacak  ki,  telâş  içinde  sordu  bana,  okulda  bir  şey  mi  oldu, 

dedi.  Yoo,  dedim,  hiçbir  şey  olmadı.  O  gece  gene  aynı  düşüncelerin 

saldırısına uğradım.

Jung,  düşün  korkunç  yanı  diye  nitelendirdiği  görünüm  üzerine 

düşünem iyor,  aklına  geldikçe,  tir  tir  titriyordu.  Önce,  günahı, 

babasının kendisine uygulamış olduğu Hıristiyan eğitimine yüklemişti. 

İşlediği  günahın  kefaretinin  nasıl  ödeneceğini  bildiği  gibi,  H ıris­

tiyanlık konusunda da epey şey biliyordu. O görünüm üzerine düşünse, 

sanki  bağışlanamaz  bir suç  işlemiş  olacaktı.

Üçüncü gece,  kendi  kendine  şöyle demişti:  «Ola ki, Tanrı  sınıyor 

beni,  ille de düşüneyim  istiyor bu  konu  üzerinde.»

Düşünceler  rahat  bırakmıyordu  onu:  «Böyle  korkunç  bir  şey 

nereden  gelir ki?  Şeytan  mı  ola  kaynağı?  Öyle  ise,  Şeytan,  Tanrı'dan 

daha  mı  büyük  yani?»  Sonra  şöyle  diyordu  kendi  kendine:  «Tanrı 

sınıyor  beni.  O  korkunç  düşünceyi  benimsersem,  O'na  olan  inancım 

kanıtlanmış  olmaz mı? N e ola ki  kaynağı? Babam  mı?  Olanaksız,  özü 

sözü doğru bir insandır o. Hayır,  anam  da olamaz, bu  gibi  şeylere kafa 

yormaz  ki  o.  Ya  büyük  babam?  O  da  hekimdi,  uğraşmazdı  bu  tür 

düşüncelerle.  Yoksa,  yoksa  annemin  babası  mıydı  kaynağı?  Hayır,  o



Yüklə 3,33 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   138




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə